(#4299560) edite gelirim demişim, uplansın diye entrye geldim.
*dikkat! işbu entry yer yer spoiler içerebilir (hoş, bence spoilerlık bir kitap değil)
---
spoiler ---
kitap, kaybolan genç mühendis
turgut özben'in bir gazeteciye gönderdiği, içi farklı el yazılarıyla dolu bir koli kağıdın gazeteci tarafından sonunda açılmasıyla başlar. turgut özben, intihar eden arkadaşı
selim ışık'ın (anlatmadan anlaşılmaya aşık biri) intiharını ve anlatmadıklarını araştırmaya başlar. sonunda gerçekten kayıp mı olur? yoksa kendini mi bulur?
selim ışık: 19..da n. kasabasında doğdu. anlatmadan anlaşılmaya aşık, ince hesapların adamı ve
isa mesih'e müthiş bir sevgi ve saygı duyan,
incil'i bilmem kaç kere okumuş kahramanımız. kendine ait bir kelimesi olsun çok istemiş ve sonunda tek bir kelimesi olmuş:
tutunamayanlar (bkz: disconnectus erectus)
dostu turgut özben'in
selimciğim ışık diye sevdiği, fakat ne düşüncelerinde ne de günlüğünde turgut'tan pek de bahsetmemiş olması da ayrı bir konudur. zira turgut bir tutunamayan değildi. evli, iki çocuk babası bir mühendis. böyle tutunamayan olur muydu hiç?
---
spoiler ---
bu eserin neden kült olduğunu elbette okuduktan sonra anladım. "
oğuz atay gibi yazmak" diye bir deyim olsaydı anlamı "ancak uç bir akıl böyle yazabilir, kimse gibi düşünmeyenlerin kalemi gibi" olurdu. klasiklemiş abiiğ oğuz atay'ın dili çok ağır yaklaşımına kesinlikle katılmıyorum; dili çok sade fakat anlatımı kimselere benzemiyor. bu yüzden de genel kanı, "dili ağır" kalıbına takılmış. kendi adıma okumakta zorlandım bunu da beni fazla etkilemiş olmasına ve sürekli edebi bir yönden bakarak "oha oha bu nasıl cümle, bu nasıl bağlamak, bu konuya nereden geldik şimdi?" demelerime bağlıyorum.
"
oğuz atay'ı anlamak" diye bir kavram olsaydı, anlamı "ancak uç akılların, zihnin ötesine geçip düşünebilenlerin anlayabilecekleri" gibi bir anlamı olurdu sanırım. kendi içimde tedavülde olmayan bu kavrama öyle takıldım ki anlamak için çok çırpındım.
okumaya başlarken bir yerlere sürükleneceğimi, yeri geldiğinde kitlenip kalıp aynı cümleleri tekrar tekrar okuyacağımı adım gibi biliyordum. ama bazen bir duvarın dibine çöküp selim ışık'ı uzun uzun düşünmek aklımdan geçmemişti tabii.
selim'in şarkıları için
süleyman kargı'nın açıklamaları kısmı da oldukça zordu. bir anda ana hikayeden çıkıp geçmişe, geleceğe gidip duruyorsunuz, yine de bir açıklamayı okuyup tekrar şarkıdaki kısma bakınca anlamak hoşa gitmiyor değildi tabii.
bir de genel olarak eski türkçe kelimeler, uydurma ya da gerçek şarkılar, filmler, kitaplar, yazarlar, rivayetler ve düşüncelerden oluşan cümleler (diyalog halindeyken kahramanın düşüncelerine geçiş) olduğu için çoğu kişinin neden yarıda bıraktığı bir kitap olduğunu anlamak pek de zor değil. okuma konusunda biraz piştikten sonra kesinlikle muuuuhteşem bir roman! (ki şahsım henüz pişmemişken bu kadar etkilendiysem biraz zaman sonra tekrar okusam neler yaşarım kim bilir. zaten bu öyle bir kere okuyup rafa kaldırılacak bir "olay" değil.)
turgut özben'in sadece arkadaşını kaybetmişliğin acısıyla sürdürdüğü bir hayatı yaşadığını sanırken yavaş yavaş
olric'in hayatına girmesi ve girdiği duygu-durum değişiklerine tanık olmak anlatılmaz diyebilirim.
