bugün
yenile

    korona günlükleri

    4
    +
    -entiri.verilen_downvote
    Korona günlükleri - II [Korona günlerinde neler düşündüğümüz, nelerle uğraştığımız ve bizleri nelerin beklediğiyle alakalı yazı dizisinin ikincisidir.] 1. Bölüm Neleri düşünüyorum? Korona günlerinde ayakta kalmak hayatta kalmak kadar zor olmaya başlıyor. Bugün dışarı çıktım. Maske takmak zorunlu hale getirilmiş ve benim bundan haberim yoktu. Bu gibi simgesel şeyler zihinlerde çok daha güçlü imgelere dönüşüyor. Birkaç gün öncesinden daha gergin bir ortam vardı dışarıda. Marketlere maskem olmadığı gerekçesiyle alınmadım. açıkçası en ufak bir ısrarda tatsızlık çıkacağını fazlasıyla hissettim. ikisinden de gülerek çıktım. Garip bir duyguydu. Havanın da çok güzel olması sebebiyle biraz yürümek istedim. Dışarıda hiç olmadığı kadar çok polis vardı. Polisler de sokakta olmak zorunda olan herkes de olağan bir panik havasında devam ediyordu hayatlarına. Caddeye bakan camlarda, balkonlarda dışarıyı seyreden insanlar vardı. En çok yaşlılar çekti dikkatimi. hikaye gittikçe post apokaliptik bir senaryoya evrilecekmiş gibi bir hava var dışarılarda. 2008 yılından beridir sosyal medya araçlarını aktif olarak kullanıyorum galiba. Hayatımda ilk defa sosyal medyadaki atmosferle sokaktaki atmosferin bu kadar yakınsadığını ve ortak bir sese dönüştüğünü görüyorum. 12 yılda Türkiye özelinde onlarca toplumsal olay oldu. Bazıları ülke çapını da aşan büyük kırılmalardı. Ama hiçbirinde sokağın havasıyla sanal dünyanın havası bu kadar benzer ve ortak kaygıları yaşamıyordu. Korona günlerinin sonraki günlere bırakacağı izin ne derece travmatik ve kalıcı olacağına tam olarak bu özdeşlikle ikna oluyorum. Sokak hayvanlarıyla artık kimse ilgilenemiyor sanırım. Mahallenin kedilerinin bana karşı anormal seviyedeki sırnaşık tavırlarının başka açıklamasını bulamıyorum. Ben karantina günlerinde birçok insana göre nispeten daha şanslı olan kesimdenim. Dışarıya çıkmak gibi bir zorunluluğum olmadığı gibi yalnız da yaşıyorum. Son derece sınırlı bir çevreyle temas halindeyim. temas kurduğum insanlar arasında 40 yaşını aşmış insanlar bile yok. Korona virüsüyle yüzleşirsem bir şekilde mücadele edebilecek donanımlara ve imkanlara da sahip olduğumu düşünüyorum. Üstümde sanırım bunun rahatlığı var. Pervasızlığımın altında yatan sebepler biraz da bunlar. Etrafımda olan biten her şeye şaşkınlıkla bakmam belki de bundandır. Hava çok güzeldi ve en azından bir yarım saat yürüyüş yapabildim. Cadde boyunca benden başka maske kullanmayan kimse yoktu. Bu beni diğerlerinden ayıran şeylerin en somut haliydi tabii. Tek maskesiz insan olarak bakışları daha çok üstüme çektiğimi hissettim. Zaten hep meşgul, gergin ve suratsız insanlar vardı dışarıda. Bir de ben onların arasında aylak aylak dolanıyordum. Sessiz sessiz sokaktan dışlandım. istemsiz bir şekilde eve gitmeye zorladı beni sokaktaki hava. Günlerdir cemaate kapalı olan bir camiinin duvarına oturdum. Beni görüp yanıma sokulan bir kediyi de koltuğumun altına alıp