bugün
yenile

    tükenmişlik sendromu

    6
    +
    -entiri.verilen_downvote
    yapman gereken şeyleri yapmak için gerekli motivasyonu ve enerjiyi bir türlü bulamadığında acaba tükenmişlik sendromu dedikleri bu mu diye düşünmeye başlıyorsun. bu arada sadece tüketiyorum şu sıralar. deli gibi yemek yiyorum. kesin 3-4 kilo aldım bu son birkaç haftada. saçma sapan şeylere para harcıyorum. delicesine yürüyorum. kilometrelerce yürüyorum. öyle 1-2 saat yürümekten bahsetmiyorum. kaybolup google maps'ten evin yolunu bulmaya çalışana kadar yürüyorum. shell benzinliğinde satılan kahveler fena değilmiş bu arada. yürürken önünüze çıkarsa değerlendirin derim. bir keresinde serçe parmağım kanamış yürümekten. eve geldiğimde çorabımın yarısı kana bulanmış olarak bulunca anladım. yanımda taşıdığım powerbank'i de boşaltana kadar yürüyorum. sessizce yürümek çok tehlikeli geliyor hala. kafamı benimle alakası olmayan bir şeylere meşgul etmeden sadece yürüdüğüm zamanlar evin yolunu bulamıyorum. sırf bu amaçsız yürüme merakımdan ötürü geçen ay 117 lira telefon faturası ödemişim. zaman zaman yapılacaklar listesi yapıyorum duvardaki panoya. o listeye dünyanın en basit şeylerini bile yazmak zorunda kalıyorum. "ağrı kesici al" gibi komik telkinler yazıyorum o listeye. i̇nsanlar büyük büyük yapılacaklar listesi hazırlarken ben en temel gereksinimlerimi bile kendime hatırlatmak zorunda kalıyorum. 2 saat sonra uyuyayım diye alarm falan kuruyorum. sürekli ertelemek istiyorum her şeyi. ama gerçekten her şeyi. yaptığım hiçbir şeyden keyif almıyorum. ulan ben ki yeri gelince dünyanın en salak şeylerinden bile zevk alan bir insandım. nerelere geldik. sabah uyandığımda pencereyi açmak bile yorucu geliyor. bazen günlerce çamaşır makinesinin içinde unutuyorum çamaşırları. konuştuğum insanların gözlerine bakmaktan çekiniyorum. bir şey anlatırlar diye ödüm kopuyor. anlık şeyler ya da zamansız şeyler konuşmak istiyorum sadece. kimse bana 3 gün sonrası ya da 3 yıl sonrası hakkında bir şeyler söylesin istemiyorum. hiç takatim yok öyle şeylere. lütfen ben o kişi değilim. bütün sorumluluklarımı ya yerine getirmiyor ya da zorlanarak yerine getiriyorum. i̇simleri unutuyorum, günleri karıştırıyorum, dalgınlıktan söylenen her şeyi tekrarlatıyorum. kendimi birilerine sunmak da kendimle yaşamak da çok rahatsız edici ve çok yorucu geliyor. ne topluma karışabiliyorum, ne kendimle baş başa kalabiliyorum. eylemlerime anlamlı gerekçeler bulamıyorum. neyi niye yaptım bilmiyorum. şuna niye iyi davrandım, ötekini niye görmezden geldim, bunu niye sevdim, sana neden yüz verdim, neden kendimden nefret ettirdim ona, buna niye kötü davrandım, buraya niye gittim, şu filmi neden izledim, neden saatlerdir burada oturuyorum, neden buralara kadar yürüdüm, bugün neden erken uyandım? bu sorulara cevap veremiyorum, veremediğim için artık sormuyorum da. baya serseri mayın gibi oldum bak. nedenini soranlara zaten çok sinirleniyorum, sormasın diye bir de ona dertleniyorum. çok mu lazım nedeni? i̇lla anlamlı, anlaşılabilir, ikna edilebilir bir