bugün
yenile

    at

    8
    +
    -entiri.verilen_downvote
    insanın bencilliği ve kötülüğü bu muhteşem canlının evcilleştirilmesiyle başladı. bir adam tanıdım. bundan yaklaşık 8-9 yıl önce. nereden baksan 20 yıl öğretmenlik yapmış ve bir sabah çalan alarmı kapayıp yorganı üzerine çekerek uyumuş bir adam. o alarmı kapayıp uyuduğu gün yaşadığı ruh halini bir akşam üstü sorduğumda "ömrümün en huzurlu uykusunu uyuduğum, anam sancılanmadan yeniden doğduğum gün" dediği adam. o zamanlar bir ganyan bayiinde çalışıyordum. daha doğrusu ganyan bayiini çalıştırıyordum. yaşım ya 22'ydi ya da 23. bıyıklarım ve sakalım yeni çıkıyordu. şaka değil, geç çıktı benim bıyığım-sakalım. bu durum bir yönden iyi, şimdi yaşım 30 olmasına karşın en fazla 25-26 gösteren bir adamım, bir yönden kötü, o zamanlar ciddiye almıyordu hiç kimse beni. hele ki o ganyan bayiinde olan adamlar? asla! çünkü hepsi eniğini yemiş kurttu. ben demiyorum. hasan abi diyordu her biri için. hasan abi ise bir sabah alarmı kapayıp öğretmenlik yaptığı okula gitmeyen, ölümüne uyuyan adam. "kişi kendisi olmaya çalıştığı an yanındaki herkes ondan uzaklaşır hatta ondan nefret eder" diyen bir deli. konuşmadan anlaşabildiğim nadir adamlardan. yanıma yaklaştığı an kendisinden önce içtiği kirazlı şarabın kiraz kokusunu aldığım eski bir ressam adayı. o aralar küçük çakıl taşları ile çıtaların arasına resimler yapıyordu. "abi" dedim bir gün. "zor olmuyor mu? o kadar küçük taşlardan koca bir tablo yapmak?" gülümseyip cevap verdi; "kşeke kum taneleriyle yapma şansım olsaydı. en azından ölene kadar zaman geçirilecek gerçek bir uğraşım olurdu." korktum bu cevap sonrası. yaşım daha 23, hayat önümde sonsuz. tek bir kalıtsal hastalığım yok. günde 5-6 saat uyumama rağmen zehir gibiyim. her hafta halı saha maçlarına gidip nefesimi açıyorum. çoğu sabah erkenden uyanıp saatlerce koşuyorum çamlıkta. sabah ereksiyonumu sporla geçiştiriyorum. içimde öyle bir enerji var ki yönlendirebileceğim tek şey spor oluyor. seks ise çok ama çok uzak bir diyarda. bir gün insanlık hakkında konuşurken renkli camın ardında beygirler koşuyordu. hasan abi elindeki kolona bakıp anlatmaya başladı; "at ile başladı insanın evrimleşmesi aslında. ne tekerliğin icadı ne de yazının bulunması. her şey aha şu gördüğün beygirlerle başladı. bu siktiğimin beygirlerine eyeri ve üzengiyi geçiren insan kendini üstün gördü. önce, kendinden başka diğer canlılara hükmetmenin bencilliği sonra da kendi cinsine üstünlük taslamanın hezeyanıyla mikroplaştı. oysa atı evcilleştiremeseydi insan denen şu melun, hiçbir şey başlamayacaktı. iletişim kopuk kalacaktı. ne savaşlar olacaktı ne de kumar. ve inan bana ilk kumar asla ve asla iki kafadarın kendi aralarında attıkları barbut değildi. kesinlikle ve kesinlikle atı evcilleştiren bir megaloman orospu çocuğunun kendisi gibi başka bir atı evcilleştirenle girdiği saçma-sapan rekabet sonrası atların üzerine binip de kendi aralarında gerçekleştirdikleri yarıştı. ha bu arada, karım mezarda, kızımsa şimdi izmir'de sanırım. en son görüştüğümüzde senden nefret ediyorum, senin gibi bir babam yok dedi. ben ise keşke yok olsaydım dedim. maalesef ki varım. varolduğum için de acı çekiyorum. ve varolduğum için senin acının tek kaynağıyım demiştim." konuşmadık daha hasan abinin kendisiyle. ben işlettiğim ganyan bayiinden ayrılıp başka işler peşinde koştum. bir ara bar, ondan sonra da kitabevi işlettim. en son askerliği bitirip denizli'ye geldiğimde kendisini gördüm. elinde kitapla geziyordu. ve gömleğinin üst cebinden ganyanla ilgili tüyoların olduğu gazete eki vardı. gülümseyip "abi" dedim. "tutuyor mu hiç?" o da güldü ve cevap verdi; hayır. tutmasın da yoksa çok zengin olup allahımı şaşırırım." aslında her şeyi şaşmış bir adamdı. beynine düşen ilk kıvılcımla 20 yıl yaşamış bir adam. bir gün de "abi neden o sabah okula gitmedin?" diye sorduğumda, "kıvılcım" demişti, "kabullenememek. beyne düştüğü an fünyesi ateşlenen bir fitildir. bazıları en uca iki saatte ulaşır bazıları ise 20 yılda. benim yanan fünyem 20 yılda ulaştı en sona. ben de işte o sabah yatağımın başucunda duran alarmı kapayarak patlattım her şeyi. 20 yıl neden öğretmenlik yapıyorum diye beynimi patlatırken bir sabah da gerçekleri patlattım. ve ışıltısı her şeyden güzeldi. gözlerim kamaştı. gözlerimle birlikte