bugün
yenile

    adamım

    11
    +
    -entiri.verilen_downvote
    lan ne güzel şarkısın sen öyle. melankolik sözlerin arasına serpiştirilen o ispanyol melodileri resmen insanı mest ediyor. tabii, bunda kader'in sevimliliğinin ve sesinin güzelliğinin payı da var. dinlemek için; https://www.youtube.com/watch?v=rCpvbVy5UEw&loop=0 "vurdular beni ansızın, o toyluk günlerimde" kısmında inanılmaz yükseliyorum. *** az önce bu şarkıyı söyleyen kader'le ilgili "acaba şimdi ne yapıyordur?" diye biraz araştırma yaptığımda şahsi instagram hesabına denk geldim ve hemen öne çıkanlardaki şu videoları gördüm. o kadar çok insan bu şarkıyı yakın dönemde sevmiş ve bu şarkıyla ilgili kader'i etiketleyerek story atmış ki, hem mutlu oldum hem de şaşırdım. linki şimdi paylaşacağım ama videolara entryi okuduktan sonra bakın lütfen. çünkü bu şarkı ve storyler üzerinden bu ülkenin belki de son 40 yılını dilim döndüğünce anlatacağım. hatta belki de şu sözlükte en çok emek verdiğim entrylerden biri olacak bu entry. storylerin linki; https://www.instagram.com/stories/highlights/17966897941427219/?hl=tr öncelikle, bu şarkı ilk çıktığı dönemlerde türk toplumu öyle bir batılılaşma telaşı içerisine girmişti ki şu an 20 ya da 25 yaşında olan herhangi bir insanı sadece tek bir günlüğüne o günlere geri götürsen, ülkenin şimdi neden yavaş yavaş araplaştığını ve bu araplaşmaya herkesin içten içe kızdığını anlarsınız. çünkü türk toplumu, üç tarafı denizlerle çevrili bu coğrafyada binlerce yıldır hep yüzünü batıya dönük yaşadı. bunun getirisi olarak doğu'yu kültürden, batı'yı ise medeniyetten ibaret gördü. bunun getirisi olarak da üzerine zorla giydirilmeye çalışılan ne muhafazakar toplum yapısını sevdi ne de din ya da milliyetçilik adı altında dar bir alana sıkıştı. görüntüde öyleydi ama özünde değildi. inanın bana. yani, bugün herhangi bir insan haftanın 6 günü deli gibi içip cuma günleri hayırlı cumalar paylaşımı yapıyorsa (ki olması gereken bu zaten. yani, herkes özgürdür. herkesin hayatına kimse karışamaz) en temelinde yatan neden, kendini topluma bir şekilde kabul ettirme çabası. "bakın" diyor o insan. "içkimi içiyorum ama ben de sizdenim. ben de bir dine inanıyorum. beni dışlamayın." oysa inanın, iş bireyselliğe geldiği ya da iki kişilik sohbete dönüştüğü an hiç kimse bir diğerini ne dini inancıyla yargılıyor ne de ırkıyla. yakın dönem hariç, hiçbir zaman da yargılamadı. bu topraklarda kürt'ü türk'e, aleviyi sünniye, sağcıyı ise solcuya düşman eden, belirli bir zümreydi. ve o zümre, her şeyi hamuduyla götürürken hayattan keyif alarak yaşamaya bilen ancak yaşayamayan koca bir toplumun tüm dinamiklerini bozdu. adamım işte. tepeden tırnağa bu saydıklarımın toplamı olan bir toplumun isyanı belki de. alt metninde akdeniz ritmleriyle "ben bir akdeniz ülkesinin vatandaşıyım" deme çekincesi, sözlerinde ise hafif mahçup ve kırılmaktan korkan bir toplumun fertlerinin hezeyanı. zira bu şarkıyı sadece kadınlar değil, o kadar çok erkek seviyor ki, insan şaşırmadan edemiyor. çünkü "adam gibi adam" tabirinden herkesin iğrendiği bir devirde koca koca erkeklerin son ses bu şarkıya eşlik etmesi ve adam(!)lığı genç bir kadının buğulu sesinden dinlemesi, o erkeklerin her birine ışık tutuyor. yüreğinde hem yağmur hem de ateş taşıyan koca koca adamlara