yaşamak zorunda olduğumuz, bize verilmiş hayatı her yola sokabiliriz.
dertle kederle yoğrulup göğüs kafesimize kara bulutlar doldurabiliriz.
dertle kederle yoğrulurken farkına varıp bulutları kovabiliriz.
derdi kederi görüp, gözleyerek güneşli ve çiçekli yolları tercih edebiliriz.
yeni çiçekler ekleyebilir
olan güzellikleri besleyebiliriz.
bu ihtimalleri çoğaltabiliriz de
laf kalabalığı yapmaktansa, hayal gücünüze ve zihninizin buruşmuş kıvrımlarına bırakıyorum bazı meseleleri.
zorundalıklar çağında -belki her zaman böyleydi ama anlayabilmek için yazılmış tüm kitapları okumak şarkıları dinlemek görülebilecek her anıyı görmek gerek belki de- yaşarken, gündelik telaşların yoğunluğunda sıkça kaybolabiliyoruz.
karşılaştığım en büyük problem bu.
kaybolmuş insanlar.
kendini bulamayanlar.
kendini araması gerektiğini bilmeyenler.
duranlar. durulanlar.
her şeye rağmen coşanlar.
gerçekten bir şeylerin anlamını yitirmek ne acı değil mi?
bakın ben de bulamıyorum. inanın bu cümleler ana fikri olmayan bir yazıya dönüşebilir.
kafamda dönen duran ve haykırmak istediğim bir çok düşüncenin birbiri ile çarpışması sonucu oluşan enkazda gerçekten eziliyorum.
basit değil ama atlatması kolay olacak her duygu ete kemiğe bürünüp boğazıma sarılıyor.
ben istiyorum,
yaşamak
keşfetmek
birini merak etmek
sevmek
dolaşmak
öğrenmek
elini tutmak
gözlerine bakmak
okumak, yazmak, dinlemek ve dinlenmek istiyorum.
var olmak istiyorum.
en olağan arzuların, mesele haline gelip zorlaşmasından oldukça yoruldum.
nefesim batıyor.
nefesimi zehirliyorum
daha çok batıyor.
bir çoğumuz iş güç okul derken bu hayatı kendi idealine yakın yaşayabiliyor, yine de o nefes gelip boğazımıza saplanıyor.
en çok da günün sonunda kendimize kaldığımızda.