ruhum. yanımdaki eşimi bile göremedim. öyle bir açıldı ki gözlerim, kör oldum. terketti gitti beni. yok sayılmayı kim kabul edebilir ki? o da etmedi işte. tek celsede boşandık. kızımın velayeti ona kaldı. banaysa hayatın yükü. akli dengemin bozuk olduğuna dair bir yerlerden bir şeyler aldı ve kızımla görüşmemi engelledi. ben de itiraz etmedim. çünkü yüzüm yoktu. o zamanlar ilkokula gidiyordu kızım. en son gördüğümde ise kocaman bir kız olmuştu. iki adım ötemde dikilip bana hakaretler yağdırdıktan sonra gitmişti. ben ise öylece izlemiştim. istesem koşup geri çevirebilir bağrıma basabilirdim. istemedim. koşmadım. geri çevirmedim. ve bağrıma basmadım. çünkü gerçek manada özlediğim hiçbir şey yoktu. ve gerçek manada arzuladığım." anlıyordum onu o zamanlar. ben de aynı ruh halini yaşıyordum çünkü. ailemden uzakta, onları özlemeden bir hayatın tadını çıkarıyordum. çoğu gece hayali bir kahvaltı masası hayal edip annemi alıyordum sol yanıma. babamı ise karşıma. güle eğlene yapılan bir kahvaltı sonrası günlük gazetelere göz atıp dışarı çıkıyordum. oysa öyle değildi. babam, bir bankamatiğin sıfır bakiyesinde yok olmuş annemse o zamanlar bana direttiği her şeyin altında can vermişti. nüfus dairesinde hepimiz hala canlıydık. tek bir farkla. ben kanlıydım bir de. gözlerim kan çanağı oluyordu her gece. içmekten. rakı. sek. tek nefeste. kadeh kadeh. şişe şişe. uyumamı sağlıyordu alkol. uyuşmamı. ve hatırlamamamı. yalan. ne uyuşuyor, ne uyuyor ne de unutuyordum. bu yüzden bıraktım hepsini bir gece yarısı. yeniden kavuştuğumuz gün daha arzulu öpmek için birbirimizi dudaklarımızdan. terkettim her şeyi. hatta yaşadığım şehri. her hangi bir sabahın kahvaltısını en yakın ilçede yapıp akşam yemeğini başka bir şehirde yemek için elbiselerimi bile sattım. bir tişörtü ve pantolonu 3 ay giydim. tenha sokaklarda yürümemin nedeni camii tuvaletlerinde elimle çitilediğim tişörtümü kimse görmeden üzerime geçirip o tişörtün çarçabuk kuruması içindi. ki kimse görmüyordu. aklıma o adam gelirken benim ömrüm ise gerçek bir yol ayrımına gelmişti. ya öğretmen olup 20-30 yıl o ateşlenen fünyeyele yaşayacaktım ya da başladığım en uca dönecektim. annemin dizine, babamın kucağına. böyle bir seçenek sunulmamıştı ama. babam son konuşmamızda "yok" demişti. ben "ne?" diye sormadan annem eşlik etmişti, "para." ben de bir yolunu bulurum deyip devam etmiştim koşturmacaya. o zamanlar kitap satan bir tanıdık vardı. onu arayıp satmak istiyorum demiştim. o ise bir hafta süre ver demişti. bir hafta sonra bana geri dönmediğinde tekrar aramıştım ve gel demişti. ilk gece lüks bir sokakta, gecenin bir yarısı onlarca kitabı bana bırakıp gitmişti. al ve sat diyerek. bu duyguyu biliyordum. tanıdıktı. ilk gittiğimiz sahilde de babam beni yüzmeyi öğreneyim diye denize fırlatmıştı. ve ben 30 yıldır öğrenememiştim. ama o gece öğrenmiştim satmayı. ayaklarıyla kitapları gösterip fiyatlarını soranlara hiç alakasız kitaplar sunmayı. ve her birini kazıklamayı. tavuk suyuna çorba serisini yemek tarifi kitabı sanan teyzeler kitapları geri getirip kafama vurduklarında ben küçük prens'le tanışmıştım. 23 yaşındaydım. ve bir çocuğun çok küçük yaşta okuduğu o muhteşem kitapla yeni tanışmıştım. dert değildi. ben hayatı hızlı yaşayıp, geri dönüş ve ileri gidişlerle aradaki farkı kapayabilirdim. yaptım. kapadım. hatta bir sabah fark attığımı anladım. artık geri dönüş yoktu ama. alışkanlık olsun diye başladığım her şey bağımlılık olmuştu bende. o adam gitmiyordu ama aklımdan. insanların bedenlerine iğneyle motifler işlediğimde ve çoğu gece yorgun-argın uyuduğumda at geliyordu aklıma. insanlar medeniyet adı altında birbirilerinin parmaklarını ısırıp kariyer yaptıklarını iddia ettiklerinde at geliyordu aklıma. siktiğimin beygirleri koca insanlığı bu kadar manasız bir şekilde yönlendirmiş olamazdı. ama olmuştu. ve bizden belki de milyonlarca yıl önce ata eyersiz ve üzengisiz binen ilk orospu çocuğu her şeyin temelini atmıştı. savaşların, kavgaların, fetihlerin, işgallerin, kapitalizmin, yok oluşun, hızlı tüketişin. ve yine ne acı ki bu kadar kusursuz ve eksiksiz bir canlı, insan denen melunun elinde kötülüğün kapısını açmıştı. miraç gecesi muhammed peygamberi gökyüzüne götürdüğü varsayılan o kanatlı at gibi. tarih denen, kazananların yazdığı masalda süzülerek.
    ... diğer entiriler ...