içimde bir çocuk çığlık çığlığa
erkekler ağlamaz
sustur içimdeki bu sesi
bırak akışına
her zaman istediğin
istediğin zaman olmaz
karışır aklın
çok cevap bulursun ama
tek bir soruya takılırsın
nasıl oluyorda oluyor işte
insan
bir kaç kelimenin ardına saklayabiliyor
tüm ızdıraplarını
çok bekliyor bekli
gelmiyor beklediği
sonra dönüyor türküsüne
bir arada tutmaya çalışırken aklını
en ummadığı yerden alıyor
en ölümcül yarasını
sonra acınmaz ya iyileşmek elinde olan insana
istemiyor insan
ne iyileşmeyi ne de
bir yabancının ona acımasını
sil baştan
başlamak istiyor bazen
duymak istediklerini duyamadıkça
susmayı öğreniyor
çünkü konuşmak günah
çünkü yazmak yasak
yazmıyor insan
boğazına düğümleniyor söyleyemedikleri
en derinine gömüyor
ve yaşamayı öğreniyor insan
dizlerinin üzerine düşüp
yeniden doğrulmayı
yediği her tokatla
her şeyi unutmayı
sevmeyi öğreniyor insan
herşeye rağmen
ve bir daha unutmuyor
bu yüzden belki de
hep bir umut karanlığında
ne zaman vazgeçse dürtüyor onu
hadi diyor
her kapanan kapı bir başkasını açıyor
yoksa yaşayamazdı insan
bu kadar hayal kırığıyla
yeniden başlayamazdı türküsüne
bıraktığı yerden
yeniden başlayamazdı mücadelesine
hic tatmasaydı sevgi denen illeti
belki de bu yüzden
insan önce sevmeyi öğreniyor
annesinden....
1
+
-entiri.verilen_downvote
kafiye goz icin mi kulak icin mi biz ne bilelim şair miyiz?
1
+
-entiri.verilen_downvote
kafiye goz degil kulak degil ben icin bennn
1
+
-entiri.verilen_downvote
sanat halk için diyenler buraya
4
+
-entiri.verilen_downvote
kabus değildi bu
önce derinden bir uğultu başladı
sonra gökgürültüsü gibi
yatağım duvara çarpıyordu
belki de duvar yatağıma,
emin değildim
uyanmaya zorladım kendimi
uyanıktım
tavandan boya parçaları dökülüyordu yüzüme
her yer karanlık
doğrulup ayağa kalkmak istedim
basacağım yer titriyordu
dizlerim gibi
arabaların alarmları ötüyordu deli gibi
çığlıklar geliyordu merdiven boşluklarından
çocuk sesleri
yerdeydim
ellerimden destek alıp doğruldum
sarhoş değildim ilk defa belki de
ama yinede ayakta duramıyordum
adım atmaya çalıştıkça
yerleri değişiyordu eşyaların
sanki görünmez bir el
yeniden dekore ediyordu odamı
eşiğine kadar geldim odamın kapısının
ve başımı dizlerimin arasına
sadece bu uğultu bitsin istedim
ellerimle kulaklarımı kapatıp
sadece dursun bu sarsıntı
sırtımı dayadığım duvar
dövüyordu adeta bedenimi
sonra sadece alarm sesleri kaldı gecenin boşluğunda
toz zerreleri havada uçuşurken
düşebilme ihtimali olan ne varsa yerdeydi
cam kırıkları
ayaklarımı keserken
umursamadan pencereye yaklaştım
insanlar koşuşuyordu sokaklarda
gecenin bilmem kaçı
karşımızdaki binanın olması gereken yerde
bir toz bulutu yükseliyordu
bazı geceler kaçamak bakışlar attığım o altınca kat
yoktu artık
kucağında bebeğiyle bir kadın
kaldırım taşına oturmuş ağlıyordu
bir babanın iki eline sarılmış üç çocuğu
uykudan uyanmamışlar hala belli
adam çaresiz
yanından geçenlerden yardım isterken
ne bırakıp gidebiliyordu çocukları
ne de yerinde durup bekleyebiliyor...
anlamıştım..
bir afet ne kadar anlaşılabilirse
işte o kadar anlamıştım
binlerce insanın canı yanmıştı o gece
milyonlarca insanın hayatına derin bir kesik atılmıştı
hiçbirşey eskisi gibi olamazdı artık
o an'ı yaşasın yaşamasın,
herkesin içine düşmüştü ateş
yıllar geçse bile
kor'u hep canlı kalacak...
meyhane şarkıları dinliyorum
sulu arabesk tarzından
kasıt aramıyorum tanrının oyununda
hala o kadar önemli bir kulu değilim
kırmızı bir kalemle ismim çizilmemiş
doğmamış aşklara isimsiz mektuplarda yazmıyorum artık
yada bilindik numaralara cevapsız çağrılar
bir gün daha geçecek ardından
cevapsız kalan çağrılar eskiyecek
can atilla çalacak ezgilerini
boğazdan başka bir yolcu gemisi geçip
başka hayallere demir atacak
başka sevgililer el ele tutusup başka hayallere yol alacak
belki o günkü kadar güzel olmayacak ama
yinede güzel bir gün daha yaşanacak
istanbul sahilinde
büyülü bir günün ardından
başka sevgililerde öpüşecek bizim gibi
belki o kadar özel olmayacak ama
yeni bir aşka daha gebe kalacak bu şehir
zamansız sancılar arasında
erken doğumlarla sarsılıp
başka hayatlara düşecek yıldırım gibi
tutulacak bir kız çocuğu başka bir erkek çocuğuna
masal mı gerçek mi
yazılacak mı böyle bir aşk
tarih bunuda kayıt edecek mi
izi kalacakmı yeni sözlerin
başka şair tarafından yazılınca
yoksa karışıp tozlu sayfalar arasına
yaşanmıslıkla yetinecekmi insan
seçecekmi adam o zaman
huzurlu bir aşkı
huzursuz bir yalnızlığa tercih edip
elinde sımsıkı tuttuğu o küçük kız çocuğu elini
öpüp koklayıp
şükredecek mi tanrısına
yoksa satıp ruhunu şeytana
acılı bir ölüm karşılığında
sığınacak mı
sonu belirsiz yarınların koynuna?
2
+
-entiri.verilen_downvote
benim kafami bozmayin
4
+
-entiri.verilen_downvote
karanlık suda taş sektirmeye çalışan
çocuk gibiyim
çarpma seslerini hesaplıyorum
durup bir trafik lambası dibinde
ikaz sesini bekleyen kör gibi
-şimdi karşıya geçebilirsiniz...
önümden geçip giden motor seslerinin azalmasını beklerken
koluma giren bir yabancı
-şimdi güvendesiniz...
yenimi uyanıyordum uykumdan
bu mahmurluk
bu kafa karışması
hangi zaman diliminden alıntılanmıştım
lise ikinci sınıf tarih kitabında
iki buçuk sayfa toplamında anlatılan
hani şu okul bitince unutulacak derslerden olur ya
kimisi sınav ertesinde unutulanlardan
tehlike anında camı kırınız'larla büyütülmüş
ve hep bir tehlikenin eşiğindeymiş gibi
tetikte geçmiş
sıyrılıp bu eziklikten
ağzını açıp konuşamamış
belkide bu yüzden hep fırsatlar kaçtıktan sonra
farkedip
yeni kayıplar karşısında ürkmüş
sebat etmiş
ne zaman başını kaldıracak olsa
daha sert bir tokatla yanakları kızarmış bir çocuklukla
geçti çağlarımız
bu yüzdendir şimdi
sivrilmesin diye dillerimiz
olur olmaz herşeye susmalarımız...
kasıtlı yapmıyordum oysa
hayat zorluyordu beni durmadan
kimleri yormadı ki şimdi
beni yoruyor diye yakınmalarım
kırılan kadeh seslerini meze yaparken çaresizliğime
bir insan hayatına kaç mucize sığdırılabilirdi ki?
ve bu insanın ben olabilme ihtimali
binde kaçtı ki?
nasılda tozlanıyor rafları
üzerinde anıların saklandığı
geri dönmemek ayıp mıydı?
hatırlamamak?
bir insan hayatında kaç geçmişi gömerek saklayabilirdi?
yüzü boyalı bir palyaço edasıyla gülümserken
yüzündeki boyaları akmaya başlamadan
ne kadar ağlayabilirdi insan?
kısmen de olsa haklıydım aslında
baktığım yerden doğruydu
kafamı çevirmek aklıma bile gelmemişti
soğuk esprilerine maruz bırakılmış kaderin
olur olmaz herşeye gülümserken
bu oyunculuksa eğer
kim verecek başarı ödüllerimizi
ve neye göre değerlendirelecek?
ne kadarını oldurabiliyoruz hayal ettiklerimizin?
ya olduramadıklarımız?
kaç satıra saklayabilrsin ki?
