bugün
yenile

    aileyle yaşamak

    8
    +
    -entiri.verilen_downvote
    insanı gerçekten garip hissettiren bir ruh hali/eylem. fon müziğimiz şu olsun. ailemin yanından ilk ayrıldığımda 17 yaşındaydım. üniversite için başka bir şehir gidip orada varlığıma devam edecektim. hiç unutmam, sınav öncesi nasıl tercih yaptığımı. elime türkiye haritasını alıp turistik şehirleri tek tek işaretledim. büyük şehirlerden uzak durdum açıkçası. yalnız, sınav sonucu bir açıklandı, apışıp kaldım. denizli gelmişti. otobüs yolculuğuyla denizli'ye varıp kayıt işlemlerimi hallettikten sonra babamla geri döndüm ankara'ya. ankara'ya döndüğümüz gece babamla annemin konuşmasına tanık olmuştum. annem diyor ki, "iyi oldu oğlan için." babam da "he ya" diyordu. "iyi oldu. tabii..." araya sessizlik giriyor burada. sonra babam iç çekip ekliyor; "oğlanı elimizle cehenneme koyduk, geldik." ben o vakitler babamın algıladığı gibi algılıyorum bu cehennemi. üniversitedeki özgürlük ve özgürlüğün bilinçsiz, toy bir kişide yaratacağı serkeşlik. oysa sonradan belli oluyor işin rengi. okula gittiğim ilk gün hatta. hiçbir şekilde içime sinmeyen bir kampüs ve asla bitmeyeceğini hissettiğim okul. o yaz tatilinde gittim sadece ailemin yanına. onun dışında bir daha da gitmedim. yaz okuluna kaldım dediğimde annem seviniyordu, "bakın benim oğlum ne çalışkan, yazın bile okuyor" diye. komşular da yaz okulu muhabbetini bilmediğinden kimse uyandırmıyordu. abimle aynı dönem üniversite okuyoruz ama. o da başka bir şehirde beden eğitimi öğretmenliği okuyor. o da uyandırmıyor ama annemleri. gençliğimi yaşayayım ya da gerçekten özgür olayım diye. bilmiyorum açıkçası, nedeninin ne olduğunu. sonra döndüm ailemin yanına. ilk etapta türk dizilerinden beter bir trajedi yaşandı salonun ortasında. orayı geç, sonrası daha önemli. ilk hafta kahvaltım hazırlanıyor, babam harçlığımı bırakıp gidiyor, annemse her gün elbiselerimi yıkayıp evden adımımı dışarı atsam "aman oğlum dikkat et" deyip beni uyarıyor. ki o zamanlar okulum bitmemiş daha. alttan 2-3 dersim var. bilerek uzatıyorum ama. bitirdiğim an kulağımdan tutup götürecekler askere. eee, ne de olsa her türk asker doğar! neyse işte, kahvaltım her sabah hazır, harçlığım cebimde.. ama öyle bir yorulmuşum ki o koca 6-7 yıl boyunca. bana müthiş geliyor bu durum. annemle beraber oturup mahmut tuncer şov izliyorum. ezo gelin dizisinde burnumu çekip hüzünleniyorum. bir gün bir baktım kendime, ciddi ciddi annemin yaptığı her şeyi yapıyorum. babamla kolkola uzun yürüyüşlere gidiyorum. o yürüyüşlerde, 33 yaşında vefat eden amcamın oğluyla ilgili konuşuyoruz. muhabbetimizin tek konusu o. mezarlığa varıyor her yürüyüşümüz. babama hissettirmesem de ölümü ciddiye alıyorum o zamanlar. babam da beni kırmayıp hep anlatıyor. bir gün o güzel adamın çocukluğundan bahsetmesini istiyorum, bir gün aralarında geçmiş olabilecek her hangi özel bir şeyden. anlatıyor babam. hiç sıkılmadan. bir gün," biliyo musun, rüyamda gördüm erdal abini" diyor. heyecanlanıyorum. ve hemen soruyorum: "nasıl gördün? anlatsana baba." o da kırmıyor beni. " ölümünden bi kaç ay sonraydı sanırım. bi akşam uyumadan önce, allahım erdal'ımı bana göster dedim. işte o gece gördüm. tüm ölülerin toplandığı bi yerdeyiz. dediler ki birazdan bir konuşmacı gelip nasıl insan olunur diye bi konuşma yapacak. zaman geçti, bi baktım bizim erdal geldi. çıktı kürsüye. sadece millete bakıp gülümsedi. sonra çekti gitti." mutlu mu olmalıyım? ya da mutsuz? hiçbir fikrim yok. ki o yaşıma kadar bir kere konuşma şansım olmuş o güzel adamla. ancak öyle bir özlem ki içimdeki. o günün