bir yol gösteriyor, toy dönemlerinde vurulan bir genç kızın kömür karası gözleri. adamım, batılılaşma çabası içerisine zorla sokuşturulan ve doğululaştırılmak için her gün ensesine basılan bir toplumun ezici çoğunluğuna "ben ne doğuya ne de batıya gitmek istemiyorum" dedirtiyor. son dönemlerde bu şarkının aşırı popüler olması ve daha da olacak olması bunun en büyük kanıtı. çünkü insanlar sıkıldı. hem batı'dan hem de doğu'dan. ve artık "biz buralıyız" demeye başladı ve haykırmaya: "biz bir akdeniz ülkesiyiz. yemeyi, içmeyi, gezmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, sevişmeyi bu ülke hariç her şeyden daha çok seviyoruz. bu ülkeyi ise tüm bunları inanılmaz şekilde keyif alarak yaptığımız ve hep yapmak istediğimiz için seviyoruz." adamım, siyah beyaz televizyonlardan bir sabah renkli televizyonlara geçen gökkuşağı misali tüm tonları kendisinde bulunduran bir toplumun şarkısıdır. ki hep merak eder ve kendi kendime söylerdim; "aslında, biz ne doğuluyuz ne de batılıyız" diye. ancak artık arayışım tamamlandı. biz bir akdeniz ülkesiyiz. çünkü hakkari'nin en yüksek mecrasında yaşayan bir çoban çocuğun en büyük arzusu antalya'ya gidip de gece hayatına karışmak. bunu sırf şehvet için arzulamıyor ama. öyle olsa, en büyük hayali rusya ya da gürcistan olur. adamım, bize bir gerçeği hatırlatıyor: biz bir akdeniz ülkesiyiz. mutfağımız, geleneklerimiz, bastırılan güdülerimiz, birilerinin oldurmaya çalıştığı ancak bizim olmamak için direndiğimiz her şeyiz. bunu laf olsun diye söylemiyorum. şu an bakmaya üşendim ama akdeniz'de en çok sahile sahip ülke biziz. o kültürün verdiği miskinlik, melankoli ve tutku ise tüm hücrelerimize işlemiş vaziyette. biz binlerce yıldır buradaydık. ve burası hariç hiçbir yerde tam manasıyla mutlu olamayacağız. belki gittiğimiz uzak diyarlarda tüm teknolojik aletleri en ucuza alacağız ve ömrümüzün kalanını asla üzülmeden geçireceğiz ama bu şarkının içimizde oluşturduğu o hafif mayhoş tebessümü asla tadamayacağız. çünkü biz bu topraklara aidiz. hamurumuz rakı, deniz ve hafif melankolik müziklerle şekillenmiş. bununla yüzleşmemiz biraz geç oldu ve olmaya devam ediyor ama. oysa yunanistan bunu çok önceden çözdü mesela. yani baklavaya bakalavaki ya da cacığa cacıki demeleri sizi sadece güldürmesin. yunanlar, her anlamda batı'ya bizden daha yakın olmalarına karşın kopamadılar akdeniz kültüründen. bu topraklardan. adamım, benim son birkaç yıldır ciddi ciddi manada düşündüğüm ve cevabını bulduğum en büyük sorulardan birinin cevabı oldu. türk toplumu olarak biz nereye aidiz? hep söylendiği gibi cidden orta asya'dan mı geldik? ya da trakya'dan mı kovulduk? toplumumuzun davranış şekillerine baktığımda ben cevabı buldum ama. ve bugün, özellikle bu şarkı sayesinde kabul ettim. biz akdeniz toplumuyuz. eğlenmeyi, içmeyi, gezmeyi, tozmayı, sevmeyi, sevişmeyi her şeyden çok seviyoruz. brileri de bunu biliyor ve dünyaya kötü örnek oluruz diye düşünüyor olsa gerek, yıllarca oyaladı durdu hepimizi. hatta bununla da yetinmeyip, iş övünmeye geldiğinde bilmezsen kaç tane devlet kurduk deyip gerçekten neden yıkıldığımızı söylemedi. söylediğinde ise işi düzenbazlığa ve yozlaşmaya bağladı. hayır, belki bir veya iki devletimiz öyle yıkılmış olabilir ancak fatih sultan mehmet'in bile gut hastalığından