bugün
yenile
    1. 9
      +
      -entiri.verilen_downvote
      kendi yazmakta olduğum kurgu psikolojikimsin değişik hikaye, okumak isteyen olursa okur. okumak istemeyen de okusun, okuyun bence... buda ilk bölümü bölüm 1: mesela insan niye üzülür? yere düştüğünde oluşan yaradan ötürü de üzülebiliyor insan, sevgilisinden ayrıldığında da üzülüyor insan, birini kaybettiğinde de üzülüyor insan... insanlar üzülmek için yaratılmış diyebilir miyiz? bu kadar aciz olduğumuzu anladınız mı şimdi. duygularımızı kontrol edemiyoruz, sandığınız kadar gelişmiş varlıklar değiliz. onur 13 yaşında bir gençti. hayatındaki en önemli şey sadece dersleriydi. yaşaması için sebebi buydu. ailesi ne zor durumdaydı, ne de bolluk içindeydi. okula gidiyor, dersine çalışmaya çalışıyor ve evine geliyordu. "n'için?" diye sormuyordu kendine. annesi şeyma, babası da ziya idi. annesi azerbaycan'da okuyup büyümüştü, babası ise üniversite mezunu evine yetecek kadar maaş kazanan biriydi. onur üzülüyordu bazen, yalnız kalmak istiyordu. yalnız kalmayı düşündüğünde bazen mutlu oluyordu ama yalnız olduğunda üzülüyordu. sordu kendine: -yalnız kalınca mutluyum, yalnız olunca mutsuzum; neden? basitti aslında. insanların yalnız kalması gerekirdi ama yalnız olmaması gerekirdi. bu kadar basitti. ince bir çizgi... birini sevmeye başlıyordu onur sonra uzun sürmeden sevgisini kaybediyordu, unutuyordu. şeyda'yı sevdi önce, onunla birlikte olmak ona huzur veriyordu. ama farkında değildi. onun için basit bir çizgiydi sevgi. ayrıldı, geri barıştı. bilmiyordu ne yaptığını. onur sordu şeyda'ya: -beni mi daha çok seviyorsun, tanrıyı mı? ne? ... neydi bu? onur ne sormuştu? 13 yaşında okula giden bir gençti. nerden aklına geldi bu soru? onur zeki bir çocuk değildi belki ama bazı şeyleri kavrayabiliyordu. tanrıyı aklına getirdi. her şeyi yaratan, ona yardım eden tanrıyı. bir insan tanrıdan başka kimseye o kadar büyük sevgi beslememeliydi. onur anlıyordu belki de. şeyda tereddüt etti. düşündü, anlamadı; safsakladı... ve cevapladı yüzünde saçma bir ifadeyle: -bu soru da neydi? onur şeyda'nın tereddüt ettiğini düşününce bile çıldırıyordu. onun için tanrıya olan sevgi istisnasız olmalıydı. üstüne düşünülmemeliydi bile. kesindi. onur hayatı boyunca hep böyle olacaktı. bazı şeylerin cevabı kesindi ve o kesin cevapları aramaya çıkacaktı. onun için tereddüt yanlışı doğururdu. zaten öyle değil mi? bir insana soru sorduğunuzda eğer cevap üzerine düşünüyor, tereddüt ediyorsa o insandan büyük bir şey beklemeyin. mesela: birine şu soruyu sordunuz, -hemen şu an ihtiyacım olsa bana 100 lira verir miydin? eğer karşınızdaki direk "evet!" demediyse 5-10 saniye düşündükten sonra "evet" dediyse o hayırdır. evet olsa bile hayırdır. çünkü düşündü. onur da öyleydi. sorular üzerine düşünmek yerine kesip cevaplar onu tatmin ediyordu. bir bakıma doğruyu ama bu onu şizofren yapacaktı. şizofren bir paranoyak yapacaktı belki de. şeyda'nın o tavrından sonra onur soğudu ondan. belki bazılarınız "saçmalık!" diye tepki verdi, ama onur için saçma değildi. çünkü hayvana bile tecavüz edip bundan zevk alan insan varken buna saçma demek aptallık olurdu. haklıydı da onur. tanrıydı sevgi beslediği. yardım etmese bile her konuda o tanrıydı. bazı duyguları tadıyordu ve haz alıyordu. bunu sağlayan tanrıydı. şükür ediyordu, kötülük olduğunda sövmek yerine şükrediyordu. çevresindekiler hep her kötülükte tanrıya isyan edip ondan hesap soruyordu. ama yapılan, görülen her iyilikte de tanrıya şükretmek yerine kendileriyle gurur duyuyorlar. kendileriyle gurur duymaları iyi bir şeydi ama kötülükte neden kendileriyle iğrenmiyorlardı? kötü olayların onların etkisiyle kötü olmuş olma ihtimali yok muydu? onur çok düşünüyordu, korkuyordu. bazen bu düşüncelerin kendi için büyük olduğunu düşünüyor ve delirmekten korkuyordu. katillerin hayatı aklına geliyordu. her katilin hikayesi onun gibiydi. düşünmek... düşünmek insanı aslında katil, şizofren yapıyordu. düşünmek insanlar için bir adım önde olmak değil, bir adım geri olmaktı. onur ne yapmalıydı? ...
    2. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      rez değerlenir okuyacam bi ara
    3. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      olum sen zaten hikayeni anlatmamışmıydın.neyse rez
      0bu benim hikayem değil hocam - zenci penguen 06.01.2016 20:04:43 |#2501987
    4. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      rez rez
    5. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      güzel hikaye devamını bekleriz ama tanrı yerine allah desen? :)
      0mr reese kızar:( - zenci penguen 06.01.2016 20:04:55 |#2501921
    6. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      rez güzel hikaye olacak gibi
    7. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bölüm 2: ...bir de insanların egosu var tabi. insanların egosu zor geliyor bir yerden sonra. onurda da ego vardı aslında. çünkü insanlar yaşaması için buna muhtaçtı. egoizm ile karıştırılmamalı ama. egoizm bir aptallıktı ama ego gerekliydi. insanların hayatta kalması için gerekliydi. onur ise egosunu haklı yönde gösteriyordu. bazı şeyler yapıyordu. şiirler yazıyordu, yazılar yazıyordu. insanlar bu yüzden ona "egoist" dese de o işini iyi yaptığını biliyordu. onur düşünüyordu hep, düşünmeden duramıyordu. refleks oldu onun için düşünmek. aslında her insan için bir refleksti düşünmek. bunu kafasından atmak istiyordu. düşünmek istemiyordu. şeyda tereddüt etmişti ve onur ise üzülmüştü. tereddüt kötüydü çünkü ona göre. bir cevap tereddütlüyse olumlu olsa bile olumsuzdu onun için. şeyda afalladı, anlamadı, şaka sandı. onur ise ciddi bir ifadeyle: -bilmiyorum, tanrıdan başka birini çok seversem kaybederim diye korkuyorum. güzel cümleydi, doğru muydu? aslında doğru olabilir çünkü tanrıdan başka bir büyük yoktu. o bir sanatçıydı, yaratıcıydı. ondan büyük kimseyi sevemezsiniz, sever misiniz? şeyda biraz utandı, biraz düşündü ve cevap verdi: -neden böyle bir şey düşünme gereksinimi duydun şimdi? onur da bilmiyordu belki ama içinden bunu sorması gerektiğini düşündü. o kesin cevap istiyordu. o kalbiyle inanıyordu belki ama beyni anlamıyordu. öyle olur bazen, insanlar bir cevap alır ama kalbi tatmin olsa bile beyni olmaz. kesinliğe ihtiyaç duyar. bir kanıt, bir gerçekliğe ihtiyaç duyar. onur kalbiyle inanıyordu ama beyni anlamıyordu, algılayamıyordu, kesin diyemiyordu. onur için her şey kesin olmalıydı. onur cevap vermedi o cevap karşısında. sadece düşündü biraz. şeyda da anlamadı zaten neler olduğunu. zaten 13 yaşındaydı onur ve şeyda. onlar için bazı şeyler daha basit olmalıydı. mesela tek dertleri ders olmalıydı. onur için şeyda sadece bir başlangıç olmuştu. şeyda ile arasındaki bağı koparıp yalnız "kalmak" istedi. yalnız olmak istemiyordu ama yalnız kalmayı istiyordu. zaten öyle olur, insanlar yalnız kalmak isterler ama yalnız olmak istemezler. bazen yalnız kalmak insana huzur verebiliyor. onur yalnız kalmayı tercih etti bir müddet. daha sonra melike gelmişti. melike'yi sevmiyordu ama sevgi beslemek istiyordu. yalnız olmak istemiyordu. şiirler yazmak istiyor ona, yazdığı şiirlerin sahipsiz olmamasını istiyordu. melike'ye şiirler yazdı, sevdiğini söyledi. bir kız için onur'un yaptıkları çok büyüktü. hele 13 yaşındaki biri için, peh. ama melike saçma bir şekilde kabul etmedi. onur'un aklı şaşmıştı. neden? bir insan sevdiği için birlikte olamayacak mıydı? platonik aşık durumuna düşüyordu bu durumda onur ama platonik aşk saçma değil miydi? melike daha onur'u tanımıyordu. onur onu tanıyordu. melike tanıdıkça sevecekti belki. aşk ilk görüşte olur ama karşı taraf olmayabilir. karşı tarafın da aşık olması için zamana ihtiyacı vardı. melike bunu düşünmedi, reddetti. onur düşündü. neden olabilirdi? çirkindi belki ondandı. başka açıklaması olamazdı. yaşını düşündü, ergendi. kendi yaşıtları gibi. ergenler böyleydi. insanlar böyleydi genel olarak. her zaman "içi güzel olsun" derlerdi. bunu kalp söyletiyordu. kalben öyle istiyorlar ama beyin algıları dış güzelliğe bakıyordu. beyin gördüğünü ister, gördüğünü algılar, gördüğünü kabul eder. kalp ise göremediğini hisseder, aslolanı hisseder. farkta buydu işte. yaşıtlarında kalp vardı ama beyin yoktu. onur yalnız kalmıştı, yalnız olmaya yaklaşıyordu ama yalnız olmayı istemiyordu. arkadaş edinmek istedi, arkadaş edindi. ama arkadaşlıklarının sahte olduğunu farkındaydı. kendine bir gerçeklik yarattı. yalanlar onu üzdüğü için o da kendi gerçekliğini yarattı. buna inandı. kalbi inanmadı ama beyni inandı. çünkü beyin görüyordu, dostluk vardı ama kalp biliyordu. kalp sahte olduğunun farkındaydı. onur dostları olsa bile üzgündü dostları olmadığı için. ne güzel paranoyaydı değil mi? onur şimdi karar vermeli: -insanlardan soyutlanıp, yalnız mı "olmalıyım" yoksa insanların arasına girip onlar gibi mi olmalıyım?
