bugün
yenile

    mehmet akif ersoy (şair)

    2
    +
    -entiri.verilen_downvote
    selamlar. yine en sevdiğim başlıklardan birindeyim. an itibariyle yazmayı aşeriyorum. epey oldu bu sözlüğe kayda değer bir şeyler bırakmayalı. hayat şu sıralar eskisinden daha yoğun. hazır hafta bitti, fırsat bu fırsat. o yüzden buraya bir şeyler bırakacağımdır... hazır hislerim tazeyken bu konuyu ele almak istedim. çünkü henüz iki saat olmadı, -üzerinize afiyet- muhterem büyüğümüzün kabrini ziyaret ettim. bu başlığa yazdığım entryleri bilen bilir, biraz düşkünümdür kendisine :d nihayetinde "doğrudan doğruya kuran-ı kerim’den alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz islam’ı." diyen birinden söz ediyoruz. şahsına muhabbet duymamak ne mümkün? hayatının her anında kur'an ve islam konusunda son derece makul ve samimi olan bir adam benim için baş tacıdır. . olay yeri; gorsel neden böyle bir ziyaret hasıl oldu? eski alışkanlık... ne zaman şehitlik'ten/edirnekapı'dan geçecek olsam ve vaktim varsa erinmem, gider bir görürüm kendisini. hürmetlerimi sunarak içten bir şekilde sessizce teşekkür ederim. kim ne kadar farkındadır bilemiyorum ancak hepimize çok ama çok şey katmış bir adamdır akif. şahsıma da çok güzel katkıları olmuştur. allah ondan razı olsun, kıymetini bilenlerin sayısını da arttırsın. geçenlerde girdiğim şu; (#4627461) entrynin içeriğinde akif'in de bahsi geçiyordu. o gün canım onu ziyaret etmeyi çekmişti. insan bazen neyi ne kadar özlediğini o şeyi görmeden fark edemeyebiliyor... kaç gündür bu hisle yaşıyorum, bugün bu hissi susturdum çok şükür. darısı başka hislerimin başına inşallah. elim boş gitmedim... yanımda akif'e dair bazı şeyler götürdüm okumak için. (birkaç(?) şiir, makale, mektup vs.) kabrinin hafif çaprazına doğru 30 metre ötede uzunlamasına bir oturma alanı var, havadar bir alan. tepesinde sokak lambaları. aldım elime onun kitabını, sevdiğim kısımları bilmem kaçıncı kez güzel güzel okudum. çünkü inanıyorum ki çoğu şair ve yazarın yegane arzusu, yazdıklarının kıymetinin kendi ölümünden yıllar yıllar sonra bile bilinmesidir. -ki bu durum akif için daha da geçerli. çünkü hayatını adadığı şey, bir ömre sığmayacak kadar büyük bir süreçten oluşuyor. akif olsa olsa o sürecin mühim bir eşiğidir.- akif özelinde naçizane onun bu isteğinin hakkını vermeye çalışıyorum kendimi bildim bileli. kendisinin gençlere seslendiği epey eseri mevcutken bunu inkara mahal yok. liseye ilk başladığım sene de böyleydim, çok şükür hâlâ böyleyim. safahat'ı okuyup tahlil etmeye ortaokulda başlayınca böyle oluyor hdasjdkhgafsd yazdıklarını okurken ağlamaklı oluyorum bazen. çünkü okuduğum yerlerin analizini evvelden yaptığım için, akif'in nerede neye atıf yaptığını bir kez daha görmek tatlı tatlı sarsıyor beni. üstelik tüm bunları yazarken sanatını öyle bir konuşturuyor ki eşi benzeri gerçekten yok. dört dile inanılmaz hakim, kadim iran edebiyatını göğsünde şahane yumuşatmış, kur'an'ı altı ay gibi kısa bir sürede ezberleyebilecek kadar acayip bir adam bu. zaten o yüzden akif dediğimiz; derin bir zihin, ince bir ruh, müthiş bir edebi bilek, babacan bir asabiyet ve güçlü bir yürekten oluşuyor benim nazarımda. kur'an'a hitab şiirini kanıt olarak sunabilirim bu hususta; --- spoiler --- Ey nüsha-i cânı ehl-i dinin! Ey