bugün
yenile

    cennet

    16
    +
    -entiri.verilen_downvote
    Selam! Çok geniş mesele. Kafamda sorular var. Hem de yıllardır. Çok şey anlatacağım sanırım. Biraz yer açın bana. Bugün eve gelirken yolda yürüdüm biraz. Hatta ne birazı epey yürüdüm sanırım. Çünkü çok güzel yağmur yağıyordu. Tepkisiz kalamadım, inadına yürüdüm. Donuma kadar ıslandım ama yürümek her zaman yapamadığım hele hele yağmur eşliğinde çok nadir yapabildiğim bir eylem. Şuanda da camı açtım, kahvemi koydum yağmur sesinin eşliğinde yazıyorum bu satırları. Ah bir de şu araba sesleri olmasa... Başlık cennet evet biliyorum. Ama biraz gelişi güzel yazmak istiyorum. Daha doğrusu anlaşılmak için önce bir şeyleri peşinen anlatmam gerekiyor sanırım. Konuyu tasarladığım gibi toparlayabilirim umarım. Size biraz muhabbet, biraz düşünme vadediyorum sadece. o da belki bir ihtimal olarak. Ben çok seviyorum yağmuru. Hem de öyle böyle değil tutkuluyum neredeyse. Yağmura dair en eski hatırladığım anım; küçükken o zamana kadar hayatımın en şiddetli yağmurunda arkadaşlarımla saatlerce sokakları arşınlamamdı. O kadar hoşuma gitmişti ki bir an olsun adımlarımızı hızlandırmamıştık. Hiç üşümemiştim. Yaşım 5-6 var yok ama o zamana kadar hayatımın en güzel anı olabilirdi. Tamamen ıslanmış, ayakkabılarımız şipit olmuştu. Biz de nasılsa ıslandık diye suyun birikerek şiddetli aktığı yol kenarından yürüyorduk. Çok mutluydum. Hatta ben hızımı alamamıştım ve sanki suyun içinde bir taşa takılmışım gibi takılarak su birikintisinin içine yuvarlamıştım kendimi. Mahalleden arkadaşlar telaşla beni kaldırırken ben için için gülüyordum bile. Sanırım yağmur görünce dayanamamın altında yatan sebep bu yaşadığım tarifsiz "ilk" mutluluğumdan kaynaklıydı. Ama mesela ben karı da çok ama çok severim. Hem de öyle böyle değil. Karın yağdığını bir göreyim hele... Hele ki yılın "ilk" tutacak karı olmuş olsun o yağan kar. Hiç bir güç beni evde tutamaz. Bu yıl mesela gece 2 miydi 3 müydü öyle bir saatte sırf kar yağıyor diye sokağa atmıştım kendimi keza hemen her yıl benzer görmemişliği yapıyorum zaten. Gökten asit yağmadığı sürece tutamıyorum kendimi. Kar için de benzer bir anım var yine çocukluğa dair en eski anılarımdan. Neredeyse belime kadar olan yol kenarı karlarından yokuş aşağı yuvarlanmıştım ananemlere giderken akşam saatleriydi. Yaklaşık 3-4 metre karda yuvarlanmıştım ki benzer hareketleri ve salaklıkları birikmiş ve pürüzsüz her gördüğüm kar yığınında yapıyorum hala. Şimdilerde o kadar sempatik olmuyor kutup ayısı gibi duruyorum ama olsun çok huzurlu ve mutlu oluyorum. seviyorum yani. Aynı şekilde sonbahar yapraklarını da ilkbahar çiçeklerini de inanılmaz seviyorum. Yaz aylarıyla biraz sürtüşüyor gibi görünsem de hayır, yazı da inanılmaz seviyorum. Anlatmak istediğim şey şu; ben dört mevsimin dördünü de inanılmaz seviyorum aslında. Hepsinin ayrı ayrı modlarının ve güzelliklerinin olduğunu düşünüyorum. Görüyorum da zaten güzelliklerini. ve özlüyorum. Her türlü sevdiğim nadir şeylerden bir tanesidir mevsimler. işte bu yüzden en çok sevdiğim mevsim hangisi bilmiyorum. illa sorulursa bir tercih yaparım ama aslında yalan söylerim tercih yapamıyorum. Ya hu size hiç, anneni mi yoksa babanı mı daha çok seviyorsun diye sormadılar mı? Heh işte aynı onun gibi. Güzellikler arasında tercih yapmakta