2
+
-entiri.verilen_downvote
açılınca pandoranın kutusu
bilinmezlik yayıldı yeryüzüne
herkes suskun ürkek bekledi
payına düşeni
en çok korkan
çaresiz kaldı
en cesur olan
ışığı gördü
inanan mutlu olurken
en korkağı kendini içine kapattı
arkasını dönüp kaçarken...
insan inkar etti önce
sonra kabullendi
hayat akışına devam ederken
bize sadece yaşamak kaldı
yaşanılan her gün
biraz daha bizi bizden alırken...
ölmek sıradan günlere paylastırılırken
erteledik aklımızdakileri
bir gün karar verdik yaşamaya
ama o gün
yaşamak icin öyle geçti ki..
geçti sonra,
insan anlamadı bile
cennet vaatlerine kapılırken
elindeki çiçeklerden vazgeçti...
4
+
-entiri.verilen_downvote
beklemek...
01:23
bir şarkı seçmek listeden
sonra beklemek
durup durup telefonu kontrol etmek
hatta sesini iyice açmak
olur ya duymam diye...
01:25
bir sigara daha yakmak
açıp bir sayfa yeniden
yazmaya çalışmak...
yüzüne bakarken söylemek,
bu kadar kolay olmazdı biliyorum
01:26
kalkıp kitaplarımı düzelttim...
yerdeki cd'leri kaldırıp
masamın üzerindekileri topladım
yine ekranın karşısına oturdum
ama gözümün ucu hep telefonda...
01:28
telefon hatlarında sorun olmalı
sana attığım mesaj için
iletildi raporu gelmedi
yeniden gönderdim
uyuyormusun?
çok mu yoruldun bugün...
01:30
dayanamadım aradım
kapalı telefonun...
yoksa çekmiyor mu
neredesin ki?
01:32
yaparken
elime yüzüme bulaştırdığım plan gibisin
herşey hazır kaybetmek için gereken
buluşmak için günleri sayarken
hiç mi umut taşıyamaz insan
işler yolunda gidecek diye
hep bir huzursuzluk
ha bozuldu ha bozulacak
tek bir yanlış kelime söylesem
tek bir yanlış düşünceye kapılsam
yıkılacak dünyamın ayakta duran surları
altından kalkamayıp
dizlerimin üzerine düşücem...
01:35
başka bir şarkı daha çalmasın diye
listemdeki diğer bütün şarkıları sildim
içimdeki yangına yağan yağmur gibi
duyduğum bu müzik,
bu sözler...
01:36
doğum öncesi
kasıklarındaki ağrıya dayanamayıp ağlayan
kadın gibiyim
ne azalıyor ne geçiyor
nefes alıp vermek bir halta yaramıyor
zaman inadına yavaşlamış
karnım burnumda
ölü bir bebek doğurmaktan korkuyorum
ölesiye...
01:38
pan'ın labirentinde kayboldum
kendi aklımın dehlizlerinde
tuhaf yaratıklar geziyor
odamın içinde
mavi televizyon ışığında
hayaller görüyorum
görmezden gelip yoklarmış gibi
seni bekliyorum...
01:39
bir sigara daha
bir şişe daha alkol
resimlerine bakıyorum durup durup
teninin kıvrımlarını hatırlamaya çalışıyorum
ve kızıyorum aklıma
hatırlayacak kadar
genç kalamadığım için...
01:41
beklemek
sönmek üzere bir ateşin başında
sıcak küllere ellerimi uzatıp
ısınmaya çalışmak
alışmak
yaşamaya
başka dilek hakkı yok
bu masal beklenildiği üzere
mutlulukla sonlanmayacak...
01:42
ayılmak
kimin buna ihtiyacı varki
bu saatten sonra?
beklentilerimle bıraksın beni hayat
umut vaat etmesin
ben kendi umutlarımı bulurum
mutlu etmesin beni
ben kendi hüznümle mutluyum...
seni sarmasın başıma
sensiz de yeterince
bomboşum...
01:44
iplerinden kurtulmuş
ama bağlanmadan bir yere
ayakta durmayı unutmuş
bir kukla gibiyim...
hapsolduğu kafesten kaçma hayalleri kurmuş
ama kafesinden çıktığı gün gelene kadar
çoktan uçmayı unutmuş
çelimsiz kanatlarıyla bir kuş
yem olacak düştüğü yerde
ama ne mutlu
esaretten kurtulmuş...
01:47
hala yoksun
çok mu meşgulsun?
yoksa çoktan uyudun mu
çıkarıp aklından beni
ne zaman alacaksın geri?
kaç 47 dakika?
kac saat?
kaç gün...
her saniye aklımda
beklemek
yorgun düşüp
avuçlarının arasında bir telefonla
uyuya kalmak
olurda ararsın
olurda duymam diye
sesini açmak...
beklemek
sensiz bir hayata katlanmak yerine
ararsın umutlarını ekmek aklıma
ve beklemek
geri gelsen bile
gideceğini bilerek...
2
+
-entiri.verilen_downvote
söylenemeyecek sözün,
ne anlamı var?
yaşanamayacak anın güzelliği,
bilinse neye yarar?
sonrası olmayan birlikteliğin,
yalnızlıktan ne farkı var?
bir fahişe gibi kadının koynunda,
erkek olsan neye yarar?
söndürüp ateşini teninde,
ertesi sabah yalnız uyanmışsın,
hayatına ne kadar mutluluk katar?
çok içip sarhoş olmakla,
sensiz bir ayıklık arasında,
ne fark var?
isteyipte söyleyemedikten sonra,
sevgi sözcükleri neye yarar?
çok başarlı olmak,
sensiz bir başarılıksızlık karşısında,
hayatıma ne kadar anlam katar?
koynunda yaşanacak bir kaç gece,
senden uzakta bir ömrü yaşamayı,
ne kadar katlanılır kılar?
gölgende soluklanmaktansa,
ateşinde yanmak düşünceleri arasında,
hangisi daha karamsar?
istediğim sensin,
yaşadığım başkası...
bir akıl,
nasıl böyle bir inkara kanar?
elimin tersiyle dokunsam,
ne kadar düzelir bu kırışıklıklar?
hepsini inkar etsem,
bu inanç,
hangi cehaleti boğar?
'seni seviyorum'
sana karşı işlediğim,
kaç günahı boğar?
'seni özlüyorum'
bu özlemek,
sensiz kaç sabahta daha,
uyanmayı mümkün kılar...
2
+
-entiri.verilen_downvote
sersefil bir sensizligin ortasında
beklemek
gelebilme ihtimallerini hesaplayıp
gelmeme ihtimallerinden cıkarmak
umut böyle birsey
eksilsede hayatından her yeni gün
buna değerdi diyebilmek...
silip yeni baştan
yazabilir misin bunca yıldan sonra
gördüklerini
ardında bir iz bırkabilir misin
yoksa
önemi yokmu bunların
sensiz bir hayata,
yine de beni bağlayabilir misin?
yalnız kaldığın için mi öpmek istiyorsun şimdi
çaresiz kaldığın için mi
teninin ateşini tenimde soğutuyorsun
benden baska
bir erkek daha girseydi hayatına
yine özlermiydin beni?
benden sonra
bir adam daha
tatmin etseydi benim kadar seni
şimdi benim için yanarmıydın?
sevda bunun neresinde?
şehvetini dindirecek bir heyecan olsaydı elinde
yıllar sonra hatırlarmıydın beni?
sen göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye;
cennetin kanatlı ulağısın başımın üstünde,
tıpkı ölümlülerin hayretle açılan gözlerine göründüğün gibi.
tembel bulutlara binip uçarken o havanın kucağında,
onu seyreden insanlar gibi hayranlıkla,
öylece bakıyorum ben sana.