nâsih-i şânı münkirînin! Ey meş'al-i hikmet-i Ilahi! Ey mecma' feyz-i bi-tenâhi! Takdir-i meziyyetinde efkâr Heyhât eder mi kudret izhâr? Sen cilvegeh-i cemâl-i Hak'sın, Âyine-i Hak desem ehaksın. Tenzil-i celil-i kibriyasın, Burhân-1 celâlet-i Hudâ'sın. Feyz aldı cihan senin yüzünden, Bir bârika-i kemâlsin sen. Bir bârika kim bekaya mazhar, Her lem'ası ta zaman-ı mahşer, Bir şu'le-i intifâ-masunsun, Her an bu şerefle rû-nümunsun. Ettin bizi feyz-i Hak'tan âgâh, Ey nûr-i mübîn tebârek-allah! Mahlûk değil kelâm-ı Haksin, Âli-i sunûf-i mâ-halâksın. * Furkan ki kitâb-ı Mustafa'dır, Bir mu'cize-i Hudâ-nümâdır. Olmakta ulünühâye i'len, Bin hârika her bir âyetinden. Kur'an'ı görüp duhât-ı Urbân Hep kalmadılar mi lâl ü hayran? Furkan ki zahir-i mü'minindir, Misbâh-ı münir-i mü'minindir, Şehrâh-ı hüdâ onunla meksûf, Mechûl kalır o olsa meksûf. Yâ Rab bu nasıl kitâb-ı âli? İdrâke sığışmıyor meâli. Ulviyyetin eyleyenler inkâr, Bir mislini eylesinler izhâr. Elhak o kitâb-ı bî-nazîre, Meydâne getirmeden nazîre, Âciz bu cihâniyân âciz, Kim muktedir, ins ü cân âciz? Mâdâm ki iktidâr yoktur, Tanzîre de ictisâr yoktur. * Ahmed ki nebiyy-i bî-gümandır, Kur'an ile feyz-yâb-ı şandır. Fe'tu... diyerek Resûl-i Ekrem, Eylerdi muannidini mülzem. Fe'tû... denilince ehl-i inkâr, Kaabil mi ki eylesinler isrâr. Da'vâya mahal kalır mı artık? Gavga ve cedel kalır mı artık? * Ey zîver-i dest-i ihtirâmım! Âlemde muhassal-ül merâmım, Pîrâye-i hâfizam sen oldun, Sermaye-i hâfızam sen oldun. Sensin hele ey kitâb-ı a'zem Hâşâ buna hiç tereddüd etmem, Dünyada refik ü hemzebânım, Ukbâda mu'în ü müste'ânım. --- spoiler --- . şiire geçmeden önce, evvela birkaç bilgi ve ikaz; akif bu eserini henüz 21 yaşındayken, hafızlığını tamamlar tamamlamaz yazmıştır. nitekim bu durum şiire de yansımıştır; "sermaye-i hâfızam sen oldun. sensin hele ey kitâb-ı a'zem" şiirin 1895 tarihli olduğuna dair -kendi çektiğim- kaynak için; gorsel . ikaza gelince; ne yazık ki bu şiire dair internette iğrenç bir bilgi kirliliği bulunmakta. çokça denk geldim, akif ve kur'an denildiği vakit direkt şu; işaretlediğim kısımla başlayan kısım yazılıp çiziliyor. ama onu da doğru yazmıyorlar. "inmemiştir hele kur'an..." diyip diyip kendileri yeni şeyler yazıp durmuş hep. rezil bir örnek; ya hu akıl var mantık var, akif'in kalemi bu kadar ucuz mu!? hemen hemen her şaire yapıyorsunuz bunu. ama bari kur'an'a dair olan bir şiirde yapmayın. cidden ayıp. (bu entryde küfür kullanmamaya özen göstermeye çalışıyorum...) şiire geçecek olursak; bu şiir, şairi var eden eser olan safahat'ta yer almıyor, safahat dışındaki şiirlerinden biridir. zira şairin yeni yeni kalemini konuşturmaya başladığı döneminde yazılmıştır. fakat ona rağmen ne kadar iyi olduğu ortada... 4 bölümden oluşuyor, 28 beyit. adından da anlaşılacağı üzere kur'an'a hitap eder, onun bazı özelliklerini zikreder, müminler için nice anlam ifade ettiğinin altını çizer, akabinde de kur'an'la kendi arasındaki bağlantıya değinir. misalen akif'e göre kur'an çok büyük bir mucizedir. benzerinin insan eliyle yazılmasının imkansız olduğuna can-ı gönülden inanmaktadır. kur'an'a olan saygısı ve onun emirlerini uygulama arzusu akif'in en sürekli hissidir. zira kur'an'ı dünyada dost ve fikirdaş bellemiştir, ahirette ise dostunun, onun