bugün
yenile

    asosyal itiraf

    13
    +
    -entiri.verilen_downvote
    Felaket sıkıldım artık. Sadece kendimden değil her şeyden sıkıldım. Eğer gündemde olan şeylerle çok ilgileniyorsam bu iyiye işaret değildir. Her şeyden ve herkesten sıkılmış vitesi boşa almışım demektir. Kendimde bunu hissediyorum. Hem olduğum halden, hem olacağım halden, hem etrafımdaki insanlardan, hem de içine düştüğüm hemen her durumdan çok sıkıldım. Lütfen bu entryi okumadan pas geçin. Rica ediyorum. Peki öyleyse neden buraya yazıyorsun sayın amına koduğum malı derseniz eğer canınız sağ olsun biz bunları yer yer entrlerimizde anlattık. Hadi görüşürüz. Kendine iyi bak. Kendimi sürekli bir oyunda hissediyorum. Bölüm sonu canavarına gelsem de bitse diye diye kaçıyorum bütün engellerden, bazen aşıyorum, bazen aşamıyorum, bazen düşüyorum, bazen yoruluyorum, bazen bir kutunun altında hiç beklenmedik bir anda sağlık kiti buluyor bi nebze rahatlıyorum ama her ne olursa olsun bu siktiğimin düzeninde ciğerlerime dolu dolu havayı çekemiyorum. Öyle bir hayat. Üstelik baya sıkıcı bir oyun. Kafa dağıtıyorum, kafamı dağıtıyorum, ruhum parçalanıyor, yeri geliyor tamir ediyorum. Mutlu olamama meselesini çözdüm artık mutlu olmakla ilgili takıntılarım yok. Mutlu olmayı beklemiyorum. Aşık olmak mesela, en son ne zaman bunu istediğimi hatırlamıyorum. Kaç senedir öyle eften püften abuk subuk ilişkilerim, münasebetlerim oldu ki hatırladıkça yüzüm kızarıyor. Yakın arkadaşlarım meraktan soruyorlar bazen bu kız kim, ciddi bir şey mi diye; "ben ne bileyim amk" diyesim geliyor diyemiyorum yok be olum vakit öldürüyorum falan diyorum. Halbuki öyle bile değil. Sen kimsin diye hep kendime sordum bir gün yanımdakilere de soracağım çünkü bilmiyorum. Aşık olmak güzel bir şey. Ama aşık olabilecek kadar stabilize edilmiş mental ve fiziksel dinginliğe ulaşmak aşık olmanın kendisinden bile daha güzel. Bu yok bende. Bir insanla yarın yokmuşcasına yaşamak özlediğim bir erdem. Allah sonumuzu hayretsin kendimde bu potansiyeli artık bulamıyorum. Sokağa çıkmak istiyorum ama sokaklarda bile özgürleştiremiyorum hiçbir şeyi. Kendimi de yanımda götürdüğüm her yer her geçen gün biraz daha acı veriyor bana. Bugün mesela bir arkadaşımın babasının öldüğünü öğrendim. Haberi veren arkadaşım inanılmaz üzgündü. Kendimi doğru tepkiyi kafamın içinde ararken buldum. Bu ne demektir? Ölüm gibi net, berrak bir durum karşısında bile aciz kalıyorum. Reaksiyon verirken acaba doğru tepkiyi veriyorum mu diye düşünmeye başlıyorum. Babası ölen arkadaşım zayıf bir insan. Kendi içinde aşamadığı problemleri var. Ayrıca maddi yönden büyük sıkıntılarla da boğuştuklarını biliyorum. Hemen bir abisi falan var mıydı diye soruyorum. Bütün ailenin yükünü kendi üstünde hissetmesi onu daha kötü yapacak biliyorum. Abisi yokmuş. Konuşmanın sonunda kendimi şu cümlelerde buluyorum; "sen ya da ben bu durumla daha iyi baş ederdik onun için çok daha zor olacak. En çok buna üzüldüm" Lafa bak lafa. Babalarımızın ölümüyle mücadele edebileceğime inandırmışım kendimi. Kendimi ne sanıyorum acaba? Bu edepsizliğimle yüzleştim. Örtülü hislerimi gördüm kendimden bir kere daha tiksinerek kapadım telefonu. Sonra telefon geldiğinde uğraştığım şeyle uğraşmaya devam ettim. Hiçbir sekteye uğramamış gibi. Masadan kalktığımda artık kendimle olan zorum bir kat daha artmıştı. İnsanların en çok para harcadığı şeyler