bugün
yenile
    /
    1. 12
      +
      -entiri.verilen_downvote
      aşık veysel evli olduğu zamanlarda eşi başka bi adama aşık olur ve kaçmaya karar verir. gece uyumak için yataklarına girdikten sonra eşi kalkar, bohçasini da aldıktan sonra pabuclarini giyer ve ardına bakmadan kaçmaya başlar. biraz aradan sonra ayağına bişey vurduğunu fark eder. pabuclarini çıkardığında gördüğüne inanamaz. aşık veyselin tüm parası ordadir. kacacagini anlayıp sahip olduğu herseyi eşine bırakmıştır. ayrıca parayla birlikte bi not bulur. notta aynen şunlar yazmaktadır al bu para ananin ak sütü gibi helal olsun, gittiğin yerde kendini ezdirme. bir de güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa. ..
      1bunu ne zaman görsem önce duygulanır sonra söverim... - eylulreem 05.05.2017 01:51:27 |#3233729
      1bunu ne zaman görsem önce duygulanır sonra söverim... - eylulreem 05.05.2017 01:51:27 |#3440509
    2. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bir gün yolda yürüyen avare bi adam yerde kağıt bulmuş. bir bakmış birinin senedi. o da gitmiş ödemiş. salak...
    3. 18
      +
      -entiri.verilen_downvote
      çok uzun yıllar önce iki kır çiçeği birbirlerine aşık olurlar, her bahar diğer çiçekler gibi onlar da açıp güneşe merhaba derler. fakat bir bahar başlangıcı bu çiçeklerden biri diğerine; "biz diğer çiçekler gibi bu bahar açmayalım kışın ortasında herkesin soğuktan kaçtığı karlı günlerde açalım ki bütün doğa bize ait olsun" der. ve ikisi de o bahar açmamaya karar verirler. biri açmak için kışın gelmesini ve karın yağmasını beklerken, diğeri o yaz açar. o gün bügündür karda açan ve sevgilisini bekleyen çiçeğe kardelen, sevgilisini yarı yolda bırakan çiçeğe de hercai denilir. işte bu yüzden hayırsız sevgiliye hercai diye hitap edilir.
      7şerefsiz hercai. orospi hercai. - aygecedenotedeuzakta 28.11.2016 21:54:56 |#3245627
    4. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "salaksın. aptalsın. tek derdin kendinden nefret etmek için yeni yollar oluşturmak. bir insan nasıl bu kadar ahmak olabilir?" odada bir aşağı bir yukarı yürürken aklında yankılanan sözcüklerdi bunlar. sigarasını büyük bir özensizlikle sarmış, yere düşen tütünleri toplama gereği duymadan ayağa fırlayıp voltaya başlamıştı. sararmış, ince kemikli ellerinde sigara olduğundan küçük görünüyor, model iskeletin eline sıkıştırılmış izmarit görüntüsü yaratıyordu. "aptalın tekisin. kendi başına yandığın yetmezmiş gibi hayatına birini aldın. ve biraz önce birini daha. ahmak, ahmak! arkadaş seçimlerini dikkatli yap diye haykırarak kendi kuyumu kazdım ha!" kendine gittikçe daha çok sinirleniyordu. öfkesi dinmeyince çantasını alıp dışarı çıktı. açık olmasını umarak bir dostunu aradı, telefonu kapalıydı. küfrederek yürümeye devam etti. yürüdükçe kendine geldiğini hissediyordu. bir yandan ciğerleri patlayacak gibiydi. durdu, derin bir nefes aldı. yükselen güneş içini ısıttı bir an, bir an karşısında boğazı gördü. yürümeye devam etti. dolmuşa atladı, köprüye gitmek için. yüzündeki gülümsemeden kurtulamıyordu. tabi ya! bu nasıl daha önce aklına gelmemişti. bu kadar iyi bir seçeneği nasıl göz ardı edebilirdi. köprüye gelene kadar her bir yeri iyice ezberledi, beynine kaydetti. nasıl bakmamış daha önce bu yolda çevresine? dikkatsizlikler kraliçesiydi. köprüde indiği an güzel bir esinti selamladı onu. manzaraya odaklandığı andan itibaren araba seslerini duymaz olmuştu. yükselen güneşe döndü. gülümsediler karşılıklı ve teninin en son ne zaman güneş gördüğünü hatırlayamadığını farketti. bu saatten sonra yapacak bir şey yoktu, sonuçta olan oldu, diye düşündü. trabzanlara hızlıca tırmandı, çantasıyla birlikte kendini soğuk sulara bıraktı. suya çakılana kadar, yüzündeki gülümseme gitmedi. tabi ya! bu nasıl daha önce aklına gelmemişti. her şeyin sonu, sonun başlangıcıdır.
    5. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "ne şeytanı azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizde şeytan yok... içimizde aciz var... tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..." içimizdeki şeytan - sabahattin ali
    6. -4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bir adam varmış ölmüş
    7. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bir tane kral varmış. "en iyisini ben bilirim, hep ben bilirim." diye gevelenip duruyormuş. sonra amına koymuşlar onun.
    8. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      (bkz: annem babama nasıl verdi acaba neler hissetti) ilginç bir inci sözlük hikayesi ve hikayenin yarısındayım size de okumanızı öneririm
      0sonunu anlayabilirsen yoruma yaz ben pek anlamadım - quaresmaninsolayagi 28.11.2016 22:13:51 |#2962196
      0yazarım - fortis et liber 28.11.2016 22:18:47 |#2962768
      2bu arada harbiden incinin en taşaklı hikayesi - quaresmaninsolayagi 28.11.2016 22:20:17 |#2962663
      butun yorumlari goster (4)
    9. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
    10. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bir yavru fille konuşuyorum. kulaklarının pembe olmasından şikayetçi olduğunu söylüyor, hortumu da biraz büyükmüş. ona, onu bu şekilde çok sevdiğimi anlattım. etikete sahip olmanın berbat bir şey olduğunu dile getirdiği zamansa, biz insanların da etiket taşıdığını söyledim. sağıma soluma baktı ve etiketimi bulamadı. oysa etiketim üstümde değildi, içimdeydi. nasıl yani sorusuna mümkün olduğunca anlaşılır bir cevap vermek için düşündüm. "evet, biz insanların da etiketleri var. belki seninki gibi neden oluştuğumu ya da içimdeki duyguların yüzdesini yazan bir kağıt şeklinde değil benim etiketim, çünkü değişken. her an her saniye beni oluşturan şeyler değişebileceği gibi her insan da bu etiketi farklı okur." bana etiketimin hangi dilde yazılmışsa o dilde herkes tarafından aynı şekilde okunabileceğini söyledi. "yanılıyorsun yavru fil, gösterdiklerimi ve yaptıklarımı kimse kendi diline kusursuzca çeviremez. benim neden oluştuğumu ve nelere dönüşeceğimi bilen tek kişi yaratıcım. ben bile beni kimi zaman okuyamıyorum. bence bunu bize söylemeyerek ve bir tarafımıza yazmayarak dünyadaki en güzel şeyi oluşturmuş, birini anlamanın ve birisi tarafından anlaşılmanın mutluluğunu."
    11. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      hafta sonu. otobüsten iniyorum. doğal davranarak ilerlemeye çalışıyorum. çokta gerek olmuyor zaten. köşeyi dönünce karşıma çıkan okul kapısından giriyorum. etrafta çocuk yok. etrafta insan yok. anne ve babalar tam olarak toplantı zamanını bekliyorlar belli ki. bir çoğu geç kalarak gelecek, geç kalıp kendini önemli göstermeye çalışacak ve şu açıklamayı yapacak: kusura bakmayın işim uzadı. hiç kimse senin işinin uzunluğunu umursamıyor sürtük, hiç kimse işten kovulmanı umursamıyor. hiç kimse iş yerinde sekreterinle oynaştığını da umursamıyor. karşımdaki öğretmenler odası kapısının önünde bir nefes bırakıyorum, zamanı geldi diyorum. kapıyı aralıyorum. bana çevrilen gözlerle karşılaşıyorum. şimdi zamanı mı diyen, iki sohbet ettirmedin diyen, ama aksini ima etmeye çalışıp gülen ve sapsarı yosun tutmuş dişlerini yalnız bu sabah fırçalamış olan üzerine asfalt dökülmüş iki yüzlü suratlarını görüyorum. sokağa çıkınca kimsenin suratına bakmadığı, evde karısının dizinin dibinden ayrılmayan, okulda çocuklara hakimiyet kurmaya çalışan, aralarındaki en büyük sahtekar olan okul müdürü, bir eli ileride geliyor üzerime. köpek dişlerimi gösterip, köpek gözleriyle tiksinerek bakıyorum eline. seni adi köpek diyorum, silahımı çıkarıyorum ve ağzına sokuyorum. daha silah görmekten korkan ama çocukları dövmekten kaçınmayan çığlıklara bağırıyorum; -haydi çocuklar zil çaldı, hepiniz 1-a sınıfına! koridorda birbirini itenlere bağırıyorum; sessiz olun! koşarak gitmeye çalışana bağırıyorum; koridorda koşma seni hamam böceği! arkadaşına destek olmaya çalışana bağırıyorum; çek iğrenç elini onun üzerinden, kendisi de sürünebilir! sınıfa girince bir kenara yığılıp hepsi önce gözümün içine, sonra namlu hala ağızında olan müdüre bakıyor. itip yere indiriyorum. ne de meraklıymışsın bir şeyleri ağzına almaya diyorum. masaya doğru ilerliyorum. yerinize oturun diyorum, yoklama alacağım. yoklama alırken ses çıkaran olursa kurşunu yer diyorum. arkadaşını şikayet edecek olan olursa, kurşunu yer. burdayım yerine burada diyen olursa, sınıfta olmayan kişinin isminde yok diyen olursa, önüne bakmayıp arkasında ki arkadaşına bakan olursa, kurşunu yer. sıçıp batırdığınız insanların hayatını şuan sizler yaşayacaksınız. küstürdüğünüz, dinlemediğiniz, yok saydığınız, birey yerine koymadığınız, senden bir bok olmaz dediğiniz insanların hayatını şuan sizler yaşayacaksınız. hayallerin çürüyerek eritildiği, hayal kurmanın unutulduğu, hayatların sömürüldüğü e önemli yerdeyiz. hayatınızın hiçbir yerinde işe yaramayacak bu dersimizde, yemin ederim, çok şey öğreneceksiniz.