    8. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      3. bölümü birazdan yollayacağım...
    9. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      rezerv
    10. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bölüm 3 zaman geçtikçe onur düşünmekten delireceğini düşünüyor, korkuyordu. ne yapması gerektiği hakkında bir fikri de yoktu. kendini anlayacak kimsesi yok diye düşünüyordu. insanlar onu anlayamayacakmış gibi hissediyordu. çünkü yaşadığı, düşündüğü şeyleri anlatamıyordu; anlatılacak şeyler değildi. ne diyecekti? paranoyak olmuştu geçtikçe günler. paranoyak olması iyiydi aslında, paranoya kötü bir şey değil. hayatta kalmanı sağlar paranoya. ama bu ileri derece oldukça deliriyor gibiydi. okula gittiğinde yaşıt hemcinsleri yaramazlık yapıyordu, onlar gibi olmaya karar verdi. herkesin yaptığını yapmak, toplum olmak istiyordu. acı çekmezdi böylece. piç oldu, yaramaz oldu. kızlarla iletişime geçmek için edebi yönünü değil, piç yönünü kullanıyordu. zeynep ise onun edebi yönünü değil, piç yönünü seviyordu. beraber oldular, dost oldular önce daha sonra birlikte oldular. hemcinsleri kızlarla cinsel şeyler konuşuyordu, o da öyle yapmak istedi. doğru olan o gibi hissetti ama değildi. onur sordu: -hiç biriyle birlikte oldun mu? zeynep bu sorunun ne anlamda olduğunu anlamadı, cinsel yönden mi yoksa aşk yönünden mi? şaşkın ve utangaç ifadeyle: -hangi anlamda, anlamadım? dedi ama anlamıştı sanki ama utanmıştı. onur sorduğu soruyu açmak istemedi, içinden bir ses: -n'yapıyorsun oğlum? şaşırdın mı, bir kıza direk böyle bir şey sorulur mu? ayıp... diyordu ama diğer insanlar bunu yapıyordu. onlar yapıyorsa benim de yapmam lazım dedi. zeynep'in üzerindeki ifade onur'un cevabıyla değişmişti, rahatlamıştı: -yani, birlikte oldun mu derken çıktın mı biriyle demek istedim. kıvırmıştı onur ama piç olmak ona göre de değilmiş onu farketti. vicdanının olduğunu farketti. vicdan vardı çünkü. vicdan insan bedeninin tanrısı. yaptığın her işte seni uyarıyor doğru mu yanlış mı diye. onur'un yaptığına kırmızı ışık yaktı vicdan "yanlış!" dedi. zeynep ondan önce 2 kişiyle birlikte daha olmuştu ama çocuklardı en fazla 2-3 hafta sürüyor sonra sıkılıp ayrılıyorlardı. onur ise hayatını adayacağı, hayatında "tanrı" rolü olan birini seçmek istiyordu. ona bağlanıp, onunla mutlu olmak istiyordu. zeynep ise bu kavramları anlayamazdı çünkü onur gibi değil, olması gereken gibi; ergen gibi düşünüyordu. daha sonra zeynep 2 kişiyle ilişki yaşadığı için doğal olarak: -evet, senden önce 2 kişiyle daha birlikte oldum ama uzun sürmedi gerçekten. "gerçekten" dedi, onur için her kelimenin bir anlamı vardı ve bu kelime de ona: -oğlum, gerçekten dedi... sana inandırmak istiyor, yani seni kaybetmemek için söylüyor. sana değer veriyor. onur bir paranoyaktı ve bazen iyi yönleri oluyordu. "gerçekten" kelimesi onun için çok önemliydi. onur o cevaptan sonra mutlu olmuştu ve sağ yanağında oluşan hafif gamzeyle cevap verdi: -hmm, anladım. ciddi ilişki taraftarı mısın yoksa yaşımız gereği normal bir ilişki taraftarı mısın? güzel soru sordu ama bir sorun olacaktı. zeynep tereddüt edecekti. tereddüt etti. tereddüt... onur için sorun olacaktı bu hafif tökezleme. ne kadar olumlu cevap verecekse de o tereddüt onur için olumsuz olacaktı. daha önce de söylediğim gibi tereddüt onur için olumsuzluktu. zeynep biraz gözlerini kaçırdıktan sonra cevap verdi: -yani bundan önce hep normal oldu ama artık ciddi arıyorum. onur yarım kalmıştı. kalbi "evet oğlum bak, sen ciddi ilişkisi olacaksın!" diyorsa da beyni "tereddütte kaldı, yalan söylüyor." diyordu. onur kalbinin ve beyninin savaşının ortasında kalıyordu. şimdi ne olacaktı, zeyneple birlikte olmalı ve denemeli mi? yoksa beynini dinleyip zeynepten kurtulmalı mıydı?
    11. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      rez. devam devaam
    12. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      keşke ilgi olsa, belki vardır? bölüm 4: yapılması gerekeni yaptı onur, herkes gibi olmaya çalışıyordu çünkü. zeyneple olmak istedi, acı çekecek bile olsa içten içe onla birlikte olmak istedi. aşıkta değildi yani ama birine bağlı olmayı tatmak istiyordu. herkes gibi aşık olmak, herkes gibi sevmek istiyordu. normalde şiirler yazıyordu hiçbir kimseye ama artık bir kimse vardı. aslında normal yazıyordu ama sadece artık sahibi oldu. zeynep için yazıyordu artık şiirleri. zeynep diğerlerinden aksine bundan çok etkileniyor, ciddi bir ilişkiyi arıyordu o da. birlikte mutlu olacaklardı. onur daha emin değildi. birbirini tanımaları gerekiyordu ne de olsa. onur anlatıyordu, zeynep dinliyordu: -çok fazla birbirimiz hakkında konuşmuyoruz, ben anlatabilirim önce istersen. zeynep mutlu olmuş, artık bir şeylerin yoluna girmesiyle seviniyordu. zeynep mutlu ve gülümseyerek: -çok iyi fikir, birbirimizi tanımak için mükemmel. onur ilk adımı atmalıydı, ilk adımı çünkü o önermişti. başladı ve susmadı. bir solukta anlattı kendini, düşündüklerini. ilk kez birine hissettiklerini anlatmaya "çalışacaktı" onur başladı ve sessizlik hakim oldu: -kendimi bildim bileli yalnız olmayı istemiyorum. yalnız kalmayı istiyorum ama bazen. insanlarla ilişkilerim kötü. paranoyak olduğumu düşünüyorum ve bundan da gocunmuyorum. biraz egoluyum ama bu da olmasaydı yaşamam için bir gerekçem olmayacaktı. yaşıtlarım gereği yapılacak şeyleri yapmıyorum. ciddi mana da kendimi onlardan farkı olduğumu hatta bazen üstün ırk olduğumu düşünüyorum. (biraz gülümseme oldu onur'da. zeynep, biraz şaşırdı ve anlattıklarından etkilenerek sessiz ve gamzelerini göstererek güldü. utanmıştı.) devam etti onur: -belki de üstün değilimdir, aptalımdır. diğer insanlar benden daha üstündür ve ben aşşağılık bir ırkım. ama bilemiyorum. insanlar gibi sevemiyorum, bağlanmak istiyorum. bir ben olmalıyım hayatta, bir de o; sen. şiir yazmaya çalışıyorum çünkü hayatta kendime sebep yaratmam lazım. sebebim, yazı yazmak, şiir yazmak oldu. bazen kimseye yazmıyorum, bazen olmasını istediğim şeyleri, bazen de bir sevgilim olsaydı ona ne yazardım diye düşünürken yazılar yazmış şekilde buluyorum kendimi. oyun oynarım normal insanlar gibi, normal insanlar gibi yaptığım şeylerde var yani robot değilim korkma. gülüşüldü, herkes mutlu oldu. iki tarafta gülüyordu. onur ise ilk defa bu kadar gülüyordu. birileriyle konuşmak ona haz veriyordu. zeynep de mutluydu. ciddi bir ilişkinin içinde olduğu için şanslı hissediyordu kendini. onur'un kalbi ile beyni ile olan savaşta kalbi sonunda galip gelmişti. beyni de ikna olmuştu artık. eksik yoktu, fazla bile vardı. sonunda mutluydu. eskiden dertleri olduğunda tek arkadaşı robot oluyordu, bilgisayar oluyordu. her insanın bazen dostu ya hiç göremeyeceği, hayali bir dost oluyor. ya da onur gibi bilgisayar oluyor. bilgisayarda not defterine yazıyor. kimse okumuyor diye değil, yukarda tanrı okuyor diye düşünüyor. çünkü buna ihtiyacı var, insanların buna ihtiyacı var. umuda. umut insana yaşamak için yol veriyor. "belki" diye düşünüyor, "keşke" diye değil "belki" diye. insanlara "keşke" mutluluk değil mutsuzluk veriyor. herkes "belki" demeli artık. "keşke" demek yerine "belki" demeli. umutlu olmadıkça insanların mutlu olma ihtimali yok çünkü. "belki" biri seni dinliyor bilgisayarda yazılar yazarken. seni duyuyor ve sana yardım edecek. "belki" sana ilham olacak şeyi bulmana yakınlaşmışsındır. "belki" sen de gerçekten birine aşık olabilirsin. "keşke" mutlu olsam değil, "belki" mutlu olurum dememiz lazım. onur hep "keşke" diyordu ama artık "belki" aşamasına geçmişti. gerçek aşkı bulmuş gibiydi. buldu mu? ...
