bugün
yenile

    haluk bilginer

    10
    +
    -entiri.verilen_downvote
    çuvaldız kullanması yedi düvelde ders olarak okutulması gereken.. vakti zamanında kendisinin aslında ne kadar değerli bir fikir adamı olduğuna değinmek için, birkaç röportajından -içerisinde her statüden insana hitap eden kısımların olduğuna kefil olduğum- birçok konu hakkında beyan ettiği fikirlerini/görüşlerini naçizane ayıklamış ve nizama sokmuştum; not: (#2124821) --- spoiler --- "bir şeyleri siyah ya da beyaz olarak algılamaya alıştırılmışız." * + diziniz 'masum'un adından yola çıkarsak, sizce ne kadar masumuz? - masumiyeti nasıl tanımladığınıza bağlı. önceden planlı bir kötülük varsa, niyetiniz kendi menfaatiniz için birini ortadan kaldırmaksa bunu yapmak masumluk değildir. aslına bakarsan hepimizin içinde bir katil var. bizim insan olarak görevimiz bu katili içeride tutmak. + bunu nasıl başaracağız? - aklımız ve vicdanımızla... akıl ve vicdandan sığınacak başka hiçbir şeyimiz yok. benim vicdanım bana yetiyor. yetmeyenler düşünsün! + peki yaşanan tacizlere, kadının uğradığı şiddete, çocuk istismarına baktığımızda ne kadar vicdanlıyız? - üzülerek söylüyorum ki biz vicdanımızı yitirdik. yaşadıklarımızın önemli bir sebebi artık vicdan muhakemesi yapamamamız. + toplumdaki tabuları ve erkek egemenliğini nasıl görüyorsunuz? - o tabular artık yıkılıyor. üstelik o tabuları koyanlar yıkıyor. içi başka, dışı başka insanlardan kork! bayağı kork... çok ürkünç... erkek egemenliğine de gelirsek... erkekler beş para etmez! bu dünya erkeklerden arındırılmalı. + çok iddialı oldu. siz de erkeksiniz ama... - bunu 'erkekleri yok edelim.' anlamında söylemiyorum. erkek iktidarını yok edelim diyorum. keşke dünyayı kadınlar yönetiyor ya da dünyanın çoğunluğu kadınlardan oluşuyor olsaydı... + erkek iktidarını yok edelim diyorsunuz ama sanki bizler 'erkek iktidarı'nı ve gücü seviyoruz... - bu bizim toplumumuzda ve benzeri toplumlarda hâlâ halledilmemiş bir sorun. bayılıyoruz güce. + nedir sebep? - aileden başlıyor... mesela "babama çok saygı duyarım" gibi laflar duyarsınız. bu tuhaf bir cümle. saygı duymak ne demek? sevgiye ne oldu? ben sana onun türkçe mealini söyleyeyim, "babamdan korkarım". despottur baba... böyle babaların olduğu bir toplumda siz kendi ailenizi kurduğunuzda da böyle bir güç peşindesinizdir hep. (ayrıntı: ki bu konu hakkında yeni nesil çok bozuk başlığına bir şeyler yazmışlığım vardır.) + dizinizin fragmanlarında şiddet ve bunu sıradanlaştırmış bir aile var. günümüzde şiddeti sıradanlaştırdık mı? - kan kanıksanırsa çok tehlikeli bir şey olur. maalesef kan kanıksanmaya başladı. artık patlayan her bombadan sonra istatistik konuşuyoruz sadece. insanları; ölenler ve ölenler yüzünden etkilenenleri çok az konu ediyoruz. bu da çok tehlikeli... + peki kanıksanan şiddet bizi ne kadar korkak yaptı? - korku çok insani bir duygudur. korkmayan aptaldır zaten. ben de korkuyorum ama korkak değilim. cesaret korkuya rağmen bir şeyin üzerine gitmektir. o yüzden cesur olmak zorundayız... + tutuklanan gazetecilere, işsiz kalan oyunculara bakınca cesur olmak ne kadar mümkün? - sana tek sözüm; her zaman cesur olmak zorundayız! * - aslında zaten var