yardımına koşacağına inanmıştır. şiirin son bölümü ise diğer bölümlere nazaran daha içseldir, ilk üç bölümde daha çok tespit ve tez sunmuştur. mahmut öztürk hoca başta olmak üzere bu şiire ve akif'e dair çok güzel çalışmalar mevcut. dileyenlerin en azından bi' bakınmasını naçizane tavsiye ederim. akif hakkında perspektif kazanmak isteyenler olursa en azından şuradaki pdf'lere de göz gezdirebilirler; link tabii buradaki anlatılar %100 doğru değil, bazısı taraflı yazılmış. ancak yine de kayda değer oldukları kanaatindeyim. bu şiirle alakalı kısma nasılsa burada değineceğim, dileyenler sadece bu entryi okumakla da yetinebilirler. maksat ortaya bir kıvılcım atmak. . şiire gelince :d (sonunda!) şu girizgaha bakar mısınız; "Ey nüsha-i cânı ehl-i dinin! Ey nâsih-i şânı münkirînin!" ne demek istiyor? nüsha: reçete nüsha-i cân: hayat reçetesi yani adam daha en baştan kur'an'ın dünya hayatının rehberi oluşuna atıf yapıyor... mükemmel ya. kur'an'la alakalı bir şiir yazıp bundan daha nokta atışı bir girizgah yapılamaz bana kalırsa. en baştan en büyük hakikati haykırıyor. sonuçta şu fani dünyada kur'an'dan daha değerli neyimiz var? akif'e göre hiçbir şey... ben de bu konuda onunla hemfikirim. . devam edelim; "Ey meş'al-i hikmet-i Ilahi! Ey mecma' feyz-i bi-tenâhi! Takdir-i meziyyetinde efkâr Heyhât eder mi kudret izhâr?" ilk dizeyle beraber kur'an'ın hikmetlerin meşalesi olduğunu tespit etmeye başlıyor. hatta demeli ki açıkça lokman suresi 27. ayete atıf yapıyor; "Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsaydı, deniz de -ardından ona yedisi daha eklenmek üzere- mürekkep olsaydı yine de Allah’ın sözleri tükenmezdi; Allah azîzdir, hakîmdir." . "Sen cilvegeh-i cemâl-i Hak'sın, Âyine-i Hak desem ehaksın. Tenzil-i celil-i kibriyasın, Burhân-i celâlet-i Hudâ'sın." akif bu kısmı yazarken çok keyif almıştır eminim :d çünkü kelime dizimi çok hoş. anlam olaraksa her zaman olduğu gibi dolu dolu. günümüz türkçesiyle şöyle sadeleştirmek mümkün; "sen allah'ın cemalinin (güzelliklerinin) tezahürlerinin görülebileceği yersin. allah'ın bütün güzel isimlerinin yansıdığı bir ayna var desem, buna en çok sen layıksın. yüceler yücesi tarafından indirilmişsin. yüce allah'ın kuvvetinin delilisin." . "Feyz aldı cihan senin yüzünden, Bir bârika-i kemâlsin sen. Bir bârika kim bekaya mazhar, Her lem'ası ta zaman-ı mahşer, Bir şu'le-i intifâ-masunsun, Her an bu şerefle rû-nümunsun." bu kısmın günümüz türkçesiyle izahını yapmadan evvel arka planına değinmek daha isabetli olacaktır. onun için de kur'an'ın evrenselliği ve kıyamete kadar korunacak olduğu gerçeğinin altını çizmek lazım. islamiyet ilk yayılmaya başladığı zamanlarda onun yayılmasına mani olmaya çalışanlar, çeşitli işkence, boykot ve envai çeşit zulümle müslümanları tarih sahnesinden silmek için çabalamışlardır. lakin bu çabaları kısa vadede onlara keyif verse de uzun vadede ters tepti. çünkü allah ne derse o olur; "İsterler ki Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürüversinler; ama inkârcılar hoşlanmasalar da Allah nurunu muhakkak tamamlayacak!" (saff suresi 9. ayet.) akif de bu ayete atıf yaparak üstteki kısmı yazmıştır. sade hâli ise şudur; "cihan senin yüzünden feyz aldı, bereketlendi. mükemmeliyetin bir pırıltısısın. bekaya mazhar olan (bir daha