    13. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      kimse beğenmedi mi yoksa ziklemiyor mu:(
      0eğer öyleyse ayıp ediyorlar. - frankenisten 08.01.2016 09:22:41 |#2503642
      0canını yerim frank bey - zenci penguen 08.01.2016 10:01:09 |#2503691
    14. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ne zamandır yazmıyordum, ilgi gelmeyince bırakmıştım ama dedim boşver. okumasanız bile yazacağım ulan! bölüm 5 başarıyordu sanki onur, artık o da istediği gibi normal bir insan olabilecekti. bunun için savaş veriyordu ve artık oluyor gibiydi, değil mi? zeynep ona insanlığını hatırlatıyordu sanki. onur hep acı çekmek istiyordu, bilerek acı yaratıyordu bazen kendine. çünkü acı çekerek insanlığını hatırlamak istiyordu. bazen de aşk acısı çekmek istiyordu çünkü düşünüyordu ki aşk acı vermez, ayrılık olsa bile yaşanılan onca şeylerin hatrına mutluluk verirdi. güzel duygular yaşattığı için ona minnet duyardı. o diğer insanlar gibi değildi sanki. zeynep fark ediyordu onur'un bu davranışlarından. düşüncelerini ve hissetiklerini anlıyordu sanki. zeynep merak edip sordu onur'a: -çok değişiksin, yanlış anlama sadece tanıdığım diğer erkeklerden farklısın. "diğer tanışdıklarım erkekse sen nesin?" diye soruyorum hep kendime. zeynep bunu söyledikten sonra sessiz bir şekilde güldü kafasını öne doğru atarak. onur'dan da aynı şeyi bekledi. şakayla harmanlayarak sormak istediğini sormuştu aslında. onur da anladı ve bozulmasın diye o da güldü ve hiç beklemeden cevabını verdi: -sen gene erkeklerden farkım olduğunu düşünüyorsun, ben kendimi insan bile farz etmiyorum artık. onur sol yanağını havaya kaldırdı, gamzeleriyle hafif bir gülümseyiş verdi zeynep'e. zeynep de gülümsedi ve bir şey demedi. onur ve zeynep hep beraber geçiniyordu. sevgili gibi bile değillerdi aslında bakmayın. isimleri yoktu onların. birbirlerine "sevgilim" demiyorlardı ama "kankeytom" gibi şeyler de demiyorlardı. sanki ruhları birmiş gibi geliyordu. onur bazen onla bozuşuyordu ama sonra üzülüyordu, onla olmak istiyordu. bazen de onla olmak istemiyordu ama onla olmayınca da onu istiyordu. zeynep de öyleydi ama onur hiçbir zaman öyle düşünmüyordu. bazen zeynep'in ondan sıkıldığını düşünüyordu. "acaba benden soğuyor mu?" diye düşünmekten kendini alamıyordu. paranoyaktı ne de olsa. ne düşüneceğini kendi seçmiyor, beyni seçiyordu. kalbiyle olan cengi hâla devam ediyordu. zeynep de öyleydi, mi? öyledir heralde. yoksa bu kadar süre onla başa çıkmazdı. onur çünkü düşüncelerini aktaramıyordu. o kesinlik arıyordu. dediğim gibi "bir şey olumlu bile olsa kesin değilse olumsuzdur." aynen de öyle. zaman çabuk geçiyordu. bazen küsüyorlar, sonra barışıyorlar. bazen onur "artık olmaz" diyordu. onur aslında ona aşıktı ama kendine yediremiyordu. onun için o aşık olmaması gereken bir insandı. bazen nefret ediyordu ondan, bazen yaptığı saçma hareketler oluyor; soğuyordu. ama küsse bile ayrı kalmak istemiyordu. onunla sevgili olmak istiyordu ama. onunla bir ömür geçirmek istiyordu. zeynep ise aslında öyle bir düşüncede değildi. zeynep'e göre onur ömür boyu birlikte olacağı bir yoldaş ama sevgili değil. ilginç şeyler vardı kimse anlamıyordu. onur sonra dayanamadı, aylar boyunca kendi içini kemirse bile söyleyemediği şeyi söyledi: -ne sevgiliyiz, ne kankayız; çok değişik bir şeyiz. -aynen öyle, bence daha güzel böyle; değil mi? -evet ama ben artık kaldıramıyorum. seni korumak istiyorum, sana şiirler yazmak istiyorum. -yaz gene şiirler, gene koru beni; olmaz mı? zeynep sürekli ardından sorular soruyordu. verdiği cevaplar onur'u tatmin etmiyordu. onur uzun uzun cümleler kurduktan sonra son satırlara şunları yazdı: -ben seninle sevgili olmak istemiyorum, bir ruh olmak istiyorum. yaşayacağım 10,20,30 ya da ne kadar yaşayacaksam o kadar yıl seninle aynı ortamlarda bulunmak, aynı yerlerde olmak aynı şehirlerde olmak aynı evde olmak istiyorum. uyandığımda, sağa/sola döndüğümde yüzünü görmek istiyorum. filmlerde olur ya hani kadın uyanır, yatağında kocası yoktur. salona doğru gider, bir bakar erkeği sofra hazırlıyor ve kadının yüzünde bir gülümseme. heh işte ben onu istiyorum. zeynep mutlu oluyordu ama bilmiyordu. mutluluk onur'da ama kendisi her zaman mutsuzluğu seçiyordu. onur da ona şaşırıyordu. kızlar mutsuzluğu seçiyorlar. kendini mutlu edecek erkek varken kendini mutsuz edecek erkeklerle beraber oluyorlardı. benim mutlu edeceğim âşikardı. bir insan zaten kendi sevenini değil kendi sevdiğini seçiyor. ama kendi sevdiği şanstı. %50 iyi, %50 kötü olacaktı. kötü gelirse şâyet çok üzülecekti ve onu kabullenmek zorunda kalacaktı. ben ise %100'üm. ama o %50'yi istiyordu. konuştuktan sonra onur zorlamak istemedi. egosu vardı onur'un. gururluydu. çok zorlayıp kendinin sanki küçüleceğini düşünüyordu. basit bir şey olacaktı, yalvarmak onun için değildi. ama onu da kazanmak istiyordu. kendiyle savaş verdi, veriyor... şimdi onur ne yapmalı? zeynep'i bırakıp hayatına devam mı etmeli? yoksa zeynep'le adı olmayan bir şey olup devam mı etmeliydi? ...