neden ihtiyacı duyuyorsunuz. bunları gizleme huyum çekindiğimden sanıyorumdum. hayır değil. i̇nsanların bu nedenlere deli gibi ihtiyaç duyduğunu fark ettiğim için kapatıyorum kendimi. bu kadar talep gösterilmese bu kadar ketum olmak istemeyebilirdim. i̇lla karnımın ortasına koca bir delik açan bir taş göstermemi istiyorsunuz. neden? o taşın rengine göre mi bakacaksınız yaraya? çok salaksınız, çok kötü değilsiniz, çok düşüncesizsiniz, çok yardımsever değilsiniz. şu yaşıma geldim. şimdiye kadar gücümü nereden ya da neyden aldığımı anlayamamışım. beni neyin ayakta tuttuğunu bulamamışım. yıkılınca da neyin eksildiğini bulamıyorsun haliyle. ters giden bir şeyler var, eksilen bir şeyler var. ama hangisi hayati önem arz ediyordu? hangisi benim asıl fişimi çeken bulamadım. şu yaşıma geldim. şu yaşlara gelmeyi hiç istemedim. bu yaşımda hala bulamadım omurgamı dik tutan şeyin ne olduğunu, sabahları beni ayağa kaldıran motivasyonun ne olduğunu, köklerimin nereye uzandığını. şu yaşımda bana da aşk olsun... bazı günler ailem görüntülü görüşmek istiyor benimle. hemen açmıyorum telefonu. önce bir kendime çeki düzen vermek istiyorum. paspal bir halde olduğum için değil. bomboş bakan gözlerimi görmesin kimse diye kendimi toparlamak için bir 20 dakika zaman istiyorum. aynada çalışıyorum o sıra. gözlerimdeki ışıltıyı geri getirmeye çalışıyorum. mutlu görünmeye hatta en önemlisi eskisi gibi heyecanlı görünmeye çalışıyorum aynada. sonra açıyorum telefonu. çünkü onlar öyle biliyor. beni heyecanımla tanıyorlar. şevkimle biliyorlar. ondan esirgemek istemiyorum kimseyi. şu sıralar üst üste tesadüftür iyi kitaplar okuyorum. pek sık rastlanan bir istikrar değil bu. ya da eskisi kadar tatminsiz değilim bu konuda bilmedim şimdi. ne olursa, kafamı benimle alakası olmayan şeylerle meşgul edecek ne olursa razı geliyor olabilirim. son 5 kitaptan bu derece keyif almamın sebebi seçiciliğimi yitirip sadece ihtiyacımı karşılayan bir keşe dönmüş olmam olabilir. az önce "bitik adam" diye bir kitabı bitirdim. sıra dışı gözüken ama aslında ilginç olmayan bir kitap. yazar sanki tek seferde yazmış gibi bu kitabı. tekrar üzerinden geçse olmayacakmış gibi tek seferde kusmuş gibi içinde kalan ne varsa. i̇nsan okurken bunu hissediyor. öyle işte... sonra geldim bu entry'i yazdım. --- spoiler --- kendimi iyi hissettiğimi düşündüğüm, mutlu olduğum, hayatımın tüm alçaklığını ve cefasını unuttuğum anlar oluyor bazen ve o anlarda kendimi sessiz sedasız, ağır ağır ve ikiyüzlülükle sizlerin rahatlığına, alışkanlıklarına, hareketli, dolgun, huzurlu yaşamlarına bırakıyorum, ey nefret ettiğim yoldaşlar. ben mutlu olmak için yaratılmamışım, hazzı aramamalıyım; mutluluğun sıcak ve pışpışlayan kollarına sığınıyorsam suç bende! ruhumun var oluş nedenine, ikinci kez doğarken içtiğim anda, hayatla ve ölümle benim de yapmış olduğum anlaşmaya sadık kalmak istiyorsam, esenliğin alışılageldik ve sıradan sütlü karışımında çözülmemeli ve yumuşamamalıyım. giovanni papini / bitik adam - kötülük istiyorum. --- spoiler ---
    ... diğer entiriler ...