sönmeyecek olan) bir parıltı... her tayfı yeniden diriliş gününe kadar sönmeden korunmuş bir ışıksın... her an bu şerefle var olmaya devam edeceksin." . "Furkan ki zahir-i mü'minindir, Misbâh-ı münir-i mü'minindir, Şehrâh-ı hüdâ onunla meksûf, Mechûl kalır o olsa meksûf." sadeleştince şu çıkıyor; "furkan/kur'an ki müminlerin dayandıkları bir güçtür. müminlerin parlayan lambasıdır. allah'a giden yol onunla keşfedilebilir. eğer kur'an'ın ışığı kesilecek olsa bu yol meçhul kalır." . taze bir hafızın tatlı isyanıyla devam edelim; "Yâ Rab bu nasıl kitâb-ı âli? İdrâke sığışmıyor meâli." gerçekten de öyledir. ve olması gereken budur. en son, en ilahi, en doğru kitabın bir insan tarafından tamamen idrak edilmesi imkansızdır. mumyax'la zaman zaman kur'an'a dair sohbetler yapıyoruz. çoğu konuda hemfikirizdir ve çoğu zaman da şunu derken buluruz kendimizi; "bu konuyu çözmemiz için bize birkaç sene daha lazım demlenmemiz için. ama halledicez. bekleyip düşünelim..." (şiirin devamında bu konuya belki yine değinirim, yeri yine gelecek çünkü. ama bu sefer akif üzerinden anlatı yaparım.) . "Mahlûk değil kelâm-ı Haksin, Âli-i sunûf-i mâ-halâksın." mihne olaylarını teğet geçerekten halku'l-kur'an meselesine değiniyor. "sen yaratılmış değilsin, yüce allah'ın kelamısın. allah'ın yaratmış olduğu tüm varlıkların tamamından ayrı ve üstünsün." diyor, tarafını açıkça ilan ediyor. (bkz: mihne uygulaması) . durmak yok, devam; bir paragraf sonra değineceğim kısımda akif, kur'an'ın mucize oluşuna çok güzel değinmiştir. diğer ümmetlere gösterilen kritik mucizeler daha çok duyu organlarına hitap ederken, son din olan islam'ın mucizelerinin ise o an ona şahit olan insanların duyu organlarından ziyade, kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanların aklına hitap eden mucizeler oluşu akif'in atıf yaptığı şahane tespitlerden birisidir. "Furkan ki kitâb-ı Mustafa'dır, Bir mu'cize-i Hudâ-nümâdır. Olmakta ulünühâye i'len, Bin hârika her bir âyetinden." ne demek istiyor; "furkan, muhammed'e gönderilen kitaptır. yüce allah'ın varlığına işaret eden harika bir mucizedir. nazil olduğu günden bugüne binlerce hakikat ortaya çıkmaktadır. ve bu durum sonsuza kadar da böyle devam edecektir." örnek: tıp bilimi cenin oluşumunu geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısından sonra anca keşfetti. kur'an ise cenin oluşumunun sıralamasını doğru sırayla bize 14 asır evvel bildirmişti... bu gibi çok örnek var. akif'in yaptığı atıf da bu örneklerin varlığına ve inkar edilemezliğine yöneliktir. . yine bir arka plan gerekiyor... hz. muhammed vazifesini yapmaya başladığında mekkeliler ondan mucize görmek istediler. bunun üzerine gelen ayet ise kur'an'ın kendisinin zaten bir mucize olduğunu ortaya koymuştur; "kendilerine okunan bir kitap'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır." (ankebût 51) nitekim ısrarla inkar da etseler o dönemki arapların önde gelenleri, kur'an'ı ilk gördüklerinde onun edebi dilinden ve içeriğinden çokça etkilenmişlerdir. akif de buna çok güzel nazire ediyor şöyle diyerek; "Kur'an'ı görüp duhât-ı Urbân Hep kalmadılar mi lâl ü hayran?" sade hâline gerek yok aslında da yine de yazalım, iki satır fazla yazsak yorulmayız; "arapların en dahileri kur'an'ı gördüklerinde ona hayran hayran bakıp, onun