bugün
yenile

    bir şizofrenin kelamı

    2
    +
    -entiri.verilen_downvote
    bölüm 9 sanki gönlünün ortasına bir buzağı oturmuş gibiydi onur. yorgun argındı. yorgun derken, bedenen değil; ruhen yorgundu. düşünmeye mecali yoktu. sevmeye ahvâli yetmiyordu. yaşamaya isteği kalmamış gibiydi. buzağı kalkmıyordu da. ne yapmalıydı? felsefe öğretmeninden yanlışlıkla da olsa övgü alması onur'u mutlu etmişti. yaşamak için sebep arıyordu aslında. şiir yazması, yazı yazması hep ondandı. hayata bir şey için bağlanmalıydı. sevgisini başkasına vermeyi de böyle keşfetmişti. aşık olursam hayattan haz alırım demişti. yazılar ona haz veriyordu, hayattan haz alıyordu ama bir süre sonra canlı bir şeylere ihtiyaç duydu. aşk, onu canlı tutmalıydı. kalemlere aşıktı ama canlı değildi. kağıtlara sevdalıydı ama canlı değillerdi. oturdu ve bir şeyler yazmaya başladı onur: -ben hayatımda mutluluk görmedim dersem yanılırım. ama mutsuz da olmadım dersem yanılırım. hayatta yaşamam gerektiği kesin. ölmem gerektiği zaten bir kural. yaşamak istemeseydim şâyet ölmem de gerekmeyecekti. ölmek istemeseydim de yaşamam gerekmeyecekti. peki böyle olasıklar yaratabiliyorsam neden bunlara cevap veremiyorum hâlen? "yaşamak ister misin?" denilmedi ki bana. ya da "ölmek ister misin?" denilmedi. sonsuza kadar yaşamak istemiyorum ya da hemen ölmek istemiyorum ama seçenekler sunulmalıydı. yaşadığımdan beri kalıplara sığdırıldım. toplum denen bir şeyle tanıştım. tanrı yaratmıştı beni ama toplum yönetiyordu. ben toplumun kulu muyum, tanrının mı? neden herkes tanrının çizdiği yol yerine, toplumun çizdiği yolda o zaman? ben kime inanmalıyım? onur düşündü ama hiçbir çıkar yol bulamadı. aslında cevaplarını alamayacağını biliyordu. alma şansı olsaydı zaten şu an onun hikayesini yazmıyor olurduk; destanını yazıyor olurduk. her şeyi yazarken hayatında bir şeyler de oluyordu. internetten tanıştığı bir kız vardı. aslında hep onu görüyordu ama tanımıyordu. ne konuşmuşlar ne görüşmüşlerdi. biri başka memlekette, diğeri başka memleketteydi. bir zaman sonra nasıl olduğu bilinmeden mesajlaşmalar başladı. ilk kim attı ben bile bilmiyorum aslında. hikayeyi ben yazıyorum ama bilmiyorum. ama ikisinden biri selam vererek başlamıştır heralde. konuşmalar devam ediyordu: -ben yağmur, aslında sen bende hep ekliydin ama hiç konuşmamıştık. -aslında ne yalan söyliyim ben de görüyordum ama mesajlaşmıyorduk. derken böyle başladı aslında. yağmur "yazılarını, şiirlerini beğeniyorum" dedikten sonra onur bu övgü karşısında mutlu oldu ve 1-2 haftaya kalmadı zaten adı olmadan bir ilişkiye başlamışlardı. o ona mesaj atıyordu sürekli, o onu arıyordu. uzaktalardı ama bir şeyleri berabermiş gibiydi, mi? onur mutluydu aslında ama bu mutluluk 1 ay sürmüştü. yağmur çok fazla mutluydu aslında ama onur'un aklında hep sorular vardı. yoktu aslında ama sonradan geliyordu, oluşuyordu. kendiyle tartışmaya başladı sonra: -sen aptal mısın? hayatında belki uzun bir süre görmeyeceğin