bugün
yenile
    /
    1. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      0hahahahah ne komigim - parçaponçik 31.05.2017 23:57:40 |#3552851
    2. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      aklıma ilk meursault gelir camus dendiğinde. herkes bir parça olsun kendini buluyor olmalı onda.
    3. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "ağlamak gelir gibi, sevmek gelirdi içimden"
    4. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      her albert camus başlığını gördüğümde bir şeyler yazasım geliyor. ekranı alta doğru kaydırıp boş geçersem ayıp olacak saygısızlık olacak gibi öyle seviyorum.
    5. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ''bir insan yaşamının yarısı söylenmeyeni anlamakla, başını çevirmekle, susmakla geçer.''
    6. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "insan genellikle kimseyi sevmeyerek yola koyuluyor, daha sonra herkesi seviyor, sonra onlardan birkaçını, daha sonra birini, en sonunda hiçbirini"
    7. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      --- spoiler --- ''i̇nsan bir kez güçlü bir biçimde sevme şansına erdi mi, tüm yaşamı bu ateşi ve bu ışığı aramakla geçer.'' --- spoiler ---
    8. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ama yeryüzü karanlıktır, aziz dostum, tahta kalın, kefen ışık geçirmez. ruhun gözleri, evet kuşkusuz, eğer bir ruh varsa ve onun da gözleri varsa! ama işte, emin değilizdir, hiçbir zaman emin değilizdir. yoksa bir çıkış yolu bulunurdu, insan kendini ciddiye alabilirdi en sonunda. insanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar.
    9. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      tek başına mutlu olabilmekte utanılacak bir yan vardır
    10. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi ölene kadar reddedeceğim.küçücük omuzlarında kocaman yükü taşıyan küçük yüreklerinizin yorgunluğunun tek suçlusu küçük beyinli büyükler. * albert camus
    11. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "insan bir kez güçlü bir biçimde sevme şansına erdi mi, tüm yaşamı bu ateşi ve ışığı aramakla geçer." kendisini anladığımı farzettiğim 5-6 insandan birisi. tüm hücrelerimle anlıyorum hem de. tepeden tırnağa. neyin değerli olduğunu anlayıp tüm ömrünü o uğurda harcayan nadir şahsiyetlerden.
    12. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "birdenbire yarının da böyle olacağını anlıyor, öbür günün de, tüm öteki günlerin de. bu çaresiz buluş eziyor onu. işte bu türlü düşünceler öldürür adamı."
    13. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "i̇nsanın her gün yaptığı en iyi şey intihar etmemeye karar vermektir."
    14. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      yapılması gereken, diyor kitabında albert camus; kabul edilmesi gerekeni kabul etmek.
    15. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
    16. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ”her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz.”
    17. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "ben şuna inanıyorum ki, her şeyi kurtaracağımızı ummak akıl işi olmaktan çıktı."
    18. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyini feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. canı sıkılıyordu, hepsi bu, insanların çoğu gibi canı sıkılıyordu. böylece karmaşa ve dram dolu bir yaşam yaratmıştı kendine. bir olayın olması gerek, insan bağlantılarından çoğunun açıklaması işte bu." (bkz: düşüş) not: sanırım benim uzun yıllardır canım sıkılıyor.
    19. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      albert camus'un ‘yabancı’ kitabında geçen bir cümle; “tutukluluğumun başlarında, bana en ağır gelen şey, özgür bir insan gibi düşünmemdi..” ankara'da, meclis kapısında 39 yaşında bir inşaat işçisi “geçinemiyorum” diyerek kendini yakmış. haberi ilk duyduğumda nedense aklıma albert camus'un kitabındaki o cümle geldi. normal bir ülkede böyle bir olay yaşansa, halk ayağa kalkar, kıyameti koparır. nasıl olur da bir insan yoksulluktan kendini yakacak seviyeye gelmiş diye. bizde çıt yok. sıradan, güncel bir haberden farksız. hatta daha da beteri sesi daha gür çıkan güruh kendini yakan vatandaşın dış mihrakların ajanı olduğunu iddia ediyor. türkiyeyi karıştırmak için kendini yakmış. sesleri daha gür çıkıyor bu tuhaf canlı türünün. çünkü konuşması gerekenler ya susturuldu, ya susmak zorunda kaldı ya da düzene uyup sessizce bir köşede seyrediyor olup biteni. sıra kendisine gelene kadar da susmaya devam edecek. hayatta kalma güdüsü bunu tembihliyor çünkü. geriye baskıyı, haksızlığı, adaletsizliği, zulmü kabullenemeyen, vicdanıyla hareket eden, her koşulda sözünü esirgemeyen albert camus'un kitabındaki o kahramanlar kalıyor. onlarda ya zamanla susturulacaklar ya da bir mucize gerçekleşip kazanacaklar. şimdilik halkın derin bir uykuda olduğu kimsenin yangınına su dökmek gibi bir dertleri olmadığı kesin. ankara'da 39 yaşında bir inşaat işçisi “geçinemiyorum” diyerek kendini yaktı. evli ve 1 çocuk babasıydı. kendini yaktı, kimsenin ruhu bile duymadı..