kendisi hakkında birtakım fikirler verir. Olumlu ve olumsuz fikirler tabii. Olumsuzları sayalım. Mesela arabaya karşı fazla hassasiyeti olan en çok bu alana para harcayan erkeklerde bağımsızlık ve iktidar sorunu vardır. Makyaja kafayı takan kızların çoğu özgüven sorunu yaşıyordur. Bütün birikimini bir ev uğruna yapan ev alma sevdalısı insanların güvensizlik sorunu vardır. Kitaplara çok para harcayan insanların kendisine karşı hala bir umudu vardır. Olduğu halden memnun olmasa da bir umudun ateşini harlıyordur. Giyime kuşama para harcayan, marka takıntılı insanlar narsisttir. Kendimi zaman zaman narsist bulurum ama bıraksalar 6 sene aynı tshirt'le hayatımı devam ettirir katiyyen gocunmam bence. Ben bir süredir en çok parayı sigaraya harcıyorum. Böyle bir şey olabilir mi ya? İnsanın kendisine zarar vermekten haz duyması inanılmaz rencide edici bir şey. Sigarayı bırakmak istiyorum. Şartlar müsait değil henüz. Hesaplaşmam bitmedi daha. Sol kanatta "en son kendin için ne yaptın" diye bir başlık var. Soru cümlesi şeklinde başlık açmayı acilen bırakmanız lazım. Sikmiyim belanızı. Soruyu üzerime alındım. En son sadece kendim için ne yaptım diye sordum kendime. Yakın döneme dair kitap yazmaya çalışıp becerememe çırpınışları dışında hiçbir şey bulamadım. Bunun dışında kendim için şunu yaptım diyebildiğim ikinci şey kendime bir bisiklet alıp tura çıkmaktı. Onun da üzerinden 1 sene geçti. Bilmem anlatabiliyor muyum. En son bir sene önce kendim için bir şey yapmışım. Onun dışında hep bir başka başka şeyler. Yazık ediyorum birçok şeye, farkındayım. Elimde değil demek istemiyorum ama bazı sapakları da geçtik sanki. Kitap demişken evet öyle salakça işlerin peşine düştüğüm doğrudur. Hepimizin konfor müptelası olduğu saçma sapan bir yaşam anlayışımız var. Böyle boktan bir dünyayı kurguluyorum ben de. Çok istersem bir blog açar orada yayınlarım diye diye kendimi motive ediyorum. Sikik güdülerimizin peşinde iz sürüyorum. Günün birinde bir kitap yazacak olsaydım ismini "sürünceme" ya da "çürüyüş" koyarım derdim hep. Adı böyle bir şey olmayacak. Ne talihsizlik. Çürüyüşün kitabını yazmak ne de hoş olurdu. İnsan çürürken bunları yapamıyor demek ki. Bir şekilde sabah mutlu ve istekli uyanmak için çabalamam gerekiyordu. Ben de bir çorap ördüm başıma. Biraz daha dört elle sarılırım bir şeylere diye düşünmüştüm. Planlar her zaman istediğin sonucu vermiyor. İnsanın kimliğinin parçalanması kötü şey. O zaman başı kesik tavuğa dönüyorsun. Başı kesilmiş bir tavuğun çırpınarak amaçsızca sağa sola koşuşturmasını hiç görmedim ben. Ama bu benzetmenin ne anlama geldiğini inşa ettiğin kimliklerin, benliğin parçalanmaya başladıkça anlıyorsun. Bu deyimin işaret ettiği şeyi bizzat deneyimliyorsun. Aha, diyorsun bu deyimle kastedilen buymuş! Trajikomik bir hadise. Kimliğin parçalanması başı kesik tavuğun haline benziyor biraz evet. Ama vücudun farklı uzuvları birkaç ata bağlanıp ters istikamette atların koşturulmasına da benziyor. Vücut bütünlüğünü korumak istiyorsun, acı çekiyorsun ama bir taraftan da fizik kanunları var. Bu bedenin 4 parçaya ayrılması kaçınılmaz gözüküyor. Çaresiz bir an. İnsan o ana düşmeden önce o durumun çaresizliğinin idrakına varmalı kendisini böyle bir pozisyona düşürmemelidir. İnsanlar ben daha çok küçükken bile fikir danışırdı. Akıl almaya kalkarlardı. Feraset sahibi olduğuma inandıranlar o geri zekalı