zorlanıyorum ve hepsini istiyorum. işte şimdi söyleyeceğime lütfen dikkat! Mesela en sevdiğim kar türü olarak kocaman lapa lapa yağan kar ve ıpıssız ve pürüzsüz düzlük hayal edin. Bak bu kış mevsimine dair benim nirvanamdır. Sadece karın sesi var, botlarımdan çıkan ses var, lapa lapa kar ve uçsuz buçaksız düzlüklerde birikmiş pürüzsüz bir kar var. Tarantino'nun The hateful eight filminden sırf bu yüzden ayrıca etkilenmiş döndürüp döndürüp filmin karelerine kitlenmiştim. Şimdi soru zamanı. Peki ya bu aşırı sevdiğim kar ve getirdikleri benim her Allah'ın günü başıma gelen bir şey olsaydı? Her gün aynı keyfi alabilecek miydim? Karı inanılmaz seviyorum, manzaraları beni benden alıyor peki her gün bu keyifli ortam karşımda olsaydı yine de bu kadar sevebilecek miydim? Ya da az önce yağmurdan aldığım hazzı çocukluğumda aldığım kadar alabilmiş miyimdir sizce? Bütün yıl ofislerde çalışıp yazın 2 hafta güneye tatile giden bir adam o tatillerinde aldığı hazzı emekli olunca yazlığında alabiliyor mudur gerçekten? Bu verdiğim örneklerde anlatmak istediğim şeyi unutmayın yazının sonunda tekrar değineceğim. Demem o ki, benim mevsimler arasında tercih yapamıyor oluşumun asıl sebebi mevsimlerin varlığı değil yokluğuydu asıl. Memlekette mevsimler ardı sıra geliyor biri bana geldiğinde ben onu 3 mevsim beklediğimi hatırlıyor daha bir başka sarılıyorum. Kıymeti harbiyesi mevsimin kendisinde değil var olduğundan daha uzun süre yok olmasından kaynaklı. Ve bu döngü hep devam ediyor. Böyle olunca tercihim zorlaşıyor hepsini seviyorum, hepsini özlüyorum. Güzelin bu kadar hayranlık uyandırıyor olmasının sebebi etrafımızda sürekli dolaşan çirkinliklerin olması, güzelliğin bir türlü olamamasıydı asıl. iyinin kıymeti bu kadar çok kötünün olmasından kaynaklanıyordu biraz da. Sanatın aslında o kadar da bir numarası yok görünürde. Bizi kendine çeken sanat ürünündeki o "yeni", o "farklı" olan hissiydi. Sanat bize "farklı" bir şey vadediyordu. Bizi böyle kazanıyordu. Bütün illüzyon burada işte. Ne kadar güzel ne kadar kusursuz olursa olsun; "insan aynı olan şeyden sıkılır." Konuyu açalım artık iyice Allah'ın merhameti de oldukça büyük. Belli mi olur, müthiş boyumu aşan günahlarım var ama oldu da gittim diyelim cennete. Peki ya cennet? işte bu çok kritik bir sorun bence. Cennet Allah'ın vaadi. Orada eksiklik olmaz. Orada kusurlu nimetler olmaz. Orada çirkin bir şey olmaz. Çünkü anlatılan tanrı figürü sonsuz cömertliğe sahip. Hayal edin demeyeceğim. Edemezsiniz! Sadece hayal etmeye çalışın. Kendi nirvanalarınızı koyun ortaya. Olabilecek en güzel neyiniz varsa hayal edin. Müthiş kusursuz bir ortam. Hiç bir eksiklik yok, hiç bir zahmet yok, hiç bir çaba yok, hiç bir güçlük yok, kusur yok. Rüya gibi... Kaç yıl dayanabilirsiniz? 5 yıl, 10 yıl, 100 yıl, 100 bin yıl, 1 milyon yıl, 1 milyar yıl, 800 milyar yıl, evrendeki atomlar adedince yıl kadar süre belki de... Sonsuzluk... işte lütuf olduğu aslında kesin olan ama ikna olmakta zorlandığım bir diğer problem de burada başlıyor. "Sonsuzluk!" Var olmanın dayanılmaz ağırlığı mıydı acaba asıl mesele? insanız. Bu dünya'ya ait olmadığımız aslında çok bariz. Kanımız kaynıyor. Sonsuzluğu istiyoruz. Acaba? istiyor muyuz gerçekten? Sahi sizler "sonsuzluk" kavramının nasıl bir şey olduğu hakkında düşündünüz mü hiç? Geceleri