olması gereken, erdem olmayan bir şeyi özlüyoruz. ben buna 'kolay açılır kapak sendromu' diyorum. + nedir o? - bir zamanlar bir kola firması metal kapaklar dilimizi kesmesin diye kapakları plastiğe çevirdi. bunun da reklamını kamuoyuna, 'kolay açılır kapak' diye yaptı. bu bir erdem mi? ya şekerli su satıyorsun. bir de elimi kesseydim senin şekerli suyunu açarken! bu, doğal olan bir şeyi erdemmiş gibi göstermek... bu reklamı bir batı ülkesinde yapsalardı, onlarla dalga geçerlerdi. ama türkiye'de satışları arttı. + ekranda içki kadehlerinin buzlanması, öpüşme sahnelerinin kesilmesi ya da 'gay' kelimesinin bip'lenmesi... dijitalde bunlardan muaf mı olacağız? - evet, dijital yapımların amaçlarından biri sansürden ya da bazı kurallardan muaf olmak. mesela 'masum' dizisini ulusal kanallarda yayımlamamız mümkün değil. çünkü artık kemal sunal'ın 'eşşoğlueşşek' lafı dahi bip'leniyor. * + beren saat bir röportajımızda "tuttu frutti'yle büyüdük de sapık mı olduk" demişti. bu sansürler gelecek için herhangi bir şeyin çözümü olabilir mi? - büyük harfle yaz burayı: asla. tarihte bunun bir örneği yok. sansür, baskı başka yerden fırlar, başımıza başka işler açar. biz aslında ahlak bekçiliği yaparak sapık olduk. ahlak bekçiliğini görev olarak gören herkes önce kendi ahlakına bakmalı. + peki 'ahlak'ı siz nasıl tanımlarsınız? - "ahlak; utanmayı bilmektir". bu ercan kesal'ın 'cin aynası' kitabındaki öykülerinden birinin adı. önce utanmayı bileceğiz. + utanma duygumuzu kaybettik mi? - tabii, ar perdemiz yırtıldı bizim! + peki kendinize otosansür uyguladığınız oluyor mu? - en kötüsü o zaten. uygulamamaya çalışıyorum ama bir toplumda yaşarken ister istemez onun kurallarıyla yaşamaya başlıyorsunuz. * + sanat bir şeyleri düzeltebilir mi? - o kadar çok şeyi düzeltir ki aklınız almaz. sadece tiyatroya giderek, sergi gezerek, konser dinleyerek... bunların hepsini yapın demiyorum. sakın yanlış anlamayın. asgari ücretle dört kişi yaşayan bir aileye "neden tiyatroya gitmiyorsun" diye sorarsan adamı döverler. sadece sanat denen olguyu yaşamımızın bir parçası haline getirmemiz gerek diyorum. sanat, bir estetiğin peşinde koşmak, empati kurmaktır. mesela seyirci tiyatroda bir oyun izlerken karakterle empati kuruyor. empati kuran insan kötülük yapamaz, gidip birini öldüremez, bağıramaz. bir ülkede sanat yoksa empati yoksunluğu artar. + bizi üzen bunca şeye rağmen yola nasıl devam edeceğiz? - yaptığımızın en iyisini yapmaktan başka çaremiz yok. + herkesin dilinde gelecek için bir 'b planı' var. bu noktada devreye o mu giriyor? - yok. bir tane türkiye var. türkiyeliyiz. türkiye'de üretiyor ve yaşıyoruz. onun için burada kalıp devam etmekten başka çare yok. + siz kalbinizi ve aklınızı korumak için ne yapıyorsunuz? - hâlâ tiyatro yapıyorum. biri uzaydan dünyaya ve türkiye'ye baksa ve burada film çeken, tiyatro yapan insanları görse "bunlar ne yapıyor? nasıl oluyor da oluyor" diye düşünür. bizler 'nasıl oluyor da oluyor'u oldurmaya çalışan insanlarız. sürekli 'bir şeylere rağmen', bir şeyler yapıyoruz. kimse bize gümüş tepside olanaklar sunmuyor. * + burada (oyun atölyesi) her şeyi kendi şartlarınızla mı yapıyorsunuz? - evet. keşke tiyatro