bugün
yenile
    1. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      göktan'ın muhteşem şarkısı. üniversite okurken o kadar çok dinlerdim ki bu şarkıyı. sayısını anımsamıyorum. link
    2. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      mazhar ve fuat'ın eski bir şarkısıdır mevsimler. aynı zamanda da da poet'in sonbahar şarkısının sample'ıdır. "ağır ağır geliyor sonbahar başlıyor yağmur ve rüzgarlar sonbahar da güzeldir ilkbahar, yaz, kış kadar ne güzel şey mevsimler mevsimleri yaşamak güneşle güneş olmak karla kar olup yağmak ne güzel şey yaşamak ne güzel şey yaşamak ağır ağır geliyor sonbahar başlıyor yağmur ve rüzgarlar"
    3. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
    4. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      i̇lkbahar: üzerime birşey alsam terliyo almasam üşüyorum.güneşte sıcak, gölgede serin oluyo. yaz: pişiyoruz.bi de toplu taşıtlar neyin :( sonbahar:yağmur çamur ...bir elamet bir kıyamet vuuuu kış: çok soğuk.ne kadar kalın giyersem giyeyim üşüyorum
    5. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      memleketin en güzel yanlarından birisi de sanırım mevsimler. en çok hangisini sevdiğime tam olarak hiçbir zaman karar veremiyorum. şu sıralar kışı beklediğim için agresifim ama sonbahar da çok güzel. zamanında mevsimler üzerine bir şeyler yazmıştım cennet başlığında orada kişisel anlayışımı yazmıştım. buyrunuz: --- spoiler --- bugün eve gelirken yolda yürüdüm biraz. hatta ne birazı epey yürüdüm sanırım. çünkü çok güzel yağmur yağıyordu. tepkisiz kalamadım, inadına yürüdüm. donuma kadar ıslandım ama yürümek her zaman yapamadığım hele hele yağmur eşliğinde çok nadir yapabildiğim bir eylem. şuanda da camı açtım, kahvemi koydum yağmur sesinin eşliğinde yazıyorum bu satırları. ah bir de şu araba sesleri olmasa... başlık cennet evet biliyorum. ama biraz gelişi güzel yazmak istiyorum. daha doğrusu anlaşılmak için önce bir şeyleri peşinen anlatmam gerekiyor sanırım. konuyu tasarladığım gibi toparlayabilirim umarım. size biraz muhabbet, biraz düşünme vadediyorum sadece. o da belki bir ihtimal olarak. ben çok seviyorum yağmuru. hem de öyle böyle değil tutkuluyum neredeyse. yağmura dair en eski hatırladığım anım; küçükken o zamana kadar hayatımın en şiddetli yağmurunda arkadaşlarımla saatlerce sokakları arşınlamamdı. o kadar hoşuma gitmişti ki bir an olsun adımlarımızı hızlandırmamıştık. hiç üşümemiştim. yaşım 5-6 var yok ama o zamana kadar hayatımın en güzel anı olabilirdi. tamamen ıslanmış, ayakkabılarımız şipit olmuştu. biz de nasılsa ıslandık diye suyun birikerek şiddetli aktığı yol kenarından yürüyorduk. çok mutluydum. hatta ben hızımı alamamıştım ve sanki suyun içinde bir taşa takılmışım gibi takılarak su birikintisinin içine yuvarlamıştım kendimi. mahalleden arkadaşlar telaşla beni kaldırırken ben için için gülüyordum bile. sanırım yağmur görünce dayanamamın altında yatan sebep bu yaşadığım tarifsiz "ilk" mutluluğumdan kaynaklıydı. ama mesela ben karı da çok ama çok severim. hem de öyle böyle değil. karın yağdığını bir göreyim hele... hele ki yılın "ilk" tutacak karı olmuş olsun o yağan kar. hiç bir güç beni evde tutamaz. bu yıl mesela gece 2 miydi 3 müydü öyle bir saatte sırf kar yağıyor diye sokağa atmıştım kendimi keza hemen her yıl benzer görmemişliği yapıyorum zaten. gökten