bugün
yenile
    1. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Huma kuşu Bu türkünün hikayesi; Erzurum’un Ilıca nahiyesine bağlı Tikkir (Çiğdemli) köyünde geçmektedir. Mustafa ve Gülbahar’ın dillere destan aşklarını bilmeyen yoktur. Sevda çeken bu gençlerin ailelerinin rızası ile evlenmelerine izin verilir ve evlenirler. Fakat beraberlikleri ne kadar sürmüş bilinmez. Seferberlik ilan edilmiş ülkedeki tüm gençler; okuyan, okumayan tümü askere çağrılmıştır. Vatan borcu namus borcudur. Bu kutsal görevden geri kalmak olur mu? Mustafa sevdasını evde koyarak ayrılır. Bu ayrılık o günlerde ölüme gitmek gibi bir şey… Belkide bir daha Gülbahar’ını göremeyecek, gülüm diye; doya doya koklayamayacaktır. Gülbahar’ın ise iki gözü iki çeşmedir; ama elden ne gelir ki? Nice kahraman, fedakar Türk Kızları gibi o da Mustafa’ sını uğurlamıştır askere, gidiş o gidiştir… Aradan yıllar geçer fakat hiçbir haber gelmez. Öldü mü, kaldı mı? Kimse bir şey bilmez. Ev halkı artık Mustafa’ dan umutlarını kesmiştir… Gülbahar her sabah kalktığında bahçeye çıkar yavuklusunun yoluna uzun uzun bakarak geleceği günü bekler. Bekler ama; ne gelen var nede haber… Gülbahar her geçen gün erimiş, erimiş hatta ağlaya ağlaya göz pınarları da kurumuştur. Gelinlerinin bu durumu kaynanasını ve kayınbabasını çok üzmektedir. Kayınbabası Gülbahar’ ın her sabah yavuklusunun yolunu gözlemesine, uçan kuşlardan haber istemesine o kadar üzülür ki; dayanamaz ve bu ağıtı yakar. Huma kuşu yuvasından havalanan ve çok yükseklerde günlerce uçan bir kuştur. Mustafa’yı da Huma kuşuna benzetir ve huma kuşunun haberci bir kuş olmasına atıf ederek başlar söylemeye. Huma Kuşu yükseklerden seslenir Yar koynunda bir çift suna beslenir Sen ağlama kirpiklerin ıslanır Ben ağlim ki belki gönül uslanır. Not: "Yar Koynunda birçift suna beslenir." ifadesi; gelinin iki çocuğuna yanı torunlarına atıftır. Gülbahar da kayınbabasının bu dörtlüğüne nazire olarak aşağıdaki dizelerle karşılık verir. Sen bağ ol ki ben bahçende gül olim Layık mıdır yanim yanim kül olim Sen ağam ol ben kapında kul olim Koy desinler buda bunun kuludur Güzel bir uzun havadır mükerrem kemertaş'tan dinleyiniz http://youtu.be/WE1H2zw8Wjc
    2. 11
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Suna, Fahri Kayhan’ın eşidir. Çok sevmektedir Fahri Bey Suna’yı… Devir, o zamanın Malatya’sı… Ancak sevdiğine sevdiğini söylemenin bile ayıp karşılandığı o dönemde Fahri Bey her daim söyler Suna’ya, ona olan sadakatini ve bağlılığını… Ve bilir karısının gözlerinin başka kimselere bakmadığını… O dönemin kadınlarının en büyük eğlencesidir, haftada bir yapılan hamam sefaları… Kendilerine ayrılan günde toplanıp hamama gider mahallenin tüm kadınları… işte o hamam sefalarından birinde Suna’nın sırtında bulunan ve normal şartlarda kıyafetinden asla görünme ihtimali olmayan bir ben dikkatini çeker hamamda bulunan ve sunanın yakın arkadaşı olan Neriman Hanım’ın… Neriman Hanım, akşam eve geldiğinde laf arasında eşi Mustafa Bey’e, Suna’nın sırtında ben olduğunu anlatır… Aradan zaman geçer… Fahri Kayhan bir gün evlerinin yakınında bulunan kahvede Mustafa Bey ile karşılaşır… Aralarındaki sohbet belli bir süre sonra tartışmaya dönüşür ve olay karşılıklı hakarete kadar gider… Fahri Kayhan hiddetle cevap verir Mustafa Bey’e: “Bir daha karşıma çıkma, seni el aleme rezil ederim.” Bu söylem karşısında sinirlerine hakim olamayan ve sırf Fahri Kayhan’ı yaralamak gayesiyle hareket eden Mustafa Bey’in dudaklarından şu sözler dökülüverir: “Sen benimle uğraşacağına kendi karına sahip çık, ben senin karının sırtındaki beni bile bilirim.” Fahri Kayhan beyninden vurulmuşa döner… Evet inanamaz biricik Suna’sının kendisine ihanet ettiğine, ama bu başına gelen neyin nesidir? Elin adamı, Suna’nın sırtındaki beni nerden bilecektir? Bu sorular kafasında iken eve varır, dayanamaz ve karşısına alıp