olan biteni izledim sadece. Sokaktaki herkes maske takıyor, ciddi bir çoğunluk da zaten maskesini yanlış takıyordu. Caddenin karşı tarafında camdan dışarıya sarkmış yaşlı bir amca sigara içerek dışarıyı seyrediyordu. Bir an için gayet mahsun ama bir o kadar da melankolik geldi bana o amca. Şu günlerde en son isteyeceğim şey sanırım yaşlı olmak olur. Sırf risk grubunda olduğu için değil. Varoluşlarını ve dünyadaki kapladıkları yeri en çarpıcı şekilde hissetmek için her şey çok müsait. Toplumla, olan bitenle, yaşanılan çağ ile neden bir türlü bağdaşamadıklarını ve artık gerçekten devirlerini bitirdiklerini, dünyanın omuzlarındaki yükten fazlası olmadıklarını en çok hissettikleri dönemleri yaşıyoruz. Resmen uyumsuzu oynama rolü bu defa onlara verilmiş gibi. Dünyayla entegre olmadıkları gibi asla olamayacaklarını söylüyor tüm dünya yüzlerine yüzlerine. Şimdi yarım yamalak olarak hatırladığım bir şey okumuştum. Tarihsel süreçte primatların yaşlı bireylerini kendi grupları içerisinde barındırma ve yaşamsal faaliyetlerini üstlenme sebebi hakkında oluşan teorilerden bahsediliyordu. Gruptan dışlanmayan ve taşınan ilk yaşlı bireylerin ateş yakmayı bilenler olduğunu düşünenler vardı. Tarih boyunca yaşlı birey ile bilgelik arasında kurulan bağ da bu fikri bence destekliyor. Eskiden hem de 50-100 yıl gibi yakın olan bir eskide bile yaşlılar bilge insanlardı. Hepimizin onlara ihtiyacı olurdu. Tecrübe çok önemliydi. Bilginin ve deneyimin nesilden nesile daha basit ve daha az karmaşık şekilde aktarıldığı zamanlarda toplumda yaşlıların hala sarsılmaz yerleri vardı. Onların bilgece görüşlerine ve yol göstermelerine ihtiyacımız olurdu. Post modern dünyada son derece dar kalıplar içerisinde 60-70 yıl yaşamış bir yaşlının işimize yarayacağını düşündüğümüz hiçbir bilgeliği kalmadı. Onlara sunduğumuz hürmet tamamen sembolik. Hatta bu gibi kriz anlarında sembolik ve iyi niyet barındıran hürmetleri bile ihmal etmekten çekinmiyoruz. Nesiller arası bu şekilde doğrudan bir alışverişe ihtiyaç duymuyoruz. işte tam da bu yüzden yaşlı olmak bir bakıma daha fazla yük olmadan sessiz sessiz ölmeyi beklemek demek. içerisinde sıkıştıkları bu dünyanın kendilerine ait olmadığını düşünmeleri için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz ister istemez. Kimseyi öldürmeden, kimseye yük olmadan, dünyanın dönüş hızını sekteye uğratmadan usulca ölmeyi beklemek, ait olmadığın sistemi terk etmek şartların onları zorladığı en makul seçenek haline gelmiş durumda. Eşleri ölen yaşlılar çocuklarının yanında barınamıyor. Dedelerin yeniden evlenme merakı bu yüzdendir belki de. Çünkü artık hiçbir işe yaramıyorlar. Bir gün ölecekler ve belki de ölüm saatini kimse bilmeyecek. Bir insanın yaşamında kaygı duyacağı son şey bu olabilir. Ölüm saatinin belirlenebilmesi. 2. Bölüm Nelerle uğraşıyorum? Korona günlerinde can sıkıntısı veren bir diğer mesele de komplo teorileri. Şu olayların en başından bu yana bu konuda ister istemez taciz ediliyorum. Sık sık birilerinden enteresan whatsapp mesajları alıyorum. Akrabalardan, arkadaşlarımdan hatta ailemden. 