    20. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      “oldum olası, içimde biri bütün gücüyle hiç kimse olmamaya çalışıyor” diyor
    21. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      özellikle yabancı kitabıyla tanınan hem futbolcu, hem nikotin bağımlısı, hem nevrotik bir yazar... ben kısa zamanda bütün kitaplarını okumak istiyorum.
    22. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      birini aşırı sevmenin diğer insanları öldürmek olduğunu söylüyor
    23. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "çekip gidene her şey mizah, kalıp bekleyene her şey şiirdir"
    24. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi, ölünceye kadar reddedeceğim.
    25. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "yıllar boyunca herkesin ahlakına göre yaşamayı istedim.. kendimi herkes gibi yaşamaya , herkese benzemeye zorladım.. kendimi ayrı düşmüş hissettiğim zaman bile , bütünleşmek için böyle davranmak gerektiğini söyledim.. ama bütün bunların sonunda felaket geldi.. şimdi kalıntılar arasında dolaşıyorum , kuralsızım , tereddütler içindeyim , yalnızım ve bunu kabullenerek , tek oluşuma ve kusurlarıma boyun eğdim.. tüm yaşamımı bir nevi yalan içinde yaşadıktan sonra – bir doğru yaratmak zorundayım"
    26. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      4 ocak 1960 ölüm tarihi imiş beyefendinin. daima okunsun, yoksa beden ölümü çok da önemli değil "kışın en soğuk zamanında, ben nihayet içimde yenemediğim bir yaz olduğunu öğrendim."
    27. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "bir insan söyledikleri kadar söylemedikleri ile de insanlaşır."
    28. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın." (bkz: veba)
    29. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      “prensiplerine bağlı kalmayı, mutluluğa yeğleyenler, kendilerini şartladıkları koşullar dışında mutlu olmayı da reddederler. eğer kazara mutlu olurlarsa, elleri ayakları dolanır, mutsuzluktan mahrum kaldıkları için mutsuz olurlar.“
    30. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ‘olmayacak insanlarla olmayacak hayaller kurduğum için, en çok da kendimden af diliyorum.’
    31. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      "Yabancı" adlı kitabı şahanedir. Okumanızı şaplakla tavsiye ederim. İlk cümlesini okuduktan sonra zaten bırakamıyorsunuz kitabı ve tek solukta bitiveriyor. Okuru kendine çekmekte bu ilk cümlelerin payı hayli büyük. Kitaplığında olup hâlâ okumayan varsa daha fazla geç kalmadan okumalı, olmayanlar ise hemen edinmeli. (bkz: l'etranger)
    32. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bugün doğum günü olan fransız yazar. ruhu şad olsun. saçma gelecek ama kasım ayında doğduğunu bilmesem ve tahmin etmem istense direkt kasım derdim. kendisine ve kalemine bayılıyorum, yazdıklarını fransızca okumak şu an fransız dili ve edebiyatı okumamın sebeplerinden en büyüğü. “you will never be happy if you continue to search for what happiness consists of. you will never live if you are looking for the meaning of life."