      0neye sinirlenmişim acaba ben böyle? unutmuşum da yazdığımı - kafkagilin franz 04.04.2017 01:11:27 |#3225544
    12. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      sözlük wattpada döndü la
    13. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      asosyal sözlüğün adının hikayesözlük olarak değiştirilmesine doğru yelken açtığımız günler sanırım bu günler
    14. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      yavaşca bırakıyorum ohhhh kaçtım ben
    15. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "dün bana gerçekten tokat yemişim hissiyatı verecek bir hikaye anlatıldı. toparlayabilirsem size de anlatmak istiyorum. vakti zamanında bir adam, bir başka binayla paylaştığı bahçesi olan bir evde yaşar. bahçeler ortak, binalar ayrı. adam evinde işiyle o kadar meşgul ki, bir kez bile bahçeye dönüp bakmamış, bahçe çer çöpten, ölmüş bitkilerden, tenekeden geçilmiyor. bir gün yan binaya bir kadın taşınıyor, kadının evdeki ve kendi işleri bitince bahçe dikkatini çekiyor, bahçesini düzeltmeye karar veriyor. kadın kendi tarafındaki ölmüş bitkileri topluyor, yenilerini ekiyor, çimler seriyor, birkaç haftaya kendi bahçesi mis gibi oluveriyor. kendi tarafı bittikten sonra, yan tarafın halini görüp burayı böyle bırakmayayım diyor ve adamın tarafını da düzenlemeye başlıyor. aynı kendi bahçesi gibi cennete çeviriyor, mis gibi çiçekler, yemyeşil ağaçlar. şans eseri bunu camdan gören adam bahçeyi çok beğeniyor. adam bahçeden çok memnun yaşamaya devam ediyor. birkaç gün kadın yeniden bahçeye çıkıyor, bahçeye farklı şeyler ekmek istiyor. kendi tarafına da adamın tarafına da farklı farklı ağaçlar dikiyor. adamın tarafına ektiği ağaç şeftali ağacı olunca ipler kopuyor. bu adamın hayatta en nefret ettiği şey şeftaliymiş meğer. derhal kapısına dayanıyor kadının. bugüne kadar bir kez dahi iletişim halinde bulunmadığı bu kadına derhal o ağacı oradan sökmesini söylüyor. kadın üzülüyor, ama sessiz sedasız ağacı söküp atıyor. madem istemiyor bir daha da ilgilenmem bahçeyle diyip asla onun tarafına ilişmiyor. adamın bahçesi birkaç hafta içinde yeniden çöplüğe dönüyor. gelelim ana temaya. ben hikayeyi dinler dinlemez, adamın ne kadar kaba olduğundan bahsettim, insan bir teşekkür eder ya bu ne böyle diye çıkıştım. "sınırlar" dendi. bahçede bir çit ya da benzeri bişey yoktu. adam teşekkür edebilirdi, ama rica etmemişti ki. sınırlar. kimse istemedikçe birinin bahçesine girmeye, ve sırf siz istediniz diye düzenleyip teşekkür bekleme hakkınız yok. insanlarin bahçelerinden çıkın arkadaşlar"
    16. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      burayada mı hikaye özelliği geldi amq
    17. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      çok acı veren ve mal gibi hissettiren hikayemle karşınızdayım. 3 sene önce sevgilim var tabi o zamanlar ama nasıl aşığız birbirimize (sözde o da aşık tabi) neyse bu cocuk benim yaşadığım şehirde çok tanınan ibnenin tekiydi ama ona deli gibi güvenirdim. i̇lişkimizin 8. aynı yaz gelmiş falan herşey iyi bizim burda kaşarlığı ile tanınan bi kız var acıdım ona aradım dedimm kendine çeki düzen ver ben arkandayım hayat böyle gitmez falan . sonra x kişisini konferansa aldım o da ben abinim bende burdayım dedi ve sonra çat ! 3 ay sonra ayrıldık. ayrıldıktan bir mühlet sonra o telefon görüşmesinden 2 3 ay önce biz sevgiliyken yattıklarını öğrendim . koydu mu ? koydu . allahın belası hala kimseye güvenemiyorum.
    18. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bende sevdim. yıl 2004. hemde öyle çok sevdim ki onu, canım pahasına. canımdan can koparır gibi. hayatımın en güzel dönemlerini geçirdim onunla. tam 13 yıl önce, hayatımın ortasına yıldırım misali düştü. ve o adam, bir gün ansızın karşıma çıktı. konuşmak istedi benimle. öyle çok seviyordum ki, gururum bile durduramadı beni. kabul ettim, oturduk bir kafeye. yaşlanmıştı, hemde çok… yılların kattıkları onu olması gerekenden daha fazla yıpratmıştı, şaşkınlıkla ona bakıyordum. anladı. “sen hala çok güzelsin,” dedi. “ama ben artık bir kız babasıyım.” o an boğazımda öyle bir düğüm oluştu ki, nefes almak bir hayli zor oldu. gülümsedim. bir çocuğu olduğunu öğrenmiştim yıllar önce, ancak ondan duymak beni parçaladı. söyleyecek bir şey bulamıyordum. ne konuşmak istediğini dahi anlamamıştım. ancak mazi geliyordu gözlerine her baktığımda, neden diye sormak geliyordu içimden. sordum. “beni, karın için mi terk ettin?” duraksadı. beklemiyordu bir anda bunu sormamı. söylediğim ilk sözler bunlardı çünkü. “bilmediğin şeyler var,” dedi. oysa ben yıllardır o bilmediğim şeyleri öğrenmek için yaşıyordum. “şirket batmak üzereydi o zamanlar. bak, ben sana deli gibi aşıktım.” durdu. ne söyleyeceğini bilmiyordu, toplayamıyordu. sustum, sadece o konuşsun istedim. beni bir anda terk edip, yapayalnız bırakan adam konuşmalıydı artık. “seni çok sevdim. evleneceğim insanın sen olmasını deli gibi istedim. ama şirket batmak üzereydi, babam zorladı. karımın ailesiyle ortaklık kurmak bizi kurtaracaktı. ailesi de sağlam kurmak istedi temelleri, şart koştu oğlunuzla kızımız evlensin diye. babam şirketin peşindeydi. sana belli etmesem de ailemle büyük savaşın içindeydim, ben sana aşıktım. yapamam dedim, evlenemem dedim.” gözlerinde biriken yaşlara bakarken duyduklarımı hazmetmeye çalışıyordum. “babam her şeyimi alacağını söyledi, arabam, param, evim… zaten aldıktan sonra onları da ebediyen kaybedeceğiz dedi. toydum anladın mı? paran olmasa o aşık olduğun kız seni sever mi sanıyorsun dedi, gece gündüz bana bunları söyledi.” güldüm, severdim diyemedim. hala içimde yarasın diyemedim. “hata yaptım, para daha ağır bastı. beni param için sevdiğine inandım, inandırdılar.” bir yudum su içtim. “bu yüzden mi terk ederken o kadar acımasızdın?” gözleri kocaman oldu, taptığım o kahverengi gözleri… soruma cevap vermedi. “evlendik. yemin ederim ona dokunamadım. eline, yüzüne dokunamadım. sen kıvırcık saçlısın, onunkiler dümdüzdü. biliyordu onu sevmediğimi, ama o beni sevdi.” sevilmeyecek bir adam değilsin bile diyemedim. “beni öyle kabul etti, bana kocam demekle yetindi. ama ben nefes alamaz oldum, para, mal, mülk her şey önemini kaybetti. ama babam diretti. sonra torun istediler.” ağlamaya başladı karşımda. benim aşık olduğum o güçlü adam, çocuk gibi ağlamaya başladı. “ağlaya ağlaya… yaptık… hamile kaldı.” soluğu kesildi ağlamaktan, kalbimdeki acı gözlerimi doldurdu. “bir kızımız oldu,” derken gözlerindeki yaşları aniden silip gülümsedi. “beni hayata bağlayan o oldu, sonra uzayan kıvırcık saçları… saçları kıvırcık, adı da sıla.” kızına benim adımı verdiğini öğrenince, bir hıçkırık koptu dudaklarımdan. “saçları seninkiler gibi, inanamadım. ona her baktığımda seni gördüm, onu sevdikçe seni sevmeye devam ettim. sonra daha dayanılmaz oldu evlilik. zaten şirket falan da kurtulmadı. battık tamamen. umrumda değildi, boşandık. sıla'yı annesine verdiler, ben işsiz, sapsız bir adam olduğum için.” ne diyeceğimi bilemiyordum. hıçkırıklarım durmadan devam ediyordu. gözleri sağ elime kayınca, bende parmağımdaki yüzüğe baktım. “nişanlıyım,” dedim. karnımda bir kurşun var gibiydi, canım yanıyordu. gülümsedi. “dön diyemem, bırak o adamı beni sev diyemem. anla, sadece ölmeden bir kez daha seni görmek istedim. sana anlatmak istedim. seni sevdiğimi bil istedim. nişanlı olduğunu biliyordum zaten, seni takip ettim. onunla mutlusun, gördüm gözlerinde. o yüzden dön diyemem ya…” o sırada telefonum çalmaya başladı. nişanlımdı. beni almaya gelecekti, ailesi ile yemeğe gidecektik. i̇şimin bittiğini söyledim, o da beş dakikalık yolu kaldığını söyledi ve kapattık. “kalkacağım birazdan,” dedim. bir şey söylemedi, arkasına yaslandı. bir yanım yapma, kalk ve git derken, diğer yanım sarıl diye çığlıklar atıyordu bir kaç dakika gözlerine baktıktan sonra toparlanıp kalktım. o da benimle ayağa kalktı. biraz kilo aldığını o an fark ettim. “kendine çok iyi bak,” dedim kendine iyi bakmadığını bir kez daha fark ederek. başını salladı. kafeden çıkarken çantamın sapını hırsla sıkıyordum. dönüp sarılmam için bir yanım hala çığlık çığlığaydı. ancak yapamazdım, ne nişanlıma, ne yıllara, ne gururuma… nişanlımı seviyordum, ama bilirsiniz işte, hep acısı kaldı içimde. evlendiğimiz gün, düğün sonrası gelin odasında bir kutu olduğunu söylediler. unuttum sandım, ablam ben alırım dedi ama hissettim sanırım, kendim almak istedim. girince odaya, içim bir garip oldu. kapıyı kilitledim. biliyordum kutunun kimden geldiğini… açtığımda içinde bembeyaz bir elbise gördüm. altında da minik bir not. hala sakladığım ve her okuduğumda, her aklıma geldiğinde beni deli gibi ağlatan şu sözler yazıyordu. “sevdiğim kadın, gelinliğinin içinde bir kuğu gibi göründüğüne eminim. ama ömrüm, seni o sırada izlemeye yetmedi, son konuşmamız hasret meyvesi yanı sıra, günbegün ölen bir adamın son vedası, son çırpınışıydı. bu beyaz elbise, tertemiz evlilik hayatının bir sembolü olsun, yaşayamadığım tüm ömrüm senin olsun, mutluluklar.”