biriyle mi birlikte olacaksın? uzakta o, ne yaptığını göremeyeceksin. sen nasıl güveneceksin? seni tanıyorum ben, senin güven sorunların var. hayatında yanındaki insana bile güvenemiyorken uzaktaki birine nasıl güveneceksin? aşklar mesafeye engel midir? evet, bal gibi de engeldir. başlarda her şey güzel gelecek ama mutsuz olacaksın sonra. her şey "keşke" olacak. her şeye "keşke" demeye başlayacaksın. "keşke burada olsaydı" diyeceksin önce, sonra "keşke görebilsem" diyeceksin. daha sonra "keşke sarılabilsem" diyeceksin. en son "keşke..." diye bitecek. sen kafandaki soruları arttırıyorsun. hayatında delirmeye yer mi arıyorsun? buna hazır mısın? onur cevap vermedi, veremedi çünkü doğruydu. bunu söyleyen kendisiydi aslında. kendisini, kendisinden daha fazla kimse anlatamazdı. düşünüyordu onur ama çıkar yolu yok gibiydi. geçen ayların 3. ayı olamadan olmayacağını söylemişti. yağmur üzülse de, yakarsa da bir şey değişmeyecekti. bir den oldu her şey. 10 dakka da her şey eskiye döndü. onur için tabi. yağmur için belki zordu ama onur için çok kolaydı. onur duygusuz muydu? her şeyi çok kolay unutabiliyordu. bu onu gamsız mı yapar? yoksa üstün mü kılar? duygusuz olmak ayıp mı? bunları ben yazıyorum ama ona sormuyorum. zaten kendine soruyor bunları. hayatı bir mutlu oluyordu sonra mutsuzluğa gidiyordu. hastalık yaşıyordu sonra geçiyordu. her şey sabit değil, değişkendi. bu onu üzüyordu, boğuyordu. bir şeye alıştıktan sonra gitmesi insanı boğmaz mı? sen bir müddet mutlu olduktan sonra, mutluluğa alıştıktan sonra mutsuzlukla tanışınca boğulmuyor musun? ben boğuluyorum. o yüzden kimseye ümit bağlamak istemiyordu onur. evet, muhtaç oluyordu ama bu bir hataydı onun için. biliyordu da. o yüzden çabuk unutabiliyordu. çünkü kendi istiyordu. bir şeye alıştıktan sonra kaybettikten sonra acı çekmek istemiyor. birine aşık olduktan sonra biterse ilişki, mutsuz olmamak için kendini programlamıştı. bu duygusuzluk değildi işte, akıllı olmaktı; zekaydı. onur yatmadan önce oturdu bilgisayara, açtı bir not defteri ve yazmaya başladı: -insanlar bazen bana duygusuz diyor. bazen de değer bilmez diyor. aslında doğru ama bu sadece görünen kısımdı. bunların altında yatan neden ve manâları bilmiyorlardı. ben duygusuzum, evet. sizler aşık oluyorsunuz, ayrılınca her gece, her gün ağlıyorsunuz. ben aşık olduğumda ayrılınca her gece ağlamıyorum. çünkü mutsuz olmak istemiyorum. mutsuz olmayı engelliyorum, o yüzden duygusuzum. değer bilmez diyorsunuz. hemen unutabildiğim için mi? bir şeye muhtaç olmak acizlik. ben buna bağlı yaşadım, yaşıyorum ama farkına varıyorum. sizler bir insana muhtaç olunca onsuz yaşayamıyorsunuz. yaşamak zorundasınız. hayat bitmiyor çünkü, devam ediyor. ben bir insanı her gece elimde şarap, sigara ile sevmedim. her gece elimde kalem ve kağıt ile sevdim... "ben bir insanı her gece elimde şarap, sigara ile sevmedim. her gece elimde kalem ve kağıt ile sevdim..." ... iyi geceler...
    ... diğer entiriler ...