3
+
-entiri.verilen_downvote
zamanla
geçiyor mu?
az önce öpülmüş dudaklarının ıslaklığı?
kalbin deli gibi çarparken
unutuluyor mu kulaklarındaki o uğuldama
öğreniyor mu insan yaşamayı
her şeye rağmen
yenilmiş bir kalple
arkasına bakmadan yürümeyi?
zamanla
inkar edilebiliyor mu
inandığımız?
dimdik ayakta yaşarken bir ömrü
saygıdan değil
zavallılıktan karşısında diz çöküp
uysal bir kölelikle
inkarlarımız
en büyük sözlerimizi
kelime oyunlarına sığınıp
saklandığımız...
görünmez olunabiliyor mu?
zamanla...
unutabiliyor mu insan
bütün yol boyunca
elinde tuttuğu eli terleyen
bir otobüs yolculuğunda
omzu uyuşsa da başının altında
o saçlarının kokusu yok mu
işte o koku
sabah uyandığında
yanındaki yastığa sinen
o koku
uçup gidiyor mu?
zamanla...
bir kadeh rakı
bir kaç satır mısra
belki de unutulacak ayıldıktan sonra
bir hayale kapılmak
olmayacak belki
insan kanmayacak
ama yaşanmışlık içinde
o eskimiş an'lar için
yenilerine surat asıp
nankör bir köpek gibi
hep mutsuz
hep hırlayarak bakmak hayata
geçer mi bu öfke?
sakinleşir mi insan
zamanla....
o tutkusu dokunuşların
etin ete değmesi
ışık bile utanır
giremez araya
soğuk tutuşur
alevleri sararken bedeni
o kadar yoksul
bir o kadar zengin bir sevişme anı
düştüğünde aklına
aylar geçse de aradan
tahrik olmaz mı artık insan
etkisi geçer mi bunun
zamanla...
düşünmekten yorgun düşer
duası yetmez kaderine
uyanası gelmez
bir zamanlar sığamadığın
şimdi ise bir türlü dolduramadığın
o yatakta
yapayalnız ve kederli
kaybolan yıllardan arta kalan
şerefli bir yenilgi
ne zaman kazandık ki biz?
şimdi bırakıp kendimizi zamanın nadasına
her şey düzelecek diye
umut sarıyoruz kırıklarımıza
zamanla....
1
senin şiirin mi bu? - finito 17.05.2017 03:12:55 |#3458977
bir sabahın oluşu gibi
bakışlarının düştüğü yerde olmak
özlenmeyi bilmek senin tarafından
istenmek
susmaya çalışırken tutamamak kendini
berbat etmek bir çuval inciri
yüzsüzlük edip
utanmadan istemek
vaat edilen sen değildin belki
feragat edip hakkımdan
sana hazırlanmak
boyun eğmek bu yıkıma
gönüllü bir esareti seçmek
sonsuz bir özgürlük yerine
senin olmak
var olduğun için hangi tanrıya şükretmeli
var olduğun için bu yaşamak denen oyun
daha katlanılır
ne zaman bırakıp gitmek istesem
sesin düşer aklıma
kal dediğin her an yeniden bağlanır
unuturum tüm karamsarlıkları
yeniden başlarım türküme
sanki hiç susmamışım gibi
kal dediğin her an
yeni bir çiçek açar kurumuş çoraklığımda
solmasın diye her sabah ben ağlarım...
seninle sevişmek böyle birşey
bitti dediğim her anda
küllerimden doğar
daha güçlü ayağa kalkarım
sana soyunur bu beden
senden başka hicbir kadına
böylesine büyük bir ateşle yanamam
senden sonra hiçbir kadına
bu kadar kolay teslim olamam..
2
+
-entiri.verilen_downvote
sığınacak bir yer yok
ortasında bir fırtınanın
çaresizlikler üstüne gelirken
korkunun faydası yok
bu sahadan yenik ayrılmak
bir rövanşı yok
kabullenmek efendilikse
isyankar bir kölelik daha iyi değil mi?
çok ağlarsan
çok bağırırsan eğer
geri mi verilecek
çok istediklerin?
birlikte yaşanabilecek güzel günlerin hayali
ne zaman çıkıp gidecek aklımdan?
ne zaman eskisi gibi olup
alışabileceğim sıradan günlere
bir yolu yok mu bunun?
hiç bilmeseydim mesela
ya da unutabilseydim
her gece alkolle uyuşturup aklımı
sarhoş olmadan uyuyabilseydim
sığınacak bir yer yok
ölümcül bir hastalığın pençesinde
ötenazi hakkımı benden saklı tutuyorlar
atları bile vurmuyorlar mı?
bir daha ayağa kalkamayacaksa eğer
bu sürüngenlik bana göre değil...
bitmedi mi söyleyeceklerim?
kimlerin sofrasına meze oluyorum okundukça
kimlerin hislerini anlatıyorum
kaç insan tatmin ediyor kendini
paylaştıkça sözlerimi
katlanılır görüyor bu hayatı
sığınacak bir yer yok
kaybolmuş ruhların tesellisi bunlar
mutlu insanların aramızda yeri yok
sevda ucuz amerikan filmlerinde kaldı artık
türkçe dublajlı yalanlara karnımız tok
en sakinimiz umudunu hala koruyabilen
umutsuzlarımızın dilinde küfürler
inkar kime,
inkar neyi?
en sorumsuzu dağ başında çoban,
biz çoktan geçtik
bile bile üstelik
çizgileri
geri dönüşü olmayan ...
sığınacak bir yer yok
bağımlılıklar uyduruyoruz kendimize
hayatta kalabilmek için
yaşamak diyoruz adına bunun
yaşamak,
her sabah uyandığımızda biraz daha çirkin...
çok güveniyor kendimize
büyük oynuyoruz
oynamak,
elde avuçta ne varsa
inanmadan kazanacağımıza...
umutsuzluk bulaştırıyoruz en yakınımıza sokulana
karanlık büyüyor
farkı kalmıyor gözlerini yummakla,
acıtırcasına gözbebeklerini açmak arasında
çok üzgünüz belki de
anlamasın diye başka hiçkimse
gülümserken tanıdık yüzlere
iyi oyuncular olup çıkıyoruz işin içinden
bu sahne
bu dekor
bu figüranlar arasında
gerektiği kadarını yaşayıp
çekildiğimizde kendi içimize
kendimize ağlıyoruz
imlası bozuk bir türkçe'yle
itirafa soyunurken çılgınca bir suskunluğu
soğuk bir yatakta uyumaya çalışmak gibi
ağustos sıcağında
bir yanım alev alev
diğer yanım buz tutmuş
dudaklarım titrerken
öpmeye çalışmak
alışmak:
çok mutluymuş gibi oturup bir nikah masasına
hayatını takas etmeye çalışmak
bir yabancıyla...
çok mutluymuş gibi,
fotoğraflarda yer tutmak...
bahçelerde maydonoz
bu ne biçim ıspanak
ben yarime doymadım
yaşasın 23 nisan
3
+
-entiri.verilen_downvote
şehvetle yanıyorken,
günahkar çocuklarıydık biz tanrının.
yüzsüzlük edip kovulmuş cennetinden
çokça ihmal edilmiş
ama bu ihmalkarlıktan şikayeti olmayan
gönüllü bir teslim oluşun ardından
alacağı cezalara aldırmayan
hayatı parmak uclarında yaşayan
aciz ruhlardık biz...
elimizde ne varsa sonuna kadar kullanan
bir kalem, yazılası bir ten
bir sevişmeden arda kalan
buğulu kelimelerdi
ne güzel bir kadındın sen
ve ben ne mutlu bir erkek
çarpıntısında bir kalbin
indirip yelkenlerini
kendini kayalıklara bırakan bir tekne gibi
kırılganlığımdan korkmuyorum
tek korkum
kırıldıktan sonra bir daha asla
açılamamak derinlerine eskisi gibi
kaybolamamak maviliğinde
gri sisli bir dünyada uyanmak
sanki çok rüyadan
mutlu uyanabiliyormuş gibi
senin koynunda uyanılan sabahları
kokun üzerimde çıkılan sokakları
göze almak tek başına yürümeyi...