      2bir daha bu başlığa girip hikaye okumayacağım - m 29.04.2017 00:50:28 |#3277115
      1ağlamadan duramıyorum,sizde ağlayın dedim - teenwinchester 29.04.2017 00:52:58 |#3277345
      0sen ağlama, dayanamam diyen sezen aksu çaresizliği var şu an üzerimde - m 29.04.2017 01:01:26 |#3277888
      butun yorumlari goster (8)
    19. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      --- spoiler --- alıntı --- spoiler --- " 2010 yılıydı, ilk defa beraber tiyatroya gitmiştik". onu ilk defa 2009 yılında görmüştüm, bizim lisedeydi. lan bu kız bana bakmaz demiştim arkadaşlar gaza getirdi bakar dedi git konuş dedi tam 8 gün cesaretimi toplamaya çalıştım ama konuşamadım. o zamanlar durumumuz maddi olarak biraz bozuktu, haftasonları sanayide motorcuda çalışıyordum. cumartesi günü sabah saat 11 de aylardan eylül, 2009 yılı hiç unutmam üstüm başım yağ pas dükkandayım bi renault clio geldi, bi baktım o kızla babası.. babasıda heybetli bi adam indi arabadan " bu arabanın yağı değişecek birde conta kaçırıyor ona bak " dedi. o an dünya durdu ilk defa o kadar yakından gördüm o kızı. sanki dükkanda ki torna tesviye sesi bir ritim tutuyordu usta birden bağırdı " ne bakıyosun olum açsana kaputu filmmi oynatiyoruz burda " dedi neyse ben bi o hızla hemen işi hallettim hazırladım arabayı 1 saatte , o ara o kız oturucak biyer ariyodu hemen üst kata çıktım sabah giydiğim tertemiz beyaz tişörtü serdim yağlı bir sandalyeye buyur otur dedim, naifçe teşekkur etti oturdu, mahcup olmuştu biraz ve dedi ki: " burdamı çalışıyosun? evet dedim haftasonları burdayım, senin adın neydi dedim sanki bilmiyormuşum.gibi ama heyecandan kalbim götümde atıyordu. öyle böyle muhabbet ettik. pazartesi günü geldi çattı gittim okula gördü beni " gunaydın " dedi. 45 50 saniye cevap veremedim yavrusunu kartal çalmış fatma girik gibi kaldım öyle. günaydın diye bağırdım biraz sanırım heyecandan oda güldü gitti.. gel zaman git zaman tanıştık telefonunu istedim, verdi. tabi telefonum yok hemen ilk maaşla alırım dedim bi telefon alamadım para yetmedi gümüş kolyemide sattim anca yetti para. sonra konuştuk baya ilerledi muhabbet, çıkmaya başladık dile kolay 7 sene çıktık arkadaştan öte sevgiliden daha öte bişeydik bir kere bağirmadım trip atsa bile 7 sene alttan aldım şehir dısına tatile götürdüm 3 gün otelde kaldık tek kişilik oda bulmuştum o odada yatiyordu televizyon izler gibi yapip o uyuyunca usulca lobiye inmiştim sırf rahat uyusun diye, neyse bu arkadaşlarını cok severdi durumumuz artık maddi olarak duzelmisti araba almistik her haftasonu bunlari gezmeye gotururdüm. lise sona geldik bir kez kavga etmemişiz daha sesimi yükseltmemişim. tercih yapicaz universite için bizim kız calismadi pek puanı düşük, izmitte okuyabiliyor bitek bende yabanci dilde ilk 1000 e girdim puanım 447ydi. soylemedim o kadar yüksek olduğunu, izmit yazdım bende tuttu ikimizinde, ilk sene beraber okuduk sonra bi soğudu nedense benden anlamadım ilk başta sebebini anlam veremedim daha çok değer verdim çok sevdim saçını kestirse gider kuaförden saclarini isterdim saklardım sacini neden kestirdi diye kendime dert ederdim, her zaman yanında olurdum. bi akşam bu çok fena hastayim ateşim var dedi, ilaç bulmam lazım babamlar evde yok dedi lan napip edip ilac almam lazimdi. en yakın çocukluk arkadaşım enesi aradım motoru versene kanka dedim, internetten baktım nöbetci eczaneye diger ilçedeydi e-5 e çıkmam lazım e malum ehliyette yok herseyi goze aldım çiktim yola baktım polis var ama tek o yol var geçmem lazımdı ordan çevirdiler yazdilar cezayı aldılar motoru umrumda olmadı o ara ilacı aldım koşmaya başladım bizimkinin evine kapının önüne in geldim dedim, verdim ilacı eve gidiyorum enesi aradim dedim kanka böyle böyle aldılar motoru bağladılar banada ceza yazdilar dedim canin sagolsun kanka dedi gel bize otururuz dedi gittim eneslere şarjım bitti merak ettim bizim kızı nasıl oldu diye enesin telefonunu aldım ve whatsapp a girdim şok oldum bizim kızın numarasi var, bayada konuşmuşlar bizim kızda yüz vermiş buna, arkadaşlar inanın o an orda sinirden ilk defa herseyi kirmizi gormeye başladım. lan nasıl olur diyorum şaka diyorum enes geldi odaya bana baktı açiklarim kardesim dedi, senin de kardesinindeee dedim ve çıktım evden.. geri geldim 15 dk sonra enesi dövmeye basladim duramiyorum yerimde bogazina sarildım mosmor oldu annesi geldi ayirdı sonra abisi geldi beni 2.kattan balkondan attı bacagim kirildi haneye tecavüzden yargılandım tabi o ara bizim kizdan ne ses var ne soluk. 7 yıl boyunca sacının ucu kırılsa dert ettigim kız beni en yakin arkadasimla aldatmisti. ben şimdi şunu anlamıyorum, avuç içlerini öptüğüm kız, kolundakini doğum lekesinin aynisini dövme yaptirdigim kız, bir kere bile dudağından opmedigim kız, parmak uçlarını öptüğüm kız, eski ayakkabilarini çöpe atinca o ayakkabilari çöpten alıp sakladigim kiz, 7 yıl boyunca kokusunu ezberledigim olan kız, lan ben sana ne yaptımda bunu bana hak reva gördün de şimdi utanmasızca enesle nişanlanıyorsun? size diyeceğim o ki, sevin kız arkadasinizida erkek arkadasinizida sevin ama bi kafeye gittiğiniz de şekerlerin dışında ki o kabı yırttığında onlari kalkarken alıp cebinize koyup saklayacak kadar sevmeyin...
      1benim cigeri gören olursa haber versin! kardes naptin sen soktayim - ruhumdeli 05.05.2017 01:04:49 |#3273680
      0:) özür dilerim - teenwinchester 05.05.2017 01:10:18 |#3278710
      0zaten hep böyle güzel sevenler kaybediyor. sevmeyeceksin işte böyle. - vayrılmak 05.05.2017 01:21:00 |#3322855
    20. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      her seyin en kotu oldugu dönemdi. lise bire gidiyordum. evde kimse kimsenin yuzune bakmiyor, konustuklari anda kavga ediyorlardi. bildiginiz anne baba kavgalarından degildi bu. kardesim kendini odasina kapatmisti. babam asla sevgi ilgi gosteren bir adam değildi. annem her an gergin ve sinirliydi o donemler. kardesimin gözümün onunde bileklerini kestigini gordugum belki de en caresiz oldugum donemdi. kac kisi kendi kanindan canindan birisini kendine zarar verirken görür? ben gordum. tam da bu donemde cikti karsima. hep boyle donemlerde olur zaten bu tur seyler. sessiz bi cocuktu. utangacligindan yuzume bile bakamazdi. o bana asikti ben de ona asik olmaya baslamistim. her sey burda başlıyor hazir misiniz? ilk alti ay cok guzel bir iliskimiz oldu. her seyin basi gibi bunun basi da cok guzeldi. tutucak baska hicbir seyim yoktu cunku. neyse. okulun en gozde ciftiydik biz. herkes kiskanirdi bizi. bir sure sonra her sey tepetaklak oldu biliyor musunuz? tahmin etmissinizdir. 2 senemi verdim. 8 defter bitirdim adina. goz gore gore aldatiyordu beni. inanmadim inanmak istemedim. eve kapatırdı beni. markete bile gidemezdim korkudan. tehdit ederdi cunku. hicbir arkadaşımla konusmama izin vermiyordu. biri bir sey sorsa korkudan cevap veremezdim duyar gorur diye. bi erkek yanima gelse kendimi orospu gibi hissederdim cunku oyle hissettirirdi. bunu aciklamasi cok zor ama terk edemedim onu. aptaldim, saftim, salaktim. 2 senede toplam 10 kere bulustuk disarda. yanindayken baska erkeklere baktigimi sanirdi. ailem paramparcayken tutunucak baska hicbir sey kalmamisken bir de asik oldugum ilk erkek bana bunlari yasatiyordu. o psikolojiyi size kelimelerle anlatamam. bir bucuk sene sonra ben takvimde gun isaretleyip "su gun intihar ediyorum" diyecek hale gelmistim. intihar notlari yaziyordum. kimseyle bir sey paylasamiyordum kimseye derdimi anlatamiyordum. o kadar caresizdim ki tek kacis ölmekti. iki senenin sonunda, bir yaz gunu ayrildi benden. baskasiylayim ben artik dedi kestirip atti. sonradan ogrendim ki beni en az dort farkli kizla aldatmis. simdi ben size bunun acisini nasil anlatayim? 2 senemi verdim. bir dedigini iki etmedim. intiharin esigine geldim. kimsem yoktu ya hic kimsem yoktu. o benden sadece iki senemi calmadi. benden en guzel yillarimi caldi, umutlarimi caldi. bir daha kimseye guvenemedim. 16 yasimda saclarimi beyazlatti. derdi neydi ki? ben sadece sevdim. sadece huzur istedim. ben bunu haketmedim.
    21. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      --- spoiler --- alıntı --- spoiler --- biliyor musunuz, ben hayatımda bir kere sevildim. hem de kısacık bir zamanda, öyle çok sevildim ki… okuldan çıkmış, yorgun bir halde metroya binmiştim, yanımda çizim çantam vardı. bir şeye sinirlenmişim, neye sinirlendiğimi bile hatırlamıyorum ama yanımda bir arkadaşım vardı. bir hışımla metrodan çıktım, hızlı hızlı merdivenlere yürüyorum. sinirden gülüyorum ama, yanımdaki arkadaşımda sinirli. o sırada, sinirle yürüdüğüm için çizim çantam benden bağımsız birine çarptı, sonra da omzum. öyle çok dikkat etmedim yüzüne ama “pardon,” demişim çocuğa, hala da gülüyormuşum. ertesi gün, metro çıkışının oradaki çardaklarda arkadaşlarımı bekliyordum. yan çardağa başımı bir çevirdim, omuzuna çarptığım çocuk karşımda durmuş bana bakıyor. i̇nkar edemem, çocukta hoşuma gitmişti yani. kıvırcık saçlı, esmer, gözlüklü bir tipti. sadece bakışmakla yetindik o gün, sonra ben okula gittim. sonra her sabah metronun orada karşılaşmaya başladık. tabii ben heyecanlıyım, o bana bakıyor, ben de ona. her sabah arkadaşlarımla sohbet eder, bir yandan ona bakardım. sonra bir gün tek kalmıştım, kimse gelmemişti henüz. bir baktım, çocuk yanıma doğru geliyor usul usul. heyecandan kalbim ağzımda atıyor ama, halimi bir görseniz komik bir durumdayım. adını söyledi, tanıştık, biraz konuştuk. bana, benimle ilgili şeyleri söylerdi hep. “köpeklerden çok korkuyorsun,” ve “gitar çalmayı biliyorsun, bana da öğretir misin?” dediğini hatırlıyorum. bunun gibi niceleri… numaralarımızı verdik birbirimize, mesajlaşmaya başladık. ama bende bir şeyler eksildi. aslında eksilmedi, sadece onu beğeniyordum ancak bir süre sonra hiçbir şey hissetmediğimi fark ettim. ancak onun bana bağlandığını da bal gibi biliyordum. bir gün bana “kitap yazıyorum, okumak ister misin?” yazdığını hatırlıyorum. kabul ettim, buluştuk. bana bir defter uzattı, sayfasını çevirdim, karşımda çarpık bir el yazısı. neyse dedim, okumaya başladım. bir baktım ki, kitap bizim tanıştığımız andan beri beni anlatıyor. kitapta da kendisini nazım diye tanıtmış. okudum her şeyi, onun gözünden omzuna çarptığım, gülerek “pardon,” dediğim anı, köpek görünce kaçarken ayağımı burktuğum anı, sabahları arkadaşlarla sohbet ederken saçmaladığım bazı kelimeler, gülerken çıkardığım garip sesler… her şeyi, ama her şeyi yazmış o çarpık el yazısıyla. “devam edeceğim yazmaya,” dedi bana. arkadaşlarımda çok merak ediyordu o’nu, bu yüzden buluştuk hepimiz. çimenlerin üzerinde otururken kulağıma eğilip, “nazım sensiz yaşayamazmış,” deyiverdi. sevmem gerekmez miydi? belki