bugün
yenile

    oy kullanma yeterliliği

    6
    +
    -entiri.verilen_downvote
    Selam. Oy kullanmaya 2 gün kala bir demokrasi eleştirisi... Fon müzikleri Oy Kullanma Yeterliliği Demokrasi çözüm değildir demiştik. Peki neden demokrasi toplumların ilerlemesi adına makul bir çözüm yolu değildir? Bana göre uygar toplum düzeninde gelinen bu son basamakta çözüm ve uzlaşma yolu adına kullanılan demokrasi, yüzyılın en büyük fiyaskosudur. Demokrasi ile sosyalizm arasında kuvvetli bir benzerlik görüyor ve ciddi bir yanılgı olarak algılıyorum. Tabii bunun aksini düşünenler de var elbet ama yine de demokrasi ve sosyalizm kavramsal olarak yeterince bağdaşmasa bile ikisinde de “eşitlik” ilkesi takıntı boyutlara ulaşmış durumda. Demokrasi fiyaskodur, hayal kırıklığıdır, toplumların kendini kendini kandırmasının kabullenişidir. işin garibi demokrasi hiçbir zaman toplumları ileriye, bir sonraki basamağa taşımaz ancak ileri toplumlarda tahribatı azaltılarak daha işe yarar hale getirilebilir. Bu kadar! Demokrasi hasar vericidir. Burada asıl mesele verilen hasarın ne kadar az ya da ne kadar çok olacağıyla alakalıdır. Esasında demokrasi her şart ve koşulda tahribat yaratır. Çünkü her şart ve koşulda doğru olan sadece bir tane olabilir. Bu yüzden demokrasi yanıltıcıdır. Monarşik yönetim biçimlerinden demokratik yönetim biçimine geçişimiz bizleri ciddi şekilde yanıltıyor. Demokrasiye maalesef bir alternatifim tabii ki yok. Ayrıca bir toplulukta hemen herkesimin yönetimde söz sahibi olması, yönetime katılması falan gayet gerekli yerinde ve adil girişimler. Ancak şöyle bir takıntımız var demoktatik düzenlerimizde; “eşitlik, eşitlik, eşitlik!” Resmen ölümü gösterip sıtmaya razı ediliyoruz. iyi de neden eşitlik? Sosyalizmle demokrasi arasında kurduğum analoji de tam olarak buydu. Hiç ideolojik tartışmalara girmek istemiyorum tarihi sosyalizm örnekleri üzerinden bu eşitlik ilkesinin sıkıntılarından yola çıkıyorum. Her hangi bir sosyalizm eleştirisi değildir ancak görülüyor ki sınıfsal uçurumları engellemek adına halkların köleleştirildiği ve bir kısmın ezilmemesi adına tüm halkın eşitlik zırvalarıyla köleleştirildiği/ezildiği dönemler oldu tarihte. Demokratik düzenlerde de aynen bu sıkıntılı sonuç var. Adaleti sağlayamayan insan; madem adaleti sağlayamıyoruz öyleyse herkes eşit olsun gibi bir inanışa kapılmış bir durumda. Bu ciddi bir zulümdür! insan gibi kompleks, çeşitli zenginlikleri ve zaafları olan bu müthiş organizmaya yapılmış en büyük zulümlerden bir tanesidir bu. Tamam anlıyoruz ki mevcut verilerimiz ışığında demokrasi ve söz sahibi olma hakkı gibi özellikleri toplumsal yönetim ve uzlaşımlar adına şimdilik olabilecek en makul çözümlerdir. Peki neden bu demokrasi kavramının içini genişletip daha adil bir düzene yaklaşmaya çalışmıyoruz? işte bu soru; bu metne atılan başlığın doğrudan konusudur. “Oy kullanma yeterliliği.” Bildiğim kadarıyla 18 yaş sınırı ve türkiye cumhuriyeti vatandaşı olmak gibi son derece temel şartlar dışında her hangi bir yeterlilik sınırlaması oy kullanmak için yok. Neden? Çünkü eşitlik! Zulüm gibi zulüm açıkçası. Aysun Kayacı örneğini biliyordur herkes. “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” gibi bir laf etmiş baya da yüklenilmişti kadına. Haklılardı belki de. Ancak söylediği