bir arkadaş ile cehennemin ve cennetin sonsuz olması hakkında bir diyaloğum oldu az önce. aynen sözlüğe de yapıştırayım dedim.
sonsuz cehennem ve sonsuz cennetin adil görünmüyor oluşuyla alakalı bir yazı oldu. 5-10 dakikalık bir yazı gerçi yüzeysel denilebilir ama yine de bulunsun burada. :)
yazıya sonradan eklemeler ve bazı bkz entryler de bıraktım.
***
merhaba.
mesajını daha önceden görmüştüm ama şu sıralar inan kafam çok dağınık dönemedim mesajına. ama zor soru soruyorsun. :))
cennet başlığında bir yazı yazmıştım bir ara şöyle bir paragrafı vardı;
--- spoiler ---
peki ya cennet?
işte bu çok kritik bir sorun bence. cennet allah'ın vaadi. orada eksiklik olmaz. orada kusurlu nimetler olmaz. orada çirkin bir şey olmaz. çünkü anlatılan tanrı figürü sonsuz cömertliğe sahip.
hayal edin demeyeceğim. edemezsiniz! sadece hayal etmeye çalışın. kendi nirvanalarınızı koyun ortaya. olabilecek en güzel neyiniz varsa hayal edin. müthiş kusursuz bir ortam. hiç bir eksiklik yok, hiç bir zahmet yok, hiç bir çaba yok, hiç bir güçlük yok, kusur yok.
rüya gibi...
kaç yıl dayanabilirsiniz?
5 yıl, 10 yıl, 100 yıl, 100 bin yıl, 1 milyon yıl, 1 milyar yıl, 800 milyar yıl, evrendeki atomlar adedince yıl kadar süre belki de... sonsuzluk...
işte lütuf olduğu aslında kesin olan ama ikna olmakta zorlandığım bir diğer problem de burada başlıyor. "sonsuzluk!"
var olmanın dayanılmaz ağırlığı mıydı acaba asıl mesele?
insanız. bu dünya'ya ait olmadığımız aslında çok bariz. kanımız kaynıyor. sonsuzluğu istiyoruz.
acaba? istiyor muyuz gerçekten?
sahi sizler "sonsuzluk" kavramının nasıl bir şey olduğu hakkında düşündünüz mü hiç?
geceleri uykunuzu kaçıracak kadar rahatsız etmedi mi sizi gerçekten bu sonsuzluk kavramı?
"nasıl yani cehennemdekiler sonsuza kadar orada mı kalacak?" diye sorgulayabilirken neden
"cennette sonsuz süre boyunca nasıl kalacağız lan?" diye düşünmediniz mi hiç gerçekten?
aslında salt olarak sonsuzluğu hiçbir zaman kavrayamadık ve kavrayamayacağız da bence.
sonsuzluk kendi başına rahmani bir kavram. kesin veri yok denilebilir.
bizim asıl istediğimiz sonsuzluk değil. asıl korktuğumuz sonumuzun olması.
bunlar başka şeyler çünkü. belki de sonsuzluğu bilmediğimiz için sondan korkuyoruz ve buna sonsuzluk arzusu diyoruz.
aslolan istediğimiz şey değil korktuğumuz şey bence. bizler "son"dan korkuyoruz.
--- spoiler ---
yani demem o ki sonsuzluk, ödül, ceza, sonsuz cehennem ve hatta sonsuz cennet...
bunlar bizim gerçeklik algımız ve paradigmalarımızın çok ötesinde kavramlar.
ahiret, hesap, yargı ve hak edene hak ettiğinin verilmesi kavramları son derece aşkın şeyler olduğu gibi bunun yanında sonsuzluk kavramı da oldukça aşkın bir durum.
açıkçası bu dünyadan sonraki hayatı bu dünyadayken kavramaya çalışmanın manasız olduğunu düşünüyorum.
ahiret diye bir şeyin olup olmayacağı konusunda bir akıl yürütme yapabiliriz, kuranın hak olup olmadığı konusunda da çeşitli sınama yöntemleriyle bir akıl yürütme yapıp bir yargıya ulaşabiliriz.
ama somutlamaya çalışılırsa her şartta çuvallarız.
tanrı varsa, ahiret varsa, kitap haksa bir ödül ve ceza olmalı mı, olmamalı mı?
bu soruya cevap vermek gerekir ki çok da zor bir soru değil zaten.
cezalandırma da ödüllendirme de tanımlanan allah figürü açısından son derece olağan sonuçlar.
ama burada bence durmak gerek.