      1Bir miktar kıskanmış olabilirim... - devriksekiz 07.11.2020 21:01:50 |#4013297
      0niçin - su dolu suluk 07.11.2020 21:09:10 |#4013304
      1Herhangi bir ikinci dili okuyup yazan her insana karşı kıskançlık, imrenme ve haset besleme arasında gidip gelen duygular besliyorum. - devriksekiz 07.11.2020 21:10:20 |#4013307
      butun yorumlari goster (7)
    33. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      hazır bahsini etmişken; (#4171572) kendisinin şu çıkışını buraya bırakmak istiyorum; --- spoiler --- yalnızca gerçekten ciddi bir tek sorun var: intihar. yaşamın yaşanmaya değip değmediğini düşünmek, felsefenin temel sorusunu yanıtlamaktır. dünyanın üç boyutlu olması, zihnin dokuz ya da on iki kategorisi olması gibi sorunlar sonra gelir. bunların hiç önemi yok. yanıtlamak gerek önce. nietzsche'nin de söylediği gibi, bir filozof saygıdeğer olabilmek için özüyle sözü bir olmak zorundaysa, bu durumda yanıtın önemi ortaya çıkar, çünkü yanıt kesin davranışı önceler. bunlar yürekte kendini gösteren apaçıklıklardır, ama onları zihinde aydınlık kılabilmek için derinleştirmek gerekir. şu sorunun öbüründen daha öncelikli oluşunun neye bağlı olduğunu kendi kendime sorduğumda, yükümlendiği eylemlere göre diye yanıt verebilirim. varlık-bilimsel bir kanıt için ölen insan görmedim. önemli bir bilimsel doğruyu bulan galilei, yaşamını tehlikeye soktuğu anda bulgusunu kolaylıkla yalanlamıştır. bir anlamda iyi de yaptı. bu doğru diri diri yakılmaya değmezdi. dünya mı güneşin çevresinde döner yoksa güneş mi dünyanın çevresinde döner, hiç önemli değil bu. ne olursa olsun bu önemsiz bir sorundur. buna karşılık yaşamın yaşanmaya değmediğini düşünerek ölen birçok insan gördüm. kendilerine yaşama nedeni sağlayan fikirler ve yanılgılar için çelişkili bir tutumla ölen insanlar da gördüm. (bu yaşama nedeni denen şey aynı zamanda eşsiz bir ölme nedenidir.) bu durumda, yaşamın anlamı sorunların en önceliklisidir diyorum. buna nasıl bir yanıt bulunabilir? tüm temel sorunlar üzerinde -bununla öldürmek tehlikesine düşenleri ya da yaşam tutkusunu çoğaltanları anlıyorum- iki düşünce yöntemi olmalıdır, la palisse'inkiyle don quichotte'unki. heyecana ve açıklığa aynı zamanda erişmemizi sağlayan şey apaçıklığın ve lirikliğin dengesidir. hem alçakgönüllü olan hem duygu yükü taşıyan bir konuda bilgeliğe dayanan klasik diyalektik yerini hem sağduyuya hem de duygu yakınlığına dayanan daha ılımlı bir düşünce tutumuna bırakmalı. intihar hiçbir zaman toplumsal bir olgu olarak incelenmedi. tersine, burada, başlangıçta, kişisel düşünceyle intihar arasındaki ilişki söz konusudur. böyle bir davranış yüreğin sessizliğinde bir yapıt gibi hazırlanır, insanın kendisi bile bilmez onu. bir akşam tetiği çeker ya da suya dalar. bir gün bana, beş yıl önce kızını yitiren bir bina yöneticisinden söz ettiler, adamın o zamandan beri çok değiştiğini, bu olayın onu için için kemirdiğini söylediler. için için kemirmekten daha uygun bir sözcük bulunamazdı. düşünmeye başlamak için için kemirilmeye başlamaktır. toplum bu başlangıçlarda çok büyük şeyler bulmaz. kurt insanın yüreğindedir. onu orada aramak gerekir. varoluşun karşısındaki apaçıklıktan ışıkların ötesine kaçışı getiren ölümsü oyunu izlemek ve anlamak gerekir. bir intiharın pek çok nedeni vardır, genel bir biçimde en göze çarpanlar en etkilileri değildir. insanın düşünerek intihar ettiği pek görülmez (yine de bu varsayım çürütülmemiştir). bunalımı başlatan şey hiçbir zaman denetlenemez. gazeteler sık sık derin üzüntülerden ya da onulmaz hastalıklardan söz eder. bu açıklamalar geçerlidir. ama bir kötü gün dostunun bile gün gelip onunla kayıtsız bir biçimde konuştuğu olmaz mı? o suçludur işte. çünkü bu da askıda bulunan tüm kinleri