bugün
yenile

    felsefe

    5
    +
    -entiri.verilen_downvote
    hani şu felsefe'yi böyle alışılmışın dışında kelimeler kullanmaktan ibaret görüp anlaşılmaz üslupla derdini anlatmaya ya da çok ulvi şeylerden bahsediyormuş gibi göstermeye çalışan küçük çaplı filozoflar var ya? ben onlara uyuz oluyorum. bir de felsefe terimleri fazlaca kullanınca cümlelerini kutsadığını zanneden tipler vardır ve bu üslubu önemsemeyenleri avam kabul ederler. :))) komik olum bence valla bak. literatür taramak, literatüre hakim olmak sırf felsefe için değil tüm bilimsel alanlar için önemli bir meziyettir. ancak işin sadece bir yönüdür. kesinlikle yetmeyeceği gibi kritik bir nokta değildir. bu biraz şeye benziyor "shakespeare ingilizcesini konuşamıyorsan ingilizce konuşamazsın, konuşmamalısın, saçmalarsın, saçmalıyorsun." demek gibi. allah allah bak sen şu işe? bu tip çakma entelektüellere ayar oluyorum nedense felsefe denilince de aklıma ilk olarak bu geliyor amk. tıp denilince, biyoloji, astronomi, fizik, kimya, sosyoloji falan denilince öncelikle bunlar gelmiyor ama felsefede bunlar geliyor. çünkü felsefe bilim değildir. bilimin kaynağıdır. bilim felsefenin alt koludur. bilim başta olmak üzere insandan çıkan hemen her şey felsefede birleşir. bilimin ya da başka özelleşmiş bir konunun metotları ve sınırları vardır saçmalarsanız açığa çıkarsınız. ancak felsefenin böylesi kümülatif yapısından olsa gerek sınırları yoktur. apriorik olarak kabul görmüş metotlarının olmamasının yan etkisi olarak saçmalığa anlayış gösterilir. (kümülatif ve apriori ne demek bilmeyen bi zahmet okumasın yani alsdjlaksjdlks) birisi çıkıp sana "yer çekimi yoktur gök itimi vardır" ya da "dünya düzdür" derse saçmalığını açığa çıkartabilecek bilimsel sınırlarınız, referans noktalarınız vardır. felsefe ise referans noktalarının öncesinde başlar sonrasına kadar uzanır. konuşmanın hangi noktada söylediği haliyle önem kazanır. çünkü yığılmış bir dağ şeklindedir felsefe. 2017 ile 1907 arası fludur. felsefenin temelde böyle bir zaafının olması ise ağdalı kullanılmış terimsel üslup ile birleştirilince saçmalık kolaylıkla gizlenir. yani demem o ki gözlemlediğim basit bir eğilim var; söyleyecek bir şeyi olmayan her hangi mürekkep yalamış bir andavallı felsefe alanının teknik terimleri ile hiçbir şey söylemeden bir şeyler söylediğini iddia edebilir. bu büyülü üslup ile sana "anlamıyor olabilirsin ama bu benden dolayı değil senin çapın yetmiyor" hissi kazandırır. bana sorarsanız felsefe bu kadar zor olmamalı. tüm kalbimle söylüyorum derme çatma da olsa, yetersizlik sonucu saçmalama sonuçları da doğursa felsefe tüm insanlara ucundan kıyısından mutlaka bulaştırılmalı. i̇nsanlar felsefe havuzuna en azından ayaklarını sokmaya zorlanmalı. şevklendirilmeli. bunun fazlasıyla zararı olacaktır elbette. en azından ilk etapta. ama benim bahsettiğim felsefe üzerine insanların üretim yapması değil. i̇nsanların felsefeyi ciddiye alması. i̇nsanların eline son derece ağır metinlerin zorla tutuşturulmasından bahsetmiyorum. tekrar ediyorum literatür taramak felsefe ile doğrudan ilişkili değildir. o başka bir entelektüel uğraştır ama tam anlamıyla felsefe bu değildir. bugün felsefe; toplumun ciddi bir kesimi tarafından hem ciddiye alınmıyor hem de anlaşılmıyorsa eğer "bilgelik sevgisi" anlamına gelen bir başlığın tamamen yanlış lanse ediliyor olmasından kaynaklı. benim felsefe adına başlığına daha yaraşır bir önerim var. ya da tanımım var. her şeyden önce felsefe insana dair en kıymetli hazinedir ve bana göre insandan çıkan bu kavram en büyük "yaradılış" ve "antropik ilke" delilidir. çok netim bu konuda, felsefe yapabilmek yaradılışın en büyük delillerindendir. peki felsefe nedir? "i̇nsanın soru sorabilme cesaretini gösterebilmesidir." felsefenin özü tamamen bundan ibarettir geri kalan teknik terimler işin sadece akademik ve birikimli alana aktarılmasından ibarettir. i̇nsanların soru sorma cesaretini kazanması zorunludur. tüm teknolojik ve toplumsal