çünkü bir ödül ve cezanın şart olduğu konusunda hem fikir olabiliriz ama bunun "nasıl" olacağı konusunda somutlama yapmak çok olanaksız.
çünkü her şeyi bilmiyoruz, hak edene hak ettiğini vermek için bilinmesi gereken parametrelerden haberdar değiliz, en önemlisi öteki dünya adına elimizdeki veriler çok kısıtlı tamamen gaybi bir iman ve koca bir bilinmezlik.
böylesi bir bilinmezliğin ortasında bir şeyleri somutlaştırmakta ısrar edince çuvallayanları da görebiliyorum. şöyle örnek vereyim.
1- hiç alakası olmadığı halde sırf bu "sonlu dünya/sonsuz dünya sonucu" denklemini anlayamayıp dini inkar eden ya da inkar için nedenlerinden birisi olarak kullanma yanlışı olabiliyor ki bu çok mantıksız.
çünkü gidip test edilebilirliği olan bir kavram değil ahiret. o nedenle hiçbir şekilde tam olarak bilemediğimiz konu üzerinden bir yargıda bulunmak makul değil.
2- tasavvuf'ta ya da spiritüal inanışların ve islami versiyonlarında allah kendi yarattığı kulunu cezalandırmaz diyerek cehennemin aslında tamamen sembolik bir ifade, bir mecaz olduğunu iddia edip cehennemin olmadığını söyleme gafletine düşebiliyor insanlar.
hesapta allah'ı çok merhametli göstererek bunu temellendirmeye çalışsalar da yaptıkları merhametten çok zayıf bir duygusallık örneğidir.
hepsi bir yana cehennemi inkar etmek kuranla hiçbir şekilde bağdaşmayacağı gibi allah gibi bir adil yaratıcının en kötü ihtimalle hitler gibi, firavun gibi, iblis gibi, stalin gibi, ya da bebek tecavüzcüsü gibi her insanın "kötü" olarak tanımlayabileceği şahısları da cezalandırmayacağı anlamına gelir ki bu ciddi bir gaddarlıktır aslında. ne allah'ın merhametine ne de adaletine sığmayacak bir sonuçtur bu.
bu örneklerle bir cezanın olması gerektiğini ve kesin olacağını ön görebiliriz.
kavrayamadığımız ya da kabullenemediğimiz şey cezanın tam olarak "nasıl" olacağını idrak edemiyor oluşumuz.
3- bir de cehennemde cezasını çekenlerin orada ebedi kalmayacağını ama cennete de gitmeyeceğini cehennemden sonra "hiç" olacak, allah tarafından yok edileceğini iddia edenler yani cehennemin sonlu olduğunu iddia eden kuran müslümanları da olabiliyor.
onlar da işte allah'ın adil sıfatını düşünerek böyle bir çözüm yoluna gitmeye çalışıyorlar.
halbuki madem adillik bunu gerektiriyor, aynı prosedür cennetliklere de uygulanmalıydı. adalet gereği sonsuz cehenneme olamaz diyorsak aynı şeyi mertçe cennet için de diyebilmeliydik.
bu da tabii ki aslında tüm insanların her şart ve koşulda sonu olan bir çarkın içine itildiğini gösterir ki bu bütün felsefefeyi ve şemayı kökünden çökertecek olan bir sonuç olurdu.
ayrıca bu da kuranla ciddi şekilde çelişen ve kendi içinde de tutarsız bir önerme.
bunları niye söylüyorum onu söyleyeyim son olarak.
bak bu 3 örnek bilmediği, deneyleyemediği bir kavram hakkında teorik bir tahayyül denemesine girişip çuvallayanların örnekleriydi.
sonsuzluğu da cenneti de cehennemi de ahireti de idrak edemiyoruz. var olduğuna inanmak bunu akılcı bir şekilde temellendirebilmek kolay olan ama bunu somutlaştırmaya çalıştığımız zaman bir yerden sonra çuvallamak kaçınılmaz.
bunun sebebinin inancın tutarsızlığı olduğunu düşünmüyorum. buraya dikkat;
i̇nsan olarak bizlerin sınırları ve eksiklikleri olmasından kaynaklandığını düşünüyorum
bu noktada ciddiye alınıp güvenilmesi gereken bir kaç yöntemim var benim kendimce.
her şeyden önce ödül ve cezası sistemi var. olması da gerek zaten sadece nasıl olacağını bilmiyorum.
