bugün
yenile
    1. 18
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bütün bir hafta okulda derslerden anası ağlayan çocuk, haftasonunun hayaliyle katlanmıştır son gün müdürün nutuklarına.. kırmızı bisikleti evin bodrumunda onu beklemektedir çünkü.. koşarak gelir eve.. ödevleri bir çırpıda yapar.. ve sonra mutfakta salata yapan anneye en masum bakışlarla sorar ; anne yemeğe kadar bisiklete binebilir miyim? anne tam hayır diyecekken, yüzündeki masum ve yalvaran ifadeyi görür, ve dayanamaz ; evet ama baban gelecek şimdi, evin önünden ayrılma oğlum der.. çocuk sevincini gizleyemeden fırlar bisikletiyle sokağa.. daha ilk turda tökezlenip düşer.. yeni alınmış pantalonu yırtılmış, bir dişinin de ucu kırılmıştır.. üstelik babası evin önündeki yokuşu tırmanmaktadır.. iş yorgunu baba, sorgusuz sualsiz daha yaptığı an pişman olacağını bilmesine rağmen, oğlunun kulak tozuna okkalı bir tokat vurur. dünya döner, bisikletin çamurlu tekerleği döner, çocuk eve döner.. ağlayarak, hıncını saklayamadan, bağıra çağıra ağlayarak odasına, yatağına koşar.. omuzları sarsıla sarsıla ağlar dakikalarca.. başına gelip teselli etmeye çalışan annesini ve odanın kapı eşiğinden kendine seslenen utanmış babasını istemez yanında.. utancı, çocukça gururu esir almıştır gözyaşı torbalarını.. ve tükeninceye kadar ağlar.. ağlaması önce hıçkırıklara sonra inlemeye ve en sonra da bir annenin içini paramparça edebilecek desibelde iç çekişlere döner. herkes perişan olur.. ama fayda yoktur.. yemek falan da yediremez kimse kırılmış gururu olan bir çocuğa.. üstelik binbir zorlukla aldırdığı kot pantolonu da yırtılmışsa.. bu iççekişler saatler sürer. çocuk yorganın altında içinin üşüdüğünü hisseder.. ısınmak için kıvrılır, dizlerini karnına çeker ve yorgana annesine sarılır gibi sarılır.. giderek iç çekişleri azalır.. ve dipsiz bir uykuya dalar.. gece uykusunda sayıklar.. onu izleyen annesinin ve başucunda pişmanlık gözyaşı döken babasının farkında olmadan sayıklar.. sabah kendi üşümesine uyanır.. önce hatırlamaz geceyi.. yatakta doğrulur.. camdan vuran güneş, güzel geçecek haftasonunu müjdelerken aklına düşer babasının tokadı, bisikletinin dönen tekeri ve yırtık kotu.. ama ayaklarını yere basıp ayağa kalkacağı anda, yatağının yanındaki sehpadaki hediye paketi bütün düşüncelerini unutturur.. paketi çocukça bir telaş ve sevinçle açar.. ve yırtılan kotundan bile daha güzel dizleri çıkartmalı, almancının oğlunda hep kıskandığı kotun aynısından vardır.. sevinç çığlığı atacakken, kapı aralığından kendisini tebessümle izleyen anne ve babasını farkeder.. utanarak ama koşarak gider ve sarılır ailesine.. bütün bir kayıp çocukluğa sarılır gibi.
    2. 11
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ''insan ara vermeden en fazla yirmi saniye gülebilen ve yine ara vermeden saatlerce ağlayabilen bir hayvandır. Doğduğumuzda ilk yaptığımız işin ağlamak olmasının bir anlamı olmalı. 'Oku' diye başlar Kuran ve 'Önce kelime vardı’' diye başlar Yuhanna'ya göre incil. Eğer bir ahir zaman peygamberi olsaydım ve yeni bir din yaymak için kullansaydım sözcükleri 'ağla' diye başlardım. Ağla. Ağla çünkü ağlamadan anlayamazsın.'' diyor Ali Abi. Anlaşılmak içi ağlamak lazımmış bunu anladım. Anlaşılmak için cümlelerin kısa duraklarla aksaması, dudak kıvrımlarının devrilmesi, titreyen ellerin avuç içleriyle ıslak göz çukurlarının kenara çekiştirilmesi, nefes rutinin her 2 kelimede bir değişmesi, karşımızda ahşap sandalyede oturan hanımefendinin gözlerinin gözlüklerinin arkasına sığınırcasına bizden korkuyor olması lazımmış. anlaşılmak için ağlamak lazımmış, buna ağladım. hem biz erkek çocuklara ağlamayı yanlış öğrettiler abi. mahalle maçında pas atmadılar diye ağlamadık biz, istemsizce kaleye geçince yüzümüzü sıyıran meşin top için ağlamadık, akülü araba almadı babamız diye ağlamadık, komşu çocuğunu dövdük diye dayak yerken ağlamadık örneğin, bir işi beceremedik diye azar çekilirken silmedik gözlerimizi. biz erkek çocuklarına aslında ağlamamayı değil 'yutmayı' öğretti büyüklerimiz, yutabilmeyi, yutkunmayı öğrendik biz. kız çocukları her zaman daha naif büyüdüler, anneleri banyodan sonra saçlarını tararken canları yandı, yahut babaları tarafından sevilmedikleri için ağladılar, delikanlı gibi yüzleşebilmeyi öğrendi onlar; bizlerse susup başımızı öne eğmeyi öğrendik. ağlamamak için sıkmazdık kendimizi kim bilir, belki de yağmur yağdığında çıkıp dışarı bilmediğimiz sokaklara içimizi döke döke dolaşmazdık. dayak yedikten sonra kalkar gider sokakta bağırırdık, ne bileyim dikleşirdik belki büyüklerimize. ama o yorganın altına girip içimizi çeke çeke uyumayı beklemezdik. ağlamayı da öğrenirdik, yutkunmayı da. biz erkek çocukları çok şansız büyüdük işte. bizlere hep bir şeyleri bastırmayı öğrettiler, hükmetmeyi öğrettiler; lakin kimse çıkıp dolduğumuz yerden boşaltmadı bizi. sabah namazına kalkıp beni balkonda otururken gördüğünde: ''her yağmur yağdığında Nazenin'in gözyaşları aklıma geliyor anne'' demezdim belki. Namık abimiz; ''Aza koydum almadı, çoğa koydum dolmuyor'' demişti zamanında. haklısın Namık abi, bir şeyleri hep ölçüsüzce bastırıyoruz içimizde. Bazen diyorum ki, insan gırtlağına kadar doluyor ama keşke bunun vanası sadece gözlerimiz olmasa abi. Hatice dünyadan göçeli 1918 gün oldu bugün. Tabii, nasıl da sayman, nasıl da sayman? Sayılmayacak gibi bir Hatice değil ki.