bugün
yenile

    şükrü erbaş

    4
    +
    -entiri.verilen_downvote
    Bana sanki kendime bakıyormuşum hissi veren şair. Belki de sevdiklerimizi bir buçuk ay arayla kaybetmemiz buna neden oluyordur, bilemiyorum. İki sene önce bir söyleşisine katılma fırsatı buldum. Koşa koşa çok sevdiğim birine haber verdim beraber gidelim diye. Orada tek başıma bulunma cesaretim yoktu çünkü. Sanki Şükrü Erbaş'la göz göze gelsek anlayacaktı benim de içimde bir Hatice olduğunu, sanki görecekti bütün hissettiklerimi. Halbuki ne mümkün! Yine de cesaret edemedim işte. O'na Hatice'yi, Hatice'sini soracaktım. Şahgülü'nü soracaktım. Soramadım. Kendimi gördüm onda, öldüğünden bu yana adını bir kez olsun telaffuz edemediğim, bir kormuşçasına dilimin ucuna dokundurmaktan imtina ettiğim ismi başkasından duymak istemezdim. Canımı yakardı adını duymak, sanki adı söylenince ölmeye başlayacaktı yeniden. Boğazımda bir yumru, söyleşinin başından sonuna dek onu izledim. Söyleyeceklerimi koydum atkımın arasına boynuma sardım, evimin yolunu tuttum. Bütün o sözler boynumda asılı duruyor hâlâ. Belki o sözlerin yükünü hafifletmez ama bana beni hatırlatan bazı dizelerini alıntılayacağım, hiç değilse içime bir ışık tutmuş olurum. Gözyaşımın sahibi Ne zaman alnımı camlara dayasam Kanatlarını canıma batıra batıra Sana uçuyor bütün kuşlar. Hatırlıyorum öldüğü günü. Sabahın sekizinde okula giderken başımı yasladığım camın beni ona götüren sıcaklığını, aynı günün on altısında ölümü sırtlanıp dönüş yolunda başımı yasladığım camın beni ondan ayıran soğukluğunu. O gün bütün kuşlar ona uçtu. Hece taşlarından başka Okuyacak yazım kalmadı Hatırlıyorum Kırıkkale'deki mezarına gidemediğim için mesken edindiğim mahalle mezarlıklarını. Her ismin yerine onun adını sayıkladığımı. Ağız dil vermezim Seninle konuşayım diye ağlaya ağlaya Taşların dilini öğrendim sonunda. Sen nasıl yok olursun anlamıyorum Belki de en çok bunu sordum kendime, nasıl yok olursun? Tuhaf bir adam oldum Kendimle konuşuyorum evin içinde Biraz da şu koltuğa oturayım, diyorum Perdeleri ne kadar zamanda yıkardın, diyorum Bir gün olsun açık bırakmıyorum yatağımızı El ayak değmeyen yerler nasıl tozlanıyor böyle Merak etme, mutfağı tertemiz ettim Terlikler senin istediğin gibi duruyor Çamaşır ipini silmeden asmıyorum çamaşırı Bir kahve yapayım diyorum İki fincan koyuyorum, süt hazırlıyorum sana Sessizlikten mi nedir Bütün bunları yüksek sesle söylüyorum. İnsan başka nasıl katlanır ölüme, bilmiyorum. Sırf mobilyaları değişti diye nefret ettiğim kendi evimi hatırlıyorum. Oysa nefret ederdim zaten o koltuklardan. Eşyaların düzeni bozulmasın diye Çırpınıp durdum sessizce. Yeri değişen her şeyin Seni biraz daha uzaklaştırdığını söyledim Öylece baktılar yüzüme. İnsan anılarını nasıl korur başka Bilmiyorum Uzaklaştın gitgide. Okulumuzu maviye boyanmış gördüğümde, hep yaslanıp sigara içtiğin o direğin etrafı yavaş yavaş binalarla çevrildiğinde, kitaplığıma yeni kitaplar eklendiğinde... Anıları koruyamadım. Herkes gülüp oynuyor Hatice