2 Sene önce kore'de çekilmiş bir netflix dizisi, yapılmış salgın filmleri, Bill Gates'in salgın planı, ülkelerin pandemi çalışmaları vs... Günlerdir bu konular hakkında insanları yalan yanlış şeylere inanmayın diye uyarıyorum. Ama son derece dar bir çevrem olmasına rağmen bu konuda kafası karışmış çok insanla karşılaşıyorum. Ve açıkçası çok sıkıldım. Son olarak da konuyu daha geniş bir kitleye sıçratan bir flood var maalesef. Yerli ve milli Twitter fenomenimiz Con Sınov da bu meseleye elini atmaktan geri durmadı. Elinde bu kadar etkili bir etkileşim gücü olan insanların bu derece cüretkar davranışlarını korkunç buluyorum ben. Şimdi Con sınov'un floodunu okumak isteyenler okusun diye buraya bırakıyorum. Yine con sınovdan 3 tivit göstereceğim burada: 1 Virüsü Gates üretti demedim diyor. Evet demedi bu doğru. 2 Peki ne diyor? Virüsün çaresini Gates bulacak ve aşı çalışmaları vaadiyle tüm ülkelerin genetik bilgilerini ele geçirecek... Alenen demiyor tabii bunu. insanların aklına "sorgulama" kılıfıyla kurt düşürüyor sadece. 3 Beyefendi 450 bin takipçisine karşı nasıl bir bok yediğinin farkında olduğu için sinsice bu tiviti atıyor ki kendisini aklayabilsin. Zamanı geldiğinde kimse onu suçlamasın. "Ben öyle mi dedim? Siz götünüzle anlamışsınız" diyebilsin. Zeki adam evet. Ama ben de geri zekalı değilim. Takipçileri çoğunlukla geri zekalı ama. Ya sabır diyorum sadece. Birtakım komplo teorileriyle en ufak bir tıbbi donanıma sahip olmadan son derece gülünç laflarla aşı karşıtlarına daha aşıyı bulmadan zemin hazırlıyor ve yüz binlerce insana bunu servis ediyor. Çare mRNA'ymış. alskdjlas Lise biyolojisiyle bu kadar oluyor tabii. Aşı çalışmalarıyla ilgili yabancı basında çıkan tüm haberlerde sık sık Bill Gates ve yarım bilgisiyle mRNA anahtar kelimelerini arattığını ve aratacağını adım gibi biliyorum. Yarın buna benzer bir şeyler bulup yine servis edecek "ben demiştim" diyecek. Aha da buraya yazıyorum. Bu meseleye neden bu kadar takıyorum peki? Çünkü arkadaşın yazdıklarını ve alt metinlerini doğru dürüst anlamadan binlerce insan paylaşıyor, onbinlerce insan okuyup ciddiye alıyor. işin kötüsü Bill Gates'in kamuya yönelik sorumluluk duygusunun yüzde biri bile yokken. insan Genom Projesihakkında falan ne düşünüyor acaba bu arkadaş. Ben okurken kahkaha attığım "çare mRNA" derken neyi kastediyor acaba? Geçin bunları geçin. Herkesin panik katsayısının tavan yaptığı bir dönemde salgınla bu kadar burun burunayken salgına çare buluyoruz ayağına ülkelerin genetik bilgi havuzlarını ele geçirecekler, hepimizi ayaklarımızdan asacaklar, köle olacağız, ağzımıza sıçacaklar bunu da Bill Gates gibi adamlar yapacak rockefeller gibi aileler yapacak büyük birader ağzımıza sıçacak diyerek ortamdaki panik ve çaresizlikten nemalanmayınız lütfen. Hadi nemalanıyorsunuz bari dersinize biraz çalışın. Ayıptır, günahtır. Bill Gates salgını biliyordu ve yıllardır buna hazırlanıyordu deyip adamın sağlık alanına