güzelliği karşısında suskun suskun kalmadılar mı?" aç parantez: hz. ömer'in müslüman oluşu başlı başına bir kanıttır bu hususta. adam dönemin en yiğitlerinden, celali haddinden fazla. öldürmek için gittiği muhammed peygamberin getirdiği dine iman edip o andan itibaren ömrünü ona adıyor... bakın bunu peygamberin güzelliğine ve o sırada okuduğu kur'an'ın ahenginin hoşluğuna değinmeden izah edemezsiniz... . "Furkan ki zahir-i mü'minindir, Misbâh-ı münir-i mü'minindir, Şehrâh-ı hüdâ onunla meksûf, Mechûl kalır o olsa meksûf." sadeleştince şu çıkıyor; "furkan/kur'an ki müminlerin dayandıkları bir güçtür. müminlerin parlayan lambasıdır. allah'a giden yol onunla keşfedilebilir. eğer kur'an'ın ışığı kesilecek olsa bu yol meçhul kalır." . geldik arka plan izahına en çok muhtaç olduğumuz 8'li kısma... sanırım bu kısmı bizzat kur'an'dan yararlanarak aktarsam daha doğru olacak. bazı müşriklerin inadı kur'an'a kapılmalarına engel oldu... kur'an'ın büyülü, peygamberin ise büyücü/edebiyatçı olduğu iftirasını attılar. kur'an ise bunu tabii ki reddetti. "Biz ona şiir öğretmedik; zaten ona yaraşmazdı da. Ona vahyedilen, ancak bir öğüt ve apaçık Kur'an'dır." (yasin 69) akabidinde ise kur'an o iftiracılara meydan okudu. tehaddi ayetleri meselesi... kur'an müşrikleri kendi iddiasından vurdu. madem öyle, madem bu kitap insan eliyle yazılabilir, dönemin en iyi edebiyatçılarını bir araya toplayın da yazın bakalım yazabiliyor musunuz kur'an'ın yakınından geçebilecek bir kitap? kur'an bu iddiasını üç aşamaya yaydı; - ilk aşamada müşriklerden kur'an’ın tamamına benzer bir kitap getirmeleri talep edildi. "De ki: Bu iddianızda tutarlı iseniz, (bana ve Musa'ya inen) bu iki kitaptan daha doğru, daha muteber olup, Allah tarafından gelmiş olan başka bir kitap gösterin, ona tabi olayım!" (Kasas, 28/49) "De ki: Yemin ederim! Eğer insanlar ve cinler, bu Kur'ân'ın benzerini yapmak için bir araya toplansalar, hatta birbirlerine destek olup güçlerini birleştirseler bile, yine de onun gibi bir Kitap meydana getiremezler." (İsra, 17/88) "...İddialarında tutarlı iseler Kur'an gibi bir söz getirsinler bakalım!" (Tur, 52/34) *** lakin tabii ki müşrikle kur'an'ın benzeri bir kitap getirmekten acizdiler. kur'an ise durmadı, devam etti. ikinci aşamada iddia müşriklerin lehine kolaylaştırıldı. kur'an'a benzer bir koca kitap değil, sadece on adet sure getirmeleri talep edildi. "Yoksa 'Kur'an'ı kendisi uydurmuş.' mu diyorlar. De ki: 'İddianızda tutarlı iseniz, haydi onunkine benzer on sure getirin, isterse kendi uydurmanız olsun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz herkesi de yardımınıza çağırın!'" (Hud, 11/13) *** müşrikler yine aciz kaldı... kur'an ise yine durmadı, son kez işleri onlar adına daha da kolaylaştırarak bu sefer onlardan on adet sure değil, sadece bir adet sure ortaya koymaları istendi. “bu kur'an'ın Allah tarafından gelmeyip başkası tarafından uydurulmuş olması asla mümkün değildir. Lakin o, daha önce indirilen kitapları tasdik eder ve farzedilen hüküm ve hakikatleri açıklar. Onda şüphe edilecek hiçbir taraf yoktur. Alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiştir. Yoksa 'Onu kendisi uydurmuş.' mu diyorlar? De ki: 'Öyleyse, iddianızda tutarlı iseniz haydi onunkine benzer bir sure ortaya koyun ve Allah'tan