insanlardır. İllüzyondan kurtulup öngörüsüz bir insan olduğuma inanmaya başlıyorum artık. Keşke başka bir hayat yaşasaydım diye iç geçiresim geliyor ama ben onun da içine sıçardım bunu biliyorum. Bu sebepten "keşke başka bir insan olsaydım" diye iç geçiriyorum. Çaresizliğime iblis bile katıla katıla gülüyordur. İnsanın kendi varoluşundan memnun olamıyor oluşu rabbine karşı işlediği en büyük günah olsa gerek. İntihar etmemişsem ne fayda? Bunun intihardan ne farkı var? Düştüğün durumdan değil olduğun insandan rahatsızlık duymak kadar can sıkıcı bir şey yok. Ben bunu hak ediyorum ama hak etmiş olmaktan nefret ediyorum. Bu ayrıma varınca uzay boşluğunda süzülüyorsun resmen. Çok acayip evet. Birtakım problemler var. Bazıları ailemle alakalı, bazıları özel hayatımla ilgili, bazıları benimle bazıları da düpedüz kaderin kendisiyle ilgili. Hepsiyle birden baş edemiyorum. Hiçbir sike derman da olamıyorum. Ben gerçekten çok sıkıldım. Kendimi işe yaramaz hissediyorum. 3 gündür "yaşamın bir felaket olması" diye bir başlık açıp yazıyorum da yazıyorum sonra yok bu tam anlaşılabilir bir metin olmadı deyip siliyorum. Bu sözlüğe yaşamın aslında bir afet olduğunu anlattığım 3 ayrı yazı yazdım ve hepsini sildim. Anlatabiliyor muyum? Çünkü yersiz. Yaşam bir felaketse bana ne, size ne? Yaşam sürekli bir felaketler silsilesidir. Söz konusu başlığa 3. yazma denememde İsmet Özel'den bir cümle geldi aklıma. Gittim sonuna ekledim onu: "dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır" demiş herif. Benim paragraf paragraf öfke kusa kusa anlattığım şeyi tek cümlede kesip atmış. İşi bitirmiş söylenecek söz bırakmamış. Senin şairliğini sikerim İsmet. Benim canımı sıkma deyip sildim yazdığım her şeyi. Tam olarak şöyle demiş bu arada: "Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır. Doğan bebek havanın ciğerlerine olan saldırısının verdiği acıyla haykırır. Soğuk saldırır bize, sıcak saldırır. Açlığın, hastalığın, korkunun saldırılarını savuşturma yoluyla yaşarız, hayatta kalırız. Yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir. Bir gün son nefesimizi verdiğimizde bize yapılan ilk saldırıyı tamamen püskürtmüş oluruz. Savaş bitmiştir." Herifin ifade becerisine bakar mısınız ya? Tam dayaklık. Bazılarının kendisini bu kadar iyi ifade edebiliyor olması inanılmaz kıskanılacak bir beceri. "Yaşıyor olmak savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir." Senin canını yerim İsmet. Yazıp yazıp sildiğim "yaşamın felaket olması" meselesine biraz değinmek istiyorum burada. Dünyaya gelmek her anlamda insanın başına gelmiş bir felakettir. Tdk bu kelimeyi şöyle tanımlamış: "Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, bela" Nişanyan sözlük'te de şöyle denmiş: "feleğin getirdiği afet" Yine ne güzel ifade değil mi? Ama bu bildiğin yaşamak. Yaşam bir afettir ve bundan hiçbirimiz suçlu değiliz. Artık adına yaratılış fıtratı mı dersiniz, evrimsel sürecin zorlaması mı dersiniz, genetik kodlama mı dersiniz bilmem ama canlılığın canlılığını devam ettirmesi için kullandığı çok pis araçlar var. Bu üç temel araç şöyle: Acı-arzu-ihtiyaç. Biz bu üç olgu ile hayatta kalıyoruz. Acıdan kaçarak, ihtiyaçlarımızı karşılayarak ve arzularımıza cevap vererek. İsmet Özel'in yaşıyor olmak savaşıyor olmaktır ve dünyaya gelmiş olmak saldıraya uğramaktır derken kastettiği bağlam da budur. Bütün yaşam bu 3 temel olguya