akıttığı paralara laf atacaksanız atın tabii ki. Kimseye kefil olmadığım gibi bunun gibi multimilyarder adamlara da elbette kefil olamam. Ama konuyu bu şekilde ele alıyor oluşunuz "Ekrem imamoğlu'nun istanbul depremine karşı hazırlık yapmasının altında abuk subuk art niyetler aramanıza benziyor." Konuya kafa yoran, işin içine giren, meseleyi işin ehli olan insanlarla tartışan herkes küresel bir salgın fikrinin kaçınılmaz olduğunu bekliyordu. Hatta bekledikleri böyle covid gibi sikko bir salgından ziyade çok daha katastrofik senaryolardı. insanlığın beklediği en büyük felaketin artık bunun gibi salgınlara kaymasının da tarihsel sebepleri var ki bu meseleye 3. bölümde değiniyorum. 3. bölüm Bizi bekleyen bazı sansasyonel şeyler... Korona günlüklerinin ilk bölümünde gelecekte beklenen gelişmelerin bir kısmının olmasının bu salgın deneyimi sebebiyle hız kazanacağına dair bir şeyler söylemiştim. Ben bu fikri hala önemsiyorum. Bu tip çaresiz kaldığımız şeyler bizi olacak olanı oldurmaya zorlayan şeyler olacaktır. Her geçen yıl, giderek daha da heyecan verici bir yıl oluyor. Bu konuda daha da popülarite kazanmasını ve sık sık gündeme getirilmesini beklediğim bir diğer başlık ise şu: Transhümanizm Transhümanizmin belirli bir üst ve alt sınırı yok gibi bir şey. Tam olarak tanımlamak ve ilgilendikleri alanları belirlemek o kadar kolay değil aslında. Akıllı telefonların adeta vücudumuzun bir parçası olduğu, akıllı saatler ve nesnelerin interneti aracılığıyla teknoloji ve insanın bu derece entegre olduğu şu dönemi transhümanizmin emeklediği dönem olarak adlandırmak mümkün. Ama bu gidiş nereye kadar gidecek bundan kimse emin olamaz. Bill Gates'in yıllar boyu insanlığın en büyük tehditinin salgın hastalık olduğunu söylemesi boşuna değil ve bunun tarihsel nedenleri var. Öncelikle insanlık olarak çok ama çok fazla geliştik ve çok fazla üredik. Her ne kadar politik doğrucular aksini söylese de insan ırkı bu dünyanın tek gerçek sahibidir. Bunu kıçı kırık korona virüsü falan sorgulatamaz. Tarih boyunca insanoğlu sık sık hem doğaya hem de doğanın içerisinde var olan türün kendi iç rekabetinin dengeleyici gücüne yenildi. Yenildikçe bu unsurlara karşı mücadelesi daha kuvvetli hale geldi. Bugün 200 yıl önce çok büyük bir problem olarak görülen bir çok şeyin teknolojik olarak çözümü var. Yaptığımız bir gökdelen eğer istenirse 8 şiddetinde bir depreme dayanabilir. Küresel ısınmaya karşı çeşitli eylem planlarımız var, su kıtlığı olursa neler yapabileceğimiz konusunda son derece geniş külliyatlara sahibiz. Bu örnekleri sonsuza kadar uzatabiliriz. insan ırkı doğanın ya da kendi doğasının ortaya çıkardığı problemlerle bir şekilde başa çıkmanın yollarını her seferinde buluyor. Bulduğu her yol dünyanın işleyişini yeniden dizayn ediyor. Ortaya çıkan tablo ve gidilen yol hoşumuza gitse de gitmese de problemi çözmeye yönelik işe yarar şeyler üretildiği gerçeğini değiştirmiyor. insana en büyük kötülüğü artık insanlar yapıyordu. Doğanın elinden büyük oranda almıştık