başka çağırabileceğiniz kim varsa hepsini de yardımınıza çağırın.'” (Yunus, 10/37-38) fakat üçüncü aşamada da inkarcılardan bir etkileşim gelmeyince kur'an bu sefer şöyle buyurdu; "Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur'an'ın Allah’ın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi ona benzer bir sure (söz) meydana getirin ve Allah’tan başka tüm şahitlerinizi (güvendiklerinizi, yardımcılarınızı) çağırın; eğer iddianızda sadıksanız!” (Bakara, 2/23) özetle, kur'an kendisine karşı gelenleri gayet akılcı bir yolla çok güzel alt etmiştir. bir sure bile yazamadılar... oysa kendi iddialarına göre muhammed peygamber bir başına nice sureler yazıyordu :d kur'an'ın taklit edilemezliği demişken, taklit etmeyi deneyecek olursa daha iyi bir kitap üretmesi için yerine getirmesi gereken birkaç kriter; çıta biraz yüksek mi ne... akif'e geri dönelim, o ise kur'an'ın bu meydan okuyuşunu şöyle yineler; "Ulviyyetin eyleyenler inkâr, Bir mislini eylesinler izhâr. Elhak o kitâb-ı bî-nazîre, Meydâne getirmeden nazîre, Âciz bu cihâniyân âciz, Kim muktedir, ins ü cân âciz? Mâdâm ki iktidâr yoktur, Tanzîre de ictisâr yoktur." serbest çağrışım: "(Ey Peygamber!) Onlara de ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur'an'ın bir benzerini meydana getirmek/ortaya koymak üzere bir araya gelseler ve birbirlerine destek olsalar da yine bir benzerini meydana getiremezler/ ortaya koyamazlar.” - isra suresi 88. ayet üstteki pasajın sade hâli; "kur'an'ın her yönüyle üstünlüğünü inkar edenler, buyursunlar bir mislini ortaya koysunlar. gerçek şu ki o eşsiz kitabın bir benzerini meydana getirmede beşer çaresizdir. ne insanlar, ne de cinler onun gibi bir örnek ortaya koymada kelimenin tam anlamıyla acizlerdir. mademki kur'an'a nazire getirme hususunda beşeriyet muktedir değildir, doğal olarak buna cesaret edecek kimse de olamayacaktır." . bu konu için "arapların bir benzerini getirmekten aciz kaldıkları kur'an, gerek lafızları ve harfleriyle, gerekse cümle yapısı ve üslubuyla arapçaydı. ancak harflerinin uyumu, cümlelerinin güzelliği, üslubunun tatlılığı, ayetlerindeki ses uyumu, anlatım tarzında muktezayı hâle uygunluğu ve benzeri hususlarda beşerin bir benzerini getiremeyeceği üstünlükteydi." denilmesi bu yüzdendir. aklen ve ahlaken kur'an'ın yayılmasına mani olamayanlar, ilk fırsatta kaba kuvvete koşup islam'a karşı kılıç kuşandılar. akif ise bu duruma şöyle değiniyor; "Ahmed ki nebiyy-i bî-gümandır, Kur'an ile feyz-yâb-ı şandır. Fe'tu... diyerek Resûl-i Ekrem, Eylerdi muannidini mülzem. Fe'tû... denilince ehl-i inkâr, Kaabil mi ki eylesinler isrâr. Da'vâya mahal kalır mı artık? Gavga ve cedel kalır mı artık?" sade hâli; "ahmed'in peygamber oluşu her türlü şüpheden uzaktır. şanının yüksekliği bizzat kur'an tarafından dile getirilmiştir. hz. muhammed de 'haydi, davanıza sadık iseniz kur'an'ın bir benzerini getirsenize.' derdi, inkarcıları sustururdu. inkar ehlinin buna karşılık vermesi mümkün müdür? kavga ve söz dalaşı ile bu tartışmayı sürdürmeye hiç imkanları kalır mı?" kalmaz... kalmadı da zaten. öfke ile kalkıp azınlıktaki bir topluluğa savaş açtılar mevcut çoğunluk oluşlarına güvenerek. sürecin sonunda ise mağlup oldular. akabinde muhammed peygamber mekke'yi fethetti. ancak fetih sırasında ve