sözün içinin biraz açılması ve düşünülmesi de her zaman için gerekir. O lafı halkın gözünde “aptal sarışın” imajı çizen ve “güzel kadın” sıfatı dışında neredeyse hiçbir birikimi ve yeterliliği olmayan çakma elitist bir kadın yerine daha entelektüel bir aydın söylemiş olsaydı belki bu kadar ses getirmezdi ama en azından ciddiye alınır üzerinde daha makul düşünülebilirdi. Neden oy kullanma yeterliliği ve oy kullanma hakkı hakkında çeşitli opsiyonlar düşünülmüyor ve ya bu konuda güncel teoriler üretilmiyor hiç düşündünüz mü? Çünkü halkın yönetime katılması aslında istenmiyor da onun için. Halk yönetenler için birer sayıdan ibaret kalınsın isteniyor da onun için. Çoğunluğu sağlamak bu şekilde daha kolay ve kitleleri manipüle edebilmek daha kolay da onun için. Yazının bundan sonra ki kısmı için bir hatırlatma yapmak istiyorum. Asla ama asla toplumun belirli bir kesimini küçük gördüğüm falan yok. Her hangi bir partiye ya da her hangi bir demokratik tercihe doğrudan bir saldırım yok. Yaptığım tamamen rasyonalist bir yaklaşımla mevcut demokratik düzene bir eleştiridir. Çoğunluğun makul kararlar alabildiğine inanmaya karşı bir isyandır. Konuya tekrar dönecek olursak; bu opsiyonlar için farazi birkaç örnek de verebilirim hatta. Mesela 18 yaşından küçükler için oy kullanma yeterliliği kısıtlamasına gidilmiş ve yeterli görülmemiştirler. Büyük oranda makul bir sınırlamadır. Çünkü benim için 18 yaş altı nüfusun oy kullanmaması için 2 tane makul gerekçe var. ilk olarak devlet yönetimi hakkında yeterli olgunluğa erişilememiş olmak. ikinci olarak da büyük oranda bağıl nüfusu oluşturuyor olmaları. Bir ülkenin çocukları ülke ekonomisine de kalkınmasına da bir süreliğine katılmayan henüz çarka girmemiş bağıl nüfus olarak görülebilirler. Bu noktada belki de söz hakkı verilmiyor olması anlaşılabilir. Ancak bu düşünce prensibi oy kullanma yaşının alt sınırını belirleyebilirken üst sınırı hakkında neden bir yaptırımda bulunamaz? Hatta bana öyle gerekiyor ki 18 yaş altı genç nüfusun söz hakkı belirli bir yaş sınırının üstünde olan şahısların söz hakkından daha da elzem bile olabilir. Çünkü bu memlekette gelecekte yaşayacak olan kesim aslında genç nüfustur, 18 yaş altıdır, bu ülkenin çocuklarıdır. Bu ülkenin geleceği olan çocukların yaşayacağı dünya standartlarını bu ülkenin geleceğinde yaşamayacak olan yaşlı nüfus neden belirlesin, neden daha fazla söz hakkına sahip olsun ki? Bugün demokrasi zırvalarıyla 80 yaşında bir vatandaşın verdiği karar ile ortaya çıkan sonuç iyi bir senaryoyla 80 yaşındaki vatandaşı 10 yıl gibi kısa bir süre etkilerken bu ülkenin gençlerini çok daha uzun yıllar etkileyecektir. Bu ülkenin çocuklarının yaşayacağı toplumsal düzenin kararlarını, gelecekte yaşamayacak olan yaşlılar neden versin ki? işte bu yüzden gayet de 65 yaş üzeri emekliliğe ayrılmış, ekonomik sistem çarkından tasfiye edilmiş tamamen bağıl nüfusun yönetimde söz hakkına bir sınırlama getirilmesi faşizan bir uygulama değil aksine adil bir söz hakkı mekanizmasına yaklaşma denemesidir. Tam olarak hiçbir zaman adalet bu sistemde sağlanamazken bu uygulama belki de adil bir mekanizmaya bir adım daha yaklaşmanın yollarından sadece bir tanesidir. Bir diğer konuşulan farklı bir seçenek olarak oy kullanma yeterliliği açısından eğitim