uykunuzu kaçıracak kadar rahatsız etmedi mi sizi gerçekten bu sonsuzluk kavramı? "Nasıl yani Cehennemdekiler sonsuza kadar orada mı kalacak?" diye sorgulayabilirken neden "cennette sonsuz süre boyunca nasıl kalacağız lan?" diye düşünmediniz mi hiç gerçekten? Aslında salt olarak sonsuzluğu hiçbir zaman kavrayamadık ve kavrayamayacağız da bence. Sonsuzluk kendi başına rahmani bir kavram. Kesin veri yok denilebilir. Bizim asıl istediğimiz sonsuzluk değil. Asıl korktuğumuz sonumuzun olması. Bunlar başka şeyler çünkü. Belki de sonsuzluğu bilmediğimiz için sondan korkuyoruz ve buna sonsuzluk arzusu diyoruz. Aslolan istediğimiz şey değil korktuğumuz şey bence. Bizler "son"dan korkuyoruz. intihar eden insanlar görüyoruz hep. Bir kısmına saygı duyuyorum hatta. Ama merak ediyorum son derece vakur intiharlara teşebbüs eden bu insanları boğmaya kalksaydık kaçı intihar edebilirdi acaba? Ölmeden önce sonla yüzleşebilecek kadar geniş bir süre verilseydi o insanlara ne kadarı sona bu kadar razı olabilirdi acaba? Belki de o yüzden intihar eden insanlar tabureyi kenara çekmez doğrudan tekmelerler. Geri dönüş imkanı olmayacak anlık bir karar vermek isterler. Çünkü o sonla karşılaşıldığı an "son"un soğuk yüzünden insanların çoğu kaçmaya meyillidir. Bizlerin sonsuzluğu istediğinden emin değilim. Çünkü sonsuzluğu kavradığımızdan da emin değilim. Bizim kaçtığımız "son"la yüzleşmek sadece. Çünkü sonsuzluk ve sürdürülebilir doygunluk çok tehlikeli kavramlar olarak duruyor zihnimin bir köşesinde. in time filmini izlemişsinizdir. Filmin başında bütün zamanını herifin birine verip intihar eden adam vardı. iste o herif bir insanın, sonsuzluk ve doygunluk olayına en çok yaklaştığı anı oynuyordu ve "bitsin!" istiyordu. Neden bitsin isteniyor biliyor musunuz? işte biraz da buna değinmek istiyorum son olarak. Umarım başta verdiğim mevsimler ve devamında ki bir kaç süreklilik ile ilgili örnekler hatırda kalmıştır. Şimdiye kadar yazdıklarımda öne çıkan başlıca sorunların en büyük müsebbibi dopamin hormonu ve türevleridir. dopamin gibi hormonların bir çok görevi olmakla beraber mutluluk, haz ya da ödül mekanizması olarak da bilinir ki dikkat çekmek istediğim nokta biraz da burası. Süreklilik arz eden şeylerde dopamin hormonu kademeli olarak düşmeye başlar. Sürekli aynı şeyleri yaptığınız zaman dopamin düşer, dikkat dağılır, haz azalır ve sıkılırız. Ancak başka şeyler, "yeni" şeyler, farklı şeyler yaptığımız zaman dopamin oranı birden yükselmeye başlar. Konumuz madem cennet. Cennet nimetlerinden alınan haz eşiği benim akşam yediğim peynirli salatadan aldığım haz gibi olmayacaktır elbette. Dünya nimetlerinden çok daha farklı bir oluşumdan söz ediyoruz.(buna yazının sonunda değineceğim.) Benim normal standartlarda aldığım hazzın çok daha üstü bir haz olacaktır bu. Ne bileyim dünya standartlarında ateşli bir seks deneyimi cennette vadedilen bir hazzın yanında çok daha düşük olacaktır. Buna somut bir örnek verecek olursak, hiç kullanmadım ama uyuşturucu türevlerinin vücutta etki ettiği haz ile doğal bir haz oluşumunu karşılaştırabiliriz. Uyuşturucu kullanımı max. dopamin hormonu salgılatır çünkü. Bundan sonra da vücut normal insanın yemek yerken, çalışırken, üretirken, seks yaparken aldığı hazzı alamamaya başlar çünkü bu konuda eşiği çok başka bir noktaya