asit yağmadığı sürece tutamıyorum kendimi. kar için de benzer bir anım var yine çocukluğa dair en eski anılarımdan. neredeyse belime kadar olan yol kenarı karlarından yokuş aşağı yuvarlanmıştım ananemlere giderken akşam saatleriydi. yaklaşık 3-4 metre karda yuvarlanmıştım ki benzer hareketleri ve salaklıkları birikmiş ve pürüzsüz her gördüğüm kar yığınında yapıyorum hala. şimdilerde o kadar sempatik olmuyor kutup ayısı gibi duruyorum ama olsun çok huzurlu ve mutlu oluyorum. seviyorum yani. aynı şekilde sonbahar yapraklarını da ilkbahar çiçeklerini de inanılmaz seviyorum. yaz aylarıyla biraz sürtüşüyor gibi görünsem de hayır, yazı da inanılmaz seviyorum. anlatmak istediğim şey şu; ben dört mevsimin dördünü de inanılmaz seviyorum aslında. hepsinin ayrı ayrı modlarının ve güzelliklerinin olduğunu düşünüyorum. görüyorum da zaten güzelliklerini. ve özlüyorum. her türlü sevdiğim nadir şeylerden bir tanesidir mevsimler. işte bu yüzden en çok sevdiğim mevsim hangisi bilmiyorum. illa sorulursa bir tercih yaparım ama aslında yalan söylerim tercih yapamıyorum. ya hu size hiç, anneni mi yoksa babanı mı daha çok seviyorsun diye sormadılar mı? heh işte aynı onun gibi. güzellikler arasında tercih yapmakta zorlanıyorum ve hepsini istiyorum. işte şimdi söyleyeceğime lütfen dikkat! mesela en sevdiğim kar türü olarak kocaman lapa lapa yağan kar ve ıpıssız ve pürüzsüz düzlük hayal edin. bak bu kış mevsimine dair benim nirvanamdır. sadece karın sesi var, botlarımdan çıkan ses var, lapa lapa kar ve uçsuz buçaksız düzlüklerde birikmiş pürüzsüz bir kar var. tarantino'nun the hateful eight filminden sırf bu yüzden ayrıca etkilenmiş döndürüp döndürüp filmin karelerine kitlenmiştim. şimdi soru zamanı. peki ya bu aşırı sevdiğim kar ve getirdikleri benim her allah'ın günü başıma gelen bir şey olsaydı? her gün aynı keyfi alabilecek miydim? karı inanılmaz seviyorum, manzaraları beni benden alıyor peki her gün bu keyifli ortam karşımda olsaydı yine de bu kadar sevebilecek miydim? ya da az önce yağmurdan aldığım hazzı çocukluğumda aldığım kadar alabilmiş miyimdir sizce? bütün yıl ofislerde çalışıp yazın 2 hafta güneye tatile giden bir adam o tatillerinde aldığı hazzı emekli olunca yazlığında alabiliyor mudur gerçekten? bu verdiğim örneklerde anlatmak istediğim şeyi unutmayın yazının sonunda tekrar değineceğim. demem o ki, benim mevsimler arasında tercih yapamıyor oluşumun asıl sebebi mevsimlerin varlığı değil yokluğuydu asıl. memlekette mevsimler ardı sıra geliyor biri bana geldiğinde ben onu 3 mevsim beklediğimi hatırlıyor daha bir başka sarılıyorum. kıymeti harbiyesi mevsimin kendisinde değil var olduğundan daha uzun süre yok olmasından kaynaklı. ve bu döngü hep devam ediyor. böyle olunca tercihim zorlaşıyor hepsini seviyorum, hepsini özlüyorum. güzelin bu kadar hayranlık uyandırıyor olmasının sebebi etrafımızda sürekli dolaşan çirkinliklerin olması, güzelliğin bir türlü olamamasıydı asıl. iyinin kıymeti bu kadar çok kötünün olmasından kaynaklanıyordu biraz da. sanatın aslında o kadar da bir numarası yok görünürde. bizi kendine çeken sanat ürünündeki o "yeni", o "farklı" olan hissiydi. sanat bize "farklı" bir şey vadediyordu. bizi böyle kazanıyordu. bütün illüzyon burada işte. ne kadar güzel ne kadar kusursuz olursa olsun; "insan aynı olan şeyden sıkılır." --- spoiler ---