-
iletişim yayınları oğuz atay bütün eserleri dizisi'ne göre (bu arada ben bu basım üzerinden yazıyorum) - kitabın s.460 - 537 arasındaki on dördüncü bölümünde hiçbir noktalama işareti kullanılmamıştır. bu olayı biliyordum ama karşılaşınca mahvoldum. kelimenin tam anlamıyla soluksuz okuyorsunuz ama kendi adıma beni mahvetti! nasıl yaptın bunu be adam? bir tane noktalama işareti yok, bir o kadar akıcı ve doğruydu tüm yazılanlar.
sonradan öğrendim: oğuz atay burada
bilinç akışı tekniğini kullanmış. (ek bilgi: bilinç akışı tekniğini kullanan yazarlar, kahramanların zihninden geçenleri birbirini aralıksız takip eden sözcükler yardımıyla, imla kurallarına dikkat etmeksizin okuyucuya aktarırlar. yazarlar, kahramanların zihinden geçen anlık düşünceleri, başka bir deyişle onların bilinç yansımalarını anlattıklarından dolayı akışı ve sürekliliği kesecek noktalama işaretlerini kullanmayı tercih etmezler)
başta burada neyi amaçladığını anlamamışken tekniği öğrendikten sonra oğuz abimizin sevgili okuyucularına -selim'in,
günseli'nin, turgut'un...- tüm kahramanların kafalarının içindekileri bam diye geçirmek için kullanmış olduğunu düşündüm.
*burası zaten okuması zor ama sürüklemenin zirvesi olan bir bölümdü bu arada, inkar yok.
o bölümden birkaç alıntı:
---
spoiler ---
- seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim
- seni seviyorum ve yalnız seni görüyorum seninle ilgiliyim başka her şeyi unutuyorum sözün gelişi değil bu ben sözümün eriyim başka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler bulurdum elleri de sözünün eriydi elleri de sözlerine uygun hareketler yapardı
- beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu sefer geride bir şey bırakmadım tasımı tarağımı topladım geldim neyim var neyim yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim
---
spoiler ---
ha bir de şu var ki okuduğum kitapları bazen arkadaşlarıma anlatmayı çok severim. "şöyle başlıyor, şöyle bir diyalog vardı, aaayy sonunda da böyle oluyor" gibi... ama gelin görün ki tutunamayanlar asla anlatabileceğim salt bir eser değil. bunu tüm samimiyetimle söylüyorum: anlatacak yeterli bir türkçe'ye sahip olamamaktan değil, sadece öyle bir kitap değil işte.
şu an bu entryi yazarken bile ne yazdığımı bilmiyorum, klavyeyi aldım önüme ne geçerse yazıyorum.
-tıpkı romandaki kahramanların düşünceleri gibi-
kitabı ders çalışır gibi okuduğum için (yanına aldığım notlarla beraber) bir sürü altı çizili paragraflarım, cümlelerim, kelimelerim var. işte bazıları:
---
spoiler ---
- insan ölünce çok daha hafif olur sanmıştım.
- kitapçı vitrinlerinin önünde biraz fazla kalıyordu, duraklara en kısa yoldan çıkmıyordu; duraktaki insanlardan daha hesaplı davranıp dolmuşa, önce o binmiyordu - bu beceriklilik, kendisini üstün saymasında oldukça önemli bir noktaydı oysa. hafızasında da bazı boşluklar oluyordu: kendini birdenbire, elinde anahtarla kapının önünde buluyordu.
- yemek hazır; düşüncelerinle soğutma çorbayı istersen.
- insan kendini beğenmeden yaşayamaz. kendini beğenirse, diğer insanlar onun hayatını cehenneme çevirmeye çalışırlar. bunun için, insan, hem kendini beğenmeli hem de beğenmemelidir.
- birden turgut'a döndü: "onun öldüğüne gerçekten inanıyor musun?" turgut yerinde sarsıldığını hissetti. "bu sözünü hiç unutmayacağım" dedi.
selim'in ölümü gene odayı kapladı. güneş tutulması gibi bir şey. kelimelerin dağıtamadığı bir ağırlık.
- "şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş omayı isterdim" dedi: "gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda."
- selim'in şarkıları kısmından üçüncü şarkı 277 ve 284. mısra'dan;
bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, ankara güneşi sizin de
uyuşturmuşsa beyninizi, ata'nın izinde
gitmekten başka bir kavramı olmayan
cumhuriyet çocuğu olarak yayan,
pis pis gezdinizse (o sıralarda adı opera meydanı olan)
hergele meydanında, bu sarı ve tozlu alan
iğrendirmediyse sizi,
bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,
kaybettiniz (benim gibi) .
- selim'in şarkıları kısmından beşinci şarkı ilk 7 mısradan (*bence tüm kitabın özeti sayılabilir niteliktedir)
tutunamayanların destanıdır bu şarkı,
dostum
süleyman kargı.
eller boşta kalıyor, tutunamıyorlar toprağa
anlatamıyorlar anlatılamayanı.
anlatmak gerek: düşman sarmış her yanı
oysa, mesela selim ışık
anlatmadan anlaşılmaya aşık.