karşı mücadele ile anlam kazanıyor. Mutluluk bu denklemde elbette imkansız görünüyor. Çünkü bunların sonu yok. Acı mutsuzluk getirir, acıdan kaçış mutluluk getirmez. Çünkü acıdan kaçabilen insanın yakasına ihtiyaçları sarılır. İhtiyaçlarını gideren insanın arzuları canını sıkar. Can sıkıntısından ve huzursuzluktan kaçmak neredeyse imkansızdır. Tüm bunları görmezden gelerek mümkün olabilir. Bu meseleyi en iyi çözümleyen isimlerden bir tanesi de Siddhartha Gautama'ydı. Yani Buddha. Aydınlanmış kişi. Meseleyi iyi tespit etmiş ama çözümlemede yeterince tatmin edememiştir. Buddha; acının hayatın kaçınılmaz bir gerçeği olduğunu fark etmiştir. Mutluluğun da acıyı yok etmekle değil acıyı kabul etmekle ilişkili olduğunu ileri sürmüştür. Acıların kaynağının arzu ve isteklerimiz olduğunu fark etmiştir. Ondan sonrası fasa fiso kişisel gelişim falan fistan. Acılar, ihtiyaçlar, arzular, istekler, mutsuzluklar... Bunlar hayatın kaçınılmaz parçalarıdır. Biz bunlar sayesinde ayakta kalabiliyoruz. Bunlar sayesinde ilerleyebiliyoruz. Bunlar sayesinde varlığımızı ispatlayabiliyoruz. Mutsuzluktan ötürü yerimizden kalkabiliyoruz. Bu denklemde mutluluğa bir yer yok. MUTLULUĞUN VARLIĞI HİÇBİR İŞE YARAMIYOR. Mutluluğun yokluğu asıl bize değer katan şeyler. Eğer ortada bir mutluluk varsa mutluluğun "iyiliği" geri kalan tüm iyiliklere baskın kalıyor ve sadece onun iyiliğiyle doyuyoruz. Bu sebepten dünyadaki bütün ideolojiler, dinler, öğretiler, felsefeler mutluluğa değil mutsuzluğa endekslidir. Dahası ona muhtaçtır. Mutlu insana hiçbir şey öğretemez, hiçbir şey yaptıramaz, hiçbir şeyini değiştirtemezsiniz. Hakiki mutlulukla karnını doyuran insana hiçbir şeyi kusturtamazsınız. Bakın arkadaşlar, efendiler, eski ve yeni tanrılar, romalılar, lejyonerler ve misyonerler! Bu yaşam dediğiniz şeyin adı FELAKETTİR. Bu yazıya çok sıkıldım diye başladım. Çünkü gerçekten sıkıldım. Bu şartlar altında kendimi bir sirk hayvanından fazlasıymış gibi hissedemiyorum. Koşmasına koşayım eyvallah ama nereye? Böyle bir düzende -yaşamın biyolojik ve psikolojik zorunlu düzenini kastediyorum- nereye ve niçin koşayım? Başı kesilmiş tavuğun çırpınışlarını anlamıyorsunuz. Onun koşması acısına son veren celladını bulmak adınadır. Onun için en hayırlı son budur. Varıp varağı son nokta orasıdır. İçsel çelişkilerimin ortaya çıkardığı hezeyanların bugünlük sonuna geldik. Bir başka arınma ayinimizde tekrar görüşmek üzere. Hepinizi seviyorum ama hepinizden çok sıkıldım. Sağlıcakla kalın!
    0artık eminim, hekırsın sen. en büyük hobin de dosyalarımı ele geçirmek.. aq nasıl oluyor bu? şu yazınla %80 oranında benzerlik taşıyan karalamalarım var. buna en çok benzeyenini "waldo sen neden burada değilsin" başlığını açtığım gün yazmışım hatta. ben de az söverek sevmedim özel'i. - louis froziel 11.07.2020 05:34:02 |#3827722
    0anlaşılan o ki önümüze çıkan bütün yollar epey bir zamandır bizim için "yürünebilir" olmuş, imdat amk. - louis froziel 11.07.2020 05:37:06 |#3827723
    0:) İlk yorumu görünce kitabın başlığına gittim. Entryni artılamışım. Oradan bir cümleyi kopyalayıp geldim ki ikinci yorumu girmişsin. Kopyaladığım cümle şuydu: insan için önüne çıkan bütün yollar "yürünebilir" yollar ise, o insan artık kaybolmuştur. Eyvallah Luis ne diyim. kasjdklasd - devriksekiz 11.07.2020 05:41:03 |#3827724
    butun yorumlari goster (5)
    ... diğer entiriler ...