bugün
yenile
    1. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      feridun gecenin karanlığında yürürken etrafını ihtiyacı olduğu düşüncesizlik ve saflıkla izliyordu. tıpkı küçükken ailesinin onu büyükannesi ve dedesinin yanına bıraktıktan birkaç yıl sonra almaya geldiklerinde yüzlerine bakıp ''küçük annemle, babam'' derken hissettiklerini hissediyordu. daha 4-5 yaşlarındayken öğrendiği bu gerçeğin oluşturduğu boşluk ve alışma gereksinimini şu an daha etraflıca hissediyordu. istanbul'a geldiğinde köyde alışık olduğu hayatı bulamadığından ilk kakasını evin koridoruna yapmıştı. büyüyüp de daha yetişkin sayılmadığı şu dönemde yaptığı her harekette sanki yaşadığı evin ortasına sıçıyormuşçasına yanlış geliyordu. ailesinin kendisiyle ilk baş edemeyişi tabii ki bu kaka sorunu değildi. daha doğmadan hissettirmişti sanki olacakları. annesinin kendisini istemeyip düşürmeye çalışmasına onu felç ederek karşılık verip yaklaşık altı ay on günlük doğdu. ilk intikamında ilk ölüm tehlikesini yaşadı. erken doğduğu için olan risklerini uzun bir tedavi süreci ardından atlattığında ailesi de onu kabullenmiş olacaktı ama o yine hastalandı. kalan yaşantısında hergün göreceği iki kişi onunla ilk kez başa çıkamayaklarını anlayıp onu köylerine, onları büyüten ebeveynlerine yolladılar. okula başladığında öğretmenlerinin ilgisinden her zaman rahatsız olmuştu. beşinci sınıfta matematik dersinde öğretmen ona iki kağıt verip ''bunlardan hangisiyle sınav yapayım'' dediğinde gururu okşanmamış yanındaki arkadaşından utanmıştı. üstünlüğün hiçbir zaman doğuştan gelen şeylerde olduğuna inanmadı. bu yüzden de ileride kendini kandıran insanlara itiraz ettiğinde onlara duymak istemedikleri şeyleri söylediği için azarlandı. insanların duymak istemedikleri şeyleri söylediğinizde yapabilecekleri inanılmaz acımasız ve iki yüzlüceydi. ilerleyen dönemde okul hayatının da kontrolünü bu yüzden kaybetti. o gün matematik dersinde kendinden utanan çocuk bugün boşverip de yapmadığı seçimlerden dolayı matematik okuyordu. ya da okumuyordu. ailesinin yanına ilk geldiğinde susmayı öğrenmişti. okulda da ona zaten bildiği okuma yazmayı ve dört işlemi öğretiyorlarken kattıkları tek şey susmak olmuştu. her zaman susup düşünürdü zaten. çünkü konuşursa yaşatamayacağı şeyler vardı kafasında. çevresindekilerden farkını ortaya koymak yerine saklamıştı... inancını sorguladı ve sustu. aşık oldu ve sustu. dünyayı sorguladı, ondan nefret etti yine sustu. ya da ailesi öyle sanıyordu. çünkü ailesi ona sadece susmayı ve boş konuşmayı öğretmişti. ailesiyle konuşamazdı bu yüzden ve ailesine sustu. konuştu, her zaman bir yerlerde birilerine konuştu aslında. sadece konuşmalarının sonuçları istediği gibi olmadığından değerleri olmamıştı. çoğu zaman konuştukları için okulunda cezalandırıldı çünkü okulu ondan sadece iyi matematik bilmesini bekliyordu, konuştukları yüzünden ailesi tarafından -ailesiyle konuşmamasına rağmen- çevresinden soyutlandı, konuştukları etrafındakilerin duymak istemedikleri şeyler olduğu için hep bedel ödemek zorunda kaldı. bu bedel aldığı cezalar ya da polisten yediği bir cop darbesi olamazdı asıl bedel etrafındakilerin onu anlamamasıydı. feridun şimdi gecenin karanlığında yürürken aslında etrafını susarak izliyor. ailesinin, okulunun ve çevresinin ona öğrettiği çaresizlik hissini sonuna kadar yaşayarak susuyor ve bu yüzden de düşünmemeye çalışıyor çünkü düşündükleri söyleyemeyince ona acı veriyor. feridun aslında bu gece aldığı yaralarla yolunun azını yürümüş, kalan yaşayamayacağı uzun kısmına yürüyor...
      0hakan günday'a ekmek banmış bir yazı gibi olmuş, başarılı - erik seven hatun 11.10.2019 01:03:13 |#3766893
    2. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      i̇çim acıyor, kalbim ise binlerce parçaya ayrılmış. ölüyorum hemde gözlerinin önünde ama görmüyorsun öldüğümü çünkü kör olmuş gözlerin başkasının aşkından. ben acı içinde kıvranarak sana bakarken sen aşkla bakıyorsun başkasına kaldıramıyor yüreğim dayanamıyor artık. can verecek gibiyim oracıkta. dünya da binlerce acı var ve ben bunlardan yüzlercesini yaşamışımdır ama en acısı sensin bunların içinde. sen hep bir sızı olarak kalacak acımsın.
    3. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      sonu mutlu biten şiir görmedim hiç, şairi öldü diye yetim kalan bir şiir, sakalını kesince mutlu olan  adam, ya da saçlarını kesince huzurlu olan kadını da. kafa tuttum şairlere en çok da ahmet arif'e. ve bir gece vakti seni yazdım boş bir kağıda. kağıt güldü,  ben güldüm, kalem güldü. lakin sonunu bilmiyordu mürekkep, umudu vardı kağıdın. sen de bilmiyordun bin serçenin gözyaşı kadar hüznü son mısramda bıraktığımı. " ... ... ... gittin. " kalem suskun, adım yorgun,  kağıt şaşkın. bir dağa koysam bunca hüznü, dağ kaldıramazdı. sen bir vedaya sığdırdın, bense bir mısraya. i̇şte şimdi kaybeden sen oldun.  kağıt mahcup, adım asi, kalem zemheri. mısra cehennem.
    4. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      buraya yazıp iç dünyamı ifşalayamam üzgünüm.
