bugün
yenile

    dede

    1
    +
    -entiri.verilen_downvote
    dedem ve anneannem arasındaki bağ hep çok etkilemiştir beni. 40 küsür yıldır evliler, ben şahitlik ettiğim 20 küsür yıllık bölümde bir kez bile tartıştıklarını görmedim. konuşma hararetlenince dedemle anneannem bi 2-3 saniye kadar bakışır ve ikisi birden susar. sanki konu hiç konuşulmamış gibi biter orda. büyüdükçe dikkatimi çekti bu durum, nasıl başardıklarını hep merak ettim ama hiç çözemedim. benim için anne baba gibidirler, çocukluğumda her yaz gider 3 ay kalırdım. eve dönme vakti gelince ağlama joker hakkımı kullanırdım ama ne çare, ders zili bastırırdı hep sesimi. bi gün anneannemle oturuyoruz, 17-18 yaşlarındayım ben, çayımızı yudumlarken birden aklıma geldi, "anneanne dedem sana hiç vurdu mu?" diye sordum. sordum ama biliyorum ki, yok evladım saçmalama deden yapar mı öyle şey benzeri bir cevap gelicek. anneannem bana baktı, çaya baktı, tekrar bana bakıp, "nerden çıktı oğlum şimdi" dedi ama çıkmıştı işte. israrlar, valla çok merak ettimler gelince kırmadı beni pamuğum. "bir kere vurdu, köydeydik o zamanlar cahillik işte oğlum" dedi. geçmişi hatırlamanın, o zor zamanların hüznü çöktü üstüne. o hüzün bile engel olamadı tabi dedemi korumasına. ben şaşkınlığı üzerimden atmaya çalışırken kalktı hemen, çay bardaklarını alıp gitti. elinde yeni çaylarımızla kapıdan girer girmez, "nasıl oldu anneanne anlatsana" dedim. ne dese bırakmadım peşini, o kaçtı ben kovaladım ama yakaladım, bıktırdım ve başladı anlatmaya... "köydeyiz o zaman, ben x dayına(4. çocuk) hamileyim. deden sabah 4'te uyanmış, kasabaya dükkanı(dedem aşçı lokantası var) açmaya gidicek. kahvaltı hazırladım oturduk yiyoruz beraber. akşam ne yemek istersin diye sordum. ne istersen yap dedi, ama yanına patates yap dedi. patatesleri soymadan elma gibi kesecekmişim, onlarıda tepsiye dizip fırna atacakmışım. olur mu öyle şey dedim, hiç papates soyulmadan pişer mi? sen dediğimi yap karışma dedi gitti. akşam vakti gelince ben patatesi püre yaptım, dinlemedim dedeni. deden gelmiş yorgun, oturdu sofranın başına. çocuklar oturuyor, ben de yemekleri tabağa koyuyorum. deden patatesi gördü, sofradan kalkmasıyla bana elinin tersiyle tokap atması bir oldu. o zamana kadar tek kötü söz etmemiş, bir dediğimi iki etmemiştir. kapıyı çarpıp çıktı. onca yıllık evliyiz, eve geç gelmişliği yoktur. o gece eve gelmedi. ben yattım ama uyuyamadım. sabah 4 oldu belki gelir kahvaltıya diye kalktım sofra hazırladım, yine gelmedi. öğlen oldu, istediği patatesten yapıp z dayınla dükkana yolladım. akşamada o patatesten yaptım. tam saatinde geldi yine eve, sofraya oturdu. çocuklara baktı, bana baktı. 'özür dilerim, kabalık ettim' diyince ben ne diyeceğimi bilemedim. affetmek nedir bilmeyiz o zamanlar, evimizin beyi ne yapsa haklıdır elbet. ben susunca biraz bekledi, yine kalktı gitti sofradan. peşine gittim ama kapıdan çıkmış, sigarasını yakmış yürümeye başlamış çoktan. ertesi sabah 4 te sofra kurdum, gelmedi. üzüntüden hastalığım tuttu(anneannem astım hastası) komşuyu çağırdım o akşama kadar biraz iyi etti beni. akşam oldu ben patatesleri yaptım, kapıda bekliyorum bu sefer. tam saatinde geldi deden, aldım ceketini ki anlasın evine geldiğini. oturdu sofranın başına, çocuklara baktı, bana baktı. 'sen affettin mi beni?' dedi. ne affetmesi, bir kez daha kalkıp gitse dayanamaz ölürüm ben. gözüne baktım, başımı salladım utana sıkıla. çok gülmez deden, o gün gülmüştü biraz bana bakıp. oturduk sofraya yedik yemeğimizi, bi daha tek bir kötü söz duymadım ben dedenden." hikayeye o kadar kaptırmışım ki kendimi, bittiğini anlayamamışım. sanki yersiz biten bir film gibi havada kalmıştı benim için. ikincisi gelecek bir film gibiydi. şaşkın şaşkın dinledim anneannemi ama bırakmadım işin peşini, akşam olsun dedeme soracaktım. o çok zor anlatırdı ama ben bilirdim onun zayıf noktasını, zamanında sorulmuş sorular, her zaman bulurlardı cevaplarını. akşam yemeğiyle birlikte 1 duble rakısını içti dedem. 2. dubleyi televizyon başında yuvarladı. 