sınırlaması getirilmesi. Ancak burada ülke çapında alaylı diyebileceğimiz insanların oy kullanma haklarını ellerinden almak kesinlikle söz konusu olamaz. işte bu kaş yaparken göz çıkarmak olurdu, faşizm olurdu. Ancak bu ülke çıkarları adına kendini yetiştirmiş, geliştirmiş, belirli bir mesleki ve entelektüel yeterliliği kazanmış ülke insanlarının yönetim alanında oy kullanma hakkının diğer insanlara nazaran bir kontrol mekanizması eşliğinde artırılması taraftarıyım. Nasıl olur bilmiyorum ancak şu bir gerçek ki bilenle bilmeyen asla bir tutulmamalıdır. Bu hikmet/bilgelik/akillik/eğitilmişlik seviyesi her hangi bir kontrol ve denetim mekanizmasıyla tespit edilmeli ve bu insanlara yönetim alanında daha fazla söz hakkı verilmelidir. Gerekirse kullanacakları oy 2 oy sayılması bile makul bir adım olabilir. Bu bilenle bilmeyen konusuna yazının sonunda ayrıca değineceğim. Mesela yine buna benzer sınırlandırmalardan bir tanesi de vergi ödeyen vatandaşlara bir pozitif ayrıcalık tanınması olabilir. Ben buna bile varım açıkçası. Yeter ki her vatandaşın eşit haklara sahip olduğu zırvalığından sıyrılabilinsin. Bu ülkede her yıl milyonlarca lira vergi kaçırılıyor. Ve milyonlarca insan da bunun aksine her yıl ülkesine hizmet adına, vatandaşlık görevi adına vergi veriyor. işte demokrasi ve eşit söz sahibi olma zırvalığı burada da benim gözüme batıyor. Ülkesi adına dişinden tırnağından artıran esnaf, şirket patronu ya da işçi ile ülkeye her hangi bir katkısı olmayan ekonomik olarak bir katkı sağlamayan vergisini vermeyen, hatta biraz daha genişletirsek her hangi bir vatandaşlık görevini dahi yapmayan insanların oy hakkının eşit olması demokrasi adına insan ırkına yapılmış bir zulümdür. Burada başlığı yine genişletebiliriz. Her hangi bir vatandaşlık görevini yapmayan insanların vatandaşlık görevlerini eksiksiz yapan insanlarla eşit tutulmaması gerekir. Vatandaşlık görevlerini eksiksiz yapan insanları oy kullanma hakkı açısından pozitif olarak ayrıcalıklı hale getirebiliriz. Böylelikle yıllar boyunca kaçak elektrik kullanan hatta kaçak elektrik yöntemiyle tarım gelirlerinde diğer çiftçilere nazaran haksız kazanç sağlayan insanların sözde eşit oy kullanma hakkı sebebiyle mecliste söz sahibi olmasına haklı bir kısıtlama getirebiliriz. Hatta ülke çapında tüm vatandaşların sırf yönetimde söz sahibi olabilmek adına askerlik gibi, vergi gibi, elektrik gibi vatandaşlık görevlerini gönüllü olarak yapması için bir yönlendirme de sağlayabilir gayri hukuksal yolların önünün kendiliğinden kapanmasını sağlayabiliriz. Böylelikle vergi borcu ödenemez hale gelen kişi ve kurumların her yıl zorunlu olarak vergi borçlarını da silmek zorunda kalmayız. Bir taşla kuş sürüsünü orta yerinden vurabiliriz. Yönetimde söz sahibi olma hakkını kazanabilmek adına ortaya koyulan bu makul şartlarla insanları hukuki zemine gönüllü olarak çekebiliriz. Buraya kadar ortaya atılan birkaç maddelik oy kullanma yeterliliği teorileri genişletilebilir, türetilebilir, değiştirilip düzenlenebilir. Ancak makul gerekçelerle oy kullanma yeterliliğinin ciddi şartlara bağlanması eşitsizlik ya da haksızlık değil aksine adalete yaklaşma denemeleridir. Adil düzene doğru atılmaya çalışılan adımlardır. Madem demokrasiyi çok seviyoruz, madem yönetimde söz sahibi olmaya tüm