önemli bir unsur olarak bütün soruların cevabı ise şudur; "adalet"
allah adil!
nasıl bir adalet anlayışı var, bunun tezahürü tam olarak nasıl olacak bilemiyorum. ama bilmiyor oluşum adalet gibi son derece kritik bir hedefin gözetileceği gerçeğini değiştirmiyor.
herkes ama herkes gerçek manada ne yaptıysa, ne için yaptıysa ahirette bunun eksiksiz ve tam olarak karşılığını alacaktır.
nasıl olduğunu düşünmüyorum, çünkü bu konuda düşünmek cidden anlamsız bir uğraş oluyor.
bildiğim bir şey var eğer kuran haksa ki hak olduğuna inanıyorum ahirette kimsenin itiraz edebileceği bir argümanı olmayacak. çünkü her insana aldığı şeyi neden aldığı da bildirilecek ve bu nedenle allah'a bir itirazdan ziyade geçmişine karşı bir hayıflanma olabilecek sadece. kuranda da bunun örneğini görüyoruz kimileri geri gönderilmek istiyor hatta.
bak bu söylediğim tamamen gaybi bir iman. buna bir delilim yok, bir ispatım yok ama kuran hak ise bu son derece normal. her nasıl olursa olsun adaletin tecelli edebiliyor olması önemli.
i̇nsanın sınırları var. sorgulayabilmek önemli bir erdem. ancak sorguladığım zaman öğrendiğim önemli şeylerden bir tanesi de insanın bazı noktalarda aşılmaz sınırlarının olduğunu idrak etmemdir.
geçilemeyen sınırlar hakkında sınırın beri tarafından konuşmak tutarsız ve boş konuşmak gibi oluyor.
en nihayetinde bir çeşit kuruntudan ibaret oluyor.
musa ve hızır kıssası da bunun ahlakını öğretiyor biraz. sınırlarının olduğunun farkına vardırıyor. bu önemli bir farkındalık.
hak edene hak ettiğinin nasıl verileceğinden ziyade "tam" olarak verileceği vaadi önemli.
sonsuzluk, cehennem, cennet, ahiret, hesap günü ve adalet mekanizması...
bunların hepsi son derece uçuk ve son derece soyut iddialar.
bunlar insanın sınırlarını aşan iddialar.
sınırların ötesinde olanlar hakkında sınırları olan bir insan olarak atıp tutmak en kolay olan yöntem.
ben bu kolaycılığa "akil" bir uğraş veriyormuş havası vererek girmek istemiyorum açıkçası.
not: soruna bir cevap verdiğimi düşünmüyorum ama en azından bir de böyle düşün diyebilirim sana. :))
feryat edip dururlar orada: "rabbimiz, çıkar bizi de önceden yaptığımızdan başka şey yapalım. barışa ve hayra yönelik iyi bir iş yapalım." sizi biz, öğüt alanın öğüt alacağı bir süre ömürlendirmedik mi? uyarıcı da geldi size. hadi, tadın bakalım azabı! zalimler için hiçbir yardımcı yok artık. (fatır/37)
allah pişmanlık duyanlara ne diye çıkışıyor? "öğüt alanın öğüt alabileceği kadar süre tanımadık mı biz size?"
cehennemmiş, cennetmiş, sonsuzlukmuş bunların hepsi bizim insani sınırlarımızı fersah fersah aşan gerçeklikler ve hepsinden neredeyse tamamen bir haberiz.
ama bizim gerçekliğimize indirgenmiş olan çok daha net bir ifade var. her şey aslında necm suresi 39-40 ayetlerinde birleşiyor.
i̇lahi adaletin mutlak olarak tecelli edeceğine dair kesin bir vaad var ve ben buna yalnızca "iman" ediyorum. çünkü mantıklı tutumun yalnızca bu olduğuna inanıyorum.
gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur.
ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir.(necm/39-40)
i̇lişkili diğer bir kaç entry...
(#1810774) : i̇nsanın sınırlarına dair "bilinç" üzerine yazdığım bir entry.
(#1831053) : yukarıdaki yazıda bahsettiğim "cennet" üzerine yazılan entry.
(#1736443) : müslüman olmayan yani "allah'a teslim olmayan" ancak "iyi insan" olanlar hakkında yazdığım entry.