bu gücü. Milyonlarca insanı öldürecek şeyler doğal afetler değil aksine büyük savaşlar atom bombalarıydı. Ancak son 50 yıldaki gelişmeler de ülkeler arasındaki büyük savaşları büyük oranda engelliyor. Artık savaşları ironik bir şekilde engelleyen nükleer silahlarımız var. Kimse kimseyle eskisi kadar savaşma heveslisi değil. Bunun aksini gösteren münferit olaylar olsa da önümüzdeki uzun yıllar milyonlarca insanın ölümüne sebep olacak büyük bir savaş beklentisi yok. Kaldı ki bunu engelleyen en büyük sebep tüm dünyanın birbirine ihtiyaç duyduğu küresel bir ekonomik sistem icat etmiş olmamız. Artık elimizde büyük kıyımlara sebep olacak çok fazla seçenek kalmadı. Birçok problemle karşı karşıyayız ama günün sonunda bu problemlere karşı etkili eylem planlarımız var. Problemlerle başa çıkmakta bu derece kabiliyetli olduğumuz için artık sonunda sıra şuna gelebiliyor; insan gibi bu derece değerli bir yapının en büyük handikapı organik yapılı vücududur. Korona virüsü gibi etkisi bu kadar düşük bir salgının yarattığı paniğin bu derece büyük olmasını tetikleyen şey diğer problemlerimizin çoğunu büyük ölçüde halletmiş olmamızdır. Birinci ve ikinci dünya savaşını hepimiz ilkokul yıllarımızdan bu yana detay detay öğrendik. Onlarca filmini izledik. Ama ispanyol gribini hayatında ilk defa duyan yüz binlerce insan var. Halbuki tarihsel olarak aynı döneme denk geliyorlar. Kaldı ki insanlığın salgın hastalıklarla olan mücadelesi savaşlarla olan mücadelesinden daha dramatik olmasına rağmen kimsenin o kadar da umurunda olmadı. Çünkü onlara sıra gelmedi. Sıra gelse bile uğraşacak yeterli donanımlarımız yok. Başka problemlerimiz vardı. Gelinen bu son noktada dünyanın pimini çekecek en büyük tehdit nükleer felaketler, atom bombaları falan değil. Çünkü onları iyi kötü engelleyebiliyoruz. Ama salgınları engellemek bu kadar basit değil. Bu derece yüksek bir zeka ve üretme kapasitesine ulaşmış insan ırkını en çok sınırlayan şey biyolojik sınırlarıdır. Elbette Bill Gates gibi insanlar da doğal olarak bu alana para yatıracak, bu alanda çalışmalar yapılacak, hazırlıklar yapılacak. Bunda anormal bir durum yok. Komplo teorileri çıkaracaksanız bile işi bu ucundan tutmak anlamsız oluyor haliyle. Peki neden transhümanizm? insanın biyolojik sınırları yeterince anlaşılabilmiş değil çünkü. Herhangi bir hastalık için üretilen bir aşının ya da ilacın bildiğimiz ve bilemediğimiz onlarca yan etkisi oluşuyor. Tıp tarihi yanlışlıkla keşfedilmiş ilaçlarla dolu. Herhangi bir hastalığa bulunacak bir çözümün test gruplarında denenmesi gerekiyor ve zaman zaman kontrol deneyleri bile bazı sonuçları öngörmeye yetmiyor. Organik yapılı insan vücudunun tüm bu tıbbi gelişmelere rağmen çözülebildiğini söylemek zor. Bu sebepten biyonik insan, organik insanın doğadaki sınırlandırıcı etkilerine karşı güçlü bir çözüm olarak giderek daha çok hayatımıza girecektir. Bugün teknoloji, doğuştan kolları tutmayan bir çocuğa derme çatma bir protez kol hediye ettiğinde bilimin geldiği noktaya duyulan hayranlığı