---
spoiler ---
*yeterince uzun bir entry olacağından bu kısmı yazmıyorum. merak eden için s.153-154 selim ve isa'nın buluşmasını okuyabilir, ek olarak s.154 sonunda selim'in isa'ya mektubu var. (şahsen çok sevdiğim bir kısım)
- biliyorum, isa daha büyük acılar çekti diyeceksin. bu kadar ayrıntılara giremezdi, diyeceksin. asıl, ayrıntılara girmeliydi bence.
- isa'nın ikinci gelişiyle durumu kurtaracağını sanıyorsun.
- beni yıkın artık günseli derdi üstünüze çökmeden yıkın beni
*selim'in ölmeden önce günlüğünü günseli'ye göndermesi ve bununla alakalı yazdığı mektupta onları hemen okumamasını, kendisini bunaltabileceğini, şöyle beş altı ay kadar sonra istediği yapabileceğini söylediği bir kısım var. yazdıklarıyla ilgili kurduğu cümle de şu: "bunları mustarip bir ruhun çırpınmalarını ifade etmekten çok okuyucuların duygularını kötüye kullanmak isteyen acemi bir yazarın karalamaları dersin" (benim inancıma göre işbu cümle oğuz atay'ın kendini anlatışıdır. kim bilir?)
- ben karagöz filan değilim. herkes birikmiş bizi seyrediyor. dağılın! kukla oynatmıyoruz burada. acı çekiyoruz.
- düşünceli görünüyorsunuz turgut. ne korkunç bir iftira. beni mi düşünceli görüyorsunuz? hiç adetim değildir: düşünmem.
*turgut'un selim'in acısını her hatırlayışında ve onu anlamadığını anladığı her anda "
bat dünya bat!" serzenişi yine tüm kitabın duygusunu yaşatan bir cümledir.
selim'in günlüğüne -kendi tabiriyle "
mahrem-i esrar"- değinecek olursam; pek de değinmeyeceğim. bilmemkaçsayfalık kitapta en kayda değer gördüğüm ve okurken selim ışık'ı maalesef çok iyi anladığım, biraz depresif bir adam olmasının yanında ince hesapları yüzünden hastalanan -hem bedenen hem ruhen- bu adamı anlamak beni de biraz üzdü açıkçası. yine de bir kaç alıntı paylaşmadan edemeyeceğim:
- karanlığı görmemek için perdeleri sıkı sıkı kapatıyorum.
- annem de babam da bana gerekli eğitimi vermediler. yaşamak için demek istiyorum. bana yaşamasını öğretmediler. daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. insan, kendi bulurmuş doğru yolu. ben bulamazdım... normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. olmayınca da anormal dediler. ben de kendimi anlamadım: büyün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım.
*selim'in cenaze vasiyeti (aslında sadece günlüğünde belirttiği bir dileği) s.622
...hiç olmazsa gazoz içsinler de bir serinlik kalsın içlerinde son günümden hatıra. yalnız sıcağı ve tozu hatırlamasınlar. hava da ne sıcak, demesinler. öğle namazında güneş yakmasın onları. imamın kara cüppesini görünce bunalmasınlar. evet, gazoz içmelerine izin verilmeli. belediye, elma ağacının altına gömülmeme engel olacağına, asıl bunlara engel olsun.
...soğuk bir günde ölürsem de kimse gelmeyecek... göz yaşları donup kalacak yanaklarında. baharda ölmek istiyorum.
_______________________________________________________________________________________________
selim ışık sanılanın aksine depresyona girmiş, psikolojik sıkıntıları olan bir adam değildi. ince hesaplar hasta eder insanı ve evet anlaşılmamak da öldürebilir.
onlar yüzünden-di biraz. ("onlar kim selim? onlar, onlar işte. biz olmayanlar.") her neyse, başta da dediğim gibi öyle bir sefer okuyup rafa kaldırılacak bir olay değil bu; ara sıra göz gezdirmek gerek. benim merak ettiğim; selim ışık,
oğuz atay mıydı? günseli,
sevin seydi miydi?
tehlikeli oyunlar'da da
hikmet benol ve
sevgili bilge için aynı şeyi düşünmeye başladım. öğreniriz belki bir gün, neyse.
*buraya kadar okuyan varsa helal olsun arkadaşım. teşekkür ederim.
intihar etmek bir baş kaldırıdır diyor ve entryi kitabın ön sözünden bir bölümle bitiriyorum:
"korkuyu beklerken tehlikeli oyunlara bile tutunamayan, gene de o oyunlarla yaşayan, geleceği elinden alınmış beyaz mantolu bir adam: dipten sarsılmış, kırgın, hatta umutsuz biri: günü geldiğinde yazdıklarının anlamına bile yetişemeyen oğuz atay. biri gülüyorsa bu ön söze, öteki yalnızca bakıyordur. ikisi de inanmıyordur şüphesiz. ikisi de soruyordur sonra:
'
ben buradayım sevgili okurum, sen neredesin?' "