halkların hakkının olduğuna inanıyoruz öyleyse bu demokratik sistemi eşitlik ilkesi üzerine kurmaktan vazgeçmeliyiz. Çünkü hiçbir vatandaş bir diğeri ile eşit değildir. Bu, işin kolayına kaçmaktır. Adaleti sağlayamıyorsak haksızlık olmaması(!) adına eşitliği kuralım demek zulümdür. Bir de şu var ki her hangi bir toplumu oy kullanması adına üstün tutmak gibi bir niyetim yok. Aksine “kazanılabilir” oy kullanma yeterliliği gibi bir derdim var. Gerçek şu ki kimsenin kimseden üstünlüğü olmadığı gibi herkesin her konuda yeterliliği de yoktur. Güncel bir örnek vermek gerekirse; anayasa değişikliğini ele alabiliriz. Gerçekten çok fazla söylenebilecek bir şey yok bu konu hakkında. Bir referandum düşünün ki hukukçuların bile içinden çıkamayacağı bir anayasa değişikliğini eşit söz hakkı verdiği halkına sorma gafletine düşüyor. Akıl alır gibi bir durum değil. Çok ciddi bir akıl tutulması. Son günlerde sürekli önerilen ve oldukça rasyonel ve bilimsel temellere dayandığı ileri sürülen “elveda anayasa” kitabının yazarı, Türkiye’nin önde gelen hukukçularından olan bir akademisyenle dağdaki çobanın oyu aynı derecede etkileyici oluyor. Hatta bırak çobanı bu hukukçu ile ülkeye halen elle tutulur bir katkısı olmayan bir öğrenci olarak benim oyum bile mevcut sistemde eş değer kabul ediliyor. Bu bildiğin insan haklarının gaspıdır! Ben ne “evet” ne “hayır” derdindeyim. Ben yapılan haksızlığın derdindeyim. Yıllarca siyasetle ilgilenmiş, bunun okulunu okumuş ya da hukuksal bir geçmişi birikimi olmuş bir evet seçmeni ile sırf üzerinde RTE’nin resmi ve hoparlörlerin olduğu arabanın gazına gelen tamamen bilinçsiz ne anayasadan ne parlamenter sistemden ne üniter devlet yapısından ne de başkanlık sisteminden bir haber olan bir evet seçmeninin bu ülke için eşit söz hakkına sahip olması kanıma dokunuyor. Hayır kararı alıncaya kadar mevcut tüm olasılıkları hesaplamış, hukuksal zeminde olabilecek tüm tehlikeleri ön görmüş ve öyle hayır kararı almış bir insanla Atatürk’e benzeyen adamı izmir’de görüp atam çok özledik deyip hüngür hüngür ağlayıp ayaklarına kapanan ağır bir kemalizme maruz kalmış sözde Atatürkçü ve partisinden ya da RTE düşmanlığından dolayı hayır kararı alan kişinin hayır oyunun eşit olmasına katlanamıyorum. Bu verdiğim 2 örnek türkiye’nin %70’inden fazlasını oluşturuyor sanırım. Maalesef durum bu kadar da karanlık aslında. Yazının başında demokrasi tahrip edicidir demiştik. Çünkü herkese eşit söz hakkı vermek kesin olarak haksızlık yapmayı en başından kabul etmektir aslında. Eşit olmayan insanlara eşit haklar vermek tahrip eder. Gelişmiş toplumlarda eğitim düzeyi gelişmiş toplumlarda insanların arasındaki yeterlilik farkı en aza indirgendiği için demokrasinin tahrip gücü daha az olur o kadar. Yoksa her koşulda yıkıcı etkileri olmuştur. 2 gün önce NTV’de Devlet Bahçeli’nin bir cümlesini yakaladım laf arasında. Kendisi aynen şunları söyledi: “Cumhurbaşkanımız mevcut şartlar altında kendi görev tanımının dışına çıkmış ve zaten aylardır görev tanımının dışına çıkarak fiili başkanlığı getirmiştir. Biz bu durumu gayri resmi başkanlık sisteminden çıkartıp fiili olan durumu hukuki zemine çekmek için referanduma gidiyoruz.” Evet aynen bunları söyledi. Çok ciddiyim. Eksiği var fazlası yok. Bizler bunu zaten sürekli söylüyorduk