Gülüp oynamayanın da Yarası yaramıza değmiyor. Ne yapacaklardı, değil mi Başkalarının ölümü Bir gizli yaşama sevinciyken Aklıma sırf insanlar güldükleri için yırtınıp durduğum o manasız öfke nöbetlerim geliyor, içime dönüşlerim sessizce. Ölümü de dünyada yaşıyormuş insan Gövdem kalbimin darağacı. Hiç bıkmadım kalbime eziyet etmekten. Aylardır gitmiyordum. Deniz kıyısına gittim. Ben aylardır gökyüzüne de bakmıyorum. Bir eski mavilik işte. Bir gece soluğu. Güneş salkımı. Dünya dışı bir dünya. Dönüyor. Su kırılınca köpük oluyor. Beyaz oluyor. Kumlar beşik gibi bir gidip bir geliyor. İnsanlar seviniyor. İnsanlar denize girince bağırıyor. Bilmiyorum. Ben ağladım. Küçük kardeşimi alıp aylar sonra sahile gittiğim, ölü olduğun o ilk doğum gününü hatırlıyorum. Herkes neşeyle sohbet ederken küçük arkadaş gruplarıyla, kardeşim minicik elleriyle çamurlu kekler yaparken bana tutamadım, ağladım hıçkırıka hıçkıra. Sonra miniğimin koşup yanıma elleriyle yüzümü silişi, yarım yamalak konuşmasıyla gözümdeki yaşların nedenini soruşu... Cevabım yoktu, sımsıkı sarıldım ona. Boşluk kendine çevirdi beni. Her şey ağırlaşıyor. Her şey soğuyor. Belki de hiçlik bu. Sen orada yalnız kalma diye burada konuşup duruyorum. Geceler boyu onunla konuştuğum zamanlar, solumdaki duvarı suçladığım zamanlar... Sanki ondan bahsetmeyi bıraksam kaybedecektim onu. Senden bir parmak yüksekte aldığım her soluk kalbimi kurutuyor. Nefes almak kaç kere eziyet oldu ciğerlerime, bilmiyorum. Dünyanın bütün seslerini alıp götürdün Mezarından başka harf kalmadı ağzımda. Yoruldum kalabalığın hayatından Yaşamak diye el çırptığım ne varsa Şimdi bir ölüm türküsü, bir hatıra yangını Yalnızlık çark dönüyor üstümde. Yeryüzü şarkım, sürmeli pencerem Her sabah aynı soğuk Her akşam aynı keder Yastığını koklaya koklaya öğrendim İnsan bir kere ölmüyormuş meğer... Nasıl dünyanın ona ve bana indirgendiğini hatırladım. Yastığınyoktu koklayacağım bir eski resimle öldüm her gece. Ben şimdi o bağbanım Hatice Kemiklerin çiçek açsın diye Çırpınıp duran başında... Sanki çok önemi varmış gibi mezarının üzerinde çiçek olup olmadığını düşündüm günlerce. Bu bana büyük bir dert oldu, yakın olsam da hep sarı karanfiller ve mor krizantemlerle süslesem üzerini dedim. Şahgülüm Buna da mı sevinecektim... Eğilmiş ak göğsünün eziğine Mezarında çiçeklenip duruyor Tanrı. Sonra ansızın, ölümünün 8. ayında, mezarının resmi düşüverdi karşıma. Farklı renklerde çiçekler vardı üzerinde. İnsan buna sevinir mi? Sevindim işte. Senin ölü bedeninin üzerinde can buluyordu çiçekler, sanki göremediğin gün doğumlarını senin yerine görüyorlardı. Ömür Hanım, öyle bir acı ki bu, ölen yaşayanda her gün yeniden ölüyor, yaşayan ağlamadan kimseyi sevemiyor. O bir kez öldü ben onu her gece öldürdüm rüyalarımda. Her gece cenazesine katıldım. Annesinin bile gelmediği cenazelerinde ben yine en ön saftaydım. Kefenimi toprağının altına sermedikçe, elimi çekmem senden, çekmemi bekleme. Bundan başka bir şey düşünmedim son 5 sene...
    ... diğer entiriler ...