      0o zaman nereye yazman gerektiğini söylememe gerek yok sanırım :) - mufit abi 25.06.2017 00:59:53 |#3689370
      0'i̇ç dünyamı ifşalayamam üzgünüm.' :) - solukbenizli 25.06.2017 01:00:20 |#3689373
      0bana da mı? :( - mufit abi 25.06.2017 01:00:35 |#3689374
      butun yorumlari goster (5)
    5. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ya aylardır burdayım 1 kere instagramda paylaşılmadı kendimi esprisine gülünmeyen adam gibi hissediyorum
    6. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      (bkz: güne bir şiir bırak) ve (bkz: geceye bir şiir bırak) başlıklarında yazdığım birkaç şiir
    7. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
    8. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      i. hava kararmıştı. gökte dolunay neredeyse hiç bulut yokken tek başına parlıyordu. dolunaylar feridun'a her zaman için etkileyici gelmişti. belki okuduğu kurgulardan belki de karanlıkları aydınlatma peşinde olan ucuz kahramanlıklara olan merakındandı bu hiçbir zaman bilemezdi. bildiği şey dolunayın onun duygularını ifade etmesinde önemli oluşuydu. bir kıza güzel olduğunu söylerken eğer geceyse dolunaydan rol çaldığını söylerdi, eğer sinirliyse o kurgulara atıfta bulunur kendini bir kurtadama benzetirdi. tam şu anda da istememesine rağmen dolunaya maruz kalmış ve duygularının kontrolünü yitiren bir kurtadamdan farksızdı sürdüğü arabanın içerisinde. hem kendini hem de gözyaşlarını kontrol etmeye çalışıyordu. bugün için büyük bir hevesle aldığı bu arabayı şu an bir duvara doğru son sürat sürmüyorsa sebebini kendisi de bilmiyordu. sessizlik sinirini daha da bozuyordu, radyoyu açmayı düşündü ama açmadı. zihnini yatıştıramayacağını, artık işin içinden iyilikle çıkamayacağını biliyordu. her zaman kendinden önce başkalarını düşünmüştü ve buna yönelik yaşamıştı hayatını tıpkı aşk hayatında olduğu gibi. fakat işler aşk hayatında reel dünyaya kıyasla çok daha yıkıcı oluyordu. bir insana karşılık beklemeden yardım etmek gururlanılacak ve sonradan düşünüldüğünde üzülünmeyecek bir davranıştı ama bir insanı karşılıksız sevmek her an acı veren bir olaydı. bugüne kadar hep sevip de reddedildiği kadınlara karşı iyi niyet beslemişti, onların ellerinde olmadığını düşünmüştü ve kendinde aramıştı hatayı. kadınları anlamayı, onları formülize etmeyi deniyordu asla yapamayacağını bilmesine rağmen ve her başarısızlıkta tahammül sınırına bir nebze daha yaklaşıyordu ve bugün onu reddeden kadın sondu. şimdi arabanın içinde ağlamamaya çalışıp direksiyonu yumruklarken ve yolda kalmaya çalışan adam dolunaya bakıp ondan bir kadın için rol çaldığından özür diliyordu. ii. feridun uzun süre sonra ilk kez böyle heyecanlı uyanmıştı ve ne yapacağını biliyordu. henüz görmediği ama tanıdığı bir kadın vardı. onun her zaman umutsuzlukla dolu hayatına birden dahil olmuştu. kendisinde toplumun genelinden değişik olan şeylerden o bile bunalmıştı fakat bunu değişik bulan birisiyle tanışmıştı internetten de olsa. belki de yaşadığımız zamanın en büyük belalarından birisiydi bu kolay iletişim kurma durumu. birçok insan birçok yerde çok rahatlıkla ulaşılabilirdi ve insanlar gerçek hayattaki duyguları da artık bu iletişim yollarına kanalize etmişti. tıpkı o gün o mesajları alan feridun'un ilk andan itibaren hislerini karşı taraftan gelen mesajların durumuna endekslemesi gibi. bir süre geçtikten sonra feridun korkmuştu yine dağılmaktan fakat durmayı da hiçbir zaman becerememişti. kısa zamanda çığ gibi büyüdü hisleri ve işte bugüne geldiğimizde o sözü almıştı. buluşacaklardı. neredeyse hiç bakmadığı saçını ve sakalını düzelttirmişti berberde. en son ne zaman dolabından aldığı bir şeye giymeden önce baktığını o da hatırlamıyordu ama bu sefer geceden düşünmüştü ne giyeceğini. hazırlandıktan sonra evden çıktı. buluşacakları yere gitmek için yürümek akıl karı değildi. aslında kızın onun oturduğu yerle de hiçbir alakası yoktu. bu kolay iletişim olmasaydı belki de haberi olmayacağı bir kız için okul arkadaşlarından birinden arabasını almıştı. arabaları pek sevmezdi, bu zengin okul arkadaşlarını da pek sevmezdi ama hepsinden zeki olduğu için istekleri doğrultusunda kullanmakta da sorun yaşamazdı. aslında toplu taşımayla da gidebilirdi. böylesi onun için çok daha uygundu ama bu kız için hayatında yapmayı düşündüğü değişikliklerden birisi olarak gördü bunu. kendi dış görünüşünde değişiklik yapıyorsa topluma karşı olan görünüşünde değişiklik yapmasında da bir sakınca olmadığını düşündü. gideceği yolu ezberlemişti. zaten çok da karışık değildi sadece yeni yapılmış anayolu takip edecekti. yol boyunca neşeliydi, beklediği gibi yolculuk çok da uzun sürmemişti. arkadaşının benzin deposunu neredeyse dolu şekilde vermiş olması da işine gelmişti o yakıtın parasını ustalıkla unutturabilirdi. arabayı kızla buluşacağı yerin uzağına parketti. toplumun gözündeki görünüşünü değiştirmesinde sorun yoktu ama buluşacağı kadına da kendisini iyice anlatmıştı. oraya o arabayla gelmeyeceğini biliyordu. bir süre kendisine yalan söylemeye çalışmıştı ama ona yalan söylemeyi istemiyordu. buluşma yerinde beklemeye başladı. zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordu bu yüzden de ne kadar beklediğinin farkında değildi. beklediği kızı uzaktan gördüğünde sanki einstein'ın görecelilik kavramı onun zihninde