3. duble için balkona çıktı, yaktı sigarasını. gittim oturdum karşısına, "dede anneannem anlattı, sen köydeyken elma dilim patates istemişsin, yapmayınca bi tokat atmışsın. sen yapmazsın hiç nasıl oldu ben çok şaşırdım." dedim. şöyle ince bi tebessüm etti, düşündü, aklına gelenler arttırdı biraz tebessümü. "beni sana mı şikayet etti, anlat bakıyim ne yapmışım ben." dedi gülerek. olayları anlattım, dinlerken hiç bölmedi beni, hiç tepki vermedi. sigarası küllüğünde kendi kendine yandı, hiç ayırmadı gözünü benden. anlattıktan sonra topu dedeme attım, göğsünde yumuşatıp aldı topu ayağına. ustalık kokan hareketlerle başladı anlatmaya... "o tokatı atmadan 2 gün önce dükkana bi kaç adam geldi, para ver seni koruyalım, buralarda barınamazsın yoksa, asarız keseriz diye üstüme geldiler. yılların esnafıyım, kimseye hakkımı yedirmemişim, yedirmem. işinize bakın, benden sizi kuruş çıkmaz diyip yolladım. ertesi gün yine geldiler, kavga dövüş yine yolladım. o gün anneannemle kahvaltıyı ettik, kalktım dükkana gittim. cam çerçeve kalmamış, talan etmişler dükkanı. o dükkan olmazsa biz evde bir lokma ekmek yiyemeyiz. gidip babadan para istenecek yaş çoktan geçmiş, abime gitsem o benden perişan. kara kara düşündüm dükkanın önünde, ne yaparım, nerden para bulur düzeltirim bu işleri diye. eve dönemedim utancımdan, bi dükkana sahip çıkamayan adam olarak gidemezdim eve. bekledim akşam vaktini, her zaman gittiğim saate denk getirdim eve dönüşümü. kimseye söylemedim, telaşlandırmak istemedim evdekileri. sofraya oturdum, çocuklara baktım. o dükkan olmazsa, bu sofranın hali ne olacaktı. anneannene baktım, hamile, bi çocuk daha yolda. o dükkan olmazsa ölü doğacaktı o çocuk. ağır geldi tüm bunlar, güçsüzlük, çaresizlik. güçlü görünmek mi istedim artık bilemiyorum, patatesi bahane esip kalkıp bir tokat attım anneannene. vurdum ama içim yandı. utancımdan girdim yerin dibine. çıktım sokağa, elimde sigaram, çamurlara basa basa dolanıyorum etrafta. boğazıma kadar batmışım aslında ben o çamurlara. işini batıran, karısı döven bi adam olmuşum ben artık. o gece gittim babama, utana utana biraz para istedim. ne oldu dedi, söylemedim ama baba işte. tekrar sorunca anlatmak zorundasın, anlattım her şeyi. 'sen git karından özür dile, gerisi hallolur dedi babam.' parayı verdi, eve yolladı beni ama giremedim eve utancımdan. evi gören bi yerde bekledim sabah kadar, tam işe gittiğim saatte düştüm yola. ufak ufak düzeltebildim dükkanı, işlerin tam ortasında dayın geldi. elinde patatesler, gözünde korku. onun gözünde tekrar gördüm, tekrar utandım kendimden. sıkı sıkı tembihledim, dükkandan kimseye bahsetme diye. yiyemedim o patatesleri, koydum kenara. bu akşam eve gidip özür dileyecek, ondan sonra yiyecektim. akşamı zor ettim, döndüm dolaştım ama yine erken gitmedim. tam saatinde girdim kapıdan. ev mis gibi kokuyor, sofra kurulmuş, açlık gözümü kör etmiş. yutkundum önce, derin nefes aldım, özür diledim. anneannen söylememiştir ama ben gördüm gözlerinde, hala kızgındı bana. tamam dese bile mecbur olduğu için diyecekti. yakışmaz erkeğe sofrada zorla oturmak, kalktım gittim. uykusuzluk bir yandan, açlık bir yansan, yokluk desen bir yandan. dertli dertli türkü söyledim bütün gece. sabah oldu, dükkana gittim. dükkanı talan eden çakallar geldi, elime satırı kaptım. ya onlar beni öldürsün, ya ben onları öldürecektim. dur abi dedi en öndeki, biz onun için gelmedik. cebinden para çıkardı, bana uzattı. 'biz seni tanıyamadık, sen bizi affet bu para zararın için, müsade et gidelim.' babam yine yapmıştı babalığını, insanın babası önemli oğlum. babam sarılıp öpmezdi ama hep kol kanat gererdi. eyvallah dedim yolladım bunları, sıkıntıları bir bir çözdük, sıra adam olmaya gelmişti. eve gittim, tam saatinde girdim kapıdan. kapıdaydı anneannen, ceketimi aldı. orda anladım beni affettiğini. sofraya oturdum, çocuklara baktım. artık rahat rahat doyuracaktım onlarını, doğacak çocuğumu rahatça büyütecektim. affettin mi beni diye sordum, yok dese yalvaracaktım zaten. ne açlık, ne uykusuzluk başını salladı ya anneannen bana bakıp, hepsini unuttum oğlum. o 3-5 gün bana çok şey öğretti, bugünlere geldiysek, nerden geldiğimiz bildiğimiz için geldik biz." dedem bunları daha önce kimseye anlatmamış, anneannem dükkanın halini hiç duymamış. dayıma yaptığı gibi sıkı sıkı tembihledi beni. şimdi anlatıp üzme kadını dedi. öyle eğitimli, çok şey yaşamış insanlar değillerdi. ufak bir köyden gelen, kalabalık bir aileydi sadece. onlar o ufakcık hayatlarına kocaman şeyler sığdıran, küçücük evlerde çok büyük şeyler yaşayan insanlardı. ilerde onlar gibi olmak, başarılı olmak demekti benim için...
    ... diğer entiriler ...