ve tüm yorgunlukları ortaya dökmeye yeter. ama en kesin anı belirlemek güçse de, düşüncenin ölümle sözleştiği incelikli gelişimi belirlemek güçse de, bunun getireceği sonuçları davranışın kendisinden çıkarmak kolaydır. kendini öldürmek, bir anlamda, melodramda olduğu gibi içini dökmektir. yaşam tarafından aşıldığını ya da anlaşılmadığını bildirmektir. yine de bu benzerlikler üzerinde çok durmayıp alışılmış sözcüklere dönelim. bu yalnızca yaşamın değmez olduğunu bildirmektir. yaşamak elbette hiç kolay değildir. yaşamın buyurduğu davranışlar gerçekleştirilir durmadan, bunun birçok nedeni vardır, ilk nedeni de alışkanlıktır. isteyerek ölmek, içgüdüsel bile olsa alışkanlığın gülünç özyapısını, tüm derin yaşama nedeninin yokluğunu, günlük çalkantının anlamsız özyapısını ve acının boşluğunu kabullenmeyi gerektirir. bu durumda zihni yaşam için gerekli uykudan yoksun bırakan hesaba gelmez duygu nedir? kötü nedenlerle bile açıklanabilen bir dünya içten bir dünyadır. tersine yanılgılardan ve ışıklardan birdenbire yoksun kalan bir dünyada insan kendini yabancı duyar. bu sürgün uzak bir ülkenin anılarından ya da adanmış bir toprağın umudundan yoksun kaldığı için çaresizdir. insanla yaşamı arasındaki kopuş, oyuncunun dekorundan kopuşu gibidir, bu da tam olarak saçmanın duygusudur. tüm sağlıklı insanlar kendi intiharlarını düşündüklerinde, çokça açıklamaya girişmeden bu duyguyla hiçliği isteme arasında dolaysız bir bağ olduğu anlaşılabilecektir. bu denemenin konusu, açıkça saçmayla intihar arasındaki ilintidir, intiharın saçma için tam olarak hangi ölçüde bir çözüm olduğudur. şunu ilke olarak koyabiliriz: aldatmayan insanın doğru bildiği şey o insanın eylemini düzenleyecek şeydir. bu durumda varoluşun saçmalığına inanmak onun davranışını belirlemelidir. açıkça ve duygusallığın yanlışına düşmeden bu buyruğun sonucu anlaşılmaz bir durumu çabucak bırakmayı gerektiriyor mu diye sormak yasal bir meraktır. burada elbette kendileriyle anlaşmaya hazır insanlardan söz ediyorum. açık bir deyimle söylersek bu soru hem basit hem de çözülmez gibi gelebilir. ama yanlış olarak basit soruların aynı basitlikte yanıtları, açıklığın da açıklığı getirdiği varsayılır. a priori olarak ve sorunun terimlerini tersine çevirdiğimizde, insan kendini öldürür ya da öldürmez gibisinden iki felsefi çözümün varlığı, evet'in varlığıyla hayır'ın varlığı kendini gösterir. bu da çok iyi olurdu. ama bir sonuca varmadan boyuna soru soranları da düşünmek gerekir. burada işi şakaya vuruyorum: çoğunluktur söz konusu olan. ayrıca hayır diye yanıt verenlerin evet diye düşünürmüş gibi davrandıklarını da görüyorum. gerçekte nietzsche'nin ölçütünü benimsersek bunlar şu ya da bu biçimde evet diye düşünüyorlar. tersine intihar edenlerin yaşamın anlamına inanmış oldukları çok görülür. bu çelişkiler giderilmez çelişkilerdir. tersine mantığın öylesine istenilir gördüğü bu noktada bu çelişkilerin hiçbir zaman böylesine canlı olmadıkları da söylenebilir. felsefi kuramların ve bu kuramları öğretenlerin davranışlarının karşılaştırıldığı ortak bir yerdir burası. ama şunu da iyice belirlemeliyiz, bir yazın adamı olan kirilov, efsaneden doğan peregrinos ve varsayımdan yola çıkan jules lequier'nin dışında yaşama bir anlam vermekten kaçınan düşünürlerden hiçbiri mantıklarını yaşamı yoksamaya kadar götürmemiştir. çok zengin bir masa önünde intiharı öven schopenhauer'ı güle güle anlatırlar. burada gülünecek bir şey yok. ama trajiği böylesi bir biçimde hafife almak pek ciddi bir iş olmasa da hafife alanı güç durumda bırakır. bu durumda bu çelişkiler ve bulanıklıklar önünde yaşamla ilgili olarak sahip olunan görüşle yaşamı bırakıp gitmek için yapılan davranış arasında hiçbir ilgi olmadığına inanmalı mı? bu anlamda