dönen düşüncelerin ışık hızına yaklaşıp zaman kavramının durmasıyla kanıtlanmıştı. kız yanına gelip de ona sarıldığındaysa her şeyin normal olduğu ve konuşmasındaki aksamalarla kız sarıldığında ceset gibi kaskatı kesilmesindense ona aşık olduğu hariç hiçbir şey kanıtlanmamıştı. belki de hiç uğramayacağı bir yerde hiç görmeden aşık olduğu bir kadının onun ricasıyla sağında yürürken sanki gece geri o şehre dönmeyecekmiş gibi hissediyordu. amacı ne bir yerleri görmekti ne de bir şeyleri tatmaktı. bu yüzden ne çok dolaşmak istiyordu ne de yanındaki kadını insanın tuğlayla yaptığı hapsetmek istiyordu. yakınlardaki denizin havasını hissedebiliyordu. inebilecekleri bir deniz kenarı olup olmadığını sordu cevabı bilmesine rağmen ve bu küçük tiyatroyu tamamladıklarında denizkenarında bir bankta oturuyorlardı. birçok şeyden bahsediyordu karşısındaki kadın feridunsa sadece dinliyordu. söz ona geldiğindeyse güttüğü tek amaç kendini kıza anlatabilmekti. karşısındaki kadınları elde etmek için uğraşmaktansa kendini anlatmayı her zaman daha doğru bulmuştu çünkü elde edilebilir değil aşık olunabilir bir kadının peşindeydi. bu yolda da bir çok yara almıştı. konuşma ilerleyip feridun'un bakışları artık her şeyi anlatmaya başladığında daha fazla dayanamayacağını anlamıştı. hislerini anlattı kadına. belki görmese çok daha uzun bir süre bunları söylemek için sabredebilirdi ama kadına baktığı her an sanki hayatından boşa giden yıllar gibi geliyordu. anlattı ve kesin bir cevap istedi. bu kadın da tıpkı diğerleri gibi olumsuz cevapladı çağrıyı. feridun bir şey diyemezdi çünkü buna razı gelmişti. karşısındaki kadını da üzemezdi bu yüzden ve ona içinde kalan son güzel şeyleri söyledi. en azından o gün için teşekkür etti. sesinin titreyeceğini anladığı anda da kalktı ve oturdukları banka doğru yürüdükleri sırada adımlarını izlerken kadından ezberlediği şekilde aynı adımları takip ederek kaçtı. önce buluşma yerine vardı. az evvel zamanın ne şekilde işlediğinin anlaşılmadığı bu yerde şimdi sanki uçları keskin birer akrep ve yelkovanın her hareketini kalbinin içinde hissediyor, acının da getirisiyle zamandaki her değişimi hissediyordu. arabasına bindi ve kararmakta olan havada az evvel döneceğini unuttuğu şehre doğru çaresizce yola çıktı. iii. arabasını çevirdiği caddede artık dolunay gözükmüyordu. bugüne kadar olduğu her şey şu an ona acı veriyordu. çok kinliydi ve sinirliydi. böyle artık hayatına geri dönemezdi. ''ya kendimi öldüreceğim ya da olduğum kişiyi öldüreceğim'' diye düşündü. işte bütün gece ilk şıkka karar verip arabasını bir duvara ya da elektrik direğine sürmediyse sebebi ikinci şıkkı seçmesiydi. bugüne kadar kadınları elde etmeye çalışmamış ve onlara kibar davranmıştı. bunların sonucuysa kendini mi yoksa bu davranışları mı öldürmesi gerektiğini düşünmek olmuştu. eğer bu hareketlerin sonucu bu hareketleri ortadan kaldırmayı düşündürüyorduysa cevap belliydi: bunları yok etmeliydi, bunların tam tersini yapacaktı. acı ve intikam duygusu o kadar benliğini ele geçirmişti ki artık arabanın içinde debelenmiyor ya da ağlamamak için kendini dizginlemesi gerekmiyordu. düşündüğü şeyi nasıl yapacağını biliyordu. şu an arabasını sürdüğü yeri sivil polis olan eniştesinden öğrenmişti. bugün depoya doldurmadığı benzinin, gün içinde kadınla beraber giderken yarı yoldan döndüğü cafeye vereceği parayı düşünmüştü. birkaç yüz liranın hesabını yaptığı için bir an kendinden tiksindi ama sonra durdu ve devam etti çünkü olduğu kişiyi öldürmeliydi. hedefindeki caddeye vardığında arabayı bir köşeye parketti ve cadde boyu yürüdü. gözlerinin aradığı siyah minibüsü gördüğünde yaklaştı. cama tıklattı ama kimse yoktu içeride. ''burada olmalıydılar'' diye düşünürken yanına gelen iki adamı gördü. biraz konuştuktan sonra daha ilerideki siyah minibüse gittiler. adam minübüsün kapısını açtı. dış görünüşü daha az işe yarar oldukları düşünülenlerin şu an yol kenarlarında dolaştığı, güzel olanlarınsa bu otobüse gelecek yolu bilenlere ödül olarak oturduğu bir grup hayat kadınını pazarlayan kişiydi kısa olan. feridun eniştesinin bu adamla ne işi olduğunu hiç öğrenmek istememişti ama bu kozunu da kullandı. adam eniştesinin adını duyduğunda polis tehlikesinden dolayı bir kızdan bir geceliğine pek de kar etmemeyi çok da kötü bir fikir olarak görmedi. kadınları elde etmeye çalışmayan ve onlara kibar davranan feridun'un kimliğini öldürme yolu buydu işte. kapısı açık bir minibüsün içinde elde edilmiş ve kibar davranılması gerekmeyen, intikamı için elverişli birçok kadın vardı. seçmek için hepsinin suratına bakmasını bekledi. içlerinden en saf ve az kırılmış olanı seçmek istiyordu. bu kadınların kırgınlıkları onlarda utanma duygusunu yok ettiğinden yüzüne en son ve en korkarak bakanı seçecekti. öyle de yaptı. diğerlerinin yanında daha gösterişsiz ve daha ufak kalan kız yüzüne baktığında gözlerinde hala kırılmamış bir umut seçmişti. eliyle işaret etti ve biraz ötede arabası olduğunu, kızı bir otele götüreceğini söyledi. adam itiraz ettiğinde de eniştesinin verdiği korkuyu hor kullanmamak için adamın cebine biraz para sıkıştırdı. az evvel hesaplarken kendinden utanmayı bıraktığı parayla şimdi bir hayat kadını kiralıyordu. başarısına ve soğukkanlılığına kendisi de biraz şaşmıştı. kızı aldı ve arabasına bindirdi. tek kaldıklarında kızın