ulaşmıştır ve artık en azından bir önceki uyuşturucu dozunu arar. Bu da hayatın haz odaklarından keyif almamaya sebep olur. insan artık mutlu değildir. Çünkü artık daha fazlasını ister durumdadır. Ama cennette şöyle bir sorun var. Daha fazlası yok. Tanrı'nın nimeti olarak her şey zaten kusursuz. Buradan cennete bakınca bu ciddi bir sorun teşkil ediyor aslında. Bir de ruh ile ilgili bir şey söylemek istiyorum. Bu ruh denen şey her neyse kesinlikle dualist bir ruh-beden ilişkisi olduğunu düşünemiyorum. Bu ruh her neyse mevcut organizmama işlenmiş bir yükleme olduğuna inanıyorum. Yani bugün bilgisayar ve yazılım ilişkisi gibi düşünmek mümkün. Yani beni ben yapan her neyse bedenimle beraber ben oluyorum. Peki bunları neden yazıyorum? Aslında tam olarak bilmiyorum. Yazmaya karşı bir zaafım var ondan belki de ama kesinlikle cenneti kötülemek ya da küçümsemek değil ben başka bir şey anlatıyorum. Yukarıda anlattığım tüm sorunlar aslında buradan cennete bakınca görünen ama bir türlü görmek istemediğimiz sorunlar sadece. Benim derdim bu farkındalık sadece. Cennet hakkında sürekli konuşuyoruz, atıp tutuyoruz ki başlıktaki ilk entry içler acısı bir entry bence. Cennet hakkında neredeyse hiç bir şey bilmiyoruz. Kuran da bundan zaten bahsediyor ama görmemezlikten geliyoruz. Hiç bir nefsin tatmadığı nimetlerin olduğundan bahseder kuran. Orası bambaşka bir yer. Eğer çatı bir kavram olarak düşünmeyi bırakır somutlaştırmaya çalışırsanız çuvallarsınız. işi dünya standartlarına dökerek anlamaya çalışırsanız çuvallarsınız. Fark ettirmeye çalıştığım nokta tam olarak bu. insanların hurilerle, gılmanlarla, vildanlarla kafayı bozmasının ve sürekli patinaj çekmesinin asıl sebebi bu. Cennet tasavvurları asıl noktayı fena halde kaçırmamıza sebep oluyor. Kuran tabii ki cennet tasvirleri yapıyor. Onlara bir lafım yok ama bu zihinlerde bir şey oluştursun diye yapılıyor cenneti kısırlaştırın diye yapılmıyor. Bunu nerden biliyorum derseniz kuran cennet tasvirlerini yaptığı gibi hem hiç bir nefsin tatmadığı şeyler olacağını vurguluyor hem de her nefsin istediği olacaktır diyor. Bu 2 detay öncelikli olarak cennet tasvirlerinin çok büyük kısmının müteşabih benzetmeli anlatımlar olduğu sonucunu çıkartır ki kimsenin görmediği bilmediği bir yer hakkında bu yöntemi kullanmaktan başka ihtimal yoktur. Bir diğer çıkarım için de 2 ihtimal var. Kuran örneğin altlarından ırmaklar geçen bir mekandan bahsediyor. Bu mekanın gerçeği buna benzer olacaktır tabii ki peki tek ihtimal bu mudur? Her nefsin arzusu orada olacaksa bir insan kutup iklimi isteyemez mi ya da daha uçuk başka şeyler de olabilir bu istek. Bu dünyada ziyadesiyle ahlaksız, yasak şeyler de olabilir bu istek. Bunun için 2 ihtimal şöyle; 1- insana yapılan müdahalelerle nefsi o tür şeyleri arzulamayacaktır. (buna benzer bir anlatım araf/43'te geçer. kalplerden kin alınacağı falan yazılıdır.) 