öp beni şimdi
inkar et tüm seviştigin erkekleri
beni hatırla
sil geçmişte teninde bırakılan izleri
şimdi benimle yan
küllerinden doğan
bir anka kuşu gibi....
1
+
-entiri.verilen_downvote
kadın gülümsüyor!
basit bir mutluluk karşısında
açıveriyor kollarını
öpmek istiyor uzanıp
sevdiğinin dudaklarından
ansızın uyanıyor
kadın ağlıyor!
içinde biriktirdiği
yarım kalmışlıkları
daha da derine itiyor
söyleyemediklerini
susuyor
insanlar anlamıyor
nasıl olur da bir kadının
yalnız kalacağını
oysa avuçlarında bir adam eli,
sığıntı gibi yasarken bir hayatı
kadının gözleri dalıyor
bir akşam üstü
mutfağından izlerken
sokağından gelip geçenleri...
kadın anlıyor!
elinden gelen bu kadar
ahh bir de hayallerine söz geçirebilseydi
tutabilseydi içindeki ürkek kız çocugunu
kaçıp gitmesin diye
yabancı adamların peşinden
uyarabilseydi de
ne kadar sözü geçerdi
bir erkeğin kadını olduktan sonra
ne kadar ciddiye alınırdı artık
her akşam üstü tv izleyip
yemek yapma sorumluluğunu
iyi bir iş sanarak...
kadın ağlıyordu!
yetmiyordu çünkü ona sunulan
hayat adı altında
seçmemişti ki yaşadığını
babasının en güzel kızı,
annesinin kıyamadığı,
el adamının koynunda
doğuracak cocuklarının anası...
kadın vazgeçiyordu!
önce hayal kurmaktan,
sonra
yaşamaktan...
kendini sevmekten vazgeçiyordu
sonra bakıp güzel olmaktan
öpmekten vazgeçiyordu
öpüldüğünde hissettiği,
kalp çarpıntısından...
böyle bir dünyaya uyanmaktan korkuyordu her sabah
gecesinde teslim olmaktan
sevmekten vazgeçiyordu kadın
kapanmıyordu yaraları
üstün körü yapılan pansumanlardan
bırakıyordu sonra
evinin tozunu alıyor
yemeklerini yapıyor
çamaşırlarını yıkıyor
ve çocuklarını doğuruyordu adamın
başka birşey gelmiyordu elinden
her sabah yeniden kalkıp yatağından
yaşamaya çabalıyor...
yaşamak başka birşeydi artık
ağır geliyordu farkına varmak,
çok istedikleriyle
elde edemedikleri arasında sıkışıp kalmak...
0
+
-entiri.verilen_downvote
bir fırtına kopar önce,
insan yorulup bekler bir köşede
yanıbaşında bir yabancı
eski çağların özlemiyle
adam akıllı bir sevda dilenir farkında olmadan
aklını yitirmiş gibi sanki yıllar önce
mezopatamya'dan bu yana
yerleşememiş hiçbir yere
ait olamamış kayıp ruhu girdiği bedenlere
hep bir eksiklik,
kendi boşluğunu içinde doldururken,
daha büyük boşluklar yaratmış...
doymamış bir türlü
bir türlü aklı almamış bu hesap tutmazlığı
çok sevmiş hatta
çok sevilmiş bir zaman
kendi eliyle ittirmiş sunulanı
çok isyankarlıkta bulunmuş
iflah olmamış
bir fırtına kopmuş sonra
tozu dumana katan
kaybolmuş karanlıkta
bir daha eskisi gibi olamamış
çok yorulmuş.
yığılmış bir kuytuya,
son bir sigara yakmış,
katlanılması zor geldikçe
yaşamanın böylesi...
ruhuna kızdıkça
kendi bedenini cezalandırmış...
özlememiş kimseyi
unutuldukça her an
ve beklememiş
beklemekten nasır tutarken elleri
dokunamamış kendine daha fazla
özlerken eski sevgiliyi...
ağlamıyormuş artık
ağlamak,
geri getirmezken bekleneni.
bir sırrın gizemini çözerken,
başka bir sırra kadem basmış.
yalan çıkmış söyledikleri
kabul görmemiş bir türlü
ayıp sanmış
ertelemiş sevda sözlerini
aklı başına geldiginde
zaman akıp kaçmış
bir fırtınaya tutulmuş
atmış kendini kuytu bir köşeye
yanındaki tuhaf yabancı
açılmış pandoranın kutusu
yayılmış her yanına karamsarlık
gün ortasında gölgesiz kalmış..
kimse inanmamış olan bitene
o anlatmaya çalıştıkça
dibe batmış
yanacağını bile bile
en büyük günaha kanmış
öleceğini bile bile
dünyaya gelmeyi göze almış....
2
+
-entiri.verilen_downvote
artık melek değilim...
kanatlarımdan vazgectim düşerken dünyaya
gözlerimi açarken ruhumdan
insan olarak doğabilmek için
masumiyetimi yitirdim önce
sonra cesaretimi
kirlendi beyaz giysiler içindeki tenim
sesim kalınlaştı ardından
duyamaz oldum tanrımı
ayırt edemiyordum artık
ne siyahı ve beyazı
gri bir gökyüzü altında yaşamayı öğrendim,
beyaz bulutların üzerinde
süzülüp dururken...
zaman hapishanesine düşmemişken daha
hakkımda asılsız suclamalarda bulunmuyordu kimse
ben yüz kızartıcı suçları üstlendim
kimse önemsemiyordu benden başka yaşamayı
ben ölebilmek için
bu dünyaya geldim...
artık melek değilim...
anne masallarında anlatılan
masum bebek değilim artık
hızlı bir ergenlikten sonra
büyük adam olmayı öğrendim
kadın nedir bilmezken
şehvetten titremeyi
ve yazabilmeyi öğrendim
konuşamazken daha...
susmayı öğrendim..
acı çekmeyi
cennetinden düşmüş tanrının
başka bir meleği severken....
umut etmeyi ve beklemeyi öğrendim
beklemek
gelecek sona katlanabilmek için
bir halta yaramıyorken...
ve isyan etmeyi
kendi seçimlerimin sonuçlarına
katlanamıyorken
ağlamayı öğrendim önce
farkettiğimde ağırlığını pişmanlığın
sonra gülmeyi
kısıtlanmış zamanlarda
dizlerimin üzerinde sürünmeyi öğrendim
unutup süzülmeyi bulutların arasında...
ve düşmeyi
bir daha kalkamamak kesinleşirken...
artık melek değilim
beyaz kanatlardan vazgecerken
güçsüz kollarla hayata tutunmayı öğrendim
geniş zamanda yaşamak varken
geçmiş zamanları hatırlayıp
gelecek zamanları kirletmeyi öğrendim..
unutamamayı
ve anımsamayı
ve korkmayı
vurulup daha derine düşmekten
yaşamak isterken delice
ölmeyi öğrendim
ölmek sıradan günlere paylastırılırken...
3
+
-entiri.verilen_downvote
çoktan sabah olmalıydı
geçip gitmeliydi zaman
bunca uğraşla
yorulmalıydı insan
yokluğunda avunmak için bahaneler ararken
kafayı bulup sızmalıydı
ne içecek içki kaldı şişelerde
ne de söyleyecek söz dilimin ucunda
geçen her dakikada silinirken aklımdan
bir yanım nasıl da diretiyor
unutmamak için
senle geçen günleri
yüzsüzlüğün lüzümu yok utanmalı
ama neden?
ne kadar erkekçeydi
bir kadın arkasından
ağlamak
susarsam eğer adam mı diyeceklerdi?
parmakla mı gösterileceğim?
yalnız ama gururlu...
kalsın!
seninle ve zavallı olmayı seçiyorum
daha zoruna razıyım
tükürdüğümü yalamayı...
ve ağlamayı
bir erkek nasıl ağlıyorsa öyle...
çocuk kalmayı
her dayak yediğinde canı yansada
silip, akan burnunu koluna
kocaman bir gülümseme yüzünde
yinede yapışıp eteğine
ayrılmamayı....