gerçek korkusu kendini gösterdi. nefes alışverişinin hızlılığı, nasıl oturacağını bilemeyişi feridun'u şüphelendirmişti. aklına kızın ilk seferi olabileceği geldi -bu onu o an keyiflendirmişti ama kabul edemeyecek kadar biraz da olsa kendisiydi- ve sordu ''ilk seferin mi'' diye. kız gözleri dolmuş şekilde kafasını salladı sanki konuşmamaya yeminli gibiydi. ''eğer bu kızın ilk işiyse neden benden yardım istemiyor, neden kurtulmak için bana yalvarmıyor? halbuki adamlardan da uzaktayız. acaba o adamlardan neden böyle korkuyor?'' diye düşündü feridun. sabah kalktığı andan şu ana bir insanın değişemeyeceği kadar değişmişti. ''seni kurtarabilirim'' dedi kıza. kız birden ağlamaya başladı, teşekkür ediyor ve umutları yeşeriyordu. ''otele gidelim önce bütün gün araba kullandım'' dedi kıza. kızın tamam demekten başka şansı yoktu. ''makyajını falan çıkarabilirsin istersen böyle görünmene gerek yok'' dedi feridun. kız yüzüne zorla sürdürülmüş boyaları tiksinerek bulduğu bir iki peçeteyle çıkarmayı denedi otele kadar. otele varıp bir odaya yerleştiler. anahtarları alıp odalarına geçtiklerinde kız teşekkür edecekken feridun kendinden geçmiş vaziyette bir tokat savurdu. daha önce çok erkeğe vurmuştu ama ilk kez bir kadına vuruyordu. karakterinin büyük bir bölümünü daha öldürmüştü böylece. az evvel arabada yaptıklarıysa kızın umutlanmasını sağlamak içindi. ona makyajını çıkarmasını söyleyerek bunların yaşanmayacağı hissiyatını vermiş, kurtarabileceğini söylerek de umudu kızın karşı koyamayacağı bir seviyeye çıkarmıştı. çünkü hiçbir kadından reddedildiği için intikam almamıştı ve alabileceği en büyük intikamın o gözlerdeki umudu kırmak olduğunu düşünüyordu. bu yaptıklarının zevki arttıracağını düşündü. kızın ağlama sesleri arasında içindeki saf kötülüğün yavaş yavaş olduğu kişiyi yok ettiğini hissediyordu. kendisi çok yapılı değildi ama güçlüydü, kızı alıp yatağa attı. neden sorularına aldırış etmedi, kendisi bile soyunmadı. kızı da yapması gerekeni yapacağı kadar soydu. üzerine çıktı. yatak gıcırdamaya, feridun da bir ileri bir geri gitmeye başladı. yaptığı şeyden fiziksel olarak pek haz almıyordu çünkü istediği o değildi. kafasını aşağı çevirip de kıza baktığında gördüğü ona zevk veriyordu. kız hakkında birkaç saniye düşündü, bu işi ilk kez sevdiği bir adamla yapmak, ya da güzel bir düğünden sonraya saklamak istiyordu. hayalleri ve umutları vardı buna yönelik büyük ihtimalle. işte o hayalleri ve umutları teker teker kırıyordu her gidip gelişinde. işte asıl bundan haz duyuyordu. sabah kalktığında karşısındaki kızın yüzünü nasıl gülümsetirim diye düşünen, buluşmada da bir tebessümden büyük haz duyan adam hava kararıp şehrine döndüğünde tecavüz etmekte olduğu kızın o an mahvolan hayatından haz duyuyordu. işini bitirirken kızı lekelemek, hayatını daha da mahvetmek ister gibiydi. hiç kimsenin meniye böyle bir anlam yüklemesi beklenemezdi zaten ve tam da bittiği sırada ağlayarak kızın yanına yığıldı. kız hareket edecek gücü kendinde bulamazken eline geçen bir şeylerle üzerini örtüp ağlamaya devam etti. feridun da onun yanında ağlıyordu. ''bugüne kadar olduğum her şeyi öldürdüm'' diye düşündü. kim olduğunu düşündüğü birkaç saniyede aklına gelen her şeytani sıfatın sorumluluğunu kadınlara attı fakat reddedildiği andan itibaren bu kadarını yapmayı planlamıştı, başarılı da olmuştu, ama o planlarda kafasını kıza doğru çevirip bakmak yoktu. yapmak zorunda olduğunu biliyordu ve çevirdi kafasını. tüm gün kullanamadığı zekası yine çalışmaya başlamıştı. ''yaşadığım ve yaşatmak istediğim hiçbir şeyin sorumlusu bu kız değildi'' dedi kendi kendine. tıpkı ona yaşatılanları onun haketmediği gibi. bir an düşündü, acaba onun o kıza yaptığı mı yoksa ona yapılanlar mı daha büyük haksızlıktı? kendisinin gönüllü olarak yıkımına onay verdiği umut hayalleri elbette ki az evvel zorla kırıp döktüğü umut ve hayallerden daha değersiz geldi gözüne. olduğu kişiyi öldürmekteki haklılık payını da kaybettiği anda yapabileceği pek bir şey kalmamıştı. iv. gecenin başında tercih etmediği şıktan başka şansının olmadığını anladığından sonra feridun odadaki bir camı kırıp en keskin parçasını boynuna saplamadan önce polis olan eniştesini işini yapmaya mecbur bıraktı. telefon açıp o gece uğradığı o fuhuş ticarethanesinin yargılanmasını aksi halde şikayet edeceğini söyledi. eniştesi teyzesini, daha önemlisi işini, kaybetmek istemiyordu. tamam dedi. feridun tabii ki ona güvenmedi. onu oradan nasıl aldığını ve ne yaptığını anlattığı bir ses kaydı bırakarak telefonunu kıza verdi. eğer eniştesi gerekeni yapmazsa kızdan bu delilleri kullanarak şikayetçi olmasını istedi. yaptıkları için özür de diledi. aynı gün önce hayallerini sonra da kişiliğini öldürdükten sonra olduğu-ya da olamadığı- kişiye dayanamadı feridun. kız da o gün kendisine tecavüz eden adamı affetmemişti tabii ki. enişte yapması gerekeni yaptığında hem kendisini hem de diğer kızları kurtaran kişi olmasının pek de bir kıymeti yoktu. hatta ona verilen telefonu o gece yanına bile almamıştı. sonuç olarak insanlar her zaman teorideki iyilikleriyle değil pratikte yaptıklarıyla yargılanıyordu.
    9. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      (bkz: sözlük yazarlarının yazdığı edebi yazılar) sözlük yazarlarının yazdığı yazılara da profillerinden bakabilirsiniz.
