bugün
yenile

    korona günlükleri

    4
    +
    -entiri.verilen_downvote
    Korona Günlükleri - IV Korona salgını; bütün dünya ile eş zamanlı olarak deneyimlediğimiz ortak bir ağıt parkı. Evet park. Öyle ya da böyle bu gündem bugün yaşayan herkesin hayatlarında bir yer kaplıyor ve şöyle bir güzelliği var; bundan 20 yıl sonra bile korona günleri dediğimiz zaman birçok insanla aynı dili konuşma imkanı sağlayacak bize. Bu konu hakkında 2 ay önce şöyle bir yazı yazmıştım: (#2336145) Korona günleri hakkında en çok önemsediğim yazım oydu açıkçası. Orada yarı sitemkar, yarı ironik bir şekilde bu mesele hakkında şu cümleleri kurmuştum: "Bizlerin; bu, gün görmemiş, konfor ve istikrar hastalığına tutulmuş şımarık Netflix neslinin karantina günlerine ihtiyacı yok. Bizler zaten etkileşimi en yüksek olanlardan bile olsak çoktan izole yaşamların kurbanıyız. Bizlerin evrensel hikayeleri yok. bugün ted talks'a çıksak minimalist hikayelerimizi ve acılarımızı makro ölçekte anlamlar yükleyip süsleyerek anlatmaya meyilliyiz. Bu yüzden ortak bir acı ve trajedi havuzu olan salgın hastalık furyasına dahil olmaktan fevkalade memnunuz!" Tam da bu gibi sebeplerden ötürü istesem de istemesem de şu kısacık ömrümde görmezden gelemeyeceğim bir dönemeci oluşturuyor korona günleri. Bu başlıkta korona günleri kapsamında kişisel düşünce dünyamın bir izleği olmasını dilediğim bir yazı dizisi yazıyorum. Bu yazı da korona günlüklerinin 4. partını oluşturuyor. Bu noktada bir şey fark ettim; bir önceki yazıda karantina günlerine ve salgın hastalık furyasına bile bir şekilde alışabilmiş olmamızın tevazusundan bahsetsem de korona ve karantina üzerine yazdığım, söylediğim her şey toplamda hep bir gelecek üzerine oluşmuş. Hep "Bundan sonra ne olacak?" sorusu üzerine şeyler yazmaya eğilimli olduğumu fark ettim. Bu bölümde ise ipin ucunu geçmişten yakalamak istiyorum. Bir kesim var; karantina gündeminde en çok tantanayı koparttığı halde aslında genel toplamda en tuzu kuru kesimi oluşturduğunu düşündüğüm bir kesim. Bu kesim her yaştan insanı içinde barındırsa bile görece gençlerin ağırlıklı olduğu, hastalıkla o kadar da boğuşmayan, ekonomik olarak çok fazla zorlanmayan, çalışmadığı ya da evden çalıştığı halde maaşı tıkır tıkır yatan, kenarda parası olan en büyük aksiyonu marketten yoğurt ve ekmek almak olan bir kesim. Bunlar aralarında benim de bulunduğum tuzu kuru kesim. Açıkçası durumun ahvali hakkında sağlıklı düşünebilecek, en azından düşünmeye vakit bulacak kesimin de bunlar olduğunu düşünüyorum. Hani şu kitap listeleri yapan, internetten müze gezmeyi falan düşünen, bu süreçte kendini geliştirmeyi hedefleyen, karantinaya koza demeyi teklif eden tuzu kuru kesim. :D Her gün işe gitmek durumunda olan ya da bir şekilde enfekte olup hastalıkla uğraşan bir insanın mevcut durumu geniş bir perspektiften düşünmek gibi bir derdi olamaz. O yüzden bu yazılarda bir topluluktan bahsediyorsam eğer her seferinde bu tuzu kuru kesim merkezinde bahsediyorumdur. Henüz ne en ön cephede hastanelerde çalışanlardan bahsettim ne sahada olmak zorunda olan insanlardan bahsettim ne bürokratlardan ne de açlık sınırının altındaki