Suna’yı durumu anlatır… Suna iki gözü iki çeşme yeminler eder Fahri Kayhan’a: “Aman beyim etme” der, “Bakar mıyım senden bir başkasına?” O gece konuşurlar, konuşurlar… Fahri Kayhan eşine sarılır, ve ikna olduğunu söyleyip bir daha hiç açmamacasına konuyu kapatır… Lakin durum hiç de öyle olmamıştır… O günden sonra istemeden de olsa aklında hep o şüphe, Fahri Bey karısına kötü davranır… Yine bir akşam yemekte sudan bir sebeple çıkan tartışma sonrasında Fahri Kayhan ceketini alır ve başlar Malatya sokaklarında dolaşmaya… Eve geldiğinde neredeyse güneş doğmak üzeredir… Eve girer ve gördüğü manzara karşısında dona kalır… Biricik karısı Suna, kendini asmıştır… Sallanan ayağının dibinde elinden düşmüş bir mektup durmaktadır. O mektupta Suna son sözlerinde şunları yazmıştır: “Kusura bakma beyim, ama günlerdir kafandaki soru işaretlerinin sebebini bilmekteyim… Kendimi temize çıkarmak için başka yol göremedim. Şunu bil ki, ben sana hiç ihanet etmedim… “ Fahri Kayhan gözyaşları içinde eşinin cansız bedenini yağlı urgandan ayırır, yere yatırır… Islak gözlerini silerken bir bakar ki hava aydınlanmıştır… içindeki yangın öyle büyüktür ki, sözün bittiği yerde, kelimelerin küllerinden o meşhur türküyü yakmıştır: " Şafak söktü, Suna’m yine uyanmaz Hasret çeken gönül derde dayanmaz Çağırırım Suna’m sesim duyulmaz Uyan Suna’m uyan, derin uykudan " .
      2vay aq. - deli duvar 18.03.2018 15:45:07 |#3670690
    3. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      mihriban 1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesi bu... Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlamıştır. Genç Abdurrahim köyünde bir genç kız görür, ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır. Tanışmak nasip olur, Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasında ki mihribandır bu. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler. Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası değişmiştir hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakmıştır. Bu halini gören ailesi kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce kız küçük derler, bahane bulurlar bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır gerçeği söylerler: “kız nişanlıdır.” Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca da, “ Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der. 7 yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılmıştır.
    4. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      bayramşahlı zeynep’in güzelliği, dillere destan olmuş, dünürcüler evlerine gele-gide yol etmiştir. tevfik çavuş’un kardeşi rasim de zeynep’e vurgundur ve abisine konuyu açar. - abi, şu keleşin kızı zeynep var ya? - e, ne olmuş zeynep’e? yoksa! - anla be abi,! geçen yıl onu senin düğünde gördüğümden beri, gözüm başkasını görmez oldu! abi bir istesek, allah’ın emri desek? - hele şu işleri hafifletelim de isteriz, canını sıkma! kızın peşinde delikanlı çok, kimselere söyleme şimdilik! bir süre sonra zeynep rasim’e istenir, verilir ve harman sonunda da düğünleri yapılır, iki genç evlendirilirler. i̇kisi çok mutludurlar. köy yerinde güzelin düşmanı çok olur. kızlar, gelinler birbirini kıskanırlar ve asılsız dedikodular yapılır. çeşme başındaki kızların tek sohbeti zeynep gelindir artık. - vallahi gözümle görmedim ya zeynep ile rasim sık sık kavga ediyorlarmış! rasim onu, erkek sinekten bile kıskanıyormuş! - niye? kötü bir şeyini mi görmüş zeynep’in? - kız sen geçenlerde kara mehmet’in düğününde olanları duymadın mı? rasim ile zeynep düğünden aceleyle niye kaçtılar? - niye? - habib’in oğlu coşkun, zeynep’e dik dik bakıyormuş. rasim de görünce, küplere binmiş, aldığı gibi eve kapatmış, basmış dayağı? - ne? yazıklar olsun! güzelsen güzelliğini bil canım! onun bunun adamını işmar etmek de neyin nesi? taş yerinde ağırdır değil mi canım? rasim de taş değil ya? onun