    10. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "... 've biliyor musun' neden severim şiire böyle başlamayı yarım kalmış gibidir çünkü, öncesi varmış gibi sanki gelip de filme ikinci yarısından dalmış gibi. her ne olursa olsun önceki yarıda olan bir şeye atıfta bulunduğunu düşünürsün ve ayrıca içten içe beni tanımanı istiyorum sanırım. çünkü "biliyor musun" ile başlayan cümle içine kendinden atılmamış bir kelimeyle bitemez... "
    11. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      mayısın son mısralarındayız. günlerden ne bilmiyorum ama ben bugün de seviyorum seni. bilsem de bir önemi yok zaten. ben bir bahane bulur, yine seni severim. sahildeyim. denizle kayaların savaştığı yerde. mavinin son demlerinde... mavi güzel renktir ve bir kısmı senin gözlerinde saklı. rüzgar, saçlarımı okşarken yavaştan, ellerimin boş olduğunu hissettiriyor biraz da. hemen cebime sokmaya çalışıyorum apar topar. senin avuç içlerini ellerimde tutamışken, nasıl severim bu saatten sonra ellerimi hiç bilmiyorum. denize en yakın banka oturuyorum. dalga ne zaman kıyıya kızsa, sesleri değiyor sanki yüzüme çise çise. yine sana çalıyor şarkılar. bütün söylenecekleri ağzımdan alıyorlar sanki. bir hatıradır alıp başımı gidiyor çok uzaklara, mavinin en uç noktasına, mutluluğun en yalın haline. hayal meyal, üsküdar sahilinde seni beklediğimi hatırlıyorum. güneşin tam en tepedeyken, beyazın maviyi en sevdiği an buluşacaktık. sen hep benden yarım saat sonra gelirdin. belki bilerek bekletmezdin ama eskiden severdim seni beklemeyi. şimdilerde ise beklemek koşmaktan daha yorucu geliyor. arada bir başımı kaldırıp gökyüzüne bakardım. her geçen dakika bulutlar daha güzel dağılırdı mavide. tam mavinin beyaza kadar her tonunu gördüğüm an arkamdan bir ses değerdi kulaklarıma "hey, sahildeki adam, kollarımın arasında beklettiğime değecek sana ait bir sevgi var!" sen bana bir cümle bağırırken, benim içimden binlerce duygu geçiyordu. yanına gelsem, bütün hepsi geçecek biliyordum. senin deyiminle sahildeki adamın tek güvenli limanı sendin. hiç düşünmeden bırakırdım kendimi kollarına. zamanı oyuncak eder köşeye atardık. her zamanki yolları turlayıp, adımızı kazıdığın banka otururduk. ben omuzuna yatardım, sen kız kulesi'ne bin bir türlü elbise giydirdiğin hayallerini anlatırdın bana. benim en rahat yastığım, senin omzundu. şimdilerde "seni seviyor muydu?" sorusunun, "estağfurullah!" cevabısın. o günden sonra daha görüşmedik. arkandan yazılacak yüzlerce şiiri bilmeden gittin. artık sadece notalarda buluşuyoruz galiba. martıların çığlıkları sonlandırıyor hatıramı. çantamdan bana son verdiğin kitabı çıkartıyorum. eğer bir kişiye olan aşkını ona söyleyemiyorsan, sevdiğin cümlelerin altını çizdiğin kitaplarını ver ona, demiştin. çeviriyorum yavaş yavaş sayfaları. ara ara altı çizilmiş kelimeler çarpıyor gözüme. sonra sayfaların arasında bir zarf belli ediyor kendini. açıyorum içini, içinde senin çekildiğin bir fotoğraf ve yanında küçük bir not: "hangi sayfada kaldığını, sana ben hatırlatayım kalbimin ağrısı." binlerce siyah kelebek kanatlanıyor birden içimden. gözlerim kapanıyor yavaştan. nefesim boğazıma demir atıyor. martılar sessiz uçuyor artık. sonra usulca açılıyor gözlerim. senle süslenen tablom kararıyor yavaştan. anlayacağın, sana en yakın olduğum anlardan uyanıyorum. ne zormuş diyorum, içime gömdüklerimi yazarak anlatmak, en derinlerden çekip çıkartmak, sustuklarımdan arta kalanları çizgilerin arasına doldurmak. deniz güneşi yutuyor her geçen dakika. gökyüzü mavinin her tonuyla gösteriyor kendini. ben gideyim yavaştan. sahili yalnız gezmeye alışacağım galiba. gerçi kafamı nereye çevirsem, ayak izlerinin arkasına saklanmış hatıralar çarpıyor gözüme. her ayak izinde ayrı bir yara açılıyor kalbimde. artık ne kitaplar iyi geliyor bana ne de sahildeki temiz hava iyileştiriyor kalbimi. ne martılar bastırıyor feryadımı ne de dalgalar dolduruyor solumdaki boşluğu. adını bile okumadan geçtiğim sokaklardayım derken, en son görüştüğümüz yerde buluyorum kendimi. belki kendimi en son kaybettiğim yerdir burası. benliğimin saklandığı yer. belki de hayatımın keskin dönemecidir bu adını bilmediğim öncesiz ve sonrasız sokak. sahi nedir burayı özel yapan? nedir senden sonra beyazı siyaha boyayan? belki de son görüştüğümüz yer olduğu için olabilir. ama şimdi oradayım ve hâlâ eskisi gibi değil. galiba bütün büyü sende saklıydı. renklerin tek hakimi sendin. belki de bütün özelliklerimin sonu sende saklıydı. kokun hâlâ bastığın yerlerden geçmiş değil. ayak sesin hâlâ kulaklarımda. eğer bir daha beni keskin dönemece sokacaksan, parmak uçlarında yürü ki hatıralar uyanmasın. ah kalbimin ağrısı, yürek sancısı, can şenliğim! i̇nşallah özlediğim gibi kalırsın. kokunun hâlâ gezdiği yerlerden yazıyorum sana. bana öğrettiğinden daha fazlasıyla seviyorum seni.
      1eline sağlık. i̇çime dokundu. - asosyalolanyazar 23.04.2018 22:58:43 |#3709805
      1teşekkür ederim, erişebildiysem ne mutlu bana. - kolombiyaliuyusturucutuccari 23.04.2018 23:04:24 |#3710604
    12. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ben boş bir tenekeyim ancak kuru gürültü yaparım, içimi nasıl doldurursanız size onu sunarım.
      0ben - asosyalolanyazar 23.04.2018 23:05:04 |#3710659
    13. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      sayfalarca yazıyorum bu sıra sayfalara sığamayacak kadar da düşünüyorum kalbim mi ağır basıyor dilim mi yoksa ellerim mi bilmiyorum
      2yuksek ihtimal kalbindir... - tosbağa 24.04.2018 00:41:45 |#3721026
      2doğru - belkideposi 24.04.2018 00:49:41 |#3721524
    14. 7
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ulan ne güzel insanlar varmış şu sözlükte. şu entrylere bak insan gidip sarılmak istiyor.
