bugün
yenile

    hayatın anlamı

    0
    +
    -entiri.verilen_downvote
    "Her insan özellikle kendisini bekleyen üç temel ödevin üstesinden gelmek durumundadır. Söz konusu ödevler onun için gerçeği oluşturur. İnsanın karşısına çıkan bütün sorular bu ödevler doğrultusundadır. İnsan her Allah'ın günü kendisine kafa tutup meydan okuyan bu sorulara çözüm arayıp bulmak zorundadır sürekli. Bulduğu çözümler de yaşamın anlamından ne anladığını ortaya koyar. Üç temel ödevden birincisi, bizim başka bir yerde değil de dünya denilen bu zavallı gezegenin kabuğunda yaşamamızdan kaynaklanır. Bizler, yaşadığımız bu yerin bize buyur ettiği sınırlamalar ve olanaklar çerçevesinde kendimizi bedensel ve ruhsal bakımdan geliştirmek durumundayız. Bu öyle bir ödevdir ki içimizden her birine meydan okur; hiç kimse bu ödevin elinden kurtaramaz yakasını. Ne yaparsak yapalım, yaptıklarımız insan yaşamının değişik koşullarına verilmiş bir yanıt niteliğini taşır, bizim neyi gerekli, uygun, olanaklı ve arzu edilmeye değer bulduğumuzu açığa vurur. Her yanıt, bizim insanlık ailesinin bir üyesi ve insanların da bu yeryüzünde yaşayan varlıklar olduğu gerçeğini dikkate almak zorundadır. Ayrıca insan vücudunun güçsüzlüğünü ve durumumuzdaki güvenilmezliği düşündük mü, kendi yaşamımız ve insanlığın hayrı için yanıtlarımızı ve çözüm önerilerimizi sağlam bir zemine oturtmamız, bunların ileriyi görecek kapsamlı yanıtlar ve öneriler olmasına dikkat etmemiz gerektiğini anlarız. Şimdi temel ödevlerin ikincisine geliyoruz. Biz, insan soyundan gelmiş tek kişiler değiliz. Dört bir yanımızda başka insanlar vardır ve bizler bu insanların oluşturduğu topluluk içinde yaşarız. Güçsüzlüğü ve varlığındaki sınırlamalar, insanın saptadığı hedeflere tek başına erişmesini olanaksız kılar. Yalnız başına yaşayacak ve kendisini bekleyen ödevlerin tek başına üstesinden gelmeye çalışacak bir insan mahvolup gider sonunda; böyle biri, insanlığın varlığını sürdürmesini sağlayamayacağı gibi, kendi yaşamını bile ayakta tutamaz. İnsan kendisindeki güçsüzlükler, yetersizlikler ve sınırlamalardan ötürü her zaman başkalarına bağımlı durumdadır. Gerek kendi kişisel esenliği, gerek insanlığın mutluluğu için başta gelen etken toplumdur. Dolayısıyla, yaşam sorunlarının çözümü bu bağımlılığı dikkate almak, bizim bir toplum içinde yaşadığımız ve tek başımıza yok olup gideceğimiz gerçeğini göz önünde tutmak zorundadır. Bir üçüncü ödev bizi birbirimize bağlar yine. İnsanlar iki ayrı cinsiyet olarak yaşar. Bireyin ve toplumun varlığının sürdürülebilmesi için bu gerçeğin göz önünde tutulması koşuldur. Sevgi ve evlilik sorunu bu üçüncü ödev kapsamına girer. Hiçbir erkek, hiçbir kadın bu ödevden kaçınamaz. Söz konusu ödev karşısında kaldıkları zaman sergileyecekleri davranış, ele geçirdikleri çözümü açığa vurur. Bireysel psikolojinin bildiği hiçbir yaşam sorunu yoktur ki iş güç, toplumsallık ve cinsellikten oluşan bu üç temel sorundan birine indirgenmesin. Özellikle bu üç ödev karşısındaki tavır ve tutumuyla, içimizden her biri, yaşamın anlamına ilişkin en içtenlikli inancını bütün açıklığıyla dile getirir. Sözgelimi karşımızda bir insan vardır, cinsel yaşamı kendisine doyum sağlamaz, mesleğinde çaba harcamaz pek, zevk aldığı fazla bir şey yoktur, insanlarla bir araya gelmek sıkıntı verir kendisine. Yaşamındaki sınırlama ve kısıtlamalardan, böyle bir kişinin, yaşamak denilen şeyin pek az olumlu fırsatı ve pek çok başarısızlığı içeren çetin ve riskli bir iş olduğu duygusunu ruhunda barındırdığı sonucunu çıkarabiliriz. Söz konusu kişinin sınırlı etkinlik alanının başına şu veciz sözleri koyabilirdik. "Yaşamak demek, kendimi incinmelerden esirgemek, kendi kabuğuma çekilmek, sağ salim işin içinden sıyrılmaktır." Şimdi diyelim ki bir başka insan bulunmaktadır karşımızda, cinsellik yaşamı çok yönlü bir toplumsallığı içermekte, iş yaşamında yararlı çalışmaların üstesinden gelmektedir, zevk aldığı pek çok şey vardır, insanlarla kapsamlı, geniş ve verimli ilişkileri sürdürmektedir. Bu durumda çıkaracağımız sonuç, böyle bir kişinin, yaşamı asla kesin yenilgileri değil, pek çok olumlu fırsatı kendisine buyur eden yaratıcı bir ödev gibi duyumsadığı olacaktır. Yaşamsal ödevlerin üstesinden gelmedeki cesareti şu sözlerle özetlenebilirdi söz konusu kişinin: "Yaşam demek, insanlara ilgi göstermek, bütünün bir parçası olmak, elden geldiğince insanlığın esenliğine katkıda bulunmaktır." Yaşamın anlamına ilişkin görüşlerin yetersizliğini ya da doğruluğunu belirlemede başvurulacak genel ölçüt, böylece karşımıza çıkıyor. Hayatta dikiş tutturamamış kişilerin hepsi -nevrozlular, psikozlular, suç işleyenler, canlarına kıyanlar, sapıklar ve hayat kadınları- toplumsallık duygusundan yoksun kimseler, toplumsal yaşamda pay sahibi olamayan kişilerdir. Çalışma yaşamının, dostluğun ve cinsel yaşamın karşılarına çıkardığı ödevlere, bunların toplumsal çabalarla çözülebileceğine inanmaksızın el atarlar. Yaşama verdikleri anlam kişisel nitelik taşır: Amaçlarına eriştiklerinde bundan yararlanacak olan yalnızca kendileridir, tüm ilgileri kendilerine yöneliktir. Başarı yolunda çaba harcamalarının amacı, kişisel bir üstünlük ele geçirmekten başka bir şey değildir, kazanacakları zaferler yalnızca kendileri için bir anlam taşır. Yaşama verilen kişisel anlam, gerçek bir anlam sayılmaz asla. Bir anlamdan söz açılabilmesi için, onun başka insanlarla ilişki çerçevesinde oluşması gerekir. Yalnızca bir tek kişi için anlam taşıyan bir sözcük, gerçekte anlamsızdır. Amaçlarımız ve eylemlerimizde de durum böyledir: Bunlardaki biricik anlam, başkaları için taşıdıkları anlamdır. Her insan önemli biri sayılmak için uğraşır; ama bizim bütün önemimizin başkaları için yaptığımız yararlı işlerden oluştuğunu görmemek yanılgıdan başka bir şey değildir." Alfred Adler - Yaşamın Anlam ve Amacı (1931)
    ... diğer entiriler ...