aslında fiili olarak başkanlık sisteminin görece uygulandığı aşikardı zaten bunu herkes dile getirdi. Ama burada ilginç olan nedir biliyor musunuz? Devlet Bahçeli’nin bu sözleri alenen demokrasinin tanımıdır. Şayet çoğunluk sizden yanaysa, şayet herkese söz hakkı verildiğinde makul çoğunluk hakkını sizden yana kullanıyor ve onaylıyorsa her türlü pisliği yapabilirsiniz. Her türlü hukuksuzluğu meşrulaştırabilir, hukuki boyuta indirgeyebilirsiniz. Müthiş bir demokrasi tanımıdır bu. Demokrasi aynen budur. Ya hu çoğunluğun haklılığı ya da meşruluğunun hak olduğuna olan bu inanış gerçekten de yüzyılın en büyük fiyaskosu, en büyük aldatıcı unsuru değildir de nedir? Demokratik düzendeki eşitlik zırvasını adalete yaklaştırma hamlesini hiçbir iktidar sunmayacak öne çıkartmayacaktır. Çünkü makul çoğunluk her zaman daha kolay yönetilebilen, her zaman daha kolay manipüle edilebilen, her zaman daha kolay ikna edilebilen ve kandırılabilen taraftır. Makul çoğunluğun kim olduğu, isimlerinin ne olduğu, oylarının ne olduğu asla önemli değildir. Bugün akp’li koyun olur yarın chp’li çomar olur. Mesele ideolojilerin haklılığı ya da doğruluğu değil makul çoğunluğun sağlanmış olmasıdır. iktidarlar bunu hep kullanır. Bu haksızlık her zaman politikacıların işine yarar. işin kötüsü sözde hümanist çıkışlarla eşitlik zırvalıklarıyla toplumun çok büyük bir kesimi bu durumda onların ekmeğine yağ sürer. Büyük bir kısmı da haksızlığı gördüğü halde sesini çıkarmaktan imtina eder. Ezilen dünya’nın her yerinde ve her ideolojisinde halklar olurken ezen insanlar bu ezilenleri eşitlik zırvalarıyla oyalar, yeri gelince demokrasi bekçiliğine bile soyunur. Onların derdi ne eşitlik ne adalet olmuştur bütün mesele ezen olmaktır ve bunu başarırlar. Ezilenlerin ise adaleti sağlamaya çalışması her zaman zorlarına gidiyor çünkü eşitlik kolay adalet tanrısal! ben de bunu anlamıyorum asıl. Eşitlik ilkesiyle bu düzenin bozulacağını zanneden ciddi bir kitle de var ki düzene çomak sokmaya çalıştıklarını zannederken aslında onların ekmeğine yağ sürdüğünün farkında bile değil. Yazık! “Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir demokrasi hiçbir zaman var olmadı ve var olmayacaktır.” -Jean Jacques Rousseau “Gerçeği ama… Çakması her dönem uyku için lazım olacaktır.”
    1bence atladığın çok be çok husus var. 1. insanoğlu güç, makam meraklısıdır. herkes yönetime katılmasa olay monarşiye döner. 2. politika tehlikeli bir unsur bahsettiğin düzende kötü biri başa gelip ülkeyi darmadağın edebilir. 3. halkın oy kullanma hakkının olması halka tahmin ettiğinden çok fazla şey kazandırıyor. çünkü meşruiyet olması için halkı mutlu etmelisin. - mumyax 15.04.2017 19:37:29 |#3183761
    14. bahsettiğin düzen burjuva aristokrasiyi sınırlarken az çok yaşandı olan halklara oldu. 5. demokrasinin ve hakların kazanılmasındaki tarihsel süreci hafife almışsın gibi geldi. 6. sadece belli bir kesimin söz hakkı olsa seçimler sırasında partiler sadece o zümrelere yönelik hamleler yapar. vs. daha birçok şey söylenebilir de yorum kutucuğu çok sınırlıyor yav - mumyax 15.04.2017 19:37:38 |#3057536
    1ben de demokrasiyi pek sevmem ama olay çok başka yerlere kayıyor böyle olmasa - mumyax 15.04.2017 19:38:10 |#3057659
    butun yorumlari goster (21)
    ... diğer entiriler ...