bugün
yenile

    geceye bir hikaye bırak

    2
    +
    -entiri.verilen_downvote
    --- spoiler --- alıntı --- spoiler --- biliyor musunuz, ben hayatımda bir kere sevildim. hem de kısacık bir zamanda, öyle çok sevildim ki… okuldan çıkmış, yorgun bir halde metroya binmiştim, yanımda çizim çantam vardı. bir şeye sinirlenmişim, neye sinirlendiğimi bile hatırlamıyorum ama yanımda bir arkadaşım vardı. bir hışımla metrodan çıktım, hızlı hızlı merdivenlere yürüyorum. sinirden gülüyorum ama, yanımdaki arkadaşımda sinirli. o sırada, sinirle yürüdüğüm için çizim çantam benden bağımsız birine çarptı, sonra da omzum. öyle çok dikkat etmedim yüzüne ama “pardon,” demişim çocuğa, hala da gülüyormuşum. ertesi gün, metro çıkışının oradaki çardaklarda arkadaşlarımı bekliyordum. yan çardağa başımı bir çevirdim, omuzuna çarptığım çocuk karşımda durmuş bana bakıyor. i̇nkar edemem, çocukta hoşuma gitmişti yani. kıvırcık saçlı, esmer, gözlüklü bir tipti. sadece bakışmakla yetindik o gün, sonra ben okula gittim. sonra her sabah metronun orada karşılaşmaya başladık. tabii ben heyecanlıyım, o bana bakıyor, ben de ona. her sabah arkadaşlarımla sohbet eder, bir yandan ona bakardım. sonra bir gün tek kalmıştım, kimse gelmemişti henüz. bir baktım, çocuk yanıma doğru geliyor usul usul. heyecandan kalbim ağzımda atıyor ama, halimi bir görseniz komik bir durumdayım. adını söyledi, tanıştık, biraz konuştuk. bana, benimle ilgili şeyleri söylerdi hep. “köpeklerden çok korkuyorsun,” ve “gitar çalmayı biliyorsun, bana da öğretir misin?” dediğini hatırlıyorum. bunun gibi niceleri… numaralarımızı verdik birbirimize, mesajlaşmaya başladık. ama bende bir şeyler eksildi. aslında eksilmedi, sadece onu beğeniyordum ancak bir süre sonra hiçbir şey hissetmediğimi fark ettim. ancak onun bana bağlandığını da bal gibi biliyordum. bir gün bana “kitap yazıyorum, okumak ister misin?” yazdığını hatırlıyorum. kabul ettim, buluştuk. bana bir defter uzattı, sayfasını çevirdim, karşımda çarpık bir el yazısı. neyse dedim, okumaya başladım. bir baktım ki, kitap bizim tanıştığımız andan beri beni anlatıyor. kitapta da kendisini nazım diye tanıtmış. okudum her şeyi, onun gözünden omzuna çarptığım, gülerek “pardon,” dediğim anı, köpek görünce kaçarken ayağımı burktuğum anı, sabahları arkadaşlarla sohbet ederken saçmaladığım bazı kelimeler, gülerken çıkardığım garip sesler… her şeyi, ama her şeyi yazmış o çarpık el yazısıyla. “devam edeceğim yazmaya,” dedi bana. arkadaşlarımda çok merak ediyordu o’nu, bu yüzden buluştuk hepimiz. çimenlerin üzerinde otururken kulağıma eğilip, “nazım sensiz yaşayamazmış,” deyiverdi. sevmem gerekmez miydi? belki aşık olmam ya da ne bileyim, en azından biraz olsun hoşlanmam gerekmez miydi? ancak sevemedim, bir parça bile bir şey hissedemedim. hatta durduk yere tiksindim ondan. konuşmayı kestim, sürekli tersledim, arkadaşlarım çok kızıyordu bana bu yüzden. ama lanet olsun ki, bir tek o kızmıyordu bana. kızmadığı için daha da nefret ettim. i̇nsanın bazen birini sevmek için nedeni olmaz ya, sevmemek içinde nedeni olmuyormuş meğer. herkes bu yaptıklarım için pişman olacağımı söyledi, kulaklarımı tıkadım tüm bunlara. sonra bir gece uyuyacağım sırada telefonum çaldı, bir baktım ki o arıyor. i̇stemeye istemeye açtım. bir baktım