aşık olmam ya da ne bileyim, en azından biraz olsun hoşlanmam gerekmez miydi? ancak sevemedim, bir parça bile bir şey hissedemedim. hatta durduk yere tiksindim ondan. konuşmayı kestim, sürekli tersledim, arkadaşlarım çok kızıyordu bana bu yüzden. ama lanet olsun ki, bir tek o kızmıyordu bana. kızmadığı için daha da nefret ettim. i̇nsanın bazen birini sevmek için nedeni olmaz ya, sevmemek içinde nedeni olmuyormuş meğer. herkes bu yaptıklarım için pişman olacağımı söyledi, kulaklarımı tıkadım tüm bunlara. sonra bir gece uyuyacağım sırada telefonum çaldı, bir baktım ki o arıyor. i̇stemeye istemeye açtım. bir baktım sarhoş, kelimeleri bile toparlayamıyor doğru düzgün. en sonunda, “ben sana aşığım,” dedi. “ben sana deli gibi aşığım, ne olur elimden tut.” hiçbir şey söyleyemediğim ilk, sonrada sarhoş olduğunu ve söylediği hiçbir şeyi ciddiye almayacağımı söyledim. umursamadım, telefonu kapattım. üstelik o ağlarken kapattım o telefonu, huzurlu huzurlu uyudum. ne yapayım, bende duygusuz bir insandım işte. sonra o’nu bir süre hiç görmedim, sabahları yoktu, okul çıkışı yoktu, o artık ankara’da yoktu. haberi geldi, antalya’ya gitmiş, artık orada yaşayacakmış. hemde benim yüzümden gitmiş, öyle dediler. i̇nanmadım tabii, isteyerek gitmiştir, beni bahane ediyordur dedim. o gittikten bir kaç ay daha sonra aradı beni, “kötüyüm,” dedi. “kötüyüm, senin sesini duymak iyi gelir diye düşündüm. eğer ankara’ya dön dersen hiç düşünmem yarın gelirim, lütfen bana gel de,” dedi. ama ben gel demedim. “orada hayatını çiz, bizden bir şey olmaz,” dedim ve kapattım telefonu. sonra aramadı, sormadı, kimse ondan haber getirmedi, tabii o güne kadar. arkadaşı geldi yanıma, çökmüş bir halde bana bakıyordu. ne dedi bana biliyor musunuz? i̇ntihar etti dedi, benim yüzümden intihar etmiş. dondum kaldım, inanmadım. çantasından defteri çıkardı, daha önce okuduğum defteri uzattı bana. beni suçladı, bana bağırdı ve ben sadece baktım kaldım. onca şeye rağmen kendimi hala kötü hissedemiyordum çünkü hiçbir şey inandırıcı gelmiyordu. eve gittim, açtım defteri. i̇çindeki her şeyi okudum, ben yokken neler hissettiğini, beni ne kadar çok sevdiğini, bana bir türlü kızamadığını, beni böyle kabullendiğini yazmış hep. zaten defterin son elli sayfasından itibaren intihar düşünceleri varmış nazım’ın, sadece benden bir işaret beklemiş. “eğer gel derse döneceğim ve onu asla bırakmayacağım, ama gelme derse…” burada bırakmış. gerisi bomboştu. hala inanmak istemiyordum, hala… ama içimden bir his taştı, ağlama isteği değil ama sanki pişmanlık duygusu. defteri yatağın üstüne attığımda son sayfa açılıverdi kendiliğinden. bir baktım, kısacık bir not var. “ne yazmaya, ne de sevmeye devam edemiyorum. nazım o’nsuz ve yaşamaya devam edemiyor. nazım bu savaşı kaybetti.” i̇lk kez o gece üzüldüm onun için. çoğu kişi benden nefret etti bu duygusuzluğum yüzünden. oysa ben bir tek o’nun nefret etmesini isterdim. sonra araştırdım, nasıl intihar ettiğini öğrenmeye çalıştım. zor da olsa bana defteri getiren kişiye ulaştım. nasıl olduğunu sordum, “o zaten biliyordu,” dedi bana. “senin onu hiçbir zaman sevmeyeceğini adı gibi biliyordu. hastaydı zaten o, tedavi görüyordu, böyle yaşamaktan bunalmıştı. senin aşkın tuttu onu ama sonradan onu kendinden ittin sen, onu uçurumdan ittin. o günden sonra bıraktı kendini tamamen, tedavi ile her şeyi bıraktı. yavaş yavaş intihar etti o, o’nun katili sensin.” biliyor musunuz, ilk kez o gün ağladım. sevemediğim için birinin katili oldum ben. her zaman çok seven insanların öykülerini dinledik, okuduk, herkese anlattık. sevemeyen biri içinde aslında ne kadar acı bir şey olduğunu görmenizi istedim. şimdi onu sürekli anıyorum, mezarına gidiyorum. benim için yazdığı o defteri saklıyorum. belki bitmedi, belki basılmadı, belki en çok okunanlar arasında yerini almadı ama benim kütüphanemin baş köşesinde duruyor. hep de durmaya devam edecek.
    22. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      --- spoiler --- alıntı --- spoiler --- berkayla bir arkadaşım sayesinde tanışmıştım.gruba aniden onun numarasını atıp “kanka bu çocuğu da alır mısın?” deyişinden sonra yapmamam gereken bir şeyi yaptım belkide.i̇lk başlarda oldukça itici gelmişti.sürekli yanlış bir şey yapsa da atsam diye söylenip durdum kendi kendime.o gün fazlasıyla yorgun olduğum için erkenden uyudum.sabah uyandığımda benden sonra sohbetin fazlasıyla koyulaştığını ve sabaha kadar konuştuklarını öğrendim.hava soğuktu, ocak ayının en soğuk perşembesiydi belkide.akşama doğru dosya teliyle yanlışlıkla elimi kestim.ama bu durumla en çok ilgilenen berkaydı.sürekli yapmam gereken şeyleri söylüyor ve elimin nasıl olduğunu soruyordu.ertesi gün okulun olmayışının verdiği rahatlıkla gecenin bir vakti daldık yine koyu sohbetlerimize.nasıl olduğunu anlamadan ona yazdım.gruptakilere bir şaka yapma fikri vardı aklımda.kabul etti, sevgili olduğumuzu 1 aydır çıktığımızı söyle dedi.gruptaki herkes arkadaşımdı inanacaklarını sanmıyordum.o gün sürekliliğine inanmak istediğim bir yalana adım attım.bir yalan olarak kaldı çünkü şaka olmasını isterken iş ciddiye bindi, ayrılma planları yapıp kurguladığımız kavgalarımız bile onlar için hiçbir uğraş gerektirmeden kayboluverdi.garip hissediyordum, 1 saat sonrasında kalbimin daha fazla ağrımasına dayanamayıp rahatsızlandım.evet, sabaha kadar oturup defalarca arattırmış, binlerce mesaj atmıştı.yazdıklarını okuduğumda içimde bir şeylerin yeri değişiyor gibiydi.artık uyandığımda yaptığım ilk şey telefonumu alıp konuşmaları okumak, fotoğraflarına bakmak ve son görülmesine bakıp “acaba kiminle konuştu?” diye sorduğum sorularla delirmek olmuştu.korktum.olmadık duyguların kalbimi köreltmesinden, bütün bedenimi uyuşturup beni bi salağa çevirmesinden korktum.3 şubat gecesi kendime bile itiraf edemediğim o duygularımı ona itiraf ederken buldum kendimi.mesafeleri göz ardı etmiştim.1 saat 40 dakika ve 740 kilometre.. buna rağmen her şey yolundaydı. bazen şiirler yazardık sabahlara kadar.birkaç satır ben, birkaç satır o.kurduğumuz hayaller öyle olmayacak türden de değildi üstelik.i̇çinde biz varsak şayet her şeyin bir oluru vardı.söylediğim her kelimeyi duvarına yazmıştı. gözleri gözlerimin menzilinde değilken sesim titremiş ve ona ağlamıştım.ağlamıştı.”benim cennetim senin yanın, sen de benim tanrımsın” dedi, sevdim.evet gruptan atmayı dört gözle beklediğim o çocuğu deliler gibi sevdim.elleri ellerime hiç değmemişken ellerimi tutuşunu sevdim.bir kızım olsaydı adını luna koyardım dedi bir gece yarısı.luna, yani ay tanrısı.kızından önce bana masallar anlattı kendi sesinden.kahkahalarımın ortasında çekip aldı bütün uykularımı.sınavlarıma o çalıştırırdı mesela.otururdum açardım kitabı, bana şunu anlat derdim anlatırdı, yorulurduk susardık.biz susardık en çok sessizliğimiz konuşurdu.14 mart 2014 tarihinde “sadece sen” filmi vizyona giricekti.biliyorum beraber gitmemize imkan yoktu ama ben istedim.bensiz dahi olsa gidip izlemesini söyledim.o gün bana “tek gitmesem, özlem de benimle gelse olur mu miniğim ?” dedi.hiç unutmam, miniğim diye severdi.özleme gelince kardeşiymiş, kardeşi gibi gördüğüymüş öyle derdi.daha önce de birkaç fotoğrafını görmüş ama sırf ona her şeyden çok güvendiğim için boşvermiştim.i̇şte her şeyin başı “her şeyden çok güvenme” sorunsalı.özlem’le daha önce telefonda konuşmuştum.bana “gözün arkada kalmasın ben berkaya göz kulak olurum, kimse de bakamaz” demişti.ordan gelen bir güven olsa gerek, gidin dedim.tamam özlemle gidin.pek şikayetçi bir insan değildi berkay.onun tüm şikayeti binadaki kedilerden ibaretti.ha birde uyandırılmak var ya, nefret ederdi.kahve aşığıydı.önce galatasaraya sonra kahveye ölüp biterdi.ben hiçbi zaman bana ölsün istemezdim.kendi için yaşasın ki onun için yaşamaya nedenim olsun derdim.avukat olmak istiyordu.i̇zmir ’e beraber gidip o şehrin hakkını vermeyi hedeflemiştik ikimizde.benim başım onun omuzunda, ve 2 bilet elimizde.. diyorum ya kurduğumuz hayaller olmayacak şeyler değildi.üstelik onunla kurulan her hayal, onunla geçirdiğim her dakika gerçeklik payını arttırırcasına umuda sürükledi beni.evet uzaktı.ama bi o kadar da yakındı bana.her gece uyumadan önce hissettiğim duyguyla daha çok bağlandım.çünkü ben o varken huzurla uyuyabilmeyi tattım.2. ayımızın başlarında bitti.korkmayın bu son bitiş değildi.aslında ilkiydi bütün gitmelerin. bilincimi kaybetmiştim, yaşamaktan zevk almıyor hatta artık telefona bile bakmak istemiyordum.bitsin dedim, bitirelim.8 gün dayanabildim.8 günün sonunda “özledim” dedim.özlem kelimesi ilk defa o gün acıtmıştı canımı.birgün incir reçelini izlemeye karar verdik.samsun-i̇stanbul arası hüzünlü bir film yolculuğu.o gece binlerce defa şükrettim ona sahip olduğum için.çünkü mesafe ilişkisi herkesin katlanabileceği türden bir şey değildi.ama o, 740 kilometre öteden, ellerim kanasa öper, gözlerim dolsa yüzümü avcunun arasına alıp silerdi.ben sevdim, bildiğim kadarıyla o da sevdi.o güne kadar her şeyin güzel gittiğine inandım.en son 27 nisan tarihinde dehşet bir şekilde soğukluk girmişti aramıza.sonra yine okul derken çarşamba gününe yetiştirmem gereken bir geometri ödevim vardı salıyı çarşambaya bağlayan o gece sabaha kadar oturmuştu benimle beraber.ödevim bitene kadar hatta bittikten sonra bile konuşmuştuk.o en uzun son konuşmamızdı.ardından hiç konuşmadık.3 mayıs 2014, 3. ayımızdı.mutsuz bir şekilde uyandım çünkü gece yarısı attığım mesaja cevap alamamış, ardından birkaç saat ağlayıp öylece uyuyakalmıştım.uyandığımda telefonumda ondan gelen bir mesaj görürüm sanmıştım.çok ani oldu veda edişi.çok uzun sürdü bu durumu hazmedişim.o sabah, 3. ayımızda sebepsizce gitti.740 kilometre bi insanın canını en fazla bu şekilde yakabilirdi..bir ölüden farkım yoktu.buz gibiydim.her gece sürekli olarak sabahlara kadar ağladıktan sonra o yorgunlukla uyuyakaldım.ve her sabah onsuzluğa uyandım.artık elim telefona gitmiyor, gözlerim acıdan açılmıyordu.üstesinden gelebileceğimi sandığım ne varsa altında kaldım.ezildim, eksildim.31 mayıs 2014 doğumgünüydü.kuzeninden evlerinin adresini öğrendim.üstelik o hafta okulun son sınav haftası olmasına rağmen, benim buydu tek derdim.fanatik fenerbahçeli bir kız olarak söylüyorum; evet, o galatasaray formasını giyip çocuklar gibi gezdim.arkasına adımızı yazdırdım.hatta kaç numara olsun diye sorduklarında aklıma derbi sonrası bana attığı o meşhur melo fotoğrafı geldi.gülümseyerek 3 dedim.hiç olmaması gereken bir sayıydı.ama mutluydum çünkü içimde küçük bir kız çocuğu varmışcasına, sanki bir parka koşarmışcasına hevesliydim. kargoya götürüp paketi teslim ettim, ki faturası hala saklı.adını sorduklarında 4-5 kere tekrar etmek zorunda kaldım.kendimden bile sakınırcasına söyledim isminin her harfini.30 mayıs cuma günü hediyem eline ulaşmıştı.okul dönüşünde telefonuma gelen mesajla herkesin içinde ağlamaya başladım.bu gözyaşı dediğimiz illet kontrol edilebilir cinsten değil üstelik.teşekkür etmişti, hayatımda aldığım en güzel hediye demişti.sonra mı ? sonra hiç konuşmadık.ama bundan önce paketi açtığı gibi formaya sarılıp kokladığını söyledi.bu bile yetti yüzümü güldürmeye.akşama doğru whatsapp profil fotoğrafı dikkatimi çekti.gözleri kan çanağına dönmüş ve üzerinde aldığım forma.bu sefer ağlamadım.