2- hayır o tip cennet tasavvurları da vardır ancak kuran bir kısmını anlatmıştır. Bu iki ihtimal de son derece mümkündür. Ama işte mesele şu ikisinin de aslında pek bir önemi yok. Burada aslolan tek bir tane bir şey var. O da Allah'ın rızasını kazanabilmek, onu istemek, hayatın merkezine onu koyabilmek. Bunu da çok iyi yaptığım için falan söylemiyorum. Pek beceremiyorum ben de. Ama cennet tasavvuru üzerine biraz düşününce çuvallayacağınız çok belli. Yukarıdaki bütün sorun gibi görünen şeyler bundan ötürü işte. Allah'ın rızasını kazanmaya odaklamak bu yüzden önemli. Ödüllerin Allah'ın rızasını yanında neredeyse bir hiç gibi görünüyor olması demagoji değil. Realite! Şayet o isterse seni cennete ebedi bir yaşama sokar, her türlü nimeti verir ama var olduğun her güne lanet eder sancılar içerisinde kıvranırsın. Hikmet böyle bir şey galiba. O isterse cehennem ateşleri içerisinde mutluluktan havalara uçarsın. O isterse sonsuzluk bir lanet değil müthiş bir nimet olabilir. O isterse sürdürülebilir top haz noktası sonsuza kadar gerçekleşebilir. Kadir-i mutlak olmak böyle bir şey galiba. Benim anlatmak istediğim en önemli şey şu; sanıldığından tasavvur edildiğin çok ama çok daha büyük ölçüde aciziz. Bu aciziyet hissi inanılmaz boyutlara ulaşabiliyor aslında. Müthiş aciziz lan işte daha ne diyeyim. Ama öyle bir kibir var ki bizde... Ancak böylesi kuvvetli bir kibir hayatımızın neredeyse tamamında bu aciziyetimizi örtmeye yetebilirdi. işte bu kadar da tehlikeliyiz. Aciziyetimizi örtebilecek kadar güçlü olan kibirlerimiz ve hırslarımız var. Bu da sanırım yaradılıştaki müthiş dengeye bir örnek olabilir sanırım. Kurandaki cennet tasvirlerinin çarpıtılmasına hiç girmek istemiyorum. Çünkü komik. Cennet lan orası hemen her türlü anlatım olabilirdi aslında. Huri varmış yokmuş umurumda değil. Nedeni de şu yukarda yazdığım son paragraf. Her türlü nimet olabilirdi de hiçbir nimet olmayabilirdi de mesele Allah'ın ol demesiyle sınırlı. ister 100 bin huri olsun, ister binbir çeşit nimet olsun, isterse bu dünyada kötü ahlaksız görünen şeyler olsun, ya da bu dünyada acı çekebileceğimiz şeyler cennette nimet diye sunulsun fark etmez ki. Allah'ın rızasını kazanmışların yurdu olarak cennette olmak yeterli. Konseptin ne olduğu zerre önemli değil. Allah'ın ol demesiyle sende oluşturacağı hissiyat önemli. Gerisi algılayabilmemiz adına somutlama örneklerinden başka bir şey değil. Mesele Kadir-i mutlak olanın neyi hissettireceği aslında. Başlıktaki ilk entry içler acısı, yapılan cennet tasvirleri içler acısı, olayların buna endekslenmesi içler acısı bence. Çünkü düşününce mantıklı değil. Buradan bakarak cenneti görmeyi planlamak mantıklı değil. Buradan yapılacak maksimum şey çatı kavram olarak sürdürülebilir mutluluk ve haz olabilir. Nasıl olduğu hiçbir şekilde anlam ifade etmiyor. işte bu yüzden Allah'ın rızası her şeyden önemli... "Hiç kimse, yaptıklarına karşılık onlar için hangi göz aydınlığının saklandığını bilmez. (Secde/17)" Cennetin bir kısmı kuranda somutlaştırılıyor sadece birazcık anlayabilelim diye. Nesneler olarak nihai amaç edinelim diye değil. Bana Allah'ın rızasını kazananların yurdu cennet nasıl bir yer diye sorulsaydı eğer; "Yapılmış tüm cennet anlatımlarının toplamı neyse onun 'değilidir' derdim." Çünkü mantıklı değil. Somutlaştırmak da görmek değil. Buradan bakarak kimsenin tatmadığı, görmediği, bilmediği bir mekanı göremezsin. Görsen de pek bir anlam ifade etmez. Cennet aslında Allah'ın sana orada hissettirdikleridir. Öpüyorum...
    1karışık okudum kardeş ve sözlükte böyle düşünen birinin olması beni mutlu açıkçası , en hayırlı ölüm en güzel mertebe nasip olur inşallah - erzurumlumilena 03.05.2017 20:04:04 |#3234844
    ... diğer entiriler ...