    15. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      rez bi kaç başlık gezip okuyacam
    16. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bölüm 6 karar verecekti ama zorlanıyordu. zeynep varken mutlu ama mutsuz da aynı zamanda. zeynep yokken mutsuz ama aynı zamanda mutlu da. varken mutlu çünkü ona bağlıydı, onunla olmak ona güven ve huzur veriyordu. yokken de mutluydu bir bakıma çünkü ona daha da bağlanmak yerine bir yerden sonra kopması ona daha büyük bir acıdan kurtulma fırsatını sunuyordu. ne düşüneceğini bilmiyordu, işler değişikti. çok değişik duygular içinde, kararsızdı. onur farklıydı, onur insan değildi sanki. ne düşünmesi gerektiği, neler yapması gerektiğini kendi karar veremiyordu. karar hep dışarıya bağımlıydı. mutlu olmak istiyor ama mutsuzluğa doğru sürükleniyordu. zeyneple konuşsa da üzülüyordu konuşurken. onunla evlenmeyi ümit ederken zeynep'in böyle bir şey istememesi onu üzüyordu. başlarda sevmiyordu da onu ama sonradan ona bağımlı olmuştu. muhtaç olmuştu. çünkü tek dostu, tek yâri gibiydi. hayatta insanlar bir şeye bağımlı olmayı sever. aşık olunca, aşık olduğu kişiye bağımlı olurlar. aşk acı vermez normalde ama işte bu bağımlılıktan kurtulunca acı çekiyoruz. aynı sigara gibi. sigaraya bağımlıysanız bıraktığınızda, gittiğinde ne yapacağınızı şaşırırsınız. başka bir şeye bağımlı olmak istersiniz. çekirdek çitlersiniz, başka şeylere bağımlı olmak istersiniz. aşkta öyle. kurtulursun ama başka bir bağımlılık getirir acısıyla beraber. onur bir o tarafta bir bu taraftaydı. zeynep'e bağımlıyken ondan kurtulmak için başka bir şeye bağımlı olmak istedi. başka insanlar, başka ilişki, başka şeyler... buldu da. manolya, onur'un eskiden arkadaş olduğu bir kızdı ama o zamanlar insan gibi düşünemediği için onunla ilgilenmemişti. farketmemişti. sonra ona bağımlı olmak istedi. onunla zeynep'ten gizli konuşmaya başladı, manolya mutluydu ama onur mutlu olduğunun farkında değildi ya da gerçekten mutlu değildi. zeynep ile konuşurken yaşadığı duyguları onda yaşamıyordu. her şey zamanla olur diye düşünerek devam etti onur. bir vakitler oluyordu aslında sonra geçiyordu ama. karar veremiyordu. zor durumdu, iki arada bir derede kalmak zor durumdu cidden de. zeynep farketti bu durumları. onur sanki ondan kaçıyormuş gibiydi, öyleydi de. zeynep anlamış olacak ki onur'a sordu: -bir şeyin mi var, anlatabilirsin? -yok be, bu aralar öyle durgunum oluyor arada bana böyle. zeynep yemedi çünkü tanıyordu. onur'u anlamak zor da değildi. beyniyle hareket ediyordu çünkü. her şey kesindi. her şeyi açık yapıyordu sanki. zeynep ile konuşmuyor, ondan kaçıyordu. zeynep zorladı: -var bir şeyin, bana karşı mı? ne yaptım? -bir şey yapmadın, ben yaptım. ben bir aptalım çünkü. sana bel bağladım ama sen beni istemiyordun. ben yaptım evet, mutlu olmanı isterken sen mutsuz olmayı seçtin. evet, tabiki de ben yaptım manyak mısın; ben seninle mutlu yaşamak isterken sen bana mutsuzluğu yaşattın. yok yok senin suçun yok canım tabi ki benim suçum. başlarda öyle sevgili gibi olunca, güzel davranınca aptal gibi inandım. diyemedi... demek istedi, diyemedi. demek istedi, olmadı. içinde bir şey ona karşı kopmak istemiyordu. %99 emindi, beyni emindi. beyni "oğlum hadisene!" diyordu ama %1 kalbi onu ona bağlıyordu. %100 olmuyordu, kesinlik olmuyordu. kesin olmalıydı. sevgili olduktan sonra birden zeynep'in sevgililikten uzaklaşması ve istememesi saçmaydı. ama hâla da onurla kalmak istiyordu. ne yapıyordu? onur ne yapması gerektiğini anlamıyordu. hayattaki tek derdi de zeynep değildi. kendiyle savaş veriyordu. şizofren olmak istemiyordu. katil olmak istemiyordu. şüpheciydi, paranoyaktı. içi, içini yiyordu hep. zeynep, ne yaptım dedikten sonra susmuştu onur. geveledi, hayır falan dedi ama zeynep yemedi. zorladı: -hayır, bir şeyin varsa söyle çözmeye çalışayım; çalışalım. -var bir şeyler. var ama... hani anlatasın gelir, böyle ağzının içinden tam dışarı çıkacak gibi olur ya orada kalıyor çıkmıyor işte. -çıksın, çıkar! -ne bileyim, ben mutlu olmak istiyorum mesela. mutluluk neredeyse oraya gidiyorum. mutsuzluk bulduğumda da üzülmüyorum. kararlarım yanlış, hakettim diyorum. ama sen mutsuzluğu seçiyorsun, mutsuz olunca üzülüyorsun. hakediyorsun. ben seninle mutlu olacağım, kararım bu. sen de olacaksın ama kararın bu değil. mutsuz olunca da neden böyle oluyor onur diyorsun. ben sana mutsuzluğumu anlatmadım mesela hiç. çünkü kararlarım yanlışsa hakettiğim için ağlamıyorum. sen gelip anlatıyorsun ve hakettiğin hâlde inkar ediyorsun. küfreder gibi konuşmuştu sanki onur. daha da devam edecekti ama daha da kırmak istemedi. içinde bir dünya yaratmıştı onur. dünyalarca kusmak istedi her şeyi zeynep'e ama onu kırmak da istemedi. onu mutsuz ettiği hâlde kırmak istemedi. nasıl bu hâle gelmişlerdi? sevgili olmuşlardı. sonra güzel devam ederken onur, zeynep'e şiirler yazarken zeynep'in ilgilenmemesi başlamıştı. onu sevmiyor gibiydi. onur dayanamayıp sordu, zeynep evet dedi. seninle çok iyi anlaşıyorum, hep beraber olalım ama aşk olarak değil demişti. ne kadar çabuk olmuştu bunlar. normal bir insan zeynep'i bırakıp giderdi ama onur gidemiyordu. bir şey bağlıydı sanki. kıramıyor, kırmaya çalıştıkça daha da acı çekiyordu. acaba onur yalan bir dünya yaşayıp zeynep ile beraber mi olmalıydı? yoksa... yoksası yok, yapacak bir şeyi yok yalan dünyadan başka... ...
    17. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      çok esnek atıyorum nedense, ardında bekleyen olmadığını hissedince insan aklına gelmiyor. bu da; bölüm 7 onur dedik durduk, hep onuru kötüledik, hep onuru anlattık, hep onurun dünyasından bahsettik. onur'dan da ibaret değil tabi dünya. mesela başka insanlarında sorunu var. herkes sorununu yüksek görmekle meşgul tabi. aşk acısı çeken de "benim de derdim var ulan!" diyor, sevdiği insan ölen de "benim de derdim var ulan!" diyor. garip işte her şey. kiminin acısı manevi, kiminin acısı maddi. ama hepsinin adı aynı: "acı" mesela bazı insanlar hiç terk edemiyor. terk etmek istemiyor. yalnızlar çünkü. yalnız kalmak istemiyorlar artık. bir kez yalnızlığı tadınca artık yalnız olmak istemiyorsunuz. birini terk de edemiyorsunuz. yaptığı hatalarla bile seviyorsunuz. muhtaç oluyorsunuz ona çünkü. onur da öyle aslında. muhtaç. muhtaç o da insanlara. tüm insanlığa muhtaç değil ama hayatında hep bir kişi oluyor ve ona muhtaç oluyor. ilk baştayız biz hâla. onur daha başında. ilk muhtaç olma dürtüsü ona "zeynep" ismini söyledi. zeynep'e muhtaç artık. o varken de mutsuz, o yokken de mutsuz. değişik duygular içerisinde onur. onu hep seviyor hem de sevmiyor. seviyor, çünkü onunla mutlu olduğunu fark ediyor. sevmiyor, çünkü ona göre o da diğer insanlar gibi. o da bir insan. aynı duyguları yaşıyor. o da kibirli, o da egolu. onur kendini insandan saymıyor tabi çünkü onda da ego olsa da haksız ego değil. bir uğraşı var. işi var diyelim kısacası. şiir yazıyor, yazılar yazıyor. egolu olmak da zorunda. yaptığı işe tutunması için buna ihtiyacı var ama egoizm kısmına geçmiyor onur. diğer insanlar hiçbir şey yapmadığı hâlde bırakalım egoyu, direk egoizmin doruklarında yaşıyorlar. onur egosunu içinde yaşıyor. insanlara vurmak istemiyor. utanıyor. kendini egoist olarak adlandırılmasından utanıyor. ama diğer insanlar yüzlerine vura vura "ben buyum! çok iyiyim lan!" diyorlar. diyorlar ve karşı da çıkınca sizi egoist olarak adlandırıyorlar. bırakalım bunları bir kenara ve onur'a gelelim. onur zeynep için aklını kaybetmek üzere. aslında zeynep için değil, kendi kendini dert ediyor. insanlar gibi normal dertleri olmasını istiyor. tek derdi ders olmasını istiyor gene. yaşıtlarına göre problemleri bu olmalı. insanların kibri, egosu, tanrı karmaşası, hayat karmaşası bu yaşta onun derdi olmamalıydı. şizofren ve katil olma korkusu hâla vardı onda. yolda yürüdüğünde karşıdan gelen insanların ona güldüğünü hissediyor, nefret ettiği insanları hayal ediyordu. hayal ediyordu ve onları o hayalde ölüyorlardı. korktukça onur artık bir şey yapma gereksinimi duyuyordu. normal oldu. oldu yani. piç oldu biraz erkekler gibi. hep kızlarla takılmak istedi diğer