      1+1 - sevdigimezaralti 11.10.2019 00:23:39 |#3412212
    15. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Boş adamız dediysek o kadar da değil var bir iki çiziktirme ancak yazdıktan sonra okuyup yakıyorum saçma bir alışkanlık ama öyle
    16. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Yazıp yaktığım bir çok denemem var. Bu ülke 2.bir Nilgün Marmara vakasını yaşasın istemiyorum
    17. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      " kendime bile anlatamadığım şeyler var. farkında olmadan öyle bir yere gelmişim ki, olmamam gereken bir yerde, olmamam gereken bir zamanda somutluğa meydan okurcasına var olmuşum. sahi nasıl geldim ben buraya ? beni buraya iten şey neydi ya da nasıl dönerdim ki olmak istediğim yere, var mıydı bir çaresi ? uzun uzadıya bunları düşünmenin gereği yoktu galiba, tabi ki burdan kurtulmanın yolu her insanın ilk sefer de aklına gelebileceği üzere yürümek olmalıydı. döndüm baktım etrafıma, gerçekliğin yanı sıra gideceğim iki yön vardı. önüm ve arkam , ya ileriye gidecektim ya da geri dönecektim. cevap basitti ama uygulamak o kadar basit değildi. döndüm, baktım arkama her şey karanlık ve kapalıydı. geldiğim yolun bir dönüşü yoktu, geriye kalan tek şey ilerlemek gibi gözükse de, ileriye bakmamla birlikte önümün de uçurum olduğunu fark etmem bir olmuştu. şimdi ne yapacaktım peki ? olmayı zerre kadar istemediği bir yerde ne yapabilirdi ki insan ? belki de yanılmıştım, insanların ne düşüneceği ile değil de kendimin ne düşündüğü ile ilgilenmeliydim, belki de bir şeyleri çözmek için uzun uzadıya düşünmenin gereği vardı. sakince yere doğru çömeldim, gözlerimi kapattıktan sonra, bulunduğum karanlığın içime nüfus etmesiyle birlikte her şey biraz daha netleşti. aslında kaçmak istediğim şey duygularımdı. bulunmasını zerre kadar istemediğim yer ise kalbim. benim için sağ ya da sol yoktu, öncesi ve sonrası vardı. öncesi onunla tanışmadığım zaman dilimiydi, karanlık ve kapalı adeta dönmesini istemediğim, bir gün olur da dönmek istersem diye kapısını kilitlediğim bir muamma. ilerisi ise ne kadar gitmek istesem de, cesaretimi toplayamadığım, toplasam bile bir adım attığımda belki de kurtulma imkanımın olmadığı, düşüp binlerce parçaya ayrılacağım, olumsuz bir cevapla yok olacağım bir uçurum. bir insan böyle bir durum da ne yapardı ? daha doğrusu ben ne yapmalıydım. dönemediğin, ilerleyemediğin delicesine kaçmak istediğin ama hiç bir çaresini bulamadığın bir hapishane. çok mu zor olurdu burda yaşamak ? pes mi etmeliydim çare aramaktan ? düşünecek çok şey vardı, yapacak ise hiçbir şey. " en çokta artık böyle uzun şeyler yazamadığım için kaybettiklerimi sorguluyorum.
    18. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Bütün olmak nedir ? herkes bütün olabilir mi ? bütün olmak için ne yapılabilir ? bu kadar çok soru varken neden cevaplar yetersiz kalır. Anlatayım... Bütün olmak bir insanın tamamıyla kendini hissetmesi, bütün duygulara kendini doyurması ve her şeyi tam anlamıyla kavraması demektir. Günümüz dünyasında eksik kalmak bu kadar kolay ve zahmetsizken pek az insan tamamıyla kendisiyle bütünleşebilir. Bunun yanında kendini bütün olarak hisseden ya da eksikliklerini göz ardı eden pek çok insan bütünlükten uzak olmakla beraber bütünmüş gibi davranmaktadır. Nedir ? bir insanı bütünlükten uzaklaştıran ve onu noksan sıfatına taşıyan şeyler ? bu kadar önemli midir ? . Her insanı bu sıfatın altına yerleştiren şey yahut şeyler farklıdır. Kimine göre birini eksik yapan durum önemsiz gibi gözükürken bir başkası için bu durum çok önemli olabilir. Bu yüzden bir başka insanın eksikliğini küçük görmek onu kendi eksikliğimizle kıyaslamak yersiz ve kabaca bir eylemdir. Bir insanı pek çok şey eksik kılabilir demiştik. Gel gelelim bu şeylere , bir insanı sevgisi, nefreti, hayalleri, umutları, rüyaları yarım bir hale getirebilecekken aynı zamanda somut olan şeylerde yani insanlar, kazalar , hastaneler de yarım bir hale getirebilir. Peki bu durumlar bir insandan nasıl bir şeyler eksiltebilir. Açıklaması çok basit bir insana beslediğiniz sevgi, aynı şekilde karşılık bulmazsa size geri dönüş yapamaz ve içinizden bir duyguyu koparıp atmış olur veya rüyanızda yanınızda gördüğünüz birini sabah uyanıp yanınızda bulamazsanız o günü bir aptal gibi sürdürürsünüz ve hayatınızdan bir tam günü eksiltmiş olur. Bu gibi şeyler kısa süreli ya da yeri doldurulabilecek eksikliklerdir, yeri doldurulamayan eksikler ise somut olan eksikliklerdir. Örnek verecek olursak kaybettiğimiz bir insanın içimizde oluşturduğu eksiklik doldurulamaz ya da veda ettiğimiz bir insanın oluşturduğu boşluğa bir başka insanı sığdıramayız, sığdırmaya denesek bile oluşan uyumsuzluğun farkına varmamız çok uzun sürmez. Bu yüzden bazı eksiklikleri doldurmaya çalışmak zaman kaybıdır. O eksikliği doldurduğumuzu düşünsek bile bu düşünce o noktaya bir taşın isabet etmesi halinde paramparça olacaktır. Unutmayalım ki bazı eksiklikler doldurulamaz sadece o eksikliği daha fazla hissetmemek amacıyla fazlalıklarımıza odaklanırız. Bazen eksikliklerimizi kabul edip onlarla birlikte yaşamayı öğrenmeye ihtiyacımız vardır. Ayrıca bizden eksilen şeyleri kimi zaman bir olumsuzlukmuş gibi görmektense, bu noksanlıkları gittiği yerde birtakım izler bırakan ve bıraktıkları bu izler sayesinde geri kalan hayatımızda yönümüzü tayin edip takip edebileceğimiz küçük ipuçları olarak düşünmeliyiz. Son olarak arkadaşlar size bir tavsiye olarak benim aksime eksikliklerinizin sizi yiyip bitirmesine, hayatı yaşanılmaz kılmasına izin vermeyin, bazen bir insanı tamamlayan şey eksiklikleri olabilir bunu unutmayın. Ben hiçbir zaman fazlalıkların eksikliklerimin üstünü örtmesine izin vermedim bundan mütevellit çoğu zaman hayatın yaşanılmaz olduğunu düşündüm. Bir kez kaybettiğim bir şeyin oluşturduğu boşluğu kabullenmek yerine o boşluğu bir şeylerle doldurmaya çalıştım ve doldurduğum boşluğun aldığım küçük bir darbeyle bile parçalandığına şahitlik ettim. Siz siz olun, sizi eksilten şeylere bel bağlayıp tamamlanmayı beklemeyin. Teşekkürler... yine ne anlatmışım aq ya, ayrıca sikiyim fazlalıkları yaşasın eksikliklerimiz ....