öldüğü bir toplumuz biz. gut hastalığı ise aşırı derecede deniz ürünü tüketmekten kaynaklı bir hastalık. biz, sigarayı yasaklayıp sirozdan ölen padişahların torunuyuz. çünkü o da biliyordu akdeniz toplumu olduğumuzu. bildiği için de halkın miskinliğini göze alamadığından ya da işine gelmediğinden sigarayı ve alkolü yasaklayıp sirozdan öldü. bu şarkı ve entry sayesinde ilk defa türk toplumu'nu ve her türkiye cumhuriyeti vatandaşını sever ve anlar oldum bugün. ve bu yüzden söylüyorum; bu şarkı daha çok meşhur olacak. haliyle, herkes az-çok neyin değerli olduğunu görecek. birkaç gün önce nefes vatan sağolsun'a yazdığım entrydeki gibi. mesala, o film de pkk gibi çetrefilli bir konuyu bu toplumda en yalın şekilde anlattığı halde değil kötü bir eleştiri, herkesten övgü aldı. bununla da kalmayıp, bu şarkı gibi önce tüm türkiye'de sonra dünyada popüler olmaya başladı. adamım farklı ama. çünkü müzik'in evrensel gücü daha fazla. müzik gerçekten ruhun gıdası. her neyse işte. umarım, bu entrye denk gelen her insan bu şarkıyı üzerine kendi fikirlerini koyarak bu duygularla dinler. dinlemeye çalışır. ve az da olsa benim gibi kabul eder. bize diretilen hiçbir şeyin neden üzerimize uymadığını. biz keyifçi, miskin ve eğlenceli bir toplumuz. bunun sosu olarak da melankoliye bayılıyoruz. eskiden bu yönümüzü sevmezdim. ancak arabeskin o salt sertliğini ve pop müziğin de bizi boğan basitliğini gördükten sonra eminim, biz buyuz. kalabalıkta muhafazakar, dindar, bağnaz, tek kaldığımızda ise kimsenin yaşam stiline karışmayıp hayattan keyif alan binlerce yıllık bir kültür. doğaya, hayvanlara ve bir diğerine saygılı davranan devasa bir topluluk. umarım, herkes bu hakikatlerle en kısa sürede yüzleşir ve bu gerçek tüm topluma yayılır. çünkü biz ağacı sadece gölgesinde tek başımıza serinleyelim diye sulayan bir toplum değiliz. atı sürmek, koyunu gütmek, her türlü içkiyi ise içmek için değil. biz ağaç'ı gölgesinden başkaları, dallarından ise kuşlar da faydalansın diye sulayan, atı, sevdiğimizi terkimize bindirmek için süren, koyunuysa komşumuza da süt vermek için güden, içtiğimiz her şeyi ise muhabbet için içen bir toplumuz! biz buyuz. koca, kolektif bir ruh! bu durumdan hep rahatsız olurdum ama artık değil. halay çekilen düğünler, asker uğurlamaları, gelin konvoyları, sünnet merasimleri, altın günleri, köy odaları, muhtarlık sandıkları... hepsi ama hepsi, dünyanın geri kalanına garip gelen, bizi ise biz yapan değerler. ve hepsinde müthiş bir kolektif ruh var! nedenleri ve gerekçeleri artık bozulmaya yüz tutmuş olsa da. ama sorun değil. illa ki özüne dönecek hepsi. çünkü dna'larımıza işlemiş o kolektif ruh. bu yüzden babamızın tuttuğu takımı tutuyor, en çok, dayımıza ve halamıza benziyoruz. hepsini halledeceğiz. yeter ki, neşemizi yitirmeyelim. içimizdeki melankoli hüzne dönüşmesin. gelenek ve görenek adındaki her türlü dayanışma da bireysellik denen yılanla zehirlenmesin. entry beni inanılmaz coşturdu. şu an türkiye haritasına sarılıyorum ahah *** son bir ekleme; umarım bir gün bu şarkı eşliğinde kader'le rakı içme şansım olur. o gün gelip de arzu ederse eğer, entryi de kendisine seve seve sesli okurum. hadi bakalım :) *** ekleme 2: entryi kader’e gönderdim, okudu ve inanılmaz mutlu oldu :) gorsel
    ... diğer entiriler ...