melekleri olsaydı ama yok. ben bu tiyatro salonunu (oyun atölyesi) neden yaptım biliyor musun? + neden? - öfke... öfke doğru kullanırsanız iyi bir enerjidir. tiyatro yapıyorsunuz ve oynayacak yeriniz yok. bir yer yapmak zorundasınız kendinize... + bütün bu konuştuklarımızdan sonra; umutlu musunuz? - geleceği parlak görüyorum. ama hangi gelecek olduğundan emin değilim... yakın gelecek mi? uzak gelecek mi? gelecek parlak olmak zorunda. + yeni nesil hakkında ne düşünüyorsunuz? - umudumu kaybetmedim. * + peki başkanlık sistemiyle ilgili ne söylersiniz? - internette sokak röportajlarında görüyorum. ellerinde mikrofon, çeşitli şehirlerde dolaşıyor ve "anayasanın 18’inci maddesi değişiyor, ne düşünüyorsunuz" diye soruyorlar. hiç kimsenin bir fikri yok. bu insanlar yarın, öbür gün referandumda 'evet' ya da 'hayır' diye oy verecek. 'hükümet yapıyorsa vardır bildiği' diyorlar. hükümetin tek başına yaptığını sanıyorlar. bunu hükümetin değil, meclis'in yaptığını, meclis kavramını da bilmiyorlar. + başkanlık sisteminin getirileri ve götürüleri ne olur? - 'masum'dan iyice uzaklaştık... + o zaman son bir soru; bir söyleşinizde "atatürk'ü insan olarak anlamak gerekiyor" demişsiniz. şimdilerde fenerbahçe'nin basketbol maçlarında atatürk marşları söyleniyor. bir yerde atatürk heykelleri kaldırılıyor. sizce o zamanlarda ettiğiniz bu cümle üzerinden ne kadar yol aldık? - evet. atatürk'ü iyice irdeleyerek ve akıl kullanarak anlayabiliriz. o marşlar atatürk için söylenseydi 1923'ten beri her gün söylenirdi. ama ne için söylendiğini keşke daha iyi anlayabilseydik. * + 'masum', türkiye’de internet için çekilmiş ilk dizi. i̇nternet televizyonculuğu sizce neleri değiştirecek? - artık televizyonun geleceği de buraya gidiyor. özel televizyonlar reklam almak zorunda. bunun da bazı kuralları var. mesela 50 dakikada bir reklama girmek gibi... bu yüzden diziler artık 150 dakika! her hafta senaristler sinema senaryosundan uzun dizi senaryosu yetiştiriyor. e bunun kalitesinden ne bekleyebiliriz? oyuncudan ne bekleyebiliriz? dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok. gerçi bizde olan bir sürü şey dünyanın hiçbir yerinde yok! + peki internet televizyonculuğu oyuncuları maddi olarak ne kadar tatmin eder? - o parayı sizin kaşınıza gözünüze ödemiyorlar. onlar para kazandıkça kazanılacaktır. + ulusal bir kanala yapılan işi, o akşam büyük bir kitle izliyor. ama internet dizileri daha sınırlı bir kitleye ulaşacak. oyuncular belki artık sokakta o kadar büyük ilgi göremeyecek. bu egolarınızı nasıl etkiler? - görmeyi versinler canım! meşhur olmak o kadar büyütülecek bir halt değil. emin olun, ünlü olduğunuz zaman ertesi gün anonim olmak istersiniz! yolda rahat rahat yürümek, boş boş bakınmak lüks olmaya başlıyor çünkü. bak, seri katil de ünlü, matah bir şey mi? ünlü olmak, yolculuk sırasında başına gelecek bir şey. hedeflenen şey olması aptallıktır. * "bir senaryo, seyredenin aklında 'bu iyi karakter' ya da 'bu kötü karakter' gibi bir algı bırakıyorsa, o kötü yazılmış bir senaryodur. ama insanın içindeki iyiyi ve kötüyü gösteriyorsa, o zaman gerçekten insanı gösteriyor demektir. mesela bir filmde; toplama kampında 1500 kişiyi öldürdükten