kesimden bahsettim. Şu ortamda bunlar hakkında ileri geri konuşmayı bir miktar hadsizlik olarak gördüğüm doğrudur. Karantina günlerinde elimden geldiği ölçüde gündemden uzak durmaya çalıştım ben. Öyle ana gündemi anlık olarak takip etmedim. Alınan kararlarla, uygulamalarla falan pek ilgilenmemeye çalıştım. Ne kadar mümkün olabildiyse artık. Ama dün gördüğüm haber karantina günlüklerine yeni bir bölüm eklemem gerektiğini düşündürdü. Hükümet 4 aşamalı bir "normalleşme süreci" başlatmış. 11 Mayıs itibariyle normalleşme sürecinin ilk aşaması başlamış bile. Berberler açılmış, avm'ler açılmış. Süreç iyiye doğru gidiyor evet ama normalleşme süreci, sürecin seyrinden bağımsız bir şekilde biraz da zorunlu bir sonuçtu zaten. Salgın önlemlerinin halk sağlığından öte sağlık sistemiyle alakalı olduğunu yazmıştım şurda: (#2336203) Bugün başlayan normalleşme süreci de şu entrynin son paragrafıyla alakalı: (#2344271) Eyvallah. Bu çarklar bir şekilde dönecek. Halk normalleşmeye zorlanacak. Bunu anlayışla karşılıyorum karşılamasına da biz normalimize dönmeye gerçekten hazır mıyız? Buradaki "biz" zamirinden kimleri kastettiğimi yukarıda açıkladım zaten. Eski alışkanlıklarımıza, eski normallerimize geri dönmeyi gerçekten istiyor muyuz? Ben şahsen normalleşme paketinin açıklandığını öğrendikten sonra bir 15 saniye falan yutkunamadım. İçim ferahlamadı. Oh çok şükür eski günlere geri dönüyoruz demedim. Bu süreçte eski günlerin ne'liği hakkında daha çok düşündüm çünkü. Hadi tamam ben zaten karantina günlerinin daha ilk günlerinden bu yana bu mecburiyetten gayet de memnundum. Özlediğim bir yaşam tarzıydı zaten bu. Hem de içerisine aksiyon ve gerilim sosu bulanmış bir yaşam tarzıydı. Benim eski günlere geri dönme fikri tadımı tabii kaçırır. Ama sadece ben miyim normalleşme süreci ile ikileme düşen? Hiç sanmıyorum. Aranızda illaki böyle birileri vardır. İçindeki küçük şeytan için için rahatsız ediyordur şimdi onu. Rahatsız olduğu fikirleri dile geliyordur. Şu salgın süreci bu kadar iyiye giderken keşke tekrar ikinci bir dalga olsa da biraz daha tadını çıkarsak şu sürecin diyen sonra da bu düşüncesinden rahatsız olan birileri var bence aranızda. Yalnız olamam çünkü yalnızsam eğer bu beni ürkütür biraz. Bahaneler, bahanelerimiz... Sefil hayatlarımızı kanıksamak için tutunduğumuz en sağlam tuğla bahanelerdir. İdeal şartların sağlandığı durumlar başarısızlığı ya da sorumsuzluğu kaldırmaz. Ve insan olmak demek her zaman bir şekilde başarısız olmak demektir. Bizler başarısızlıklarla ve en önemlisi sorumluluklarımızla nasıl baş ediyoruz? Tabii ki bahaneler ile. Her hangi bir iş ya da sorumluluğun arefesinde beklenmedik bir olumsuzluk aleni bir şekilde ortaya çıktığında elbette tadımız kaçar, elbette huzursuz oluruz. Ama hiçbir bahanenin işlemeyeceği ideal şartların huzursuzluğu her zaman çok daha sinsidir. Evlerimize kapandığımız ve doğrusu bütünüyle aylaklık ve tembellik ettiğimiz karantina şartlarının hepimize sağladığı bütün dünyanın anlayış göstereceği müthiş bir bahanemiz vardı. Bu süreçte çoğumuz birçok sorumluluğumuzu askıya alabildik. Çağımızın en acımasız kurumlarından olan bankalar ve devlet