3
+
-entiri.verilen_downvote
ne kadarını yerine koyabilirsin?
kaybettiklerinin...
ya da ne kadarını telafi edebilirsin
ayrı geçen günlerimizin
bu kadar mı öfke duyuyordun bana
bu kadar mı
nefret ettin severken...
bana bağlandıkça
kopup gitmeyi öğrenmişsin
beni bırakırken
içindeki küçük kızı avutmayı
hangi adam öpebildi seni benim kadar
hangisi anlayabildi her sustuğunda
konuşmak istediklerini...
hangisinin koynunda uyanmak daha güzeldi
en soğuk sabahında,
hiç bilmediğimiz bir şehrin...
ayrılık düşüncesi aklında
sımsıkı sarılırken...
ne kadarını yerine koyabileceksin
bunca zaman kaybının
tek başımıza
doldurmaya çalıştıkça
içimizdeki boşlukları
yabancı yüzlere gülümseyerek
ve oynamaya çalışarak
yalandan aşk oyunlarıyla
kaygısını kendi içinde büyütüp
büyüdükçe derininde kaybolduğumuz girdaptı yalnızlık
içimizdeki ateşleri başka gözlerin yaşıyla söndürmeye çalışırken
girdiğimiz günahlar için
hangi tanrı affedecek bizi?
telafisi varmı bunun
kısacık hayatımızın
birbirimizden ayrı geçen günlerin
birbirimizden ayrı yaşadıklarımızın
yalnız gidilen filmlerin,
yalnız yenilen akşam yemeklerinin,
tek başına uyanılan sabahların,
birbirimize söyleyemediğimiz sevda sözlerinin,
belkide en ağırı
çok isteyipte bir türlü
hani keşke şimdiki aklım olsaydı diyerek başlanılan
yaşanılırken anlamını bilemedigimiz
geçmiş zamanların...
ne kadarını telafi edebiliriz bundan sonra
benim ihtiyarlığım,
senin yorgunluğun
birlikteyken ne çabuk tükettik birbirimizi
belki de
daha fazla acı cekmeyelim diye
bırakıp gittiğinde beni
ne kadarını oldurduk
hiç olmaz dediklerimizin...
hayat devam mı ediyor şimdi?
yoksa
daha iyi rol yapmayı mı öğrendik...
her gece uyumadan önce düşlüyordun ya beni,
benden sonra uyumak için
hala izliyormusun
o eski siyah beyaz filmleri...
3
+
-entiri.verilen_downvote
kapandıkça gözlerim
kanatlanıyor olmak
fransızca bir aşk şarkısını söylemeye çalışırken
hıçkırıklarıyla kesilmiş
durmak istedikçe
kendine hesap sormuş
yasak aşkların cezasını
günahlardan günah beğeniyorum kendime
başka adamların kadınlarını
başka rüyaların kafiyesini
hala güçsüzüm
en şereflisi yenilgilerin
seçtiğim en acısı
kolayına kaçtıkca zoruna yakalanmışım
zoruma gittikce hile yapmış
sabırlı bir fani olamadığım icin
hem bu dünyayı kaybetmiş
hem de diğerinde
günahkar sayılmış
ne cennetine kabul edilmişim tanrının
ne de cehenneminde yakılacak kadar
büyümüş...
bakışlarımdan ürkmüş
sesimi duymazdan gelirken sen
ve istemek seni
gecenin en olmadık saatlerinde
olmaz ya böyle şeyler
olmuyor işte
ten dediğin sende
en dokunulası
aşk dediğin sende
en yaşanılası
inkar dediğin bende
en büyüğü
susmak ağır gelir ya insana bazen
söylemek en utanılası
yazmak yetmiyor
istemek
bir an'sa eğer kollarında
senden sonra alacağım tüm nefeslere değer
uyanamamaksa eğer o geceden sonra
o an bitsin
yakıyorken seni
dokunurken en sıcağımda...
4
+
-entiri.verilen_downvote
kalan son umutlarımı saklıyorum
doğru zaman doğru yer için
çok kaybetmiş olmaktan yorgun
çok beklentilerden uzak
asgari bir mutluluk karşısında
telli arabalarımı ve gazos kapaklarımı sunuyorum...
kaderin bitiş çizgisine yaklaşırken
son kozumuda sahaya sürüyorum
fiyakası kalmamış
ve ucuz bir lutufkarlık karsısında
gülümsüyorum
gülümsemek hala en iyi oyunculuk örneği
oscara aday olmayacağım belki hiçbir zaman ama
hala en geçerlisi kolay kazançlar için
akıttığım kanlı yaşlar
isyankarlık dizboyu
neyi doğru yaptım ki
şimdi
yanlışlarım için hayıflanıyorum
kurumuş yaprakların ezilirken çıkardıgı sesler kulaklarımda
bu kadar kolay mı
üzerine atılırken toprak
o en çok sevdiklerini geride bırakmak
yorulan aklım değil
veremediğim,
olan bitene anlam
her gün biraz daha inceliyor
biraz daha bitiş çizgisine yakınım
çok istemekle yıkılmıyor
çaresizlik duvarları
çok sabırla gelmemesi gibi
beklenilenin
çok düşününce fazlası zarar
nasılda kendini inkar ediyor insan
sesinin yankısına karışırken zaman
en sıcağıdır sığınmak için
sislerin arasından görünen liman
orta yaşlı bir kadının kolları arasında açmak gözlerini
ruhundaki açlığı bastırmak icin
bedenindeki zaafları kullanmak
her bir orgazmda pişmanlık çöktükçe içine
kendinden gectiğin anların toplamı kadar
ayılmamak için üzerine ekledigin yalanların
sus de bana nolur
yeterki birşey söyle
sustuğundan beri
ışıkları kapalı bir odada uyumaya çalışıyorum
kapısı aralık bırakılmış
gecenin bir yarısı uyanıp seslenirse
duysun diye herhangi biri...
yanına gelip uzanırsa diye
diğer tarafını boş bırakmış o küçük yatağın
uyurken
dar gelir diye değil
kaybolmasın diye gecenin karanlıgında o boşlukta
iki yastık koyarmış başucuna
her sabah uyandıgında görebilmek için
diğerine konulmuş bir başın izini
bütün gece hareketsiz yatmış
belkide hiç uyumamış
uyudu sansın diye yanına gelecek kadın
gözlerini sımsıkı kapamış...
ama gelmemiş...
tek kelime etmemiş
konuşamamışım
denemişim olmamış
avazım çıktığı kadar bağırmışım
kapısı aralık odadan dışarı
çıkmamış adım
duymamış kadın
yarısı boş yatakta izi kalmamış
gelmemiş bir türlü
kokusu dolmamış odanın içine
son umudu meze edilirken
içli bir şarkının makamına
yazısı bozulmuş şairin
okunamaz olmuş
sözü bitmiş
anlaşılamaz olmuş
umudu bitmiş
yaşayamaz olmuş....
2
+
-entiri.verilen_downvote
vadesi doluyor sözlerimin
en az kelimeyle
en fazla anlamı söyleyebilmek çabası
tutabilmek istiyorum zamanı
neresinden yakalayabilirsem yakalıyayım
sadece tutabilmek
bir sanatçının sesi karışırken
hayranlarının sesine
gözlerinden akan yaşlara hakim olamamak
büyüsü bozulsa da geç kalmak
geri dönmeye
kırılganlık bize göre değildi hiçbir zaman
içimizde tuttuk boğazımızda düğümlenenleri
söylemedik
biz sustukca mutlu kabul edildik
çacuksu masumiyetimiz oyun sanıldı
biz kimseye karşı sitem etmedik
vadesi doldu sözlerimizin
yenilmeyi adetten sandık
kazanamadığımız için hiçbir zaman
en büyük aşk bizimki sandık
yaşadıklarımızı apoletlerimize işledik
çok acı çekmeyi kıdem saydık
çabuk pes etmeyi erdem..
gücümüz yetmediğinde
kader adı altında olan biteni kabullendik
hem tamahkar hemde uslu çocuklardık
çok iddialı laflar ettik belki ama
sabahında hepsi birer inkar
eski sevgiliyi düşünmek ayıp sandık
her yeni öpüşten sonra
eskiyi hatırlamamak için
her gece alkolle karışık rüyalara daldık
arayıp rahatsız etmemek için gerçek aşkı
bütün numaraları aklımızdan çıkardık
untmaya çalıştıkça geçmişimizdekileri
yeni gelen güne karşı hep biraz daha yarım kaldık
yeni sevgililerimiz de oldu bizim
yeniden hayata tutunma çabalarımız
biz her tutunmak istediğimizde
hayat tarafından biraz daha
soğutulmuş ve umursanmaz karşılandık...