da gururu var canım! zeynep’in güzelliği başına dert açmak üzeredir. kocası ile arasındaki ilişkiler iyice bozulmuş, huzursuzluk artmıştır. sonunda rasim, zeynep’i baba evine geri gönderir. bir süre sonra, öfkesine yenilir ve onun peşinden gider. zeynep de yorulmuş, dinlenmek üzere akyar köyü’nün karşı yamacındaki gökyar kayalıklarında dinlenmektedir. sonunda rasim, zeynep’e yetişir ve aralarında yeniden tartışma başlar. - gül gibi geçinip giderken, niye bunlar oldu zeynep, niye? - onu sana sormalı! beni kiminle yakaladın da bunları yaptın? ben seni asla kimseye değişmem, bunu anlayamadın mı halâ? derken, kavga iyice alevlenince rasim dayanamaz ve zeynep’i oracıkta boğarak öldürür. daha sonra zeynep’in cesedini çobanlar bulur, jandarmaya haber verilir ve yapılan soruşturma sonucunda rasim yakalanır, hâkim karşısına çıkarılır. suçunu itiraf eder ve idama mahkûm olur. zeynep’in annesi ve kardeşleri ardından ağıtlar yakar, sonraları da türkü haline gelir yayılır civar köylere. zeynebi̇m gökyar’ın başında zaynebim yatar, rasim de suçunu hep inkâr eder. aman doktor aman yaram derindir, canımı kıyan da nazlı yârimdir. bayramşah’dan çıktığımda sağ idim, gökyar’da boğuldum, ruhsuz can idim. aman doktor aman yaram derindir, canımı kıyan da nazlı yârimdir.
    5. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      mağusa limanı Türküyü yaratan olayın kahramanı Arap Ali, Limasol’un Arnavut Mahallesinde oturan zenci Arap Mahmut Efendi ile beyaz ırktan Hatice Hanımın oğludur. Arap Ali’nin bir erkek iki de kız kardeşi vardı. Günümüzde hepsi rahmete kavuşmuştur. Arap Ali, oldukça mert ve cesur bir Türk gencidir. O, yemeyi ve içmeyi seven birisiydi. Olayın geçtiği gün, Mağusa’da gümrükteki işini bitirip biraz eğlenmek amacıyla bir meyhaneye gider ve içmeye başlar. ingiliz askerleri de aynı meyhanede içki içerken Arap Ali’ye sataşırlar ve bu yüzden aralarında kavga çıkar.Kavga esnasında Arap Ali’nin ingiliz askerlerinden sekiz süngü darbesi aldığı ağıttan anlaşılmaktadır. Yere yığılan Ali, hemen orada can vermiştir. Cenazesi memleketi olan Limasol kentine getirilmiş ve kılınan cenaze namazından sonra Türk kabristanlığına defnedilmiştir. Bu genç ve yiğit delikanlının ölümü o yörede öylesine etkili olmuştur ki adına ağıtlar yakılmış ve bestelenmiştir. Böylece bu “ağıt-türkü”,günümüze kadar gelmiş, sürekli okunmuş ve söylenmiştir.
    6. 8
      +
      -entiri.verilen_downvote
      yarim istanbulu mesken mi tuttun Evlenme çağında pek çok genç kız ve delikanlı olsa da kıt kanaat geçinmekte imiş köylüler. O yüzdendir ki gönüllerinde bir sevda olan gençler, kızı oğlu evlenme niyetindeki aileler nasıl bulup buluşturacaklarını düşünürlermiş. Çünkü para kazanmak için kasabaya veya Kayseri’ye gündeliğe gidenler ancak belini doğrulturmuş. Derken köyden iki delikanlı kısmetlerine kavuşup nişanlanmış. Baş göz olmak için para biriktirmeye İstanbul’a gitmişler ve iki sene sonunda düğün yapılmış. Ne var ki köyün olanakları ile evi döndürmek zorlaşınca damatlardan biri çareyi yine İstanbul’a gitmekte görmüş ama giderken karısının da gelmesini istemiş. Karısı toyluğundan mıdır, korktuğundan mı razı olmamış İstanbul’a gitmeye. Kocasının ardından beklemeye koyulmuş ama günler günleri kovaladıkça, haber gelmez oldukça içine kurt düşmüş yeni gelinin. Yeni gelin eskir olmuş, mektup yazıp cevap alamaz olmuş. Annesi ölmüş, köyün diline düşer olmuş. Bu içli mısralar da, yedi yıldır dönmeyen kocaya yakılan ağıt olmuş. Kadın öldüğünde kocası yazdığı mektupları almış mı, kimse bilmemiş. Yarim İstanbul’u Mesken Mi Tuttun, Gördün Güzelleri Beni Unuttun, Sılaya Gelmeye Yemin Mi Ettin. Gayri Dayanacak Özüm Kalmadı, Mektuba Yazacak Sözüm Kalmadı. Yarim Sen Gideli Yedi Yıl Oldu, Diktiğin Fidanlar Meyveye Geldi, Seninle Gidenler Sılaya Döndü. Gayri Dayanacak Özüm Kalmadı, Mektuba Yazacak Sözüm Kalmadı.