bile bazı sorumluluklarımız için bizlere süre tanıdı. Çünkü geçerli gerekçelerimiz vardı. Kabul edelim: sınırlı ve pek hayal ettiğimiz şekilde olmasa da mini bir ütopyayı yaşayan ciddi bir kesim söz konusu. Normalleşme sürecine yani artık sorumlulukların tekrar ele alınacağı eski hayatlarımızı gerçekten özlüyor muyuz? Çalışmak, para kazanmak ve en önemlisi gerekli gereksiz alış veriş yapmak gibi bir sorumluluğumuz var bizlerin. Bunları gerçekten özlüyor muyuz? Normalleşme sürecinin ilk aşamasında avm'ler açıldı. Bu tercihi lütfen gözden kaçırmayalım. Ne camiler, ne okullar değil avm'ler. Başka bir zaman doldurmak niyetiyle buraya boş bir bkz bırakıyorum: (bkz: Bir ibadet biçimi olarak alış veriş yapmak) Bizim en büyük sorumluluğumuz birikim yapmadan günü gününe yaşayarak mümkün olabilecek en üst sınırda alış veriş yapabilmemizdir. Avm'lerin aslında o kadar da gerekli olmadığını, futbolun hayatımızdaki yerini falan sorgulamıyor muyuz cidden? Karantina bizlere yeni bir yaşam şekli teklifinde bulundu. Herkesin kendi içine dönüş yaptığı, minimal bir yaşam. Eskisini özletecek kadar kötü bir model miydi bu? Sanırım bu sorunun bariz bir cevabı yok. Bende bile yok. Ama yeni normallerimize iyiden iyiye alışmışken eski normallerimize dönmeye zorlanıyoruz. Bence eski yaşam şeklimizin ne derece sefil, gereksiz, iyi düşünülmemiş, güdülenmeye açık, gelişi güzel ve hatta düşük bir yaşam şekli olduğunu görmemizi sağladı bu karantina. Sorular basit; Karantinadan önce ne yapıyorduk? Nasıl yaşıyorduk? Yaşam alışkanlıklarımız gerçekten bireysel iradelerimize dayanacak biçimde rasyonel miydi? Bu kadar. Bence hepimiz ya da en azından çoğumuz daha önceleri resmi ya da gayri resmi, aleni ya da gizli iktidarların kendi ajandaları doğrultusunda sadece savruluyorduk. Karantina başka bir savrulma biçimidir belki de. Ama şu kesin ki aynı zamanda eski yaşamları uzaktan gözleyebileceğimiz bir soluklanma alanı da oluşturdu bu süreç. Güdülenmiş bir organizmadan fazlası olmadığımızı daha çok düşünmeye başladım ben. Bu normalleşme sürecine kitleleri zorlamaya devam ettikleri sürece bunu sadece ben düşünüyor olmayacağım bence. Hepimiz sayılardan, istatistikten, bireysellikten yoksun kitlesellikten öte bir şey değiliz birilerinin gözünde. Bunu kanıksayıp kanıksamamak arasındaki çizgi kişinin öz farkındalığıyla alakalı. Hemen yakın bir örnek; Avm'lere açıldığı gün koşa koşa giden insanlar insanlık onurundan yoksun insanların ağırlıklı olduğu bir kitle. Çünkü sizi sayılarla tarif edenlerin, sayılar için çağırdığı yere gerekçe oluşturamadan koşmak insanca bir şey olamadığının kabulü demektir. Tam olarak "kitle" yani. Eyvallah öyleyse. Kurulsun yeni ordular öyleyse. Ben güdülenmekten her geçen gün biraz daha tiksinen birilerini bulur onların milis kuvvetlerinde kendime bir gedik bulmaya bakarım. Kendi normalini kendisi oluşturamamış insanlarla ne kadar az muhatap olursam o kadar çok yaklaşırım kendi yolumu bulmaya. "Kendi yolum" diye bir şeyin var olabilme ihtimali zaten beni hayatta tutan şey. Üzgünüm. * Korona günlükleri yazı dizinin bir önceki bölümü ve diğerleri için: (#2338368)
    ... diğer entiriler ...