aylar önce okuyup beni mahveden bir
hakan günday eseri.
mahvetmesi şundan; müthiş bir pesimistliği ve ağırlığı var, okuduğum dönemde bende hafif karartılı bir ruh halindeydim üstüne de bu kitaba başlayınca en son magmada kıvranıyordum. hakan günday'ı yüzeysel takip ederim ama kinyas ve kayra ile kalemiyle daha iyi tanıştım. anlatım dili, duyguları fazla betimlemeye girmeden ama çok detaylı hissettiren bir tarzı sahip. hoooşşş.
kitaba gelince, öyle içeriğini detaylı detaylı anlatmak istemiyorum fakat duygusal kısmının dışında tüm dünyayı gezmiş hissettirdi, gözümün önünde afrika sokakları vardı hep (sanki her yeri biliyormuşum gibi hayalimde çok rahattım) bazen aksiyon bazen gerginlik derken binbir türlü ruh haliyle allak bullak oldum tabi.
---
spoiler ---
finalde ise iki yol vardı, ikisi de çıkıştı çözümdü. bir tarafımı yine koca bir ağırlık kaplarken bir tarafımı manasız bir hissizlik sarmıştı.
---
spoiler ---
yani "bunu okumayan çok şey kaybeder" demem ama okuyan bir şeyler kazanır mı? eh evet, yaklaşımına bağlı olarak gayet geçerli.
az önce elime alıp karıştırırken bir baktım ders notu tutar gibi her yeri yazı dolu, altı çizili. (belli kaptırmışım kendimi)
işte altını çizerken kalemi bastırdığım baaağzı alıntılar:
---
spoiler ---
- tabancanın topunda sarı sarı tebessüm eden kurşunları görebiliyordum. zaten sarıyı hep ölüme yakıştırmışımdır.
- ama bil ki, kan kaybeder gibi kelime kaybettim... ve bugünlerde sokakta ateş istemek için bile iki kelimelik konuşmayı kafamda derleyip toplamam gerekiyor.
- yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. (bu eeen sevdiğim cümlesidir.)
- bir kıza aşık olmuştum. onu görmek için altı saat yol almam gerekiyordu. bir sabah treni kaçırdım. aşık olmaktan vazgeçtim.
- hiçbir yere ait olmayanları iyi tanırım. her yere aitmiş gibi davranırlar. ama uyuyabilmek için yapmayacakları şey yoktur.
- üç saat arabayla gezdik, sokaklarla tanışıyordu kayra. bir şehrin yollarını bilmezse kendini çıplak, kapana kısılmış gibi hissederdi. eğer yolları bilmezse ne kaçabilir, ne de kovalayabilirdi. sadece kaybolurdu.
...ben ilgilenmezdim bu işlerle. on dakikalık bir yolu iki saatte alabilirdim, yanlış sokaklara saptığım için...
hep aynı sözü tekrarlardım kendime: bir şey aramayan asla kaybolmaz! ve ben aramıyordum.
- tabi bilmiyorlardı sayısını unuttuğum kadar insanın hayatını mahvettiğimi. bilmiyorlardı annemi, babamı kahrettiğimi. bunlar bir yerlerde suç olmalı! bir yerlerde insanları hapse atıyor olmalılar, başkalarını öldüresiye üzdükleri, derin mutsuzluklara ittikleri için. belki cinayetlerin değil ama intiharların azmettiricileri oldukları için cezalandırılması gerekir birilerinin.
- sustu. garsonun çay ile cappuccino'yu masaya koyup gitmesini bekledi. o an, garsonlar geldiği için bugüne kadar kesilmiş bütün konuşmaları düşündüm. ne ölüm tehditleri, ne evlenme teklifleri beklemişti kim bilir, masanın verilen siparişlerle donatılmasını. dünyanın en ölü anlarından biri, garsonun masaya servisi...
- yan yana oturmayalı on yıla yakın olmuştu.
"ne yapıyorsun ankara'da?" diye sordum. aslında, hiç merak etmiyordum. o an sadece evlenmek istiyordum.
- hiv'den daha ölümcül bir hastalığı vardı bu adamın. üzüntü. çok üzgündü.
---
spoiler ---
edit: imla, spoiler