çünkü bu sefer ne yaptığımı bile anlamadım.ölmeyi istedim.hatta en çok o zaman istedim.onsuzluğa dayanmak ya da alışmak diye bir şey yok.onsuzluğa ömrüm boyunca alışmayacağım.ayrılışımızın 1. ayında onu gizli numaradan aradım sırf sesini duyabilmek için.defalarca alo deyişinin ardından gözlerimin dolmasıyla beraber kapadım telefonu.sonra birkaç kere daha aradım.ve yine tek kelime edemeden ağlayışımı duymasın diye kendimden köşe bucak kaçtım.aradan yine 1 ay geçti ve ben yine aradım.bu sefer uykuluydu.demiştim ya uyandırılmaktan nefret eder diye.telefonu açtı, o aşık olduğum uykulu ses tonuyla “uykumdan uyandırdın şerefsiz” dedi.gülsem mi ağlasam mı bilemedim.ama o an şunu farkettim.sesini çok özlemiştim.ben hiçbir zaman onun geri dönmeyeceğine inanmadım.haziranın 21 inde kuzeninden gelen mesajla bir insan kaç kez ölebilir onu öğrendim.”ezgi, berkay biriyle çıkıyor ve sen de tanıyorsun”.zor değil herkes anlamıştır kim olduğunu.özlem..hani şu gözün arkada kalmasın diyen bitanecik kardeşi. en kötüsü de mayısın 18 inde çıkmaya başladıklarını öğrenmiş olmam.beni terkedişinin ardından 15 gün geçmişken bir başkasına gideceği, üstelik gittiği kişinin o kız olabileceği aklımın ucundan geçmedi.şimdi “sen hala o çocuğu anlatabiliyorsun yani?” diyecek olursanız.ben hala o çocuğu seviyorum.çünkü aşk denilen illet, gözden akan yaşla birdir.berbat etse dahi hem dünümü hem ömrümü, ben bir kez alıştım tatmaya ölümü. pek bir şey değişmedi.değişen tek şey artık kuytu köşelerde ağlıyorum kimselere göstermeden.adını da anmıyorum bir anlayan olmasın diye.onsuz geçirdiğim 6. ay..kalsaydı 9 ayı nasıl devirdiğimize bakar gülerdim doya doya.şimdi sadece aynanın karşısına geçip kendime bakabiliyor ve ancak bu halime gülebiliyorum.sevda dedikleri insanı bok çukuruna da sokar, yağmurun altında da yıkar.şimdi bu sonbahar benden sana gelsin desem kabul edecek değil ya.hem sordum, mutluymuş halinden.ve benden size tavsiye, sakın ölmeyin özleminizden.sol yanını evim bildiğim insandan kapı dışarı ettiyse şayet, ömrüm ahımı yakalarına iliklemekle geçecek.gelmeyecek gemi yoktur albayım, o gemi bu limana birgün gelecek. “bunlar benden ona ithafen duyduğunuz son sözler olsun, ben küçücük bir sandalı limanıma gelmesini dört gözle beklediğim bir gemi sanmışım, safmışım.o gemi gelmesin albayım.yakın limanı”
      0kör oldum. - erik seven hatun 07.05.2017 01:09:35 |#3377224
      0neden - teenwinchester 07.05.2017 01:09:57 |#2548724
      0çok uzun lan ekran resmi alıyım bari internetsizken tuvalette hatmederim - erik seven hatun 07.05.2017 01:11:26 |#3377293
      butun yorumlari goster (8)
    23. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      gece gece kim uğraşcak ona ya
    24. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      --- spoiler --- alıntı --- spoiler --- henüz öğretmenliğimin 5. yılındayken tanışmıştık onunla. daha yeni ilçe olmuş bir köye atanmıştım. o da benim gibi biyoloji öğretmeniydi. önce tanışma hikayemizi anlatmak en doğrusu olur sanırım. cuma günü, 4. teneffüste biyolojiyle ilgili soru sormaya gelen bir öğrenci sayesinde tanışmıştık. test kitabındaki soruya odaklanmışken öğrencinin kalemi olmadığını fark ettim. kalem istemek adına onun yanına gittim. kalem isteyeceğim sırada, öğrencilere sinirlenmiş olacak ki birden bağırmıştı. okula geldiğimden beri onu görüyordum ama ilk defa sesini duymuştum. ve oldukça korkutucuydu. sonra omzuna yavaşça vurduğum sırada yere düşüp bayılmıştı. alelacele hastaneye kaldırdılar. kendimi suçlu hissedip bende peşlerinden gitmiştim. uyanana kadar odadaki koltuğa oturmuş, bir saate; birde yerdeki desenlere bakarken gözüme o ilişiverdi. 4 yıldır bu okuldaydım fakat ilk defa onu böyle incelemeye fırsatım olmuştu. hafifçe sakalları çıkmıştı. gözlerinin kenarında ve alnında hafifçe kırışıklıkları vardı. saçları oldukça gürdü. dağınık durmasına rağmen gayet hoş görünüyordu. okuldaki halinden eser yoktu, gayet masum duruyordu. hafif kımıldanmaya başlayınca doktoru çağırdım. uyanmıştı. doktor; bağırdığından dolayı vücudundaki bütün enerjinin çekildiğini, dokununca bir anda kendini kaybettiğini söyledi. doktor çıkar çıkmaz mahcup bir tavırla özür diledim. ‘’önemli değil, melike hanım. bu arada ben halil.’’ dedi. i̇şte bizim hikayemizde böyle başladı. hastaneden çıkınca onu evine bıraktım. sonra o beni ertesi gün için çay içmeye davet etti. sonra ben onu davet ettim derken koca 1 yılı beraber devirmiştik. çok yakındık. bir problemim olduğunda onu aradım, ona danışırdım. öğrencilerin sorularını çözemeyince ondan yardım alırdım. biyoloji sınavlarını hep birlikte hazırlardık. onunla mutlu olduğumu hissedebiliyordum. taki o güne kadar. o gün her zamanki gibi buluşacaktık. hazırlanıp onu beklediğim sırasında bir şey fark ettim. i̇çim kıpır kıpırdı. bir arkadaşımla buluşurken hissetmeyeceğim şeyler hissediyordum. sanki göğüs kafesimin altında kelebek bahçesi vardı. ve sonra daha ilginç bir şey dikkatimi çekti; onunla ilgili herhangi bir olayda ben hep bunları hissediyordum. hislerimden emin olamayıp kendime 3 ay kadar bir süre verdim. bu üç aylık sürede hislerim daha da artmaya başladı. sonunda onu sevdiğimi fark ettiğimde artık ihtiyacım olan tek şey biraz cesaretti. sonunda ona söylemeye karar vermiştim fakat birkaç gündür görüşmüyorduk. bende ona mesaj atıp onun evinin yakınlarındaki kahveciye davet ettim. mesajıma cevap vermesini beklemeden kahveciye gittim. tamı tamına 3 saat -belkide daha fazla- onu bekledim. sonunda 28. çağrıma cevap verdi; ‘’ne var melike!’’, ‘’şey ben özür dilerim. aramalarıma cevap vermeyince bir şey oldu sandım.’’, ‘’bir şey olduğu falan yok kız istiyorduk telefon sessizdeydi.’’ başımdan aşağı kaynak sular dökülmüştü. hislerimi bilmeden ellerimden kayıp gidecekti. birkaç dakika sonra kısık bir sesle, ‘’kime kız istiyorsunuz?’’ diye sordum. cevabını duymayı istemiyordum. ama öğrenmeden nereye kadar gidebilirdi ki? biraz sonra cevap geldi; ‘’bana.’’ elim ayağım titriyordu. telefonu kapatıp eve doğru koşmaya başladım. arkamdan kornaya basanlar, dik dik bakanlar umurumda değildi. sadece eve gidip uyumak istiyordum. sonunda eve vardığımda üzerimi değiştirmek için dolabımın karşısına geçtim. üzerime rahat bir şeyler geçirip aynadan kendime baktım. yüzüme çarpan sert rüzgarlar yüzümü kızartmıştı. dudaklarım ısırılmaktan kanamış, kabuk bağlamıştı. avuç içlerimde tırnaklarım sayesinde dörder tane hilal şeklinde kanamaktan kabuk tutmuş yaralar vardı. bunlar sadece vücudumda oluşan yaralardı. peki ya yüreğim? canım hiç geçmeyecek gibi acıyordu. sadece 3 ay içerisinde ne ara bu hale gelmiştim. belkide daha önceden beri seviyordum da yeni fark etmiştim. her ne olursa olsun şuan bulunduğum durum içler acısıydı. canım acımıştı, canım bile bana acımıştı. aynanın karşısında kendime daha fazla bakarsam ağlayacağımı biliyordum. bu yüzden bir an evvel yatağa geçtim ve uyumaya çalıştım. gözlerimi kapattığım anda kulaklarımdan hiç eksilmeyen ‘’bana’’ kelimesi bağırıyordu. beynimin içinde ‘’o sana hiç gelmedi ki gitsin.’’ cümlesi yankılanıyordu. daha fazla kendimi tutamayıp bağıra bağıra ağladım. hıçkırıklarım güçsüz bedenimi sarsıyordu. sabaha karşı 4 sıraları biraz olsun sakinleştim. su almak için kalktığım sırada aynadaki korkunç beden dikkatimi çekti. i̇lk başta korkmuştum fakat sonradan bu kişinin ben olduğumu fark ettim. gözleri şişmiş ve kan çanağına dönmüş, yüzünün her santimi kızarmış, dudakları kurumuş kız bendim. güçsüz ayaklarım bedenimi daha fazla taşıyamayıp yere yığıldı ve tekrar ağlamaya başladım. ‘’ellerimden kayıp gidiyor.’’ ,‘’o bana hiç gelmedi.’’ ,‘’yalvarırım, gitme.’’ gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. saat öğlen ikiydi. ayağa kalkar kalkmaz ayaklarımın acıdığını fark ettim. boğazımda dün gece bağırdığım için acıyordu. birkaç gün evden hiç çıkmadım. bol bol ıhlamur içtim. bol bol ağladım. sonunda boğazım iyileşmeye başladığında sesimde düzelmişti. annemi aradım ve oraya gelmek istediğimi söyledim. 2 gün sonrasına biletimi aldım. ona haber etmeden, onunla bir daha karşılaşmadan çekip gidecektim buradan. ertesi gün okula gidip kaydımı başka bir şehire aldırmak istediğimi söyledim. dilekçemi doldurduğum sırada onu fark ettim. koşarak yanıma geldi ve bana sarıldı. gözlerim dolmuştu. kendime engel oldum. sonunda ayrılıp konuşabildi; ‘’kusura bakma melike. o an biraz gergindim o yüzden o kadar sert çıkıştım.’’ yanaklarım ıslanmaya başladığında ağladığımı fark etmiştim. kendimi engellemeyip daha da güçlü ağlamaya başladım. halil olduğu yerde dona kalmıştı. hıçkırıklarımın arasından ‘’seni seviyorum halil.’’ diyebildim. birkaç dakika sonra gözlerine bakabilecek cesareti bulduğumda kendime bir kez daha acıdım. halil bana iğrenç bir varlıkmışım gibi bakıyordu. gözlerini kıstı ve aşağılayıcı bakışlarını bir an olsun üzerimden çekmeden; ‘’seni bir daha görmek istemiyorum.’’ dedi. ardından binayı terk etti. ellerimin arsında buruşup kalmış dilekçe kağıdımı yeniledim ve dilekçemi teslim ettim. artık gitmek zorundaydım. otobüsün kalkmasına yaklaşık 45 dakika kala otogara gelmiştim. artık bitiyordu. gidiyordum. şu küçücük ilçede mutluluğu doruklarıma kadar hissettiren adamı bırakıp gidiyordum. 45-50 dakika sonra otobüs geldi ve otobüse bindim. öyle ümit ettiğiniz gibi halil gelip beni durdurmadı. eve vardım. yaklaşık 4 ay sonra her şey düzenine kavuştu. sabahları kalkar, ailecek kahvaltı eder, okula gider, okuldan gelir, akşam yemeğini yer, çay içer ve birkaç saat kitap okuyup uyurdum. aileme halil’i anlatmıştım. bu yüzden ilk haftalarda annemin dizlerine yatıp hüngür hüngür ağlamama bir şey demezdi. ‘’geçecek kızım.’’, ‘’sabret kızım.’’ demekten başka bir şey gelmezdi elinden. birkaç hafta sonra artık kabullenmeye başladım. artık her gece ağlamıyordum. artık alışmıştım. artık her şeyin farkındaydım. o bana hiç gelmemişti. o benim hiç olmamıştı. sonunda yaz tatili geldiğinde her şey daha da yerine oturmuştu. hatta onu unutmaya başladığımı bile düşünmüştüm. aslında o gün her şey oldukça sıradandı. babamın yakın arkadaşının kahvecisine gitmiş, limonatalarımızı yudumluyorduk. sonra onun sesi duyuldu. halil’in. arkamı dönüp emin olmak adına bir daha baktım. hamile bir kadının elini tutuyordu. alelacele bir sandalye çekip, ‘’gel aşkım şuraya otur.’’ dedi. değişmişti. saçları uzamış, göz altları morarmış, sakalları çıkmıştı. i̇çeriye sipariş vermeye gittiğinde aileme halil’i gördüğümü söyleyip bir an evvel buradan kurtulmak istedim. ayağa kalkıp arkamı döndüğüm sırada halil’le burun burunaydık. gözlerimiz bir an olsun teması kesmiyordu. sonunda geri adımı atan ben oldum. en son onunla göz teması kurduğumuzda, bana aşağılayıcı bakışlarla baktığını unutmamıştım. derhal mekanı terk edip dışarıda ailemi beklemeye başladım. birkaç dakika sonrada annem ve babam geldi ve eve doğru yürüdük. ne o peşimden geldi, nede ben onun yanına gittim. onu en son burada görmüştüm. sonra yaz bitti. okulların açıldığı gün ilk dersimin olduğu sınıfa girdim. birkaç dakika sonra kapı çaldı ve içeriye o geldi, halil. onu görür görmez ayaklandım. o da şaşkındı. ‘’melike hocam, bu sınıfın biyoloji dersine ben giriyorum.’’ dedi. hiçbir şey söylemeden çıktım gittim. başka bir okula da gidemedim. şimdi 2 yıldır onunla aynı okulda eğitim veriyoruz. her sabah saat 10 gibi telefondan karısını arar; ‘’telefonu birde oğluma ver sesini duyayım.’’ der, akşam gitmeden öncede kantinden iki çikolata alır, ‘’benim hanımla yavrucak bunu pek sever.’’ derdi. artık onu görünce içim kıpır kıpır olmuyor, karnımda kelebekler uçuşmuyor. ama artık bir şeyler hissettiğimi de sanmıyorum. ne acıyı, ne hüznü, ne mutluluğu... hiçbir şey. sanırım bende artık hiçbir şeyim.