sonrasında, daha düne kadar ona etmedik eziyet bırakmayan o insanların hiçbirine en ufak zarar vermedi, verdirmedi. bu da peygamberimizin davasının ne kadar hakiki, kendisinin ise ne kadar samimi olduğunun delilidir. çünkü onun yerinde kim olsa bir parça bile olsa; intikam, hırs, kin... herhangi bir şeytana özgü defo işte. sergilerdi. kimse de şaşırmazdı. adamın çok sevdiği amcasını şehit eden, sonra da kesip iç organlarını parçalayan vahşi gelip müslüman oluyor. adam onu meclisine kabul buyuruyor. nasıl bir üstün ahlak bu? böyle şeyler düşününce başta kendi adıma, sonra da gördüğüm tüm insanlar adına utanıyorum. kutlu davası olmayan, olsa da ona layık davranmayan bir yığın ahmak... şunun şurasında maksimum 50 yıl daha yaşayıp geberip gidicez, hâlâ en çok şeytana kulak asıyoruz. her neyse, şiirden koptuk gibi oldu. son kısma geldik zaten, bitirelim de ben bu kısımları bir başıma biraz düşüneyim hdasjkdhfasgkjdh . son kısım; "Ey zîver-i dest-i ihtirâmım! Âlemde muhassal-ül merâmım, Pîrâye-i hâfizam sen oldun, Sermaye-i hâfızam sen oldun. Sensin hele ey kitâb-ı a'zem Hâşâ buna hiç tereddüd etmem, Dünyada refik ü hemzebânım, Ukbâda mu'în ü müste'ânım." bu kısmın yarısına üstte değinmiştik zaten. akif burada daha içsel, daha kendinden şeyler sunuyor. hafızlığı, kur'an'ı en büyük sermayesi görmesi vs. yine de tekrardan değinmeden olmaz tabii. şöyle izah edebiliriz bu kısmı; "ey elimi süsleyen, ona değer katan! bu dünyadaki rüyalarımı, hayallerimi gerçekleştiren! hafızamdaki şeylerin en değerlisi hep sen oldun. hatta hafızamın sahip olduğu bütün varlığı yine sen oldun. ey en büyük kitap, haşa zerrece tereddüt etmem ki, sen dünyada benim yol arkadaşım ve aynı dili konuştuğumsun, hem de ahirette bana yardım edecek olansın." insanın dünyada aynı dili konuştuğunu bulması ne güzel şey... velhasıl; hıfzını ve bu şiiri henüz 21 yaşında tamamlamış bir genç adamın, bu kadar büyük atıflar içeren ve bir o kadar edebi derinliği olan bu eseri yazması nerden bakarsak bakalım çok etkileyicidir. fakat akif'in potansiyeline ve sonradan yazdıklarına bakınca, bu şiirdeki toyluğu daha iyi anlıyoruz :d çünkü burada işlenen konuların kurgusal olarak dağınık ve seyir bakımından da dengeli değil. bazı derin meseleye iki mısra ile değinirken, bazı -daha- hafif meseleye daha fazla değindiği olmuş mesela. sonradan göreceğimiz akif'te bu tarz acemlikler yok. bunu şu yüzden belirtiyorum, akif süreç dahilinde kalemini çok ama çok başarılı bir şekilde bilemiştir. o yüzden bu paragrafta acemi akif'i usta akif'le mukayese edip yerdiğim sanılmasın, aksine güzel bir şeyden söz ediyorum. bu şiirin diğer bir önemi de şudur; adamın islam davasında ne kadar samimi olduğunu görüyoruz... çünkü bu adam hayatının tamamını kur'an'la hemhal olarak geçiriyor. laf değil, icraat adamı kur'an söz konusu olunca. en azılı düşmanı dahil kimse akif'in kur'an'a sonradan ya da çeşitli emeller için sarıldığını iddia edemez. bu entryi de öncekinde olduğu gibi arif nihat asya'nın akif için dedikleriyle sonlandırayım. "şiirin bizi yazmıştı hayatında senin. millet, baba kaybetti vefatında senin. hâlâ okuruz ağlayarak kendimizi, ey ölmemiş akif, safahat'ında senin." . not: iyi ki vardın, iyi ki varsın, iyi ki olmaya devam edeceksin... vesselam.
    ... diğer entiriler ...