    19. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ... Önünden sarmaş dolaş bir çift geçti. Birbirlerine olan sevgileri, dışarıdan bakan birinin yüzünü gülümsetiyordu. O da gülümsedi. İçten içe dua etti. Onlar mutlu olduğu için sevindi, kendi yalnız olduğu için de üzüldü. Kız arkadaşı yoktu. Eskiden vardı ama hiç böyle sevildiğini hissedememişti o zamanlar. Sonra da aldatıldı. O günden beri de kendini sevilmek, beğenilmek gibi duygulardan bir hayli uzak görüyordu. Çünkü, sanıyordu ki, sevilmek için bir şey gerekliydi ve o şey onda yoktu. Popüler spor dallarının birinde başarı, insanlara sergileyecek kadar çok para ya da iri bir vücut… Bununla birlikte gelecek vaat eden bir bölümde de okumuyordu. Yani toplumun gözünde bir albenisi yoktu. Buna şaşırmıyordu. İlkokuldayken de böyleydi. Sıradan, ortalama bir çocuk… Fazlası değil. Hep arka sıralara oturtululurdu. Hiç arkadaşı yoktu. Kimse sevmezdi. Arkadaşlarıyla top oynamak istiyordu ama kendi ayağına , takılıp düştüğü için kimse onu takımına almıyordu.. Hızlı koşamadığı için de saklambaç oynarken hemen yakalanırdı. Küçücüktü bedeni. Saçlarını uzatmak isterdi küçükken. Annesi saçları biraz uzasın, hemen kısacık keserdi. Ne zaman gazeteler üzerine serili minik mavi sandalyesinden kalkıp holdeki aynaya, kafasına bakmaya gitse ağlamak isterdi. Her traş olduğunda ifadesiz, biçimsiz, çirkin bir tipe dönüşürdü. Yine de annesi üzülmesin diye sesini çıkarmazdı. Herkes onunla dalga geçerdi. Belki de bu yüzden kendini sevmediği gibi, bir başkası da onu sevmedi. Hiç arkadaşı olmadığı için de bir alanda sivrilecek kadar o alanda uğraşamadı. Sıra arkadaşıyla eşleştirirdi sınıf öğretmeni bir resim derslerinde. Yanında oturan kız, çizdiği ev yamuk olduğu için onu öğretmenine şikayet etmişti. Sevmiyordu sınıfını. Birinci sınıfta bir kere gitmeye kalkmıştı okuldan. Ağlıyordu. Okulu sevdiğinden değil de, babası döver diye geri dönmüştü. Çirkindi. Kendinden nefret ediyordu. Oturur oturmaz bir şeyler yazma düşüncesiyle önüne açtığı defterinin öylece onu izlemekte olduğunu fark etti. Kafasının üstünde beliren çocukluk bulutlarını eliyle dağıtır gibi yaptı. Önünde duran kışla binasından ilham alıp, bir tane de önündeki açık deftere çizmeye çalıştı. Olmadı. Üstünü karalayıp tekrar denedi. Becerememişti. Bazı şeyler baki kalır diye düşündü. Canı sıkıldı. “Oturabilir miyim?” İrkildi. Kafasını kaldırdığında uzun kirpiklerin çevrelediği bir çift bal rengi gözün onu izlediğini fark etti. Ne kadar da büyükler, diye düşündü. “Diğer masalar dolu da, masanıza otursam rahatsız olur musunuz?” Kafa sallayıp, eliyle yanındaki sandalyeye buyur etti. Dikkati dağılmıştı.. Tek başına çalışırdı genelde. Yoksa odaklanamazdı. Zaten başka kimse onunla çalışmak istemezdi. Göz ucuyla tekrar kıza baktı. Meraklı gözlerle bitirmek üzere olduğu bir kitabı okuyordu. İsmine baktı, Bilinmeyen bir kadının mektubu. Çok güzel, diye geçirdi içinden. Çaktırmadan onu izleyebilmek için çalışır gibi yapmaya devam etti. Elleri incecikti. Şaşırdı. Daha önce öyle güzel bir el görmemişti. Öyle yumuşak görünüyordu ki teni, öyle beyazdı ki, insan kirletmemek için dokunmaya korkardı. Okurken hareket eden dudaklarına takıldı gözü. Dolgun ve güzellerdi. Konuşmak istedi. Aklına bir şey gelmiyordu. Elindeki dolmakaleminden akan mürekkep, yuvarlak ve düzgün bir şekilde dağılmaya başladı kağıda. Umursamadı. Kitabını bitiren kız, çantasından çıkardığı defterini açıp içine bir kaç not aldı. Sayfanın köşesinde dersin ismi yazıyordu. “Mimarlık ve Yapı” “Mimar mısınız?” ... Baya severek yazdığım hikayemden bir parça. Eğer yayınlatırsam ilk kitabımın da hikayelerinden biri. Bakalım.
    20. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      insan, hayatı boyunca hep bir şeyleri kovalama içersindedir. pes eder, sıkılır, üzülür de belki ama asla vazgeçmez. bir şeylerin peşini bırakalı uzun yıllar oldu.
