bir bakıma çok şanslı adam. zira
mehmet akif ersoy'un dostluğuna, abiliğine, babacanlığına mazhar olmuştur... aşırı imreniyorum bu durumuna.
öyle ki akif'in evinde uzun bir süre kalmış, her başı/gönlü sıkıştığında soluğu onun yanında almış, sırf onu görmek için ta mısır'a kadar gitmiş ve akif'in ölümünden sonra derin bir yas tutmuştur.
-
link
tahmin edileceği üzere; biri diğerine farsça başta olmak üzere birçok dilde dersler vermiş, diğeri de buna karşılık olarak en iyi bildiği konuda, yani ney dersleri vererek tabağı boş yollamamıştır. -
link
iki yıldan fazla süren ney dersleri;
link
birbirlerine değindikleri şiirler/dizeler var. en bilindikleri ise tabii ki akif'in neyzen konusunda tek üzüldüğü husus, alkolik oluşu... kıyamıyor çünkü onu öyle görmeye. lakin neyzen bu, söz verse de tutmaz, dayanamaz içer. akif
safahat'ta birden fazla kez yakınıyor bu konuda. neyzen ise şöyle diyor akif için;
"Mevkiimde başkası olsaydı bî-şek daima
Per açıb cevv-i maarifte ederdi irtika.
Âdem etmek çün beni pek çok yorulmuştur bu zat
Kalmışım ruhumla minnetdarı, mâdâm-el-hayat."
velhasıl; uzaktan bakıldığında ya da kağıt üstünde birbirine taban tabana zıt olan bu iki adamın fevkalade dost oluşu ibretliktir, feyz almak gerekir.
---
spoiler ---
Kör Neyzen
Elinde, nevha-i mâtem kadar acıklı sadâ
Veren, bir eski kamış; koltuğunda bir yedici;
Şu kör dilenci, bakardım, olunca nâle-serâ,
Durup da merhameten dinleyen gelip gidici,
Önünde boynunu bükmüş zavallı keşkülüne,
Atardı beş para, onluk değilse bâri yine.
Kırık sazıyla ederken zaman zaman feryâd,
Gelirdi gûşuna onlukların tanîniyle
Birer nevâ-yı beşâret, birer peyâm-ı vedâd;
Birer sadâ ki; Neyin sîne-çâk enîniyle
Karışmayıp, yalınız dem tutardı sanki ona!
Bu ses, bu manzara gâyet hazin gelirdi bana.
Muhîti hep mütevâlî leyâl-i dûrâ-dûr...
Sabâh yok onun âfâk-ı târ-ı ömrü için!
Yüzünde hande-i ümmîdi andınr bir nûr
Görülmüyor! O mükedder, elîm çehre bütün
Kesîf bir bulut altında perde pûş-i melâl...
Geçen zamanı karanlık, karanlık istikbâl!
Nasıl hakîkat-i yeldâ? Hayâtı git ona sor:
Bulur nazarları dünyâyı perde perde zalâm!
Belâyı görmüyor amma bütün belâ görüyor,
Bu kâinat-ı sefâlette eyledikçe devam.
Arar bulunduğu yeldâ yı bî-tenâhîde
Zavallı, bir çıkacak yol sabâh-ı ümmîde!
Görür şedâid-i eyyâma karşı dûşunda,
Siper vazîfesini lîme lîme bir abacık.
Fakat o sütre-i bîtâbı her hurûşunda,
Açar da dest-i inâdıyle rüzgâr artık,
Körün sakındığı üryan vücûdu meydâna
Çıkar, göğüs gerer emvâc-ı berf ü bârâna!
Geçende çarşı içinden çıkınca baktım ki:
Çamurlu taşlara yaslanmış inliyor sâil.
Hasırdı şiltesi altında hem de pek eski,
Şadırvan olmasa üstünde yoktu bir hâil.
Duyulmuyordu uzaktan neyin de şimdi sesi,
Yakından ancak işittim o vâpesin nefesi!
O kendi kendine üfler mi yoksa inler mi?
Ne dinleyen, ne duyan var... Bakıp geçer herkes.
Mezardan akseden âvâzı kimse dinler mi?
Zavallı, ölmeğe bak, nâle-i tezallümü kes!
Fakat durun... Yine keşkülde bir tanîn-i medîd
Duyuldu... Âh ne nâzendedir sürûd-i ümîd!
Şadırvanın, körü altında saklıyan, saçağı
Delinmemiş mi? Buluttan coşup gelen yağmur,
O sakbeden uzanıp bir sicim gibi aşağı,
Zavallı keşkülü baktım yavaşça kamçılıyor,
Duyunca kör, bunu bir cûş-i merhamet sandı,
Uzandı keşküle, heyhât, işte aldandı:
Morarmış elleri boş çıktı, sâde ıslandı!
-
link
---
spoiler ---