    7. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Uyan Sunam Uyan Suna, Fahri Kayhan’ın eşidir. Çok sevmektedir Fahri Bey Suna’yı… Devir, o zamanın Malatya’sı… Ancak sevdiğine sevdiğini söylemenin bile ayıp karşılandığı o dönemde Fahri Bey her daim söyler Suna’ya, ona olan sadakatini ve bağlılığını… Ve bilir karısının gözlerinin başka kimselere bakmadığını… O dönemin kadınlarının en büyük eğlencesidir, haftada bir yapılan hamam sefaları… Kendilerine ayrılan günde toplanıp hamama gider mahallenin tüm kadınları… İşte o hamam sefalarından birinde Suna’nın sırtında bulunan ve normal şartlarda kıyafetinden asla görünme ihtimali olmayan bir ben dikkatini çeker hamamda bulunan ve sunanın yakın arkadaşı olan Neriman Hanım’ın… Neriman Hanım, akşam eve geldiğinde laf arasında eşi Mustafa Bey’e, Suna’nın sırtında ben olduğunu anlatır… Aradan zaman geçer… Fahri Kayhan bir gün evlerinin yakınında bulunan kahvede Mustafa Bey ile karşılaşır… Aralarındaki sohbet belli bir süre sonra tartışmaya dönüşür ve olay karşılıklı hakarete kadar gider… Fahri Kayhan hiddetle cevap verir Mustafa Bey’e: “Bir daha karşıma çıkma, seni el aleme rezil ederim.” Bu söylem karşısında sinirlerine hakim olamayan ve sırf Fahri Kayhan’ı yaralamak gayesiyle hareket eden Mustafa Bey’in dudaklarından şu  sözler dökülüverir: “Sen benimle uğraşacağına kendi karına sahip çık, ben senin karının sırtındaki beni bile bilirim.” Fahri Kayhan beyninden vurulmuşa döner… Evet inanamaz biricik Suna’sının kendisine ihanet ettiğine, ama bu başına gelen neyin nesidir? Elin adamı, Suna’nın sırtındaki beni nerden bilecektir? Bu sorular kafasında iken eve varır, dayanamaz ve karşısına alıp Suna’yı durumu anlatır… Suna iki gözü iki çeşme yeminler eder Fahri Kayhan’a: “Aman beyim etme” der, “Bakar mıyım senden bir başkasına?” O gece konuşurlar, konuşurlar… Fahri Kayhan eşine sarılır, ve ikna olduğunu söyleyip bir daha hiç açmamacasına konuyu kapatır… Lakin durum hiç de öyle olmamıştır… O günden sonra istemeden de olsa aklında hep o şüphe, Fahri Bey karısına kötü davranır… Yine bir akşam yemekte sudan bir sebeple çıkan tartışma sonrasında Fahri Kayhan ceketini alır ve başlar Malatya sokaklarında dolaşmaya… Eve geldiğinde neredeyse güneş doğmak üzeredir… Eve girer ve gördüğü manzara karşısında dona kalır… Biricik karısı Suna, kendini asmıştır… Sallanan ayağının dibinde elinden düşmüş bir mektup durmaktadır. O mektupta Suna son sözlerinde şunları yazmıştır: “Kusura bakma beyim, ama günlerdir kafandaki soru işaretlerinin sebebini bilmekteyim… Kendimi temize çıkarmak için başka yol göremedim. Şunu bil ki, ben sana hiç ihanet etmedim…                “ Fahri Kayhan gözyaşları içinde eşinin cansız bedenini yağlı urgandan ayırır, yere yatırır… Islak gözlerini silerken bir bakar ki hava aydınlanmıştır… İçindeki yangın öyle büyüktür ki, sözün bittiği yerde, kelimelerin küllerinden o meşhur türküyü yakmıştır. Şafak söktü yine sunam uyanmaz Hasret çeken gönül derde dayanmaz Şafak söktü yine sunam uyanmaz Hasret çeken gönül derde dayanmaz Çağırırım sunam sesim duyulmaz Uyan sunam uyan derin uykudan Çağırırım sunam sesim duyulmaz Uyan sunam uyan derin uykudan Çektiğim gönül elinden Usandım gurbet elinden Hiç kimse bilmez halimden Uyan sunam derin uykudan Çektiğim gönül elinden Usandım gurbet elinden Hiç kimse bilmez halimden Uyan sunam derin uykudan Bunca diyar gezdim gözlerin için Niye küstün bana el sözü için Bunca diyar gezdim gözlerin için Niye küstün bana el sözü için Dilerim Allah'tan sızlasın için Uyan sunam uyan derin… alıntı