çok zengin olduk..
herşeyi kazandık
oysaki tek istediğimiz aşktı bizim
belki de bu yüzden
varlığımız büyüdükçe
ilk öptüğümüz kız çocuğunun hayaliyle
dolduralamaz bir boşluğun içinde
kendi başımıza yalnız kaldık...
sen güneşin kızı...
kapatılmış gölgesine bir yanlızlığın,
ayak bileklerinde kelepçelerinle,
ne kadar dans etmek istedin yıllardır, yapamadın...
bir kuru huzur karşılığında tüm hırslarını bastırdın.
şimdi aklının iplerini salıp,
duvarlarının çatlakları arasından sızan ışıklarla kışkırtılıyorken,
uzun süre önce koptuğun o düş bahçelerinin hayalini kuruyorsun.
yemyeşil bahçenin içinde
çıplak ayakla koşmak ve ıslanmak
bir yaz yağmuruyla...
belki eskisi gibi olmayacak bu,
beklediğin gibi olmayacak bu heyecan, bu tad...
i̇lk defasında olduğu gibi
için kıpır kıpır açmayacak belki
ama bu sabırsızlık içinde büyüyor şimdi.
kalın duvarların arasından sızıp içine,
kışkırtmak bastırdığın tüm çocuksu isyankarlığı...
parçalarını yerine koyup,
bütününde sana ulaşmak...
okumak her kelimeni,
her satırını,
sen sabrını kaybettikçe
telaşına tutulmak...
düşlediğimden daha büyük bir hayal gibi duruyorsun..
sanki haddim değilmiş gibi
bu güzel kadını yüzyıllık uykusundan uyandırmak...
izinsiz ve kaçak bir rüzgar gibi nefesim teninde..
utanmaz ve yüzsüz bir ukalıkla cürret etmek
en mahrem yerlerini hayal etmeye...
yazmak kadar büyük bir keyifse
senin için okumak,
tüm bu başkaldırıyı,
bilmelisin...
bu tutku tutuşturulduğunda ucundan
söndürülmesi asla kolay olmayacak...
elinde pamuk şekeriyle bir sağa bir sola koşuşturan,
çığlıklar içinde o küçük kız çocuğu,
kahkahalarıyla kızaran yüzü
ve korkmadan güneşe bakan
tüm uyarılara rağmen
merak eden sıcaklığını,
pes etmeden
ve yorulmadan,
inadına hayatla dolan o kadın yeniden açıyor kendini..
ilk baharda susayıp aşkın ışığına
yapraklarını açan papatyalar gibi..
adını bile bilmediğin bir kasabadaki ağaç evinde
yalnız basına bekledigin o yabancı benim!
gecenin bir yarısı geleyim diye hayallere daldığın...
konuşmak ve söylemek için tüm o sustuklarını...
ıslaklığın,
ağlamışsın
akmış makyajınla,
tenine yapışmış elbiselerin,
nasılda ürkek
ve acelecisin hazırlanmak için...
daha yeni bahçesinde oynamış,
eli ayağı toz toprak içinde bir kız çocuğuyken,
temizlenip bir anda büyüyüp kadın olmak istiyorsun...
bir adam için ne kadar hazır olabilirsen o kadar..
büyümek
belki de sözlerinle bir adam için
ne yazılabilecekse onu yazmak için...
en sevdiği pembe içkisinden bir kadeh doldururken,
o an işte durdurmak zamanı
ve beklemenin tadını çıkarmak...
o'nun için yollara düşen adamın var olduğunu bilmek...
o'nun için rüyalara yatan adamın hayallerinde yaşamak...
elinde içkisiyle
evinin köşesindeki küvetin içine girip öylece beklemek...
ve düşündükçe hayallerindeki adamı
bedeninin arzularına karşı koyamamak...
durmadan saatini kontrol edip
her an o sesi duymaya hazır olmak....
''canım...''
midesinde uçuşup duran kelebekler..
ne zaman mutluluğu bu kadar derinde hissetse bunu yaşıyor..
hüzünleri dibe vurdukça..
yüzündeki gülümseme
bitmeyen bir enerjiyle artıyor...
sevdiği,
istediği,
arzuladığı hayat bu...
her parçasını ortaya sundukça
adamın bulmasını bekliyor..
her resim ortaya çıkınca
yeni bir bulmaca,
her söyleyeceği kelimeden
sonra saklanmayı seçiyor...
hiçbir zaman ele vermeyecek kendini
ve biliyor ki adam
her parçasında
biraz daha tutulacak bu kız çocuğuna..
eğer kaybolursa bu oyunda,
doğru parçayı doğru yere koyamazsa adam,
büyü bozulacak
ve zamanında önce uyanacak uykusundan..
bilinmeyen bir güven bu..
anlatılamayan bir inanç..
ne mantıkla ne de akılla açıklanabiliyor..
tek bildiği beklediği adam o,
istediği
ve teninde arzuladığı adam o...
daha öncede görmüştü kış güneşlerini
ama bu defa farklı...
son yudumu da boğazından inerken,
bahçesinde bir çıtırtı duyuyor..
tek yaptığı keyifli bir rahatlık içinde hayal kurmak...
en yasak kapılarını açmış aklının ve teninin..
sonsuz bir hazla kelimelerine hazırlanan o adamı
bekletmemek için
büyüyor şimdi güneşin kızı...
seni görmek ve sana görünmek öyle güzel ki...
1
+
-entiri.verilen_downvote
etme eşekle muhabbet küstürürsün silme cam kırığıyla götünü kestirirsin..
0
+
-entiri.verilen_downvote
ulan sözlükte sürekli herkes şiir paylaşıyo.sözlükte tek şiir sevmeyen ve okuyamayan ben miyim
2
+
-entiri.verilen_downvote
bir hüznün ne kadarını saklayabilrsin?
seçtiğin kelimeler arasına...
kullanılmamış kafiye hangisi daha önce?
kokusu sinmemiş olsun başka kadınların
hangi çığlık bastırlabilir özlemden doğan
hangi çağrıya kayıtsız kalabilirsin
gecenin bir yarısı
yokluğunda sızlayan bir yaranın
yeniden açılmasıyla
kabuğunun kenarından sızan bir damla kan
ne kadarını içinde tutabilrsin bu sevdanın
hangi kelimeyi seçsem
rahatlatır beni yazarken,
okurken seni...
gülümsemenin ruhum üzerindeki sakinleştirici etkisinin inkarı varmıdır?
teninin kışkırtıcı etkileri gibi
senden sonra bir daha bu denli büyük bir yangın çıkar mı?
bağışla beni
tutulup,
tutunma arasında bir yerde kararsız
susma ve söyleme arasında sıkışmış
bir yanım bırak gitsin diyor aklında ne varsa
diğer yanım suspus olmuş
okursan eğer bu satırları
aklına düşer miyim kaygısında..
bekliyor musun beni?
ben hüznümü saklamaya çalışırken kelimelerim arasında
anımsıyor musun?
herhangi bir anında en olmadık yerde
mesela
hani işin başından aşkınken
ya da aksam olsa da eve gitsem derken
ya da arkadaslarınla birlikte eğlenirken
gibi tuhaf tahayyüller arasında
gecenin yarısı seni aklıma düşüren neydi?
aklım fikrim teninin yansımasında,
aklım üzerindeki
sen tutulması bu gölgesinde kaldığım
nasıl birşeydin ki sen
bir türlü anlatamadığım
mucize gerek bize belki de
hani mavi pelerinli kahramanların
yapabileceği türden
büyük bir parkın yeşil çimleri üzerinde
uzanıp izlemek gökyüzünü
uzanıp öperken güzel dudaklarından
içime cekerken nefesini
nasıl bir histir o
mavi göğün altında
dokunurken sana
işte tam o anda
uyanıvermek
kokun sinse üzerime
yeniden uyusam sarılıp kendime
tek dilek hakkım olsa bile
sen dilensem
şimdi gelsen...
gelmediğin her an
içimde büyüyorsun
resimlerinle avutuyorum kendimi
hayallerimle kendimi kandırdığım gibi...