sonra beethoven dinleyerek ağlayan ve çocuklarıyla okulları üzerine sohbet eden subay beni daha çok ilgilendiriyor. çünkü o senaryo bana kötülüğün sıradanlığını anlatır. sanat zaten iki tarafı göstermek için var." + biz ekranda her şeyi iyi ve kötü olarak kodlamaya mı alıştırıldık? - evet. birisi doğruysa, karşısındaki yanlıştır diye düşünüyoruz. belki ikisi de yanlış, belki ikisi de doğru. biraz analitik düşünmek lazım. maalesef bizde bu çok yok. griyi ve grinin tonlarını algılamak zorundayız. aklımız var. onu kullanmalıyız bir zahmet! * + 'şahsiyet' değişik bir hikâye. tür olarak nereye koyarsınız? - beni çok heyecanlandıran ve benzerleriyle karşılaşmadığımız bir senaryo. bildiğimiz seri katil hikâyesi değil. adam kahraman da değil, tipik psikopat da. yok olması gereken insanların listesini yapmış. alzheimer olunca nasıl olsa unutacağım diye başlıyor sırayla... şahane bir kara komedi/gerilim. hakan günday çok iyi yazmış, onur saylak da çok iyi çekiyor. + sizi ilk kez bu yaşta bir karakter olarak görüyorum. - yaş alalım ama ruhumuz genç kalsın. + bir oyuncu için nasıl bir dönem bu? - olgunluk dönemidir herhalde. bazı şeyleri sorun etmemeye başlıyorsunuz. hayata başka türlü bakıyorsunuz. + nasıl? - öleceğini bilerek... öleceğini bilen tek yaratık insan. nedense bunu 30'lu değil, 60'lı yaşlarda anlamaya başlıyor. sona yaklaşıyoruz. shakespeare'in dediği gibi, "zaman en büyük düşmanınız. doğduğunuz andan itibaren ölüme doğru sürükleyen bir şey". + ne oluyor bunu anlayınca? - empati, vicdan, insan olma özellikleri artıyor. + bir araştırma hatırlıyorum. insanın en mutlu yaşı 63 çıkmıştı. doğru mu? - öyle mi? ben 63 buçuğum! ve bence doğru. + türk dizileri nasıl sizce? dizi ihracatında abd'den sonra dünya ikincisiyiz. - televizyonda çok iş yapıldığı için insanlar tecrübe kazandı, meleke kesp etti, eskilerin deyimiyle. + biraz çığırından çıkmadı mı? abartılı yakın planlar, bağırış çağırış falan. sizin kalibrenizde bir oyuncu için işkence olmalı. - ağır işkence tabii. sadece izleyene değil, yapana da. tüm ekibe işkence. her hafta 150 dakika! bunu regüle etmeleri gerekiyor. standart olmadığı için gecenin 4'ünde trafik kazası oldu, set çalışanları öldü. + 'ezel' vardı mesela, efsane bir dizi. o kalitede bir dizi görebiliyor muyuz artık? - kalite düşüyor, senaryo tavsıyor. yakın planlar; ben sana baktım, sen bana baktın. çayı koy, demlensin, hâlâ birbirlerine bakıyorlar! bence televizyonun geleceği internette. blutv, puhu tv... 'şahsiyet'te bölümler 60'ar dakika. dünya standardı dramada maksimum bir saat, genelde 45 dakika. sitcom'da 25 dakika. türkiye'deyse 150 dakika! + tiyatroyu görev duygusuyla mı yapıyorsunuz? - öyle demeyelim, çok sevdiğim için yapıyorum. tiyatro hayat, sinema sanat, televizyonsa bir mobilya. televizyon sanatı diye bir şey olmaz. sinema yönetmenin, tiyatro oyuncunun sanatı. + kutsadığınız bir şey değil ama... - aman, aman, aman! sakın! efsaneleştirmeye gerek yok, neyse o! + böyle bir tartışma vardı değil mi? - "'rolümden etkilendim' demek ya psikolojik rahatsızlıktır ya yalancılıktır" dedim. saldırdılar. oyuncu rolünden etkilenmez, nokta! oyunculuk bir beceridir, marangozluk gibi. "bu rol için