      0zaten yazılmış başlıkta :( - guzestegan 22.07.2020 15:17:43 |#3856215
      1tüh ya kontrol etmemistim var mı diye - penyez 22.07.2020 15:26:35 |#3856249
      1olur öyle şeyler boşver :) - guzestegan 22.07.2020 15:27:18 |#3856250
    8. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Olay 4 Nisan 1953 yılında yaşanmıştı. Çanakkale Boğazı açıklarında Lara bunu açıklarında Türk donanmasına ait Dumlupınar denizaltısı, uzun ve yorucu bir görevden sonra donanmasıyla birlikte istirahata çekilmek üzere limana yanaşıyordu. Hava şartları çok kötüydü, sis vardı, yağmur vardı... İstirahati hayal eden donanma limana yaklaşırken çok büyük bir gürültüyle sarsıldılar. Denizaltı İsveç donanmasına ait bir şileple çarpışmıştı. O sırada 8 kişi güvertedeydi ve bunlardan 2'si pervaneye takılarak öldü, 1'i boğularak öldü, 5 kişi ise kurtarılabildi. Geminin içerisinde ise 81 mürettebat vardı ve sadece 22 kişi torpidoya saklanarak kurtulmayı başarmışlardı, tabi ki kendilerini bekleyen daha kötü bir sondan habersizce. Denizaltı denizin dibini boylamıştı. Topridodaki 22 kişi yüzeye bir şamandıra fırlatarak içerisindeki telefon kablosu aracılığıyla merkezle iletişime geçtiler. Olayı anlata mürettebatta merkezden cevap gelmişti "Gerekmedikçe konuşmayın, türkü söylemeyin ve sigara içmeyin" Kahraman askerler olacaklardan habersiz bir şekilde ülkelerinin kendilerini kurtarmalarını bekliyordu. Fakat kendileri dışındaki herkes durumu biliyordu o zamanın teknolojisiyle o askerleri oradan çıkarmanın mümkünatı yoktu. O sırada O anda askerlere bir anons geldi " rahatça konuşabilirsiniz, türkü söyleyebilirsiniz, sigara içebilirsiniz" Umutlar tükenmişti askerler artık ölümü bekliyordu. 22 kahraman askerin son sözleri "herşey buraya kadarmış kumandan, birer cigara yakalım mı?" oldu. Tüm ülke seferber olmuştu ama sonuç belliydi kurtulamayacaklardı. Kurtaran gemisi olaydan 12 saat sonra ancak oraya gelebilmişti. 25 saat sonra ise anca sabitlenebilmişti. O sırada şamandıra ile torpido arasındaki kablo kesildi ve iletişim koptu. Dalgıçlar 100 m'ye yakın derinlikteki Dumlupınar batığına erişmeye çalışyorlardı ama nafile. Hava çok kötüydü su altı dalgaları dalgıçları savuruyordu. Kurtaranın yanlışlıkla kestiği kablo olmayınca dalgıçların kabloyu takip etmesi de olanaksızlaşmıştı. On bir dalış yapıldı ama hiçbiri başarılı olamadı. Yine de Yılmaz Süsen adlı bir dalgıç 80 m dalmayı başarmış hedefine 11 m kalmıştı. İşte o anda basınca dayanamayıp şuurunu kaybetti. Vurgun yemenin kıyısından dönmüştü. 15 saat sonra ancak şuurunu açabildiler. Kurtarma çalışmalarına katılan Amerikalılar dalgıç için şu cümleyi kullanmışlardı "Ölümle arasında hiçbirşey kalmamıştı" 7 Nisan'da 3 gün süren çalışmalar sonucunda Milli Savunma Bakanlığı artık kurtarma çalışmalarını durdurduğunu ve umutların kesildiğini bildirdi. 22 asker ölüme terkedilmişti. Türkiye'nin en karar günlerinden birisi 4 Nisan 1953 olarak tarihe geçti. "Ah bir ataş ver" türküsü ise buradan gelmektedir. Hikayesini bilen herkes her duyduğundan gözyaşlarına bu nedenle boğulur... Ah bir ataş ver🚬