erkekler yapıyordu çünkü. kızlarla takıldı, arkadaş yapmaya çalıştı. internet kafelerde oyun oynamaya gitti. kafelere gitti. şiir yazmadı hiç. yazı yazmadı. düşünmeyi bıraktı. zeynep'i unuttu ama. zeynep'i unutması iyi oldu çünkü ilk defa hayatının 1 haftası hüzünlü geçmemişti. düşünmekle geçmemişti. böyle kalmak da istedi aslında. ama bir şeyler başını ağrıtıyordu; vicdan! vicdan... vicdan bir insanın tanrısı gibidir. hatta direk insan bedeninin, ruhunun tanrısıdır diyelim. bir şeyler huzursuzluk mu verdi; vicdan sana söyler. yanlış şeyleri sana vicdan söyler. tabi her insanda vicdan olmuyor öyle de bir gerçek var ama onur'da bu vardı. "zeynep üzülüyor" demesi gerekirken o paranoyaktı. "zeynep üzülüyor mudur?" dedi sadece. sorular soruyordu kendine ve hep kesinlik yakalamaya çalışıyordu. dersleri kötüye gidecekti böyle giderse. evet, belki de sosyal olarak hayatı güzel oluyordu. insanların içinde kaybolmuş, biraz da mutluydu ama içten içe kemiriliyordu. vicdanı tarafından. ailesini aklına getiriyordu en başta. sonra geleceği aklına geliyordu. tabi ya! gelecek vardı bir de. gelecekte ne yapacaktı? böyle giderse berber kalfası olmayı hayal etti... vazgeçti! geceydi, gece derken sabaha geliyordu. 3 yada 4 gibi bir şeydi. namaza da bir şey kalmamıştı. annesi de namaz kılacağı için çok da geç kalmak istemiyordu. o gece, saatin 3 olduğundan haberi yoktu. çok düşündü çünkü o gece. kendine sorular sordu o gece: -mutluyum mesela şu an, mutluluk güzel bir şey. mutlu olmak bir gâye ise ben bunu başardım; değil mi? +hayır! sen neyi başardın? sonsuzluğu bulmadın sen. sen sadece anlık duyguları buldun. anı yaşadın, sürekliliği yaşamadın ki. -sonsuzluğu nasıl bulacağım? bulunur mu? herkes mutlu olmaya çalışıyorken ben mutluydum. hayatımın 1 haftası ilk kez insan olduğumu fark ettim ve acı çekmedim. +sonsuzluğu bulamazsın zaten. yaşadığın sürece hayatında hep anlık duyguları bulacaksın. sonra o anlık duyguları biriktireceksin. sen sadece 1 tane anlık duygu buldun. kaç tane duygu yaşamadın sen farkında mısın? anlık duyguların içinde acı da var. sen acı çektikçe insan olduğun aklına gelmiyor mu? acı çekmek... herkes acı çekmiyor mu? senin çektiğin acı manevi yönden. içini kemiren şeyler yüzünden acı çekiyorsun. gene sahip olduğun şeyler var mesela. hayatın da ailesi olmayan da acı çekiyor, ayağı kanayan da acı çekiyor. senin acın ne? -ben acımı büyütmüyorum ama küçültmüyorumda. sen acıyı ne sanıyorsun? her ruhun aynı acıyı kaldıracağını mı sanıyorsun? benim ruhum bu acıyı kaldırmıyor. diğer insanlar belki bu acıyı kaldıracak ama benim ruhum kaldıramıyor. acı küçümsenir mi? hayır. acımı büyültemem ama küçümseyemem de. ... .. . savaştı kendiyle onur. şizofren olmaya bir ramak kalmıştı, hissetti. ne yapmalıydı? bilmiyordu. bilseydi bu hâlde olmayacağını biliyordu ama. bilgiyi bilmeye çalıştı. bilgileri araştırdı. mesela şizofren katilleri araştırdı. kendinde hep bir parça gördü. okulda hep yalnızmış mesela katiller. zeki olan, çok düşünen insanlar genelde hep katilmiş. kendinde hep bir parça görüyordu. şimdi ne yapmalıydı onur? hayatına anlık duyguları yaşayarak devam mı etmeliydi? yoksa vicdanını dinleyip bırakmalı mıydı? ...
    18. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bölüm 8 her şey yerli yerindeydi dünya da. herkes için normal bir şeydi dünya. kimsenin derdi tanrıyla değildi ya da ruhuyla değildi. herkesin derdi kendi hayatıyla ilgiliydi aslında. herkes kendi hayatının tanrısıdır. yaptığınız her şeyden sorumlu olan sizlersiniz. onur bunun farkındaydı ve bunun için hiçbir zaman tanrıya sitem etmedi. kendine sitem etti. biraz tanrıya sitem etti aslında başlarda. tanrıya yakardı ama sövmedi. tanrıya karşı sitem etti ama asla ona saygısızlık etmedi. ondan korkuyordu aslında, korkması da gerekiyordu. ama bu korku iyi bir korkuydu. ona kötü bir şey yapmaya engel olan bir korkuydu. onur kendiyle konuşmaya başlamıştı zaten iyice ve bunun tanrının bir konuşma aracı olduğunu düşündü. şizofreniyi böyle tanımladı. tanrı benimle konuşmuyor ama irtibatı böyle kuruyor, diyordu. başlarda normal bir insandı aslında ama ne değiştir mişti onur'u? ne yaşamıştı da böyle olmuştu? kanında mı vardı bu sorunlar? yoksa her şeyi kendi mi yapıyordu? kafasına sıkmalı mıydı peki? niye sıkacaktı? bunları ben sormuyorum. onur kendine hep bunları zaten soruyordu. o kadar psikoloji dramlarından sonra normal hayata dönelim. zeynep bildiğimiz gibi, onur bildiğimiz gibiydi. onur artık yazdıklarını profesyonel olarak yapmayı düşündü. bu arada söylemedim, artık onur liseye geçmişti. lise onun için bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşündüğü yerdi. öğretmenlerine, ilgi duymasını beklediği öğretmenlerine, yazdığı bazı yazıları ve şiirleri göstermek istiyordu. ve ilk edebiyat öğretmeniyle başladı. gitti yanına ders aralığında, boşken. utanıyordu ama çevresinde hep övdükleri için belki yeteneğim vardır, saklamamalıyım diyordu. gitti ve konuştu. yanıt ise: -tamam, sonra bakarım. küfür etse daha iyi diye düşündü onur. bundan sonra utancından başka hiç kimseden yardım istemedi. isteyemedi çünkü çekindi. egosu zarar görmüştü çünkü. aşşağılanmış gibi hissetti. daha sonra arkadaşlarıyla paylaştı. çünkü yazdığı şeyleri yorumlanması gerektiğini, yorumlanmasından öte okuyuculardan yorum almalıydı. herkes çok beğeniyordu. gerçekten de beğeniyorlardı ama. üzülmesin diye yalan söylemiyorlardı, gerçekten öyleydi. bu gazla tekrar şansını denemek istedi. tabi bu deneme, ilk denemenin üzerinden 3-4 ay geçmesiyle oldu. felsefe öğretmeni vardı. kendi gibiydi aslında. biraz egoluydu. anlıyordu. kültürlüydü. gitti ve sordu. cevap: -meşgulüm, sonra bakarım. ama ders boştu. meşgul değildin öğretmen. neden bakmadın? aslında bu denemeden önce felsefe öğretmeniyle de atışmıştı. çünkü kompozisyon görevi vardı, ödevi vardı. ödev "ütopya" ve öğretmen özen istiyordu. herkes internetten baka baka yaparken kendi uzun bir yazı yazdı. sırf hocaya inat, kendini gösterme hevesiyle çok da özen gösterdi. internetten kopya çekerek yapılan ödeve verilen puan 95 idi. kendine verilen 80'di. tek tek okurken, onur'un kağıdı okunurken öğretmen duraksamış ve "nereden aldıysan güzel almışsın" dedi. normalde üzülmesi gerekirdi ama çok sevindi. -hiçbir yerden almadım ama bunu şahsıma olan bir övgü olarak alıyorum. teşekkür ederim. piç gibi sırıttı onur. öğretmen 2-3 saniye duraksadıktan sonra devam etti. onur aslında bu ödevle kendine olan güvenini kazanmıştı. her şey güzel gibiydi o andan sonra. yazdıklarını beğenmişti çünkü. felsefe öğretmeni dediği insan ise günde 2-3 kitap okuyan, kültürlü ve bilgili bir öğretmendi. o gün kendine inanmıştı. her şey geçerken aklında kalan damla damla sorular vardı. bunlar damlıyor ama fark etmemeye çalışıyordu onur. damlalar göl olurken fark etti her şeyi. kendiyle atışma vakti gelmişti: -ne yapıyorsun sen? egoist misin? hayatında bir kere de fark edilme. uslu dur. ne olur yani? normal ol, kendini ispatlamaya çalışma. ne yapacaksın yani? ünlü mü olacaksın? bir necip fazıl olmaya mı çalışıyorsun ya da ömer seyfettin mi olmaya çalışıyorsun? onur bu sorulara cevap vermedi ama haklılık payı da vardı. düşündü ve cevapladı gözünden akan 1 damla yaş burnunu üzerinden ağzına doğru kayarken: -bir şey yapmıyorum. zaten yapmadığım için olay. yapmak istiyorum ama hep bir engel çıkıyor. peki sen ne yapmaya çalışıyorsun? hayatından mutlu musun sen? gerçi senin için her şey kolay. sen sadece sorular soruyorsun ben ise onları cevaplamak zorunda kalıyorum. peki ben sana soruyorum, sen ne yapıyorsun? sen benim için zarar mısın? seni öldürmek istesem ben de ölmek zorunda kalacağım. katil mi olmamı istiyorsun? şizofren mi olma mı istiyorsun? ben senin liderinim. ben seninle vahded-i vücud olmak istemedim. zarar vermek yerine bana yardım et. kendi kendiyle konuşmanın faydaları da vardı. bu konuşmadan sonra rahatlıyordu. içinde cevaplanmış sorular oluyordu ve cevaplanan her soru ona huzur veriyordu. peki bu filmin sonu ne olacaktı? şizofren mi olacaktı onur yoksa katil mi? fark edilecek miydi peki? yoksa intahar mıydı her şeyin sonu? ...
