18 Ekim 2014 menşeli, şöyle dikkat çekici bir çıkışı mevcut;
-neden dikkat çekici olduğunu açıklamayacağım. bilenler anlar zaten.-
---
spoiler ---
insan ve insanlık endişesi... bu ikisi arasından çok zaman geçti ve ben sizden kendime mahsus seyahatin notlarına göz atmanızı istiyorum. geçen zamanın bir güzergâhı var. zaman geçiyorsa hep insanla insanlık endişesi arasından melek kanatlarıyla geçiyor. bu geçişlerin bir vaktinde hıristiyan takvimine göre yıl 1963'tü ve doğumu hicrî 1363'e denk gelen ben şiirin imkânı ile bir fırsatı yakalama arifesindeydim. hangi fırsatı yakalamak istiyordum? peşine düştüğüm fırsat fiilen bilinip tanınan insan varlığıyla insanlık endişesi arasındaki mesafenin kapatılabilme fırsatıydı. ne olduğumu, kim olduğumu, nerede ve hangi zamanda bulunduğumu bilmek, öğrenmek istiyordum. nasıl olacaktı, ne türden bir vasıtayla olacaktı bu? beni bilgiye götürecek yolu sonuna vardırmama yetecek azığım var mıydı? türkiye'de yaşayan "bazı" insanlar eleştirilerini şöyle şakalar yaparak dışa vuruyorlardı:
-bir manav niçin yılda iki apartman dikemez?
-sattığı meyve ve sebzelerin yarısı çürür de ondan.
türk halkının cebinin para görmüş ve görüyor olması "bazı" birilerini müthiş rahatsız ediyordu. bu bazı birileri bütün rahatlarını halkın karşısında laik bir blok halinde hareket etmekten temin ediyorlardı.
kimlere halk deniyordu ve kim halk olarak adlandırılmağı hak ediyordu? halk olmama tercihinde bulunanlar bir haklılığı temsil ediyorlar mıydı?
bilmek istiyordum. şiirin beni davet ettiği bilme mesleği heyecan veriyordu. üstelik dünyada bilmeği meslek kılan bir uğraşı alanı yoktu şiirden başka. bilim ve felsefe bilgiye giden bir yol olduğu; ama onun bir kral yolu olmadığı iddiasıyla ancak var olabilmişlerdi ve iddialarını devam ettiriyorlardı. din bilgiye giden kral yolunu temsil edebilirdi; ancak benim 1963'teki güzel gözümde bilgiye olan susuzluğu giderecek kaynak olarak kur'an şansını kaybetmiş durumdaydı. yani bütün muayyeniyetini türkiye cumhuriyeti'nin idare sistemi tarafından şekillendirilmiş kavrayışlara borçlu olan kafam şiire başvurmadan önce allah'a müracaat etmişti. görebildiğim kadarıyla kur'an beni tasvip etmiyordu. bana, bilgi uğruna her şeyini fedaya muntazır bana kucak açan şiirden başkası değildi.
annem doğurduğu biz çocuklarını ikaz gayesiyle "beddua etme" anlamına gelmek üzere "intizâr etme" derdi. bana da söylenince bu söz, sözlüğe baktım ve intizâr karşılığının bekleyiş olduğunu gördüm. insanlar ne dediklerini bilmeden mi konuşuyorlardı? farz edelim ki, öyle. öyle idiyse bile benim arayışlar çağımda şiir murat edilenin beyan edilene eklemlenmesinde bulunmaz fırsatı sunar durumdaydı.
şiir bir imkândı. annemin intizâr kelimesini niçin kullandığının sırrını çözemiyordum. o günlerde türkçenin müminlere mahsus bir lisan olduğunu benim anlayabilmem imkânsızdı. anlayan biri olduğu intibaı edinseydim onun peşine düşeceğim kesindi. tanzimat sonrasında türkçe konuştuğu zehabına kapılan herkes dipsiz bir kuyuya atılmakla kalmamış, bunların hepsi düşmenin tadıyla iştigali zevk edinmişti. hasılı kelâm: annem çocuklarına intizar etmeyin derken muhatabınızın veya hasmınızın başına kötü bir şeyin gelmesini beklemeyin, zira sizlerin müminlerden, duası kabul olunan zevattan biri olma ihtimaliniz vardır demiş oluyordu. dehre sövmemeliydik. çekilip çevrilişine asla hiç birimizin güç yetiremediği dünyada kim olursak olalım bizim elimizin altına mükellefiyetlerimizden başka inşaat malzemesi verilmemişti. bana kucak açan şiirin beni tekellüflü değil tekeffüllü bir hayata sürüklediğini biliyordum.
bilmediğim şey türk şiirinin olanca takatinin tükenmiş olduğuydu. 1954 – 59 arasında son modernleşme hamlesini gerçekleştirmiş olan türk şiiri, benim bu sahaya çıktığım 1963 yılı itibariyle yön tayininde bir çaresizliği kendine konu edinmiş haldeydi. 1950 yılında hem mareşal fevzi çakmak, hem de orhan veli kanık öldü. dünyadaki günlerini millî akıbetin kendi akıbeti olduğundan şüphe etmeksizin geçirmiş müessir türkler yoktu artık. en gerekli oldukları sırada yoktular. türkiye çakmak'a ve kanık'a en çok ihtiyaç duyulan bir çağın eşiğindeydi. 1950 yılı türk milletinin kendi başında kimlerin bulunmasını istemediği iradesini beyan ettiği yıl idi. dikkat edin: türk milleti seçimle başına birilerini getirdi demiyorum. başlangıcını nereye uzatırsanız uzatın 14 Mayıs 1950 günü bütün türk tarihinin en önemli günüdür. çünkü ilk defa bu günde türk milleti mevcudiyetini inkâr eden anâsıra bir daha unutmayacağı dersi vermiştir. ders verildi; ama alınmadı. bundan sonrasının mânâsına muhteva kazandıracak askerin, şairin noksanlığı ise hiç anlaşılmadı. o an anlaşılmadı. daha sonra anlaşılmadı. hâlâ anlaşılmış değil.
---
spoiler ---