3
+
-entiri.verilen_downvote
bir itiraf değil bu.
bir yanılsama
beklentilerin ötesinde
umulmadık bir yenilgi
kaybın farkına varmak için çok erken
farkına vardığında
telafi için geç
bir savaştı bu
icine düştüğünü gördüğünde
elindeki son silahla saldırmak
tutunmak hayata
çabası içinde büyüyen bir hırs
hayat çoktan bıraktı seni
sorumluluk sende
suskunluk bir seçim
konuşmayı bildiğin gibi
dönüp arkanı gitmeyi de bilir misin?
aklına düşürmeyi çalısmak gibi
en olasılıksız hayalleri
hesapsız kitapsız dinsiz bir putperest gibi
boşluğa düşerken inanmak neye yarar
iman dediğin
son nefes verirken gelirse eğer
hangi tanrı buna kanar?
flu görüntüler arasında
kör bir ressam kadar aşıktım denizin mavisine
sağır ve dilsiz gibi dinliyorken melodileri
parmakları kesilmiş bir şair
kaç aşk daha yaşasa
yeniden yazabilirdi eline alıp kalemi
kaç tende daha söndürülse bu şehvetin ateşleri
yeni bir ten özlemeden durabilir bu içimdeki hayvan....
bulutsuz bir gökyüzü kadar sakin
hazırlanmakta öfkesine kan kokusuyla terbiye edilmiş
günahına girmek için üstünü değişmiş
jöleli saçları, traşı kısa kesilmiş
bir liseli kıza sunulmak üzere yeniden revize edilmiş
bu beden
bu daha önce hiçbir kadına söylenmemiş gibi
kızarırken yüzü dudaklarının arasından çıkan her kelime
kaç kandırmaca daha kaldırır bu ten
kaç dokunuş daha gerekir
eskimek için...
ya da kaç günah
cehenneminde yeterince yanıp
uslanmak için tanrının...
bir el cantasına sığabilecek kadar az yaşadım aşkı
bir yaz telaşına meze olacak kadar
ilk alkol kıvamındaki sevişmede
ayılınca unutulacak kadar
doğum kontrolündeki başarısızlıklarım
kanlı kürtajlara neden olduğum için belki de
her sevişmemde biraz daha lanetine maruz kaldım
tahayyülü zor rüyaların ter içinde uyanmaları
kaçınılması her zaman imkansız oldu
bu yüzden yüzsüz bir ihtiyar gibi
kabullenişim yenilgiyi
ve utanmadan yeniden başlamak
her uyanış yeni bir zafer çığlığı
her çığlık gozlerimi ıslattı
her inleyişi kollarımdaki kadının
bu kaybın acısını
biraz daha ağırlaştırdı
kırılganlığıyla ölçülüyordu bu aşkın özverisi
ve hangimiz daha vericiydi yetmezliğinde
kan kaybında
nasıl ölçülürdü sevginin büyüklüğü?
nereye üflemek gerekiyordu trafik çevirmelerinde
kanımda ne kadar sen bulunursan cezaya girmezdi bu
üzerimde ne kadar kokun
akli dengesizlik sayesinde
kurtulmak için bu cinayetten
kaç şişe daha içmesi gerekirdi insanın
kendi intiharında sorumlu tutulmaması için?
kaç yalan daha
beni bırakıp gittiğin gerçeği unutulabilsin...
bir düğmesi olsa ve çevirince
değişsse tüm bu olan biten
ikinci bir seçenek olsa ve onu denesek
olmayınca
geri alsak
neresinden bakarsan bak
soylediğin her söz
aleyhinde kullanılacak
inkar etsek neye yarar
hala mutlu bir çocukluk
başka insanların tekelinde kalacak
hani olurya bazen
şimdiki aklım, o zamanlarda olsaydımlara karışır hayaller
en zorudur belki
geçmişe dair hayaller kurmak
sen elindekilerle yetinmek zorundayken
insan nasıl da bilir ve görmezden gelir
inandırır belki de kandırır kendini
daha iyisi olabilirler karşısında
mutluymuş gibi yaparak
hepsi bir rüyadan ibaret
ve uyanır insan
yeniden başlar yaşamaya
sanki önceki hayatlarında
çok mutlu olmus gibi
yeni hayatına sırıtarak
ne kadarına alkol gerekir düşüncelerin
iyimserlik havası takınarak
güzel kelimeler yazmak icin
neresinde tatmin olursun
bu yeterli kafi artık diyerek
vazgeçmek mutluluktan
kangrene dönse de içindeki o yaralar
ameliyatı kabullenir misin?
yoksa bi süre daha mutlu yaşamak için
kalan hayatını feda eder misin?
belki de organ nakli gereklidir
hangi organı kabul eder bedenin?
ya o organ istemezse seni
bu uyuşmazlık için
başka kaç organ daha gerekli?
dolmuşsa vadesi yapacakların için tanınan sürenin
kaç aşk daha gerekir insana
bir kaç satır daha yazdırabilmesi icin?
düşer başın yorgunluktan
kapanırken gözlerin
bir yudum daha olsaydı dersin
yetmezken içtiğin
nasıl da başarıyor insanlar bunu
mutsuz olman için
bu kadar ortadayken yaratılmışlık
sen benim,
ben seninleyken...
eksik kalan neydi?
gereken neydi
bir efsane olabilmek icin
illaki ölmek mi?
1
+
-entiri.verilen_downvote
bir çığlıktır bu,
sesin kısılıncaya dek...
avazın çıktığı kadar,
meydanlarda slogan atmak..
bir öfkedir bu,
elinde tuttuğun kızıl renkli bir bayrak...
kavgadır bu,
yürümek yoksulluğunda yalın ayak...
avuçların kanasada,
zincirlerini koparmak,
canının yanmasına inat...
aşktır bu,
yarısı hiç kullanılmadan
geri iade edilen bir hayat...
sevmektir bu,
sözün bitse de,
vaat edilene inanmak...
öpmektir bu,
güzel sevgilinin hayaliyle uyanmak...
ayrılıktır,
uzun zamanlar ardından
kavuşmak...
kazanmak,
bir çok insan tarafından inanılmayacak kadar
büyük bir yenilgidir,
izleri bedeninden
yıllar geçse çıkmayacak
bir işkence sonrası
damarlarında elektrik kıvılcımlarıyla susmak...
ağlamaktır belki de
gülmek,
tek başınaysa eğer
çılgın topluluklar tarafından kınanmak..
utanmak
yetmiyor diye zenginliği ruhunun
içindeki çocukluğu paylaştıramamak...
özgürlük
populüst rejimlerin tutsaklığından kurtulup
ucuz söylemlere kanmamak...
kırılsa da kolun,
o elindeki pankartı bırakmamak...
eşkiyalıktır bu,
çıktığın dağdan inmemek için
yüce devletline başkaldırmak...
ölmektir belki de,
kırmızı saçlı bir güzele
kullanılmamş bir hayal sunmak...
yaşamaktır en adice,
birşey olmamış gibi
her sabah uyanmak...
kınından yeni çekilmiş bir bıçak
sanki hiçbir tene değmeyecekmiş gibi
korkakça havada savrulmak...
akıldan çıkmış bir söz,
sanki sevgilin tarafından duyulsa da
anlaşılmayacak....
kasvettir ilkbaharın ortasında
ayrılık
ukalaca bir tavırla
tarihteki yerini alacak...
kavgadır bu,
uğrunda harcanacak bir can
ya ülkemin ya senin
dizlerine kapanıp
öfkesinden boşalıp dolu dizgin
ilk defa tutulmuş gibi bir kız çocuğuna
salya sümük ağlayacak...
aşktır bu,
senden başka hiçbir kadın için
bu kadar dolu yazılmayacak...
palavra bunlar..
başka kadınların kokusu var satırlarımda
başka hayatların gölgesinde geçiyor yalnızlığım
palavra bunlar
iş olsun diye yazılıyorum
seçilirsem eğer keyfime bakıp
ertesi gün yeniden doğuyorum
yabancı bir yatakta
damağımda başka tenlerin tuzu
titremelerimi sarıp beni içine alan
yalancı bir şehvet aklımda
palavra bunlar
geceler boyu seni düşünen ben yalan
hayatla ölüm arasında
kararsızca durup yazı tura atan
olasılıklarını hesaplayıp gelmemenin
her gece geçmişe yol alan
düzeltmek için değil
bir daha tekrarlanmasın diye
huysuz bir çocuğu eğitmeye çalışan
bir türlü büyüyüp adam olamadı diye
tek ayak üstünde beklemeye bırakılan ben yalan...
