beş duyusunun sınırlı algısıyla çevresindeki her şeyin bilincinde olan birey, sonsuzluk arzusuna karşın yaşamının temelindeki zamanın ve mekanın tutsağı olur. kendisini sınırlayan bu unsurların ötesine geçmek ve gerçeğin kaba ve sevimsiz dünyasından sıyrılmak ister. bu arayış içerisinde-sanat, felsefe, din vs. gibi- aracılar vasıtasıyla edindiği bir bakış açısından türeyen bir görüşle bazı ayrıcalıklara sahip olmakla kendini koşullar. ortaya sonuç olarak bir hayat görüşü çıkar ki bu hayat görüşü, bireyin mekan ve uzamın sınırlarını kendisinden ayrı görmesine ve kendisini de bunların karşısında, hatta ötesinde konumlandırmasına bir vesile olur.
aslında yolun en başında, beş duyunun yetersizliği ya da insana kattığı acımasız bilinçten bahsetmek gerekir. zaman ve uzam-lafı çevirmeden söylemek gerekirse ölüm- karşısındaki yeni konumuyla birey varoluşunu sorgulamaktan kaçınır. bu kaçış, sahte bir gerçeklik algısının doğmasına neden olur. doğrudan yaşayışa yön veren bu yeni gerçeklik algısı, gerçeği uygun biçimde temsil ettiği sanılan kurgusal bir gerçekliktir. bu bakımdan da hayat felsefesi dediğimiz şey özünde, ölümü en iyi kandırma biçimi, hatta ölümün gölgesinde sergilenen bir tiyatrodur. daha doğru ifadeyle, "bakın ben, doya doya yaşadım" demenin bir çeşididir.
eksikliğinde ise an itibariyle uydurduğum bir botswana atasözünde olduğu gibi “ya hayata dair bir umudun olmasaydı, ne yapardın şimdi?” sorusunun sorulmasına neden olur. bu umudu aşılayan bir hayat felsefesidir. eğer insanlığın zihnini meşgul eden bir takım hayat görüşleri olmasaydı, bugün tartışacağımız tek şey "kayıtsızlık" olacaktı. ya da cevabı doğrudan
albert camus "absurde" kavramında aramız gerekiyor: “evrenin mantığa aykırılığını, tutarsızlığını anlamış, her şeyi olduğu gibi gören, bilinçli insan"lığın doğuşuna tanıklık edecektik. bilinçli ancak her şeye kayıtsız kalacak bir insanlık...
okumaya üşenenler için özetle,
yabbozbozucusu kardeşimin bir konuşmamızda verdiği
nazım hikmet alıntısıyla bitireyim: "insan öleceğini bile bile nasıl yaşar; ya çıldırır ya da öleceğini unutur." - öyleyse, hayat felsefesi tam olarak da "ölüm" gerçekliğinin üzerindeki tül perdedir.