akşamında ben de dua ediyorum allah'a. "allahım" diyorum. "lütfen erdal abimi bana da göster." ve görüyorum, bir alışveriş merkezinde bir şeyler alıyoruz. tam alışveriş merkezinden çıktığımızda "ben gidiyorum, hadi eyvallah" diyor. "abi" diyorum, "ben de gelmek istiyorum." "yok" diyor, "sen kal. benim tek dönmem lazım. gideceğim yer sana göre değil." ertesi gün rüyamı babama anlattığımda babam, "ömrün uzamış" diyor. "iyi" diyorum, "uzasın uzayacağı kadar. nereye kadar uzayacaksa artık." o ara annem kalkıp salonun penceresini kapatıyor. ki annemin boş zamanlarda en çok yaptığı şey bu. eve geri dönüşümün nereden baksan en aşağı birinci ayı olmuş, annem günde 100 defa benim açtığım pencereleri kapatıyor. bahanesi de "soğuk alıp hastalanmayayım." iyi de yazın ortasındayız. annem-babam pencereleri kapatıyor, içeride boncuk boncuk terliyoruz. bir gün yine bunlar pencereleri kapadığında sırf ipneliğine kalkıp bir ayağımı pencereden sarkıtıyorum: " bi daha bu pencereler kapanmayacak. yoksa atlarım." annem çığlığı basıp babam koşa koşa yanıma geliyor. aşağı iniyorum pencereden. sonra hiç kapanmadı pencereler. hatta diğer kapalı olanlar da açıldı. ben de bir akşam üstü maçtan gelmiştim. soğuk kapıp hasta oldum. yazın ortasında nezle. tepemizde güneş, cayır cayır yakıyor her yeri. ben evde battaniyeye sarılmış, donuyorum. atlattık bu lüzumsuz hastalığı da. sonra br sabah babam gelip "kalk abdest al" dedi. "hayrola" dedim. "hayrolası mı var eşşeğinçocuu" dedi. "bugün cuma. alnın secde görsün bi." kalktım babamla abdest alıp koyuldum yola. yola koyulduk, götürdü camiye. vardık camiye. ön koltuklardan yer kaptık. her gelen yaşlı beni omzumdan geriye ite ite en son bi baktım caminin dışına çıkıp en arka safta yer tutuyorum. yer tutuyorum da o vakitler yine saçım-başım uzun. hafif kirli sakal. mahallede kesik attığımız tüm güzel kızlar beni cuma namazında en arka safta dizleri kırmış, bağdaş yaparken görüyor. işte o vakitten sonra her şey boş. istersen vendetta'dan beter devrim yap, etkileyemen o kızları. babamın yüzünden gitti façamız. namazımızı kıldık. geri döndük. ben baktım bana karşı planlar başladı, annemin kız arayışları, babamınsa iş. bir sabah kaçtım evden. şaka şaka, kaçmadım. bir sabah kahvaltısında "gitmeliyim" dedim. bir anda yutkunmalar durdu. her ikisinin gözleri gözlerimde. bir daha dönmeyeceğimi sanıyorlar sanırım. ki 6-7 yıl sonra geri dönmüşüm. "geleceğim" dedim. "söz. ama ne zaman geleceğimi bilmiyorum. hem daha vermem gereken bir kaç ders var. iş yerimi de öylece bırakıp geldim. para kazanmam lazım." "senin para kazanmanı isteyen kim sıpa" dedi babam. annem de geç kalmadı. "gitme be oğlum. bizim emekli maaşlarımız yeter." boğazım düğümlendi. hayatımda kendimi hiç o zamanki kadar çaresiz hissetmemiştim. geri çekildim sofradan. dışarı çıktım. o uzun yürüyüşlerde babamla yaptığımız gibi yola koyuldum. ve mezarlığa gittim. erdal abimin mezarının başucunda dikildim. öyle canım yanıyordu ki, o an o mezar açılsaydı da keşke uzansaydım yanına. sırtımı göğsüne dayasaydım abimin. kalsaydım öylece yanında. çıkmasaydım sonsuza kadar oradan. bir anda içim ürperdi. yaklaşık 3-4 yıldır o insanın o mezarda durduğunu anımsadım. korktum. gerçek bir korku. koşa koşa şehre gelip hemen biletimi kestim. ertesi gün anneme ve babama sarıldığımda annemin gözyaşlarını görüyordum da babamınkiler her zaman olduğu gibi yine içine akıyordu.
    0yanlarında mısın yoksa hala şehir dışında mı ? - hasbelkader 07.03.2016 04:43:42 |#3309526
    0ayrıyız. - madridli bela 07.03.2016 04:47:52 |#2933550
    ... diğer entiriler ...