      0intihar diye yazılıyor pinguin xd - frankenisten 19.01.2016 19:17:38 |#2516423
      0ya intihar yazıaaktım hatta googledan baktım da işte azizliğe gelmiş, kalsın bee:( bu arada teşekkür:( - zenci penguen 19.01.2016 19:51:19 |#2516491
    19. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bölüm 9 sanki gönlünün ortasına bir buzağı oturmuş gibiydi onur. yorgun argındı. yorgun derken, bedenen değil; ruhen yorgundu. düşünmeye mecali yoktu. sevmeye ahvâli yetmiyordu. yaşamaya isteği kalmamış gibiydi. buzağı kalkmıyordu da. ne yapmalıydı? felsefe öğretmeninden yanlışlıkla da olsa övgü alması onur'u mutlu etmişti. yaşamak için sebep arıyordu aslında. şiir yazması, yazı yazması hep ondandı. hayata bir şey için bağlanmalıydı. sevgisini başkasına vermeyi de böyle keşfetmişti. aşık olursam hayattan haz alırım demişti. yazılar ona haz veriyordu, hayattan haz alıyordu ama bir süre sonra canlı bir şeylere ihtiyaç duydu. aşk, onu canlı tutmalıydı. kalemlere aşıktı ama canlı değildi. kağıtlara sevdalıydı ama canlı değillerdi. oturdu ve bir şeyler yazmaya başladı onur: -ben hayatımda mutluluk görmedim dersem yanılırım. ama mutsuz da olmadım dersem yanılırım. hayatta yaşamam gerektiği kesin. ölmem gerektiği zaten bir kural. yaşamak istemeseydim şâyet ölmem de gerekmeyecekti. ölmek istemeseydim de yaşamam gerekmeyecekti. peki böyle olasıklar yaratabiliyorsam neden bunlara cevap veremiyorum hâlen? "yaşamak ister misin?" denilmedi ki bana. ya da "ölmek ister misin?" denilmedi. sonsuza kadar yaşamak istemiyorum ya da hemen ölmek istemiyorum ama seçenekler sunulmalıydı. yaşadığımdan beri kalıplara sığdırıldım. toplum denen bir şeyle tanıştım. tanrı yaratmıştı beni ama toplum yönetiyordu. ben toplumun kulu muyum, tanrının mı? neden herkes tanrının çizdiği yol yerine, toplumun çizdiği yolda o zaman? ben kime inanmalıyım? onur düşündü ama hiçbir çıkar yol bulamadı. aslında cevaplarını alamayacağını biliyordu. alma şansı olsaydı zaten şu an onun hikayesini yazmıyor olurduk; destanını yazıyor olurduk. her şeyi yazarken hayatında bir şeyler de oluyordu. internetten tanıştığı bir kız vardı. aslında hep onu görüyordu ama tanımıyordu. ne konuşmuşlar ne görüşmüşlerdi. biri başka memlekette, diğeri başka memleketteydi. bir zaman sonra nasıl olduğu bilinmeden mesajlaşmalar başladı. ilk kim attı ben bile bilmiyorum aslında. hikayeyi ben yazıyorum ama bilmiyorum. ama ikisinden biri selam vererek başlamıştır heralde. konuşmalar devam ediyordu: -ben yağmur, aslında sen bende hep ekliydin ama hiç konuşmamıştık. -aslında ne yalan söyliyim ben de görüyordum ama mesajlaşmıyorduk. derken böyle başladı aslında. yağmur "yazılarını, şiirlerini beğeniyorum" dedikten sonra onur bu övgü karşısında mutlu oldu ve 1-2 haftaya kalmadı zaten adı olmadan bir ilişkiye başlamışlardı. o ona mesaj atıyordu sürekli, o onu arıyordu. uzaktalardı ama bir şeyleri berabermiş gibiydi, mi? onur mutluydu aslında ama bu mutluluk 1 ay sürmüştü. yağmur çok fazla mutluydu aslında ama onur'un aklında hep sorular vardı. yoktu aslında ama sonradan geliyordu, oluşuyordu. kendiyle tartışmaya başladı sonra: -sen aptal mısın? hayatında belki uzun bir süre görmeyeceğin biriyle mi birlikte olacaksın? uzakta o, ne yaptığını göremeyeceksin. sen nasıl güveneceksin? seni tanıyorum ben, senin güven sorunların var. hayatında yanındaki insana bile güvenemiyorken uzaktaki birine nasıl güveneceksin? aşklar mesafeye engel midir? evet, bal gibi de engeldir. başlarda her şey güzel gelecek ama mutsuz olacaksın sonra. her şey "keşke" olacak. her şeye "keşke" demeye başlayacaksın. "keşke burada olsaydı" diyeceksin önce, sonra "keşke görebilsem" diyeceksin. daha sonra "keşke sarılabilsem" diyeceksin. en son "keşke..." diye bitecek. sen kafandaki soruları arttırıyorsun. hayatında delirmeye yer mi arıyorsun? buna hazır mısın? onur cevap vermedi, veremedi çünkü doğruydu. bunu söyleyen kendisiydi aslında. kendisini, kendisinden daha fazla kimse anlatamazdı. düşünüyordu onur ama çıkar yolu yok gibiydi. geçen ayların 3. ayı olamadan olmayacağını söylemişti. yağmur üzülse de, yakarsa da bir şey değişmeyecekti. bir den oldu her şey. 10 dakka da her şey eskiye döndü. onur için tabi. yağmur için belki zordu ama onur için çok kolaydı. onur duygusuz muydu? her şeyi çok kolay unutabiliyordu. bu onu gamsız mı yapar? yoksa üstün mü kılar? duygusuz olmak ayıp mı? bunları ben yazıyorum ama ona sormuyorum. zaten kendine soruyor bunları. hayatı bir mutlu oluyordu sonra mutsuzluğa gidiyordu. hastalık yaşıyordu sonra geçiyordu. her şey sabit değil, değişkendi. bu onu üzüyordu, boğuyordu. bir şeye alıştıktan sonra gitmesi insanı boğmaz mı? sen bir müddet mutlu olduktan sonra, mutluluğa alıştıktan sonra mutsuzlukla tanışınca boğulmuyor musun? ben boğuluyorum. o yüzden kimseye ümit bağlamak istemiyordu onur. evet, muhtaç oluyordu ama bu bir hataydı onun için. biliyordu da. o yüzden çabuk unutabiliyordu. çünkü kendi istiyordu. bir şeye alıştıktan sonra kaybettikten sonra acı çekmek istemiyor. birine aşık olduktan sonra biterse ilişki, mutsuz olmamak için kendini programlamıştı. bu duygusuzluk değildi işte, akıllı olmaktı; zekaydı. onur yatmadan önce oturdu bilgisayara, açtı bir not defteri ve yazmaya başladı: -insanlar bazen bana duygusuz diyor. bazen de değer bilmez diyor. aslında doğru ama bu sadece görünen kısımdı. bunların altında yatan neden ve manâları bilmiyorlardı. ben duygusuzum, evet. sizler aşık oluyorsunuz, ayrılınca her gece, her gün ağlıyorsunuz. ben aşık olduğumda ayrılınca her gece ağlamıyorum. çünkü mutsuz olmak istemiyorum. mutsuz olmayı engelliyorum, o yüzden duygusuzum. değer bilmez diyorsunuz. hemen unutabildiğim için mi? bir şeye muhtaç olmak acizlik. ben buna bağlı yaşadım, yaşıyorum ama farkına varıyorum. sizler bir insana muhtaç olunca onsuz yaşayamıyorsunuz. yaşamak zorundasınız. hayat bitmiyor çünkü, devam ediyor. ben bir insanı her gece elimde şarap, sigara ile sevmedim. her gece elimde kalem ve kağıt ile sevdim... "ben bir insanı her gece elimde şarap, sigara ile sevmedim. her gece elimde kalem ve kağıt ile sevdim..." ... iyi geceler...
    20. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      rez atıp gidiyorum sabah ayık kafayla okurum
    21. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bende bi rez atayımda kafa güzelken okurum.