son derece naif buluyorum. Çünkü evrimsel olarak organik canlılar daima gelişen değil aksine adapte olan canlılardır. Günün birinde teknoloji organik ve doğal kollarımızdan daha gelişmiş, daha kuvvetli, ilerletilebilir ve güncellenebilir inovatif biyonik protez kollar icat ettiğinde doğuştan engelliler değil muhtemelen dünyanın zenginleri parayı basıp bu gelişmiş kollara sahip olacaktır. Bu protes kol örneği mesele somutlaşsın diye sadece bir örnek. Doğaya karşı biyolojik organizmalar her zaman aciz kalacaktır. Tıp biliminin yetileri diğer bilimlere nazaran daha sınırlayıcıdır. Karmaşıklığı ve uygulamacı bir metot kullanımı kendi doğal sınırlarıdır. Teknoloji dünya zenginleri tarafından doğru yerlere kanalize edilebilirse insanlar yorulmayan bacaklar, unutmayan hafızalar, daha gelişmiş bir prefrontal korteks, hastalanmayan bir vücut isteyecektir. Bunların sorunsuz bir şekilde mümkün olması da transhümanizm hakkında daha çok şey konuşacağımız anlamına geliyor. korona virüsünün çaresi aşılar olabilir. Ancak virüslerin tutanamadığı gelişmiş özellikli giyilebilir teknolojiye sahip insanlar tamamen salgınların çözümü olabilir. Biyolojik organizmanın tüm sınırlayıcı etkilerini ortadan kaldıran akım transhümanist fikirler olabilir. Bunların hiçbiri transhümanizmi desteklediğim ya da iştahla beklediğim gelişmeler olduğunu göstermiyor. yarının konuları ister istemez bunlar olacaktır. Elindeki binlerce yıllık kadim birikime, teknolojiye, donanıma ve zenginliğe rağmen küçücük bir canlı mı cansız mı olduğuna karar veremediğimiz bir organizasyonun bu hikayenin esas kötüsü olması ve tüm süreci baltalıyor olması insanlık medeniyetinin canını her geçen yıl daha çok sıkacaktır. Zaten bu mesele bizi daha radikal yapıyor. Düne kadar hiçbir güç haftalar boyu kapalı tutulan camilere bu derece sessiz kalınmasını sağlayamazdı. Önlemler yine bu şekilde alınsa bile Türkiye gibi bir ülkede bunun olgunlukla karşılanıyor olması virüs gibi ufak tefek şeylerin biricik olan hayatlarımızı tehdit ediyor olmasının absürtlüğüyle alakalı. Kendimizi, yaşamlarımızı, imkanlarımızın ve donanımlarımızın geldiği noktayı o kadar önemsiyor ve yüceltiyoruz ki birilerinin beklenmedik bir şekilde bu kadar açıklanamaz ve kolay şekilde hastalanıp ölmesini kabullenemiyoruz. Bu uğurda en kutsal gördüğümüz şeyleri bile feda etmek zorumuza gitmiyor. Bu sonuç başından sonuna hepimize absürt ve inanılmaz güç geliyor. Tarihin en şımarık çocuklarıyız. Bu şımarıklığı hak ederek elde ettiğimiz için kaprislerimiz de genel manada yadırganmıyor. Etki alanı bu kadar küçük olan insanların bile salgın hastalıklara bu şekilde bir reaksiyon gösterdiği yerde bu dünyanın en güçlüleri, en donanımlıları, bu gezegenin yarı tanrılarının gösterdiği reaksiyonun boyutları anlaşılabilir olsa gerek. Dahası tahmin de edilebilir reaksiyonlar bunlar. Mark Zucherberg gibi bir insanın ölüm, hastalık gibi bir sınırlayıcı gerçeklerle yüzleşebiliyor olması oldukça can sıkıcı olsa gerek.
    ... diğer entiriler ...