    25. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      çıkarken gittiğimi tüm mahalle duysun, anlasın diye kapıyı çarptım.burası benim mahallem.buradan uzaklaşmalı.yürüdüm bir şeyleri unutma isteğim ne kadar büyükse o kadar hızlı yürüdüm.onları geride bırakmak istedim. bir banka oturdum.üşüyorum ama soğuk olmasına değil biraz müziğin olmamasına üzülüyorum.yine unutmaya çalıştıklarımı hatırladım.bu bank yetierince uzak değildi.daha uzağa yürümeli. 1 saattir yürüyorum.şimdi ıssız bir mahalledeyim.hiç bilmediğim bir çingene mahallesi.bu kaybolmuşluk hoşuma gitmeye başladı.mahallenin ortasında mendil satan zihinsel engelli bir amca.hatırlıyorum bu adamı.çocukluğumdan beri mendil satıyor.mahalle bomboş.tüm mahalle sakinleri iyi bir rüya görmeye çalışıyor.ama o burada, bir kabusun ortasında mendil satıyor. ona yardım etmek istedim.zengin olmayı hayal ettim.bir politikacı olmayı hayal ettim.ama dedik ya bu bir kabustu ve ben ikisi de değildim.elimi cebime attım.birkaç bozukluk.hepsini verdim.mendil istemedim.sadece sarılmak istedim.evimden çok uzakta bir mendilciye sarıldım ve ağladım. anladım ki.ne kadar gidersen git.unutmak mümkün değil.bir banka oturmak, bir müzik dinlemek, bir mendilciye sarılmak.hangi eylemi yaparsan yap ondan bir parça bulursun.o müziği koklarsın ve bu kokuyu tanırsın.hafızaya en yakın şeydir onun kokusu. unutamıyacağımı anladım. o gece sigaraya eski bir dost gibi ihtiyaç duydum.ama içmedim. sabaha karşı mahalleme döndüm.
    26. 61
      +
      -entiri.verilen_downvote
      --- alıntı --- benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi “bakele” derdim ben de ona. dedeme ise dede. dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı bakele’ye. “sen yorulma, ineği ben sağarım.” gider sağardı. “su vereyim mi bakele?” verirdi. bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “dur bakele…” derdi bakele’nin elindeki odunları alıp. “sobayı ben yakarım.” yakardı. şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “bakele…” derdi, “al. oku sen. işlere ben bakarım.” bakele dedeme kocaman güler, “sağ ol ibrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “bakele’ye bir şey mi oldu dede?” diye sorardım. “şşt.” derdi dedem. “okuyor oğlum, ne olacak? hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı. “sen niye okumuyosun dede?” “işte ben de gazete bakıyorum ya.” yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. sağılan ineğin arkasında durulmazdı. uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek öldürülmez, kelebeğin kanadına dokunulmazdı. öğrenirdim. bakele macirdi. “macir ne demek dede?” “göçmen demek oğlum.” “göçmen ne demek?” başka memleketten gelmiş insan demekti. okul gibiydi benim için köy. duvarsız, çatısız. kışın şehirde okurdum, yazın köyde. yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, bakele’nin elinden bıraktığı kitapları kendim okumayı öğreniyordum. macir’in macir değil muhacir olduğunu mesela… orta iki’de. ve bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için. babam annemden su isterdi: “semiha, su getir.” dedem, bakele istemeden getirirdi suyunu. soğutur da getirirdi hem. “semiha çay koy.” derdi babam. dedem çayı demler, getirip bakele’ye ikram eder, “beğendin mi?” diye de sorardı. babam anneme kızardı sık sık. temizlik yaparken “ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “bağırtacaksın beni şimdi çocuğun yanında.” annem korkardı babamdan. dedem, bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “mis gibi yaptım bakele. otur, rahat rahat oku.” bakele dedemden hiç korkmazdı. bakar öğrenirdim ben. güzel şeyler öğrenirdim. lise sondaydım. bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “köye gidiyoruz. hazırlan.” dediler. bakele ölmüş. yol boyu bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geldi gözümün önüne. kime su getirecekti? kim yorulmasın diye ineği sağacak, kim rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti? ne edecekti dedem? biz vardığımızda gömmüşlerdi bakele’yi. günahmış. ölü bekletilmezmiş. dedem önümüzde düştü, annem ağlar, babam ağlar; köyün küçük kabristanına gittik. başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, bakele içinde yatıyor. ama ben gene ona veremedim aklımı. gözüm de dedemdeydi gönlüm de. ne zaman başucu tahtasında “vesile kara, ruhuna fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman bakele’ye gitti aklım. vesile? “acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” ama yok. bakele yedi göbekten müslümandı. üç gün kaldık köyde. gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. ağlayıp duruyorlardı. dedem donmuş gibiydi bir tek. gözü hep bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade. annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedemin eteğine. “dede?..” dedim, “bakele ne demek?” anlattı. “canım” demekmiş. ve “aşkım” ve “bir tanem” ve “her şeyim” ve “ömrümün vârı” ve “gözümün nûru” ve “kalbim” ve “ışığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş. ilk “canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “vesile” dese çok resmi, soğuk. ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “baksana” dese olmaz, “bak hele…” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi. bakele dönüp bakmış. dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış. beklemiş beklemiş bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “anladım ibrahim…” demiş. “anladım… sen bana bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.” aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış. öyle dedi dedem…. --- alıntı ---
    27. 16
      +
      -entiri.verilen_downvote
      çok ünlü bir palyaço,mutsuz olduğundan,içinin kan ağladığından şikayet ederek bir doktora gider. doktor ona şehre bir sirk geldi,bir palyaço var,onun güldüremediği insan yok,git ona kesin mutlu olursun der. palyaço, doktora acılı bir şekilde gülümseyerek, doktor bey,bahsettiğiniz palyaço benim der. ne acıdır ki bazan insanlar başkalarını mutlu ederken,kendi yüreklerine merhem olamıyorlar.tıpkı o sokak soytarısı gibi.yüzündeki maske,tüm gözyaşlarını saklıyor çünkü.sadece dikkatli bakanlar palyaçonun gözyaşlarını görebilirler... (her ne kadar icimden geçenleri yazmış olsa da alıntıdır )
    28. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      (eski bir online mektuptan temize çekilmiştir) sevgili dost, ali ural'ı sever misin? ben çok severim. "sevgili dost," kalıbını da o sevdirdi bana. belki bilmezsin. kitabın adı posta kutusundaki mızıka. bir gün bir kitapçıda görürsen şayet al ve sakla. bilirsin, güzel şeyler çabuk yiter. bol korunaklı kasalara konup saklanmalı nadide şeyler. birkaç güzel kitap, birkaç siyah beyaz fotoğraf, belki bir plak ve birkaç mektup. böyle dokunmatik ekranlarda gerçeğini "andıran" değil de tamamen gerçek bir mektupta okumuştum. eski, kerpiç bir evde şu hasır minderli divanlardan birinin üzerinde saman kağıdına yazılmıştı; "...bilmiyorum, belki de aslında ben de biraz şanslıyımdır. birçoğu uzakta, annesinin kokusuna hasret yaşamak zorunda. oysaki her yağmur yağdığında benim odam senle doluyor, sen kokuyor..." terk edilmiş bir evdi mektubu bulduğumuz yer. ama çok değil. en fazla birkaç ay. biz beş altı kişi kadardık. yıllar önceydi bu olanlar tabi. evin duvarında siyah beyaz bir fotoğraf vardı. şu çok meşhur; adam bir sandalyede oturmuş, kucağında bir bebek, yanında ayakta durmuş bir eli adamın omzunda bir kadın fotoğrafı. hepsi gülüyor ve mutlu. kadın çok güzel. çok belli olmuyor ama bembeyaz bir teni simsiyah uzun saçları çekik gözleri vardı. büyük ihtimalle biraz ötedeki çerçevenin içindeki orta yaşlı kadının ta kendisi. başka fotoğraflar da vardı. zamana göre dizdiğinizde önce kadın eksiliyordu fotoğraflardan. çocuk büyüyordu. zaman çizelgesinin son fotoğrafında çocuk elinde bir çantayla babasıyla yan yana. biraz üzgünlerdi sanki. başka fotoğraf yok. geri dönmemiş demek ki. askere gidip şehit olduğunu düşündük. sadece gidip kendine kurduğu düzeni bozamayan bir adam olduğunu düşünmek istemedik. tabi sonra öğrendik. şu bin dokuz yüz seksenli dönemlerde sağ /sol kavgasında içeri alınanlardan biriymiş meğer. mektup babanın oğlundan aldığı son mektup, oğlundan aldığı son haber. şey demişti bize anlatan amca; -duvara baktı, biliyor musun o. mehmet senelerce o fotoğraf dolu duvara elinde bir mektupla baktı. gitmesin allah'ın gücüne. ölemedim, derdi bize. "ölemedim." ancak yirmi beş sene sonra kavuşabildi ailesine. biz bulduğumuzda cenazenin üzerinden henüz üç beş ay geçmiş. mehmet amcadan geriye camları kırık dökük bir ev, duvardaki o güzel fotoğraflar ve bir de annesine özlemini yitirmeyen ölü bir adamın mektubu kalmış. onca yıla rağmen hiç tadilat görmeden o evin sağlam kalabilmesi saçma gelmişti önce. belki de içinde paramparça bir aile yaşattığından bu yıkılmaya inat. hiçbiri olmasın ama olacaksa şayet; bizlerin evleri yıkık olsun sevgili dostum, bizler yıkık evlere inat diri duralım
    29. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      kafamda tasarladığım çok sağlam bir hikayem var ama bir türlü yazamıyorum. yazabildiğim an burada sizlerle paylaşacağım..