devrimler tam da bu noktada başlamıştır. soru sorabilmeyi başaran insanlar yaradılışın gereğini yapabilmiş ve özünü bulabilmiştir. neden? çünkü sorma cesaretiyle özünü aramaya inanmıştır. tamam kabul ediyorum. bazı soruların bazen gerçekten cevabı yoktur, olmayacaktır da ama sorarak cevapsız soruların neler olduğunu da öğrenme şansına erişiriz. zaten soru sormak her zaman cevap aramak değildir bazen soruları keşfedebilmek de öğrenmeyi sağlar. sınırları öğrensek o bile kafidir. hani o "anlamayan varsa sorsun çocuklar" diye sınıfa dönen parmak kaldıran olunca da anlamadığı noktayı küçümseyen öğretmenler var ya hani? i̇şte onlar felsefenin katilleridir, bilgiye olan sevginin düşmanlarıdır. komik ya da küçük soru yoktur. bilgiye olan aşkını ilan etmiş cengaverler vardır. başta, insanlar felsefeye zorlanmalı demiştim ama aslında tam tersini nesiller boyudur yapıyoruz. dünyayı yeni keşfeden çocuklarımızın sorularından sıkılıyor, onların sorularını komik buluyor, küçümsüyor ve hatta sıkılıp susturuyoruz mesela. i̇şte bu sistematik olarak insanların felsefeye yani "soru sorabilme cesaretine" vurulmuş en büyük darbe oluyor. sigmund freud'un "baba" ya da ailedeki "mutlak otorite" düşmanlığı da hayırsız evlat olmasından değil ata bireylerin bu dayatmacı anlaşından kaynaklanıyordu bence. çünkü biz insanlar daima bütün cevaplanabilecek soruları cevapladığımıza inanıyor ve soru soran çocuklarımızın o küçük(!) ve saçma(!) sorularını bir kenara bırakmasını istiyoruz. onlara onaylanmış kendi doğrularımızı dayatıyor ve onları soru sormanın pratikte yasaklandığı, sadece tartışmasız cevapların verildiği okullara gönderiyoruz. soru sorma şevki kırılan insanın bilgiye olan küskünlüğü elbette artacaktır. neden üçgenin iç açılarının 180 derece "kabul" edildiğini sorma cesareti elinden alınan çocuğun bu bilgiyi kalıcı belleğine alma gibi bir şevkinin olması aslında o kadar da beklenemezdi. soru sorabilmek bilgiyi istediğinin belirtisidir. bu pozitif özelliği engellediğimiz için çocukların bilgiye istenç duyması için suni sebepler inşa ettik. halbuki soru sorabilmesini teşvik etseydik suni sebeplere gerek kalmayacaktı. soru sorabildiği için cevabı da isteyecekti. biz ise "bu bilgiyi soramazsın ama biz sana veririz" dedik. peki neden? neden eksikti. öylese şöyle söyleyelim denildi; "bu bilgiyi almak zorundasın çünkü hayatın için önüne şu sınavları koyduk ve bu sınavlar için bu bilgilere ihtiyacın var." bilgi'nin tetikleyici unsuru soru ile oluşan bilgiye olan sevgi olmayıp basit bir meta olunca o meta ile birlikte bilgi de önemsizleşmeye başlamıştı. sınavlardan çıkınca hafızamızın anında suyunu boşaltmasının ardında yatan sebep bence buydu. bilgiyi ona duyduğumuz sevgi ve meraktan ziyade basit bir sınav için kazanmak istedik hafıza amacı gerçekleştirdiğinde anında çöpe attı o bilgiyi. yaradılış delili olarak gördüğüm felsefe yani "soru sorabilme cesareti" tüm insanlara bulaştırılması gereken bir şey. zira soru sormaktan korktuğumuz sürece hiçbir zaman cevapları alamayacağız. belki sorsak da cevap alamayacağız ama en azından bunu deneyimlemiş olacağız. suya atlamadan su fobimizi yenemeyiz, suya girmeden bir kaç defa tuzlu suyu genzimize çekmeden denizlerde yüzemeyiz. düşmekten korktuğumuz sürece asla ama asla uçmmayı öğrenemeyeceğiz. i̇nsanlara soru sormayı öğrenin. bilgelik sevgisinin özü budur. hikmeti kazanmak için önce sormasını bilin. çocuklarınıza soru sormayı öğretin. ailenize, arkadaşlarınıza soru sormanın öneminden bahsedin. çünkü bu hayatta sadece ama sadece soru sorabilenler cevap almayı hak eder. çünkü bu hayatta sadece ama sadece soru sormayı bilenler sorunlara çözüm bulabilirler. soru sorulan toplumda ucuz siyaset azalır, yolsuzluk azalır, hukuksuzluk azalır, adaletsizlik azalır, haksızlıklar azalır, suç oranları azalır. en önemlisi soru sorabilen toplumlarda kandırılmış yığınlar azalır. zira soru sormaya cesaret edebilen insan cevapların ağırlığına en hazır insandır.
    ... diğer entiriler ...