altı ay bilmemkimlerle yaşadım." tanrı'yı oynadım ben. ne yapacaktım? altı ay tanrı'yla mı yaşayacaktım! selama abartılı hareketlerle çıkmalar falan... mesleği bu çapaklardan arındırmak lazım. + dünya tiyatro günü'nde twitter'da şunu yazmışsınız: "sözün bittiği yerdeyiz ama sanat sözün bittiği yerde başlar." - söz yetmediği için resim, beste yapıyoruz. ingilizce, çince, türkçe yetse neden beste yapayım ki? bin kelime döksem 'guernica'yı anlatabilir miyim sözlerimle? tiyatro da öyle. * + kadıköy'de polis 'sadece diktatör' gibi bazı oyunları yasakladığında, "polis keşke tiyatro izlemeye gelseydi" diye yazdınız. - hiçbir sanat faaliyeti yasaklanmamalıdır. izleyen içindir sanat. ben sahnede "insan hali böyle bir şeydir" derim, siz de kendinizi, insanı anlamak, empati kurmak için seyredersiniz. + ülke gerildikçe ilgi arttı galiba tiyatroya... - kadıköy'de herkes bir salon açalım diye tatlı bir telaş içinde. ama çok küçük bir kitleye yaptığımızı unutmayın. türkiye'nin yüzde 80'ine tiyatro dediğiniz zaman akıllarına hiçbir şey gelmiyor. yüzde 14'ü "sinema gibi bir şey ama canlı yapılıyor galiba" diyor. sadece yüzde 6'sı hayatında bir kere gitmiş. türkiye istatistik kurumu'nun sayıları bunlar. yani ülkenin yüzde 5'ine, 6'sına tiyatro yapıyoruz. + mehmet aslantuğ "oyunlar yasaklanıyorsa baskı yok denemez" derken bazı sanatçılar "bu ülkede kimse baskı altında değil" çizgisindeydi. nasıl görüyorsunuz? - tam sizin gördüğünüz gibi görüyorum. + nasıl yani? - gazetecisiniz, sizin nasıl gördüğünüz çok önemli. benimki yaptıklarımla, söylediklerimle ortada. madem merak ediyorsunuz; "türkiye'de herkes çok özgür" diyen bir sanatçı için 'alice harikalar diyarı'nda diye düşünüyorum. - sanatçı ne idüğü belirsiz bir tanımlama zaten. mesleksiz ünlülere 'sanatçı' diyoruz. ben oyuncuyum mesela, öbürü heykeltıraştır, diğeri dansçıdır. "ben sanatçıyım" diyene soracaksın mesleğin nedir abla? biraz daha sanatla ilgilenmelerini tavsiye ederim. + açıktan muhalifsiniz, sizinle uğraşıyorlar mı? - uğraşmak isteyen herkes uğraşıyor. + hayatınız zorlaştı mı? - sizinki kolay mı? + hayır, değil. - bravo. ben sizden niye farklı olayım? ama bir şeyleri 'rağmen' yapmak zevklidir. türkiye'de tiyatro kurmuş olmayı hiçbir şeye değişmem. + sizin kulvarınızda akla ilk gelenler genco erkal, müjdat gezen, ferhan şensoy... bu isimler hep katı kemalist çizgideydi. sizse "bu atatürk'e tapınma hikâyesini artık geride bırakmak lazım" demiştiniz hürriyet'ten cansu çamlıbel'e. - ne güzel, herkes farklı yerde dursun zaten. "atatürk’ü anlamaya çalışalım" dedim. atatürk adı kullanılarak onun istemeyeceği çok şey yapıldı bu ülkede. o yüzden onun adını kullanırken çok özenli olmamız gerekir. dünyanın anladığını bu istismarcılar anlamamış görünüyorlar da o yüzden kurdum bu cümleyi. atatürk'ü rahat bırakın. insanlar önce okuduklarını anlasa... + "baba figürü var, 90 yıldır tapınıyoruz" demiştiniz. - lidersiz hiçbir şey yapamamak... bu kendini hiçe saymaktır. çoban koyunlara lazımdır! bizim toplum olarak kendi aklımızla hareket etmemiz lazım. + ak parti döneminde baba kültü hâlâ atatürk mü sizce? yoksa artık iki baba mı var? - mesela ingiltere'de toplumun babası