    30. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      günün birinde bir derviş, bir kucak dolusu elmayla bayırları aşan bir genç kıza rastlamış. bozkırın sıcağında yorgunluktan yanakları al al olmuş kızın. “nereye gidersin? ne doldurdun kucağına?” diye sormuş derviş. uzaktaki bir tarlayı işaret etmiş al yanaklı kız. “sevdiğim çalışıyor orada. ona elma götürüyorum.” “kaç tane?” diye soruvermiş birden derviş kız durmuş ve şaşkın bir halde demiş ki: “insan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” usulca koparıvermiş elindeki tespihin ipini derviş…
      0 tesbih olucak - byyarali 06.07.2018 01:40:39 |#3593685
      1hayır, doğrusu tespihtir - a shih na 06.07.2018 01:54:56 |#3629525
    31. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      hintli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışırken yanına bir akrep gelir. onu kurtarmaya karar verir ve parmağını akrebe uzatır ama akrep onu sokar. hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır ama akrep onu tekrar sokar. yakınlarındaki başka biri ona, sürekli onu sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler. ama hintli adam şöyle der: sokmak akrebin doğasında vardır. benim doğamda ise sevmek var. neden sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?
    32. 8
      +
      -entiri.verilen_downvote
      tolstoy’un “i̇nsan ne i̇le yaşar” adlı kitabında, çiftçi pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır. sıradan kendi halinde bir çiftçi olan pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. gerçekten de reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. pahom’a “sabah güneşin doğuşundan batışına kadar yürüyerek yada koşarak ulaştığın bütün yerler senindir fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. seni başladığın yerde görmek istiyorum. yoksa bütün hakkını kaybedersin. ”der. pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. tam geri dönecekken gördüğü sulak bir arazi dikkatini çeker orayı da almak için koşmaya başlar. şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. vakit epey geçmiş. daha hızlı koşar, koşar, ama artık kesilir takâti. halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz… reis olanları izlemektedir. çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. adamlarına bir mezar kazdırır. pahom’u bu mezara gömerler. reis pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “ bir insana işte bu kadar toprak yeter !”
    33. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      kuyudaki eşek hikayesi günlerden bir gün, köylerden birinde bir çiftçinin eşeği kör kuyaya düşer. eşek saatlerce acı içinde kıvranır ve bağırır. sesini duyan sahibi gelip baktığında zavallı eşeği kuyunun dibinde görür. çaresiz çiftçi köylüleri yardıma çağırır. köylüler kör kuyudaki eşeği kurtarmak için ne yapacaklarını düşünürler ama sonuçta onu kurtarmanın imkansız olduğuna ve bunun için çalışmaya değmeyeceğine kadar verirler. tek çare, kuyuyu toprakla örtmektir. herkes ellerine aldığı küreklerle etraftan kuyunun içine toprak atar. zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkerek dibe döker.bir süre sonra ise ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükselir ve sonunda yukarıya kadar çıkar. köylüler kuyudan dışarı çıkan eşeğe çok şaşırır. şimdi bu hikayeden çıkartılacak derse gelirsek " işte hayat da bazen bizim üzerime yüklenir ve üzerimiz toz toprakla örtülüyormuş gibi olur. bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır. kör kuyuda olsak bile..." dipnot : şuan gece değil farkındayım ama güne bir hikaye bırak başlığını açmak içimden hiç gelmedi sfdgsdfg
    34. 15
      +
      -entiri.verilen_downvote
      her şey yaratılmadan önce soyut kavramlar varmış ve saklambaç oynarlarmış. "ben yumarım siz saklanın" diye bağırmış delilik ve yüksek sesle saymaya başlamış. yalan "ağacın arkasına saklanacağım" demiş ve başka yere saklanmış. aşk, güllerin arasına saklanmış sevinçle. hırs, herkesten yüksekte olmak için ağacın tepesine çıkmış. delilik saymayı bitirir bitirmez hiçbir yere saklanmayan cesareti sobelemiş. sonra ağacın tepesinde kabak gibi duran hırsı sobelemiş. hırs oyunu kaybedeceğini anlayınca saklanan herkesin yerini söylemiş hemen. delilik herkesi bulmuş, bir aşk kalmış. sonra bir deli fikir gelmiş aklına. sivri bir çatal almış. aşkın saklandığı gül bahçesine daldırmış çatalı. aşk acı içinde güllerin içinden çıkmış. bir de bakmışlar ki gözlerinden kan akıyor. kör olmuş. delilik buna çok üzülmüş ve aşkın gözleri olamaya karar vermiş. bir iple aşkı kendisine bağlamış. o günden beri aşkın gözü kördür. delilik de onun rehberi.
      2ya :) çok güzelmiş - karanligin huzurunda 13.10.2019 21:27:00 |#3767019
      310 yaşındayken falan bir yerde okumuştum. aklımda kalmış. unuttuğum yerleri ben uydurdum. teşekkür ederim :) - helgendeejderhagordum 13.10.2019 21:29:16 |#3767020
    35. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      " gece 03.12 çoğu insan bu saatte çoktan 5. rüyasını görmeye başlamış olur peki ben bu saatte ne yapıyorum ? aklımı, peşimi bırakmayan düşüncelerimle savaşabilmek için sessiz sakin sokaklarda düşüncelerimin çarparak geri döndüğü duvarların arasında adım seslerimin oluşturduğu melodi ile birlikte yürüyorum. Çoğu insan için bir şeyleri değiştirmek kolay olmuştur bu durum maalesef benim için çokta geçerli olmadı. Oldum olası düşüncelerime söz geçiremeyen duygularıyla kendini yöneten bir insan oldum eee böyle olunca da duygularını yenemeyen bir insan haline geldim. Bir insan duygularına yenik düşünce kendine yenik düşermiş derdi babam. Bende o tarz insanlardan oldum ve hep kendine yenik bir insan haline geldim. Neyse kendi içimde çok kaybolduğumu düşündüm, kaybolmam, bazı şeyleri düşünmeyişim her ne kadar tatlı gelse de yürüyüşümün asıl nedenine odaklandım. Uzun zaman geçmiş olmasına rağmen bazı şeyleri kabullenemiyordum. Bir insanın sizden sonsuza kadar kopması, onu istediğiniz zaman göremeyecek olmanız... Bir insan bu durumu nasıl kabullenir ki ? hayır kabullenemez, kabullenmemeli. 5 yılı bulan bu ayrılık sürecinde ona olan sevgim bir pirinç tanesi kadar bile azalmamıştı. Bana veda ettiği daha doğrusu veda edemediği o gün dün gibi aklımda, kaza yerine gittiğimde onun o melek yüzünü kanlar içinde görmek bana ölmeden cehennemin nasıl bir yer olduğunu anlatan en mutena olaylardan biriydi. Çok fazla kızmıştım o gün ona üstelik çok önemsiz bir meseleydi bana sinirlenip fazla hızlı sürmüştü arabasını. Ben sebep olmuştum ölümüne. Böyle bir şey olmamalıydı küçük bir sürtüşme bizi birbirimizden almamalıydı. Biz ne kavgaları atlatmıştık birlikte. Birbirimize bakıp ardından gözlerimizin sulanması ve bunun akabinde gelen özür dilerim kelimesiyle birlikte birbirimize olan sarılmamız, hiçbir kavga bu duygu dolu anı yenemezdi, hiçbir insan bu duyguların arasına giremezdi. Her zaman yaptığımız gibi o günde bunları yapacaktık. Yanına gidecektim, gözlerine bakacaktım özür dileyecek ve sımsıkı saracaktım. Bir daha olmaması gerektiğini söyleyip buruk bir gülümsemeyle birbirimizi öpecektik. O gün gözlerime bakmadın, sarıldığımda kollarını bana dolamadın, yüzümüzde buruk bir gülümseme yoktu. Bunun yerine ağlamaktan şişmiş gözlerim, cansız bedeninden ayrılmayan kollarım, sıkmaktan kırılacak olan dişlerim vardı. Bana veda dahi edemeden oracıkta can vermiştin sevgilim. Pişmanlık içimi sararken bu duygunun yanında hissettiğim duyguların literatürde karşılığı yoktu. Hiçbir duygu kalbimi patlamaya hazır bir volkan gibi yakarken aynı zamanda kutup soğunu içime hapsetmemişti. Hiçbir zaman bu kadar çaresiz, bu kadar noksan, bu kadar bedbaht hissetmemiştim. Yanı başımda duran cansız bedenine son bir kez daha baktım, ve içimden son kez defalarca geçen cümleyi geçirdim. " Lütfen geri dön sevgilim barışmamız gereken konular var. "
    36. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Hikaye değil ama bazen olmak istediğim insan bu mu merak ediyorum bambaşka biri oluveriyor ruhum ben bile hayrete düşüyorum beyaz ve siyah kadar zıt olmak çok can sıkıcı olmaya başladı
    37. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ... Böyle yazın yemyeşil olur oralar. Gittiniz mi hiç, biz gittik. Bir çok kez. Dağdan taştan ot fışkırır hep. Çiçekler, böcekler, arılar, kelebekler… Mevsim kıştı tabi. Soğuk. Her yerini kapatan beyaz ve kalın bir örtüye bürünmüştü her şey. Alışkındık. Olmasak da -mış gibi yapardık. Devlet öyle isterdi. Git, vur, öldür, öl. Daima hazır ol. Olurduk. Ya da olduk sandık. Yayladan hemen sonra dar bir geçit var. Tam girişinde, bir kayanın altına tuzaklama yapmışlar. Öndekiler fark etti hemen. Cemal vardı ekipte. Özel Kuvvetlerden. Hepimizden iyi anlardı o böyle işlerden. Onu çağırdık. Arkalardan ağır ağır yanımıza geldi. Dedik böyle böyle, geçirir misin bizi buradan? Bakmam lazım, dedi. Gitti. Hızlıca göz attı. Sonra geri geldi. Düşünceliydi. Başka yol var mı, dedi. Yok, dedik. Ee geçireceğiz o zaman, dedi. Gidip çalışmaya başladı. Askerler mevzi aldı. Gayrinizami. Soğuktan. Ses etmedik. ...