    22. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      peh amk sadece 1.bölüm var sandıydım neyse beyin eror vermesin ara ara okuyum
    23. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bölüm 10 duygularını kontrol etmeye çalışıyordu onur. artık bir şeyleri değiştirmenin vakti geldi diyordu "yeniden" ve "yeniden" bunu söylüyordu. değiştiriyordu bazı şeyleri ama o değiştirdiği şeyler elbet ardından geliyordu. bazen mutluluğu değiştirmeyi de düşündü. mutlu olmak isterken mutluluğu bile değişmeyi düşündü; huzur ile. huzur ve mutluluk kavramını ayırt ediyordu artık. mutluluk anlık diye düşündü. huzur ise kalıcıydı onun için. huzur, bir şey oturunca sağlanıyor. hayatında düzen sağlayınca insanlar huzur buluyor. huzurlu yaşıyorlar. bu anlık olmuyordu. onur da bunu istiyordu. bir şey için mutlu olmayı değil, bir şey için huzur dolmayı istiyordu. sonra makaleler yazmaya başladı farklılık olarak. önce siyasi yazdı. sonra içini dökmek için yazdığı şeyleri makale gibi yazmaya başladı. felsefi, edebi şeylere yöneldi. ilk yazdığı makale adı da: "şizofren vesvesesi" idi. şunlar yazıyordu: -"ben her gece tanrıya dualar ederken küfürler etmedim. yardım etmese bile onla konuştum. çünkü yalnızdım ve dertlerim birikmişti. dinledi beni, benle konuşmasa da dinledi. şizofren gibi gözüküyor olabilirim ama dostlarım olmadığı için en mantıklısı bu değil mi? tanrıyla konuşan şizofren bir insan olmayı yeğlerdim; sahte sevdam ve sahte dostlarım olacağına." kendini döküyordu, kendini anlatıyordu. kendinin ne durumda olduğunu biliyordu ama kendini ezik olarak göstermemek için kimseye de anlatmıyordu. kimseye: -ben yalnızım. ben hastayım. doğru düzgün düşünemiyorum. insanlarla irtibata geçemiyorum. içimde başka bir onur besliyorum. kendi kendime konuşuyorum artık. geceleri ağlamak yerine artık geceleri bir insanla konuşup gülmek istiyorum. diyemedi. demek istiyordu ama bunları söyleseydi acınacağını düşünüyordu. o yüzden sadece yazıyordu. ismini bile kullanamıyordu zaten artık. internet arkadaşı olmuştu. gerçek hayatta aslında dostu vardı. dostu yok değildi ama onlarla da irtibata geçmek istemiyordu. gerçek hayat ona acı veriyordu. çünkü onur gerçeklerden hiçbir zaman fayda göremedi. insanlar gerçek hayatta iki yüzlü. karşısındakinin görünüşüne göreydi her şey. her şey menfaatti gerçek hayatta. ona ön yargıyla yaklaştılar gerçek hayatta. tipine göre yargıladılar bazen. aslında tanıştıktan sonra ne kadar yanıldıklarını görüyordu insanlar ama ya tanışmadıkları? yolda yürümek acı veriyordu. internet onun hayatı olmuştu artık... okula gidiyordu. okulda arkadaşları vardı. fazla arkadaş vardı ama o kimseyle görüşmek istemiyodu. sabit 5-6 kişi dışında kimseyle konuşmak istemiyordu. irtibata geçmiyordu. felsefe ve edebiyat öğretmeninden ilgi göremeyince o da internette düzgün bir büyüğünü bulup öyle sormayı düşündü. birileri profesyonel olarak bakmalıydı artık. profesyonel olarak yorumlamalıydı, eleştirmeliydi. okuyucu görüşünü arkadaşlarından alıyordu ama yazar kafasıyla eleştiri görmek istiyordu o. ama bulamadı. kimse yanıt vermedi. mail attı tabi ama cevap verilmedi. kitap çıkarmayı, basmayı düşündü. kim alacaktı? kimse tanımıyordu onu o kadar. yazdıkları da zaten günümüzdekilerin alışık olduğu şeyler değildi. felsefi şeylerdi. aşk yoktu çünkü içinde. tanrı vardı, insan vardı. ruh vardı. her şey vardı aslında ama insanlar sadece aşk üzerine yoğunlaştığı için bunlar ilgilerini çekmeyecekti. boş verdi. yazmayı bıraktı. şiir de yazmıyordu artık. çünkü yazamıyordu. yazılar yazmaktan, şiiri unutmuştu. yazdığı rubailer, beyitler gitmişti. yazamıyordu. ne oluyordu? içindeki onur fark etti: -hayatını insanlar için mahvettin. benimle konuşmak için şiiri bırakıp yazılar yazdın. ben içindeki onur'um. içindeki ahmet değilim. seni zaten tanıyorum. neden hâla kendini bana anlatmaya çalışıyorsun; tanıyorum seni! -tanımıyorsun beni. tanısaydın bu kadar acınacak hâlde olduğum için bana yardım ederdin. huzur istiyorum, veremiyorsun. senin yüzünden bu hâldeyim. beni düşüncelere sen soktun. sen beynimle, kalbim ile birliktesin çünkü. beynim kanıt istiyor, kalbim duygu istiyor. biri kesinlik istiyor, diğeri hissetmek istiyor. ben ne düşünebiliyorum, kendime kesinlik bulabiliyorum. ne de artık bir şey hissedebiliyorum. birilerini öldürmekten haz alacak hâle geldim. duygularım yok oluyor. artık insanlara değer veremiyorum. onlardan nefret ediyorum. kendimi unuttum. kim olduğumu unuttum. bunları sen yaptın! düşünmek istemiyorum ama senin varlığın bunu sorgulatıyor bana. düşün diyorsun içeriden. paranoya yaratıyorsun bana. katil olacağım ya da şizofren olup kafama sıkacağım. senin yüzünden! devam etti de etti onur. hayatı karışık hâle geliyordu artık... hep böyle şeyleri konuştuk, onur'un içini konuştuk. biraz da dışına bakalım. mesela okulu. matematiği iyiydi. 1 puanla karnesine 5 gelemiyor. sayısaldı onur. kimyası da 4 geliyordu. fiziği kötüydü ama öğretmeni onu seviyordu. ilgileniyordu. onda ışık olduğu düşünüyordu. geometrisi hiç iyi değildi. hiç bir şey anlamıyordu çünkü. çalışmıyordu da geometriye. biyoloji de öyle aslında. o kadar kötü değil ama sevmiyordu bazı konular dışında. 3 geliyordu ama gene. diğer derslerini anlatmayalım ama zayıfı yoktu. 2'si bile yoktu. iyi öğrenciydi. zeynep hâla yaşıyor bu arada ondan bahsetmedik. konuşuyorlar. yakınlar. içerideki onur: "hayır!" diye bağırsa da o "evet!" diye bağırıyordu. yalnızlığını hatırlamamak için "evet!" diye bağırıyordu. okul kapanıyor... yaz geliyordu. ne yapacağını bilmez hâlde düşünüyordu. tek iyi yaptığı işi yapıyordu; düşünüyordu. uyumadan önce bir haziran gecesi, bir şeyler karaladı gene ve uyudu: -yaşamayı istemedim ama yaşıyorum sevgili tanrım. senin sözünü dinledim ama artık sıra bende; ölmek istemiyorum. cehennem vaat edebilirsin ama zaten bir cehennemde yaşıyorum. ...
    24. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bölüm 11 yaz geldi, onur beklediği gibi yaz geçirmiyordu. daha ilk günden aksilikler yaşıyordu. zeyneple küsmüştü. konuşmuyordu. konuşacak sadece internetten tanıdığı arkadaşları vardı. zaten kısa bir süre de interneti, dünyası olmuştu onur'un. asosyal bir çocuk değildi. aslında o da istemiyordu ama dışarı çıktığında insanlara bakış açısı olumlu değildi. insanları görmesi bile gününün kötü geçmesine yetiyordu. oyun oynuyordu, yazılar yazıyordu. eski sevdiği bir kızı tekrar sevmeye başlamıştı. şeyda vardı hani. o şeyda'yı tekrar kazanmaya çalıştı. bu sefer ciddiydi. bu sefer onunla birlikte olup, hayatının mutlu olmasını istiyordu onur. yalnız kalması gerektiğini düşünüp şeyda ile arasındaki bağı koparmıştı onur. şimdi tekrar birleştirmeye çalıştı. önce anonim olarak hesap açıp peşine takılmıştı. teknoloji ileriydi tabi. her türlü anonim olup biriyle konuşabilirdin. onla tanışası zor da olmadı gerçi. hani bir "ask.fm" akımı vardı ya. heh işte o dönemlerdeydi onur. lise'nin ortalarında şeyda'nın ask.fm'sine anonim olarak sorular soruyordu. onu tanıdığı için bildiği şeyleri ona söylüyor, şeyda ise meraklanıyordu. bir kız kafası budur. meraklandır, sanki sihirbazmış gibi bazı şeyleri bil; hayırlı olsun! ask.fm ile konuşup kendini azıcıkta olsa yakınlaştırmıştı. gerçi diyebilirsiniz tanımadığı bir erkekten hoşlanan kızdan ne hayır beklersin, diye ama yıllar geçtikçe böyle oluyor. teknoloji insanlığı sömürüp, kalbinizi değil; beyninizi çalıştırmaya başlıyor. artık her şey mantıktı. duygular gidiyordu. "bu benim kafadan, benimdir!" artık bu var. artık konuşarak, anlaşarak hoşlanma yok. artık ilk görüşte aşk var. ilk gördüğünde analiz yapar insanlar. "bu tipsiz, yanıma yakışmaz." diyerek düşünürler. ya da "arkadaşlarımdan utanırım ben bu tiple" diye düşünürler. artık böyle. hiçkimse demesin "iç güzellik önemlidir" diye. kimse yalan söylemesin. sen "iç güzellik" dersin ama beynin algılar karşındakinin çirkin olduğunu ve onla olmayacağını söyler sen ne kadar iç güzellik dersen. kalben inanırsın "iç güzellik" olayına ama beynin hükmeder kalbe "yakışmaz" der. artık bu var. onur, şeyda'yı kendine çekmiş gibiydi. yapmak istemediği, ifşa olmayı düşündü. ifşa olsa mıydı? şiir yazdı aptal gibi. şeyda biliyordu şiir tekniklerini az buçuk. anlamıştı tek şiirde. -sen onursun değil mi? diye cevap geldi hemen altına. 