    21. 9
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Senden bir dünya yapmak isterdim kendime, gülüşünün güneş, yüzünün gökyüzü, gözyaşlarının yağmur olduğu bir dünya. Güldüğünde içimin ısındığı, üzülüp ağladığında içimin karardığı, karanlığa bulandığım bir dünya. Sahi ne güzel olurdu o güzel yüzünü, dünyamın gökyüzü yapabilsem. Hani insan her zaman umudu gökyüzünde ararmış, gökyüzü hep insana iyi gelirmiş derler, ne güzel olurdu demi ? Umutsuzluğa kapıldığım an yüzüne sığınsam, o güzellikte umuduma tekrar kavuşsam. Mesela gözlerine baksam, kaybolsam o gökyüzünün içinde bulunan derin denizde, gömülsem en derinlerine hiç çıkmasam o battığım dipten, bulamasa kimse beni o battığım denizin derinliklerinde. Bilirsin ben en çok boğulmaktan korkarım sevgilim ama hayat işte insanın en korktuğu şey günü geliyor en sevdiği şeye dönüşüyor. En çok korktuğun şey kendi oluşturduğun dünyanın denizi olduğunda korkamıyorsun boğulmaktan hatta can atıyorsun o denizle birlikte yerle yeksan olmaya. Neyse neyden bahsediyorduk ? senden bir dünya yapıyordum kendime, gezebileceğim en güzel sokakları oluşturuyordum, görebileceğim en güzel manzaraları çiziyordum kafamda sahi nasıl sığdırdın bunca güzel manzarayı bu küçücük bedenine, nasıl başarabildin bu kadar güzelliği bir araya getirebilmeyi ? Galiba bu kadar imkansızlığa bir kılıf uydurmak zor, mucize denilip geçilesi güzellikler bunlar. Ben sana gelmeden , sokaklarına girmeden önce çok karanlık yerlerde gezmişim, hiç bulunmak istemediğim sokaklarda kaybolmuşum, çıkmaz bir sokakta yere kapanmış ağlarken hiç beklemediğim bir yerden ellerin uzanmış, kucaklamış bütün bedenimi ve o karanlıktan, o belirsizlikten, o çıkmaz düzlükten çekip beni kurtarmış. Şöyle bir düşünüyorum da o ellerin uzanmasa, beni o sokaktan çekip almasa ne yapardım ben ? Ait olmak istemediğim bir dünyada savrulurken, her gün biraz daha yok olurken , yok olmayı var olmaktan daha çok benimsemişken beni bu cehennemden çekip çıkartıp yeni bir dünyayı bana kim sunardı ? Ne söylenebilir bilmiyorum, nasıl teşekkür edilebilir hiçbir fikrim yok ama galiba elimden gelecek tek şey senden oluşturduğum dünyayı ölene kadar sahiplenip sevmek. güzelliğiyle gönlümü büyüleyen dünyama...
    22. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      birtürlü cesaret edip de açık edemediği yazılardır. bir parçasını sosyal medya hesabımda/platformlarda paylaşıyorum bir heves. ama sonra sanki gizlenmesi gereken şeylermiş gibi geliyor ve bir türlü yayınlama cesareti bulamıyorum. değişik bir duygu durumu. insan, sanırım duygularının yoğunlaştığı anlardaki güçsüzlüğünü, çaresizliğini paylaşmaktan korkuyor. "zayıfım ben" demekle eş değer gibi bir şey bu. insan, zayıf olmaktan ziyade zayıf görünmekten korkuyor.
      0duygularımızı dile getiriyor olmamız artık zayıflık olarak yansıyor bize, haklısın. ama o duygu yoğunluğunun içinde kaybolup gitmek kolay olandır. yazıya, kaleme dökmek ise en zorudur bana göre. ve en güzelidir. zayıfım ben diyelim ne olmuş. en azından ne olduğumuzu biliriz :) umarım okuruz güzel yazılarını.. - apricotgibi 06.11.2020 11:43:14 |#4011716
      1yazıyorum o ayrı, yayınlamıyorum :) - kendime kadar 06.11.2020 11:51:33 |#4011723
    23. -1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Günaydın
    24. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Son yazım Türk Hava Kuvvetleri’nin NATO harekatlarına yaptığı katkılar hakkında ve 5500 kelimelik... Duygusala bağlayamıyorum hocalar izin vermiyor.
    25. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      İçimdeki her şeyi yazarak dökmek (hatta kusmak) için başlayıp, birkaç sayfa sonra bırakmıştım, belki bir ara devam ederim. Kitap gibi oluyor da okunacak gibi değil.
    26. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Mesela bu var (#4367170)
      1Atma bu oku işte zehirli bu .d - yarabandi 03.05.2022 00:17:10 |#4367173
      1Cnmcxmcncncj panzehir de bende - la grande aquile 03.05.2022 00:18:27 |#4367176
    27. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
    28. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Ve içim yine yarım kalmış hayallerin mezarlığı oluyor,bir hayal daha ekleniyor. Zamanla artıyorlar. Ve umudum tükeniyor.bu kadar güzel şeylerin yanında bunca kedere nasıl yer verebiliyorum. Gerçekten bunun bir adı olmalı.kendimi anlamlandıramıyorum. Belki de buna yaşamak deniyor. Bir günümüz diğerine tutmadan,bir mutlu bi mutsuz yaşamak..
    29. 23
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Saçlarını verdiğin koca bir ömür için üç ay ömrün kaldı derler. İçinde yaşayan kibir kokan dünyayı bilmezler. İnsandır bunlar bir bakıma , toprak kazmaktan başka en iyi ne bilirler? Çıkıp diyesim gelir "Nasıl? Beğendiğiniz mi? Kendi elinizle öldürdüğünüz insanı kendi ellerinizle gömüyorsunuz" Gölgeden sofralar kurulur sonra. Göz yaşlarıyla yenen cenaze yemeğinin tadı eleştirilir. Çeyrek asır ömür için bir buçuk dakika süren dua edilir rahmetlinin ahiretine. Sonrası mı? Toprakla benim aramda!
    30. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Hayır,çok amaçlı ama aynı zamanda da tuhaf bir kelimedir. Karşınızdakine iyi dileklerinizi sunarken "Hayırlı olsun." dersiniz. Çevrenize faydanız dokunmazsa hop "hayırsız" olursunuz. Sizden bir şeyi yapmanızı isteyen kişiye "hayır" dediğinizde kötü biri olup çıkarsınız. Başınıza, sonucunda ne olacağını bilmediğiniz bir olay geldiğinde ise diyeceğiniz kelime belli: Hayırlısı. Dedim ya,tuhaf kelimedir hayır. Birden fazla alanında uzman olduğum yeteneğim yok. Çoğu alan ilgi alanımda değil. En basitinden hobilerim bile sayılıdır. Hayır kelimesi çok amaçlı ama benim hiçbir şeyde 'çok'um yok. Fakat hayır kelimesi kadar olmasa da ben de biraz tuhafım. Fikirlerim çok çabuk değişir. Bu, bir yandan kendimle çelişmeme neden olur ama konumuz bu değil. Bazen kimseyi umursamam,kimin hakkımda ne dediğini ya da düşündüğünü. Istediğini yapsın,derim. Ama çoğu kez de bundan pişmanlık duyarım,üzülürüm. Bu yüzden kendime bir söz verdim,çevreme karşı daha sevecen daha güleryüzlü ve daha "hayırlı" olacağıma dair. Belki o zaman her şey benim için daha güzel olur. Etkisi oldu mu? Hayır. Etkisi olacak mı? Hayırlısı...