hiçbir şeyi abartmayalım. insanı yaşamaya bağlayan bağda dünyanın tüm yoksunluklarından daha güçlü bir şeyler vardır. bedenin yargısı zihnin yargısına değer ve beden yok oluş önünde geriler. düşünme alışkanlığı edinmeden yaşama alışkanlığı ediniyoruz. bizi her gün biraz daha ölüme götüren bu akışta beden bu onarılamaz akışı korur. sonunda bu çelişkinin temeli sıyrılma diye adlandıracağım şeydedir, çünkü o pascal'cı anlamdaki oyalanmadan hem az hem çok bir şeydir. bu denemenin üçüncü konusunu oluşturan ölümcül sıyrılma umuttur. yaraşacağımız bir başka yaşamın umudu ya da yaşam için değil de yaşamı aşan, yaşamı yücelten herhangi bir büyük fikir için yaşayanların oyunu yaşama bir anlam verir ve yaşamı aldatır. böylece her şey işlerin karıştırılmasına katkıda bulunur. buraya kadar sözcüklerle oynanılması ve yaşamın anlamını yoksamanın zorunlu olarak yaşamın yaşanmaya değmediğini bildirmeye götürdüğüne inanır görünülmesi boşuna değildir. gerçekten, bu iki yargı arasında hiçbir kaçınılmaz ölçü yoktur. yalnızca, buraya kadar belirttiğimiz karışıklık, kopma ve tutarsızlıklarca yoldan çıkarılmaya boyun eğmeyi benimsememek gerek. her şeyi bir yana bırakıp doğrudan doğruya gerçek soruna gitmeli. yaşam yaşanmaya değmediği için insan kendini öldürür, işte kuşku götürmeyen bir doğru – yine de apaçık olduğu için kısır bir doğru. ama varoluşun böylece aşağılanması, bir yalana batırılması, onun hiçbir anlamı olmamasından mı geliyor? umut ya da intiharla ondan kaçmayı getiren saçmalığı mı? işte tüm geri kalanı bir yana bırakarak ortaya çıkarılması, izlenilmesi ve aydınlatılması gereken budur. saçma ölümü getirir mi? bu soruna öbür sorunların üstünde bir yer vermek, onu tüm düşünce yöntemlerinin ve yarar gözetmez düşünce oyunlarının dışında tutmak gerekir. -nesnel- bir kafanın her zaman tüm sorunlara katabildiği ayrıntılar, çelişkiler ve ruhsallık bu araştırmada ve tutkuda yer almaz. burada yalnızca haksız bir düşünce, yani mantık gerekli. bu da kolay değildir. mantıklı olmak her zaman kolaydır. sonuna kadar mantıklı olmak hemen hemen olanaksızdır. kendi elleriyle ölen insanlar böylece sonuna kadar duygularının eğimini izlerler. bu durumda, intihar üstüne düşünce bana, beni ilgilendiren tek sorunu ortaya koyma fırsatını veriyor: ölüme kadar götüren bir mantık var mıdır? bunu, burada kökenini belirttiğim düşünceyi apaçıklığın ışığında, düzensiz bir tutku olmaksızın izleyerek bilebilirim yalnızca. saçma düşünce diye adlandırdığım şeydir bu. birçokları buna başladılar. gene de bu yolda mıdırlar bilmiyorum. karl jaspers birlik içinde bir dünya kurmanın olanaksızlığını açıklarken şöyle der: -bu sınırlama beni bana götürüyor. orada artık yalnızca temsil ettiğim nesnel bir görüş noktasının ardına gizlenemem, orada ne ben ne de bir başkasının varlığı benim için bir nesne değildir.- karl jaspers öbürlerinden sonra, düşüncenin sınırlarına ulaştığı bu ıssız ve susuz yerleri anımsatıyor. öbürlerinden sonra, evet elbette, ama nasıl acele ederler oradan çıkmak için! düşüncenin gidip geldiği bu son dönüm noktasına en alçakgönüllü insanlar arasından bile birçok insan ulaştı. bu durumda en değerli şeylerini, yaşamlarını bıraktılar. bırakanlar arasında düşüncenin prensleri sayılan bazıları da vardı, ama onların kullandığı şey en arı başkaldırışı içinde düşüncelerinin intiharıydı. tersine, gerçek çaba burada olanaklar ölçüsünde tutunmak ve bu uzak ülkelerin garip bitkilerini yakından incelemektir. dayanıklılık ve açık görüşlülük saçmanın, umudun ve ölümün karşılıklı konuştukları bu insanlıktan uzak oyun için birer ayrıcalıklı seyircidirler. zihin hem basit hem incelikli bir oyun olan bu oyunun özelliklerini aydınlatmadan ve yeniden yaşamadan önce ayrıştırabilir. --- spoiler ---
    /