    38. 7
      +
      -entiri.verilen_downvote
      (bkz: Zamanın Göreleliği ) Adam Tanrıya seslenir. "Tanrı'm" der. "Bir soru sorabilir miyim?" "Tamam" der Tanrı. "Sor bakalım. " "Tanrı' m senin için bir milyon yıl bir saniyedir diyorlar doğru mudur?" "Evet doğru" "Peki, bir milyon dolar senin için nedir?" "Benim için bir milyon dolar, bir penidir evladım." "A, iyi" der adam. "O zaman bana bir peni verir misin?" "Tabi," der Tanrı. "Bekle bir saniye."
    39. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Yunan mitolojisinde mutluluğa dair bir hikayeye göre; Tanrılar insanlar mutluluğu arasın ve böylece değerini bilsinler diye onu saklamaya karar vermişler. "Göklerin en uzağına saklayalım." "Denizin en dibine,ormanın kuytusuna saklayalım." Derlerken en sonunda biri demiş ki: "İçlerine saklayalım, oraya bakmak akıllarına gelmez."
    40. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Biri varmış ; artık yokmuş . Son...
    41. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      O zaman size küçükken bir dayağın nasıl bir başarı getirdiğinden bahsedeyim.. 6. Sınıfa gidiyorum abim de benden 1 yaş büyük ve biz her zaman kumanda kavgası yaparız ama her zaman.. annem salonda namaz kılıyo biz yine bir kumanda kavgası yapıyoruz ama o kadar kaptırdık ki kendimizi annemin önünden geçiyoruz üstünden atlıyoruz felan.. annem duaları sesli okumaya başladı, bilen bilir bu birazdan dayak yiceksiniz demek.. biz hâlâ kavga ederken annem esselamu aleyküm verahmetullah dedi ve mutfağa koşup oklavayı kapıp yanımıza geldi, bakın bunu 2sn içinde yaptığına yemin edebilirim ama kanıtlayamam, abimle beni yer misin yemez misin diyerekten çeviriyo evin içinde. E tabi haliyle kaçıyoruz ben bi zekilik yapıp hemen odama gittim kapımı da kitledim ama abim kaçamamıştı.. kendimi odaya kitledikten sonra annemin sinirinin geçmesini beklerken aklıma hocamızın o gün verdiği 29 ekimle ilgili kompozisyon ödevi geldi. Oturdum yatağıma bi yandan annemin vurduğu yerleri ovalıyorum bi yandan kompozisyon yazıyorum. 15 dk içinde yazdım çantama koydum sabah da hocaya verdim. Hoca o kompozisyonu çok beğenmiş ve ilçeye yarışmaya göndermiş. Benim yazdığım kompozisyon da 1. seçilmiş..
    42. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      çok uzun bir zaman önce hasta bir serçe varmış. güneye uçacak gücü yokmuş. bensiz gidin, demiş çocuklarına. kendime soğuktan saklanacak bir yer bulurum ve sizinle baharda görüşürüz. kuş bir meşe ağacına gidip yapraklarının arasına sığınabilir miyim diye sormuş. fakat meşe ağacı soğuk ve kendini beğenmiş bir ağaçmış, onu reddetmiş. kavak ağacı, söğüt ağacı, karaağaç hepsi reddetmiş kuşu.. sonra kar yağmış serçe son çare olarak gidip çam ağacına sormuş. çam ağacı benim yapraklarım iğne gibi sana fazla bir koruma sağlayamam fakat cevabım evet demiş. neşe ile uçan serçe hemen oraya yerleşmiş ve kışı atlatmış. çocukları görünce göz yaşlarını tutamamışlar. bunu gören tanrı bütün ağaçları bencillikleri için cezalandırmış ve o günden sonra tüm ağaçlar yapraklarını kaybetmişler. serçeyi kurtaran çam ağacı dışında... :)
    43. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      --- spoiler --- Okumaya pek değer bir yanı yok baştan diyeyim --- spoiler --- Üniversiteye başladığımdan beri asla ayrılmadığım bir arkadaşım var. O kadar yakınız ki biri yanımda onu görmezse direkt Merve nerede siz ayırlmazdınız hayırdır falan diye sorar. Neyse bir arkadaşımızla sorunu vardı bana sen gelme şimdi gereksiz sinir olacaksın ben tek gideyim sen yurda çık dedi tamam dedim ben de dolmuşlara doğru yürümeye başladım ama canım hiç yurda gitmek istemedi nehir kenarında bankların birine oturmaya karar verdim. Sigara yaktım öyle boş boş etrafı izliyorum düşünüyorum falan biri yaklaştı usuldan tam önüme geldi ayakta duramıyor çocuk heyecandan. Bir ara ağaca falan yaslandı zaten, öyle bir heyecan. Daha sonra kendisi de anlattı zaten ne kadar heyecanlı olduğunu. Neyse. Tanışabilir miyiz dedi seni şurada gördüm şöyle güzel gülüyordun ama yanında her zaman bir arkadaşın vardı -baştakileri yazmamın nedeni- cesaret edemedim falan bir şeyler anlatmaya başladı. Benim salak oluşumdan mıdır, herkese çok güvenişimden midir bilinmez o an garip bir şekilde benim de ondan etkilenmiş olmamdan dolayı galiba kabul ettim ve hatta ayakta zor durduğu için kenara kayıp buyur gel otur bile dedim. Tanımadığım bir insanla uzun uzun çok eğlendiğim, güldüğüm bir sohbet ettim tüm ömrünü bir sohbete sığdırmak gibiydi, zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım yurdun son giriş saati gelmiş kalktık dolmuşların oraya kadar bıraktı son olarak instagramdan ekleştik bindim kalkana kadar bekledi kocaman gülümsedi el salladı ve ben yurda çıktım. Arkadaşıma anlattım gülüşlerimden anlatışımdan ondan ne kadar etkilendiğimi anladı ama güvenmiyoruz pek. Sabah kadar konuştuk, böyle birkaç gün geçti tesadüf ki yine onun olmadığı bir zaman diliminde karşılaştık ve yine ayaküstü sohbet ettik falan sonra biz buluşmak için sözleştik ve buluştuk. Hikayenin geri kalanında sevgili olduk ve her ilişkide olan rutin şeyler -aslında burası hakkında yazmak istediğim çok şey vardı ama yazıp yazıp silince vazgeçtim- ve o rutinlerin arasına karışan ayrılık. Ne yaşanmış olursa olsun eskileri güzel yanlarıyla hatırlamayı seviyorum geriye asla dönmek istemem ama içimde güzel bir his bırakan anlardan biri -tanışma anımız- yazmak istedim. Ondan çok şey öğrendim artık kelimeleriyle aklımı çelen ama davranışlarında tutarsızlık olan kimseyi hayatımda barındırmıyorum. Umarım büyümüşsündür, umarım ben büyümüşümdür de güzel gülüşlerimi çok beğendiği için birine daha kaptırmam.
    44. -1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      (bkz: Kısa Hikaye - Kahraman) Mahallede bulunan tüm evleri aşağıdan başlayıp yukarıya kadar soydu. Sonra yukarıdan başlayıp aşağıya kadar tüm mahalle halkına soyduklarının zekatını dağıttı. Böylece kahramana dönüştü.
    45. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      1-dı, şimdi başkalarının - dans_mon_esprit 06.11.2020 21:31:02 |#4012302
    46. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
    47. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Tam uyuyacağı sırada telefon çaldı. İlk başta duymazlıktan gelmeyi düşünse de sonra tekrar aranacağını düşündü. Uykusu da kaçmıştı bir kere. Telefonu açtı. +Alo. -İyi akşamlar hikayenin baş kahramanı ile mi görüşüyorum? +Ne hikayesi kardeşim gece gece. Ali benim adım. -Bir hikâyenin içindesin Ali. Bir sözlük hikâyesi... +Ne diyorsun bilader telefon şakası mı? Bir daha arama beni. Telefon ev telefonu olduğu için hışımla kapattı. Klik diye ses çıktı telefondan. Uyumaya çalışırken "Ulan cep telefonu olsa nasıl hışımla kapatacaktım bu telefonları?" diye düşündü kendi kendine. "İyi ki ev telefonum var." * * *
      0Ulan dedi kendi kendine. Bu hikâye de yarım kaldı dedi. - helgendeejderhagordum 19.12.2020 00:29:31 |#4056024
    48. 31
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ‘’Baba bana muz alır mısın?’’ dedi. Adam sessizce ‘’Söz kızım para kalırsa bu hafta alacağım sana’’ deyip ilerledi, ama tam arkasındaki beni farketmedi. Pazarcı abiye dedim ki "Bu adam ile çocuğuna iyi bak. Şimdi 2 kilo muz tart. Birazdan senin tezgahın önünden geçerse ve durup muz almazsa abi diye seslen. Sonra ona " Hani geçen hafta bozuk yok diye para üstü verememiştim ya. İstersen muz vereyim, helâlleşelim" diyeceksin. O baba çocuğun yanında rencide olmasın. Ama canı muz çekmiş, aklında kalmasın. Eğer böyle yaparsan hem sevaba girersin, hem de bereketlenirsin. Söz fazla fazla vereceğim, 10 kilo da ben alıp götüreceğim. Şimdi ben arka taraftan sizi seyredeceğim... Abi kızını diğer tarafa almış, geçiyor. Kızı muz tezgahını görmesin istiyor. Pazarcı abi tam da dediğimi yaptı. O küçük kız o poşeti babasına bırakmadı, kendisi taşıdı. Aslında babası anlamıştı. Pazarcı bir hayır yapmak için bu oyunu tasarlamıştır diye sanmıştı. Başı önde yürüdü gitti. Son bir defa dönüp sessizce gözleri ile teşekkür etti. Pazarcı abiye uzattım parayı almadı. Gözyaşlarını saklamak için arkasına bakmaktaydı. Birini mutlu etmek bu kadar kolaydı. Ama bütün mesele aynı zamanda da babayı utandırmamaktı. Çok şükür bu da kısmet oldu. İçimiz huzur ile doldu. Aslında 7,5 TL idi kilosu. Ama işte olmayınca olmuyordu. Ama en çok beni etkileyen bir tane yemek isteyen kızına ‘’Evde ye kızım, belki alamayan vardır; olur mu? ‘’ diyen baba oldu…
    49. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      (İsim salladım hikaye gerçek)Çocukluk arkadaşım var İsmi Feyzullah, birde ortaokuldan tanıdığım ve görür görmez hoşlandığım Hanife ile 7 senedir de devam eden samimi arkadaşlığımız var. Ben 7 senedir Hanife’ye nasıl açılabilirim diye düşünürken Feyzullah gidip benim yazdığım mesajların Ekran Görüntülerini Hanife’ye göndermiş, tabi Hanife ŞOK! sonra Feyzullah geldi bana dedi ki sana bir şey diyeceğim ama üzülme, noldu dedim. Ben anlattım her şeyi dedi Feyzullah, lan neden böyle bir şey yaptın dedim, daha fazla devam etmesin kanka böylesi daha iyi dedi. Şuan Feyzullah ile kendi isteğimle, Hanife ile ise o istedi diye konuşmuyoruz. Aferim Feyzullah iyi b*k yedin krşm. (daha uzun yazardımda fazla ayrıntıya gerek yok anlarsınız umarım)
    50. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Tilkiye sormuşlar: -Seni tavuk çiftliğine müdür yapalım, ne kadar maaş istersin? Tilki : -Para, pul istemem Ben DAVA ADAMIYIM!
    /