palavra bunlar
sözlerimde kalan erkekliğim
karşına geçince konuşamayan
sen gidince hırsından dağlara çıkan
yalan
gelirsin diye gözlerini ufka yatıran
gelmezssin diye umutsuzluğa düşüp yorulan
yalan
birşey yokmuş gibi gülümseyip duran
içini çektikce kalbi ağrıyan
hadi şimdi unut bunları
senden sonra yarım kalan ben yalan
umursamadığın, belki de korktuğun
kaçtığın büyük bir yalandan
sığındığın gerçeklerin ışığından
gözleri kamaşan sen
bu kadar mı üşüdün şimdi
sıcaklığımdan korkup kaçmak icin bahaneler arayan
hazırladım işte simdi en büyük yalanlarımı
en buyük hezimetlerimi sana sakladım
senden sonra hic ağlamadım
yalan
unuttum kokunu yastığıma sinen
dokunuşların aklımı başımdan alan
sesin bir melek sesi gibi
beyaza boyayan
bu karamsarlık içinde boğulan
ben
yalan
palavra bunlar
yazdığım sen değilsin
yazıldığım
kırmızı saçlarıyla seyrimde süzülüp duran
aklımın büyüttüğü sevdam
bu ateşi tutuşturup
küçük bir kız çocuğu gibi
annesinin eteği ardına saklanan
inkar edip varlığımı
gözlerini gözlerimden kaçıran
yazdığım her kelimeden utanan
sevgilim...
gerisi yalan
palavra bunlar
senden başka herkes için inanılası,
senin için
inkarı en kolay olan....
olmadık yerinden kırılacak umutlarım
tamiri imkansız
tarifi zor
görücü usulü evlilik gibi birşey bu
gördükten sonra boşanmak için
bir başka görücü gerekmeyecek
yaşandıktan sonra geri dönülüp
sana uymayanlar
bir kalemin arkasındaki silgiyle silinemeyecek...
2
+
-entiri.verilen_downvote
çok beklemekten sıkılmak,
bu yüzden ayrılmak o duraktan
yürürken yolda
kaçırmak geç gelen otobusleri
zamanlaması tutmayan birliktelikleri
en uygunsuz yerinde bitirmek
afili yalnızlıkları göze almak
ve ne zaman yalnız kalsam
en rezilinden birliktelikleri aranmak
gecenin bir yarısı
diğer yarısı boş bir yatakta..
yaşamak diyorsun ya adına
yaşamak işte
yarım yamalak
motorundan ses gelen 99 model bir şahinle
uzun yola çıkmayı göze almak
gittiği yere kadar diyorsun ya
gittiğin yer
bir halta yaramayacak
kaçmak diyorsun ya buna
bir adı sürgün kendi bedeninden
uzağa atmaya çalışmak
aklına düşenleri
unutmak
hala kalemi güçlü şairlerin
satırlarından okunacak
doğa üstü güçlerim yok diye mi bu kadar çaresizim
olduramadığım için
içimden geçenleri
adam olamadığım belki de
olsam da
ne kadarı bana ait olurdu
yarısını bile sevemedin içimdeki çocukluğun
yarısına bile katlanmazken sen
bu işe yeni başlamış bir ressam gibi
düz bir çizgiyi
iki nokta arasında çizemezken ben
ben...
ne çok başladığın ama
bir türlü tamamlayamadığın
gelecek zamana ait cümlelerinde
öznesine gizlenen ben...
bir hayat sunmak bu kadar kolayken
en zoruna saplanıp
düzgün bir cümle bile kuramayan ben...
ben
şimdi yalnız olduğum için değil
yalnız uyuyamadığın için sen
yanında değilim diye
her gece öfkesini bin parçaya ayırıp
kendi içinde etkisiz hale getiren
her gün yeniden
anımsarsın diye bir gün
oraya buraya tuhaf notlar düşen
ben
alkol biter
narkozdan erken uyanan bir hasta gibi
acısının ortasına gözlerini açan
ölmek nasıl tatlıdır ama ölmek
uzaktır senden
yaşamak acısına rağmen
yokluğunda
eğer bir gün geri gelirsen
umudu taşımak içinde
sensiz gecen her geceden sonra
acıyla uyanmak sabahın bir saati
dudaklarımı ısırırken...
o ve ben. yan yana geldigimizde bir türlü ahenk oluşturamadik onunla.
4
+
-entiri.verilen_downvote
kırıkların arasından sızıyor gibi
yazdığım her söz
ürkekliğin bir ceylan yavrusu
nefes alsam korkuyorsun
korkuyorum söylemekten
oradasın
varlığın büyülü bir ırmak gibi
dokunsam bozulacak neşesi gecenin
dokunmazsam bir o kadar karamsar
beklesek zaman kaybı
zaman her ikimiz içinde
tahammülü olmayan bir hata gibi
çok zamandır hatalar
bir yaşam biçimi
unuttuğumuz içindir belkide
kazanmak
gerçek olamayacak kadar güzel
bir hayal gibi...
2
+
-entiri.verilen_downvote
beklediğin neydi?
yanıma gelirken aklından geçirdiğin
bulamadın diye şimdi içini çekip
arkanı dönüp gitmelerin..
fazla mı çıplaktı ruhum?
görünenler fazla mı gerçekti karşında
basit sıfatlarla betimleyebileceğin bir hayal kahramanı olamazdı
belki de bu yüzden
uğradığın düş kırıkların...
beklediğin neydi ki simdi...
gördüğünde yüzünü buruşturup
belli olmasın diye
belki de anlamıyayım diye
seçtiğin en renkli maskelerin
çok mu yukarıya koymuştun beni
ulaşılamaz gördüklerin arasında
hangisi karşılıksız çıktı vaat ettiklerim
ne görüyordun ki baktığın yerden
yanıma kadar sokulup içine çekerken beni
hangi sözüm yarım kaldı
yankılandım ve sesim
kısıldı birden
kasılırken zaman,
yavaşlarken
neresinde kaybettik birbirimizi
incecik bir ip üzerinde
düşürmemek için diğerini,
düşmemek için belki de
sarılırken sımsıkı
kendi aklımızın içinden geçerken
hangi dönüşü kaçırdık?
haritanın neresindeyiz şimdi
oysa
sen bana gelirken beklediğin neydi?
şimdi suskun
susmak hançerliyorken yazılanları
söylesene durma hadi itiraf et
en acısına hazırla beni
yalan de bitti de başlarken
bir adam arıyordum de
okurken yazılanları...
bir gercek,
olmayacak kadar hemde
bir suistimal,
bir kullanımlık plastik parçası...
ambalajı açtığın anda kullanmasanda eski haline dönmez artık
yeni diye satamazsın bu bedeni!
beklediğin neydi ki?
bir rüyaya uyanmak gibi...
bir rüya...
saçları siyah
gülümseyen bir kürt kızı gibi
küçük bir kız
öpse gözlerimi
bozulur büyü silinir parlaklığı düşlerinin,
yakışıklı prenslerin tekelindeki
o masallardan biri değildi bu
öpülünce kurbağanın yüzü
siğil bulaşmasın diye öğürürken
midesi bulanıp belli olmasın diye
kırılmasın diye kurbağanın kalbi
sımsıkı kapayıp dudaklarını
arkasını dönüp kaçtı prenses...
bir hoşcakal bile diyemeden
gel zaman git zaman
bir daha ne prenses indi o derenin kenarına
ne de kurbağa
yazmadı prensesi
bundan başka hicbir satırda...
3
+
-entiri.verilen_downvote
seninle tamamlıyorum şimdi
uzun bir öykünün
çok uymasa da imlası,
okuyan anlar!
bir uçak bileti kadar yakındık biz
o uçak hic yakınımızdan kalkmasa da
bir yürüyen merdivende birbirine sarılan iki sevgiliydik
asansörde kalan
şehirlerarası bir otobüste yanyana oturup
kimseye belli etmeden sevişmeye çalışan...
kokun üzerinde diye
o yatakta yatmayıp
seni özledikce
uzaktan bakıp ağlayan...