sarhoş, kelimeleri bile toparlayamıyor doğru düzgün. en sonunda, “ben sana aşığım,” dedi. “ben sana deli gibi aşığım, ne olur elimden tut.” hiçbir şey söyleyemediğim ilk, sonrada sarhoş olduğunu ve söylediği hiçbir şeyi ciddiye almayacağımı söyledim. umursamadım, telefonu kapattım. üstelik o ağlarken kapattım o telefonu, huzurlu huzurlu uyudum. ne yapayım, bende duygusuz bir insandım işte. sonra o’nu bir süre hiç görmedim, sabahları yoktu, okul çıkışı yoktu, o artık ankara’da yoktu. haberi geldi, antalya’ya gitmiş, artık orada yaşayacakmış. hemde benim yüzümden gitmiş, öyle dediler. i̇nanmadım tabii, isteyerek gitmiştir, beni bahane ediyordur dedim. o gittikten bir kaç ay daha sonra aradı beni, “kötüyüm,” dedi. “kötüyüm, senin sesini duymak iyi gelir diye düşündüm. eğer ankara’ya dön dersen hiç düşünmem yarın gelirim, lütfen bana gel de,” dedi. ama ben gel demedim. “orada hayatını çiz, bizden bir şey olmaz,” dedim ve kapattım telefonu. sonra aramadı, sormadı, kimse ondan haber getirmedi, tabii o güne kadar. arkadaşı geldi yanıma, çökmüş bir halde bana bakıyordu. ne dedi bana biliyor musunuz? i̇ntihar etti dedi, benim yüzümden intihar etmiş. dondum kaldım, inanmadım. çantasından defteri çıkardı, daha önce okuduğum defteri uzattı bana. beni suçladı, bana bağırdı ve ben sadece baktım kaldım. onca şeye rağmen kendimi hala kötü hissedemiyordum çünkü hiçbir şey inandırıcı gelmiyordu. eve gittim, açtım defteri. i̇çindeki her şeyi okudum, ben yokken neler hissettiğini, beni ne kadar çok sevdiğini, bana bir türlü kızamadığını, beni böyle kabullendiğini yazmış hep. zaten defterin son elli sayfasından itibaren intihar düşünceleri varmış nazım’ın, sadece benden bir işaret beklemiş. “eğer gel derse döneceğim ve onu asla bırakmayacağım, ama gelme derse…” burada bırakmış. gerisi bomboştu. hala inanmak istemiyordum, hala… ama içimden bir his taştı, ağlama isteği değil ama sanki pişmanlık duygusu. defteri yatağın üstüne attığımda son sayfa açılıverdi kendiliğinden. bir baktım, kısacık bir not var. “ne yazmaya, ne de sevmeye devam edemiyorum. nazım o’nsuz ve yaşamaya devam edemiyor. nazım bu savaşı kaybetti.” i̇lk kez o gece üzüldüm onun için. çoğu kişi benden nefret etti bu duygusuzluğum yüzünden. oysa ben bir tek o’nun nefret etmesini isterdim. sonra araştırdım, nasıl intihar ettiğini öğrenmeye çalıştım. zor da olsa bana defteri getiren kişiye ulaştım. nasıl olduğunu sordum, “o zaten biliyordu,” dedi bana. “senin onu hiçbir zaman sevmeyeceğini adı gibi biliyordu. hastaydı zaten o, tedavi görüyordu, böyle yaşamaktan bunalmıştı. senin aşkın tuttu onu ama sonradan onu kendinden ittin sen, onu uçurumdan ittin. o günden sonra bıraktı kendini tamamen, tedavi ile her şeyi bıraktı. yavaş yavaş intihar etti o, o’nun katili sensin.” biliyor musunuz, ilk kez o gün ağladım. sevemediğim için birinin katili oldum ben. her zaman çok seven insanların öykülerini dinledik, okuduk, herkese anlattık. sevemeyen biri içinde aslında ne kadar acı bir şey olduğunu görmenizi istedim. şimdi onu sürekli anıyorum, mezarına gidiyorum. benim için yazdığı o defteri saklıyorum. belki bitmedi, belki basılmadı, belki en çok okunanlar arasında yerini almadı ama benim kütüphanemin baş köşesinde duruyor. hep de durmaya devam edecek.
    ... diğer entiriler ...