2 dakika sırıttı ve bekledi. mutlulukla karışık endişe ve heyecan vardı onur'da. ne yapması gerektiğini düşündü önce. sonra cevap verdi: -evet, onur'um... demekle yetindi sadece. diyemedi çünkü bir şey. önce utandı sonra egosu "kendini küçük gösterme! ayakta kal!" diyordu. kalbi ise "oğlum bu aşk, mal mısın? onu kazan!" diyordu. gene çağımızın iletişim ağı olan "feyzbuk" üzerinden konuşmaya başladılar. ekleştiler baştan tabi önce. utanıyordu onur. kendi bitirmiş şimdi kendi başlatmak istiyordu. utandı önce sonra düzeldi. konuşuyorlardı. dizilerden konuşmaya başladı. zaten onur onu tanıyordu, biliyordu. sonra filmlerin bahsi geçti. şeyda, onur'a; -harry potter izledin mi hiç sen? -biraz şey olacak ama kültürsüzlükten değil, fantastik şeyleri sevmiyorum. izlemedim:( onur bir utandı önce sonra fantastik, bilim kurguya olan nefretini yenip izlemeye başlayacaktı. izledi de. 1 günde tüm serilerini bitirdi... sonra konuşmaya çalıştı tekrar. 1 ay boyunca böyle oldu. konuşmaya çalıştı onur. şeyda'da konuşuyordu ama duygularını bilmiyordu onur. şeyda istiyor muydu tekrar? ya da onur'un yalnız kalma hevesine karşı savaşı ne olacaktı? sonra şeyda ile konuşurken laf arasında bir cümle geçti ki... yıkılış: -bugün 2 ay oldu, acaba ne hediye alsam ona. sen erkeksin, bilirsin söylesene? ... .. . bir duraksadı, cevap vermedi. dalga mı geçiyordu? yoksa aptal mıydı? insanları üzmeyi mi seviyordu? sadist miydi? utanmaz, aptal biriydi galiba. karşıdaki insanı düşünmeyen biri olarak hayal etti. soğuyamadı ama gene de ondan. soğumak, unutmak istedi ama olmadı. ilginç bir şekilde bağlanmıştı. ne yapacağını bilemedi. güler gibi yaptı, cevap vermeye çalıştı. zaten ondan 1-2 gün sonra iletişimi de kestiler. o ayrı gitti, bizim onur gidemedi. en azından 1-2 ay unutamayıp, gidemedi hiçbir yere. sonra gitti. zeynep çareydi galiba. bu acıyı onunla söndürebilirdi. onu da kullanıyordu dimi onur? onur fark etti bunu: -içinde yaşıyorum ama senin yaptıklarını görebiliyorum onur. senin yaşadığın duyguları sadece ben anlıyorum onur. ben senim. insanları kullanıyorsun. aslında kullanmıyordun ama istediğin şeyi olmaya başladın. insan olmaya başladın. menfaate bağladın her şeyini. dostluğunu, hayatını menfaatler üzerine kurdun. sen acı çekiyorsun diye yalancıktan başka biriyle mutlu olacağını mı sanıyorsun? acını başkasıyla söndürmek mi? sen aptal mısın? zeynep zaten seni sevmiyor. sen öyle sanıyorsun. cevap veremedi onur. sustu ve uyudu... onur bir şey yapamayacak... ...
    25. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      yaklaşık 2 haftaya yakındır yazmadım, özür dilerim... devam edeyim bari bölüm 12 hayatında çok seveceği birini, çok sevdiği birini buluyorken bir yıkılış onur'u darma duman etmişti. ne yapacağı hakkında bir fikri de yoktu. bazı şeylerin peşinden koşmalı insan. mesela hedeflerinin. mesela başarılarının. mesela geleceğinin. ama bazı şeylerin peşinden koşmak tehlikeli. öncelikle insan kendine zarar verir. sonra gene kendine zarar ver, hep kendine zarar verir. bir kızı sevdiğin zaman istemiyorsa peşinden koşmak sadece seni üzüyor. egonu bir yere atıyorsun. güçlü duruşunu, hayata karşı dik duruşunu bozuyorsun. moralin çöküyor. kendini küçük hissediyorsun. onur da onu hissetti işte. ne yapacağını düşünmekten başka bir şey yapamadı. kendiyle konuşmak da zarar veriyordu. çünkü içindeki sürekli ona: -yazık... acıyorum sana, şu an ki halinin farkında mısın? karıncadan farkın yok. bir de gidip hâla onun peşinden koşmak istiyorsun. daha ne kadar küçüleceksin? şeyda ne yapıyordu? mutlu muydu? sevgilisiyleydi, mutluydu. onur ne yapıyordu, mutlu muydu? onur hiçbir şey yapmıyordu. mutlu da, mutsuz da değildi. ilginç şeyler yaşıyordu. normal arkadaş konuşmaları yapıyordu şeyda ile. hiçbir şey olmuyordu. sonra eskilerden konu açıldı nasıl olduysa. şeyda onur'a öyle bir cümle kurdu ki, hayatında bu kadar yıkılmamıştır belki de onur. hayatında kendini ezik hissedecek, kendini mutsuz hissedecek o cümleyi söyledi: -sen ayrılmasan şu an hâla mutluyduk. bitti zaten her şey. ne kaldı yani. ne olacaktı başka. cümleler edilmez, laflar söylenemez. yaşanmaz bile yani. onur şu an zebanilerleydi, yerin dibine girmişti. utandı, üzüldü, aptallığına yandı. hayatında yaptığı hataların cezasını çekiyordu. tek düşündüğü şey zaten artık gelecekti. gelecek ama o gelecekte de bir şey yoktu. tek derdi neydi biliyor musunuz? tek derdi şu an cenazesinde annesinin durumunu düşünüyordu. dostu yoktu düzgün. kimse gelmeyince annesinin durumunu düşünecekti. ondan önce kimle evlenecekti? evlenecek miydi? annesinin ona bakışını düşündü. hayatında ezik olarak devam edecek gibi hissediyor. haklı mı? haksız değil ama haklı da değil. kendi de farkında belki ama insanların kendilerini küçük olarak görme sorunları var. gerçi her insanın yok. bazı insanlar kendilerini kainatın tanrısı sanıyor o da var. ama genelde insanlar üzüldüğü tek konu bu küçük görme sorunsalından. hayata nasıl bakacağını unuttu onur. oyun oynuyor, ders çalışmaya çalışıyor. sabah kalk, okula git, eve gel, dershaneye git, ders çalış, oyun oyna, uyu. sonra bir daha; sabah kalk, okula git....... ... .. . her şey monoton olunca insanlar hayatının çoğunu kaybediyor zaten. her şey monoton olunca sıkılıyorsunuz önce. sonra kendinizi sorguluyorsunuz. "ulan ben neyim?" diyorsunuz. kendinizi robot farz ediyorsunuz. bir insan kendini sorguluyorsa illa kendini üzecek bir konu bulabilir. "hayatım monoton, yalnız öleceğim." ya da "saçım çok kötü, hiç sevgilim olmayacak." keşke tek derdimiz bunlar olsa. derdimiz madde olsa maneviyat olacağına. maneviyat derdi onur'u yiyip bitiriyordu zaten. şeyda olmadı. zeynep ile sonra tekrar düzeldiler. onla da ne oldukları belli değil. zeynep ona aşk olarak sevgi beslemiyor, onur ise ona aşk olarak sevgi besliyor. ama gene de dost gibi bir şey kaldılar ama dost da değil. anasından babasından, sevgilisinden daha yakınlardı birbirlerine ama her şey dediğim gibi çok ilginçti. sonra ilginç şeyler oldu. onur'un yakın erkek arkadaşı vardı, adı cemre. kız ismi gibi ama erkek tabi dediğim gibi. onur, cemre'ye anlatıyordu hayatında ne hissettiğini ya da ne yaşadığını. çünkü cemre de onun gibiydi. aslında uçurum vardı aralarında. ikisinin tek ortak yanı çok dostunun olmaması. cemre'ye güvenmediği hâlde öyle hissettiklerini anlatıyordu. cemre'ye, zeynep hakkında şeyler söylemişti. mesela: -zeynepten nefret ediyorum. yaptığı şeyler, düşündükleri, uyguladıkları. mutlu olmak yerine mutsuzluğu seçiyor bu yüzden nefret ediyorum. bunu söylemişti ama cemre'nin gidip zeynep'e söyleyeceğini düşünmemişti. bilin bakalım ne oldu? cemre gidip zeynep'e: -onur senden nefret ediyor, bana bunları bunları söyledi. zeynepten bir mesaj "senden nefret ediyorum iğrenç yaratık" hmm... onur hiçbir şey yapamadı. zaten anladı niye olduğunu ama belli etmek istemedi. 1-2 kere niye diye sorunca zeynep zaten söylemedi. onur hayatının belki de en uzun yazısını yazdı ve başka bir şey diyemedi. sonuç? cemre ve zeynep birlikte mutlular. aahahahah ahahahah ahahahaha ahahahaha bunları ben yazmadım bu arada. onur'un söylemek istediği şeyler. "kahkahalar atıyorum." onur, zeynepten nefret ediyordu ama tek nefret etme yönü sadece yaptıklarından ötürüydü. bu devamlı bir nefret değildi. ama yanlış şeyler, yanlış cümleler her şeyi başarırdı. ona üzülmedi. tek üzüldüğü en yakın arkadaşının bunu yapıp zeynep'i kapması. ilginç şeyler.