bugün
yenile

    empati

    7
    +
    -entiri.verilen_downvote
    Giderek geometrik hızda artan bir şekilde empati yoksunluğunun baş gösterdiği bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorum. Bize has değil, belli bir insan grubuna has değil. Topyekun herkesi kapsayan bir sıkıntı bence bu empati eksikliği. Twitter'da #TuğbayaYardımEdin diye bir tag açılmış. Yeni gördüm. Çok rahatsız edici bir görüntü düşmüş internete. +18 Hassas içerik bence Şimdi bu kıza yardım edilsin diye binlerce tivit atılmış. Yerli ve milli süperman'imiz Haluk Levent olaya el atmış. Davalar açılmış, kızın o hayattan çekip alınması için adımlar atılmış vs. Görüntüler gerçekten çok rahatsız edici. Kız zamanında polise de gitmiş ama pek iplenmemiş falan. Zerre şaşırmadım. Ama ben şundan da eminim: O kızın o evde yaşadıkları, babasından gördüğü zulüm, taciz, tecavüz, işkence, yaşam standartları, içerisine düştüğü psikolojik buhran, yatalak anne, parasızlık, çaresizlik, deli baba, sidik kokusu, bok kokusu, tükrük, küf kokusu, ter kokusu, yaşamına kast edilme, iptidai insan davranışları, baba spermi, isli perdeler, karanlık, kasvet, çöp evi andıran dardağın bir yaşam alanı, harap olmuş ses telleri, bitmeyen çığlıklar, bir sürü bir sürü manyak manyak işler... Biri bunları bizlere sabaha kadar anlatsa, gazeteler günlerce yazsa 1,5 dakikalık bir videonun yaydığı etkinin 10'da 1'ini bile sağlayamazdık maalesef. Tamam video biraz da kesin kanıt niteliği taşıdığı için etkili sonuçlar doğuruyor ama sadece bu olduğunu hiç sanmıyorum. Toplumda infial yaratıyor olmasının esas sebebi tüm bunları görebilmiş olmamız yani arkaik bir empatiye zorlanmamız. Empati aslında sosyal ilişkilerde ahlaki bir paradigma görevi gören soyut bir farkındalıktır. Meziyettir. Fedakarlıktır. Toplumları birlikte yaşamaya yarayan bir yatırımdır. ve biz bu farkındalığı kaybediyoruz. Aslında doğrudan bir suçlama değil bu tespit. "Ne biçim insanlar olduk yaa" sitemi de değil. En fazla, biraz daha çok kitap okumayı falan önerebilirim bu durum için. Özellikle kurgusal kitaplar ne kadar küçümsense de bu tip sosyal bilişsel öğrenme yetileri kazanmak için yegane başvuru kaynaklarıdır. Konu eğer empati ise bilişsel hassasiyet kazanabilmek için soyut düşünebilme yetisini kazanmak zorundayız. Bu durumun sebepleri arasında duyu organlarımıza aşırı yükleme ve aşırı veri girişinin olmasını gösterebilirim. Gündelik yaşamımızda o kadar çok veriye maruz kalıyoruz ki çok ciddi bir eliminasyon sistemi geliştiriyoruz kendi kendimize. Bunu yaparken de pek seçici davrandığımız söylenemez. Hala içgüdüsel davranıyoruz. Bunun adı da "duyarsızlaşma psikolojisi" oluyor haliyle. Bu etkileşim manyaklığı, bu enformasyon çılgınlığı günün sonunda hepimizi sosyapat maymunlara çevirecek bebişlerim. Bu acı gerçekten kaçamıyorum ben. Empatinin sağlıklı, işlevsel, erdemli olanı soyut bir farkındalık olmasıyla alakalıdır. Gazetelerin 3. sayfalarından fırlamış bir bıçakla yaralanma olayına gösterdiğiniz tepki sizin toplumsal anlamda edindiğiniz empati sorumluluğunun gelişmişliğiyle doğrudan alakalı. Soyut düşünebilme kabiliyetiyle, erdemlerinize karşı gösterebildiğiniz "hasassiyet" derecesiyle alakalı. Oysa birisinin karşınızda eline bir bıçak alıp kendini doğramasına gösterdiğiniz refleks bildiğimiz anlamda empati değil. Empatinin kökenleri olabilecek bir tez: "Ayna nöronlar" Gözünüzle gördüğünüz yıkıcı bir olayı sizde bulunan ayna nöronlar taklit eder. Vücudunuz siz isteseniz de istemeseniz de sizi onun yerine koyar. Karşınızda kendimi jiletlemeye kalksam hissedeceğiniz acı ayna nöronlarınızın size yaptığı bir illüzyondur. Sizi zorla benim yerime koyar. Bana göre ayna nöronlar, empati duygusunun kökenini oluşturuyor. Ahlakın en ilkel, en arkaik kodu. Yani bu şu demek; şu sıralar ironik bir şekilde adaleti sağlama aracı haline gelen sosyal medya gücünü ortaya çıkaran duyarlılık hareketi; erdemli, ahlaklı bir davranış olarak var sayılan soyut empati duygusunun ürünü değil. Aslında daha çok nörobiyolojik bir refleksin ürünü. yüz binlerce yıl önceki atalarımızdan bize miras kalan nörolojik bir sonuç. Yoksa ahlaki olarak sosyal medya topluluğu her geçen gün daha da iyiye falan gitmiyor. Adaletin görünmez kılıcı rolünü üstlenmesinin sebebi biraz da teknolojik imkanların beyin hücrelerimize temas edebiliyor olmasıyla alakalı. Adaleti sağlayan, o kızcağızı yaşadığı hayattan kurtaran şey her gün çığlıklarını duyan komşularının duyarlılığı olmadı mesela. Ya da polislerin insafı da olmadı. Çünkü anlamadılar. Anlayabilecek kadar gelişmiş bir empati yetenekleri kalmadı çünkü ne komşularının ne de polisin. Çünkü orada bir empati mekanizması var ve empati gerçek hayatta belirli riskler almayı da gerektirir. Fedakarlık olarak tanımlamamın sebebi buydu. Eğer gerçekten toplum olarak gerçek empati duygusu gelişmiş bir toplum olsaydık o kızcağızı yaşadığı muhitten birileri kurtarırdı. Oysa onu kurtaran şey güvenli alanları içerisinde ayna nöronlarıyla kızın yerine konulmuş insanlardı. Yani nörolojik "refleksler" Ömrümüz yeterse birer birer duyarsız, makineleşmiş, empati yoksunu sosyopatlarla dolu bir dünya insanlığı bekliyor olacak bizi. Özellikle yarı gelişmiş ülkelerin toplumları bu duyarsızlaşma hareketinden en çok nasibini alan insanlar olacak. Bu tip olaylarda bir erdemlilik hareketi düşündüğümüzden çok daha küçük bir azınlık. Çoğunluğu zoraki vicdan pornosunun ürünü. Bir kızın hayatı kurtuldu. Yüz binlerce yıl öncesinden kalma ilkel güdülerimiz ve teknolojik imkanların birleşmesi sayesinde. Bu hikayede 21. yüzyılın duyarlı insanına o kadar da yer vermemek gerek sanki ha? Bu hikayedeki kahramanlar kimler? Otomatik portakal kitabı geldi aklıma. Güzel kitap. Güzel film.
    ... diğer entiriler ...