kimdir? finlandiya'da kimdir? belçika'da? almanya'da? yoktur. demek ki olabiliyor. babasız olabiliriz demek ki! * + kadın oyuncuların meclis'te sahneye çıkmalarına izin verilmemesine tiyatroculardan tepki yağıyor. siz ne diyorsunuz? - "memur oyuncu olmaz" dediğimde bana söylemediklerini bırakmamışlardı. gördünüz mü? benim asıl derdim; o sahnede kalan erkek memurlarla! memursanız amiriniz vardır, amirle tiyatro yapılmaz. * + kızınız kaç yaşında? - 11! kendi torunumu kendim yaptım. aracıyı kaldırdım! + hayatınızın diğer yarısı ingiltere'de. kızınızın nerede yaşamasını istiyorsunuz? birçok kişi göç ediyor türkiye'den... - bu kadar insan ülkeyi terk ediyorsa oturup kendimize bakmamız gerekmiyor mu? bu kadar beyin göçüyor, telaşa düşmemiz gerekmiyor mu toplum olarak? bu telaşı görmüyorum, görmek istiyorum. nerede yaşayacağı kızımın kararı. + kızınız için endişeli misiniz? kutuplaşmayı nasıl görüyorsunuz? - kutuplaşma çok tehlikeli. insanları iç savaşa götürür. çok tehlikelidir, çok! evlat olunca yaşantınızda bir şey değişiyor. sizden daha kıymetli bir şey geliyor dünyaya. egonuz kayboluyor. hiç düşünmeden canınızı verirsiniz. + çetin altan son röportajımızda, "türkiye’de kadın başkaldırısı bekliyorum" demişti. olabilir mi? - iran'da olanlara bakın, kadınlar yapıyor. neden olmasın? başlamış bile olabilir. + dünyada #metoo, #neveragain gibi hareketlerde tacizciler afişe edildi. neden türkiye'de kimse çıkıp bir şey söylemedi? özellikle eğlence endüstrisinde? - bizde kol kırılır, yen içinde kalır. kalmamalı. kırılan kolu yenin içinden çıkarıp "benim kolumu kırdılar" diyeceksiniz! çaresini arayacaksınız bir daha kırılmaması için. herhalde bir olgunlaşma süreci gerekiyor. + siz şimdi pişmanlık duyduğunuz şeyler yaptınız mı geçmişte? - benim erkek egemen bakışım hiçbir zaman olmadı. tersine, nefret ettim. tabiatımda öyle bir şey var. * + iki evlilik yaptınız. eşleriniz oyuncu ya da şarkıcıydı. neden acaba? - yetenek çok cazip bir şeydir. çok çekicidir. siz yeteneksiz insan sever misiniz? hiçbir şey yapmayan, boş boş oturan? + çapkın ruhlu bir insan mısınız? - o ne demek, onu tarif ederseniz hemen söyleyeyim. + evet, top yine bana geldi! - siz olmayan toplar fırlatıyorsunuz, ben de servisi karşılıyorum. + sürekli smaç geliyor! - biraz da siz oynayın. çapkınlığın tarifini alacağız şimdi sizden... herkes dinliyor mu? + hımm... flört etmekten hoşlanan? - herkes flört eder. her ilişki bir flörttür. + bunu nüfusun genelinden ya da mevsim normallerinden daha sık yaşayan? don juan'lık yani. var mı sizde? - hayır. + hiç olmadı mı? - hayır. imkân, fırsat, ortam neyi yarattıysa o. gidip "nerede ulan" diye bakınmıyorum. o bir rahatsızlık, tedavi edilmesi gerekir. + erkekler arasında epey yaygın... - erkek tohum bırakmayı sever. doğadan bahsediyorum, horoz mesela. ama düşünen, algılayan insanın işi o değildir. + evlilik nasıl bir şey sizce? - toplu yaşama geçişte uydurduğumuz bir şey. bu odadaki herkesi yönetiyor olsam derim ki: "sen bununla evlen, borca gir, çocuk yap, işime de karışma." insanları kontrol etmek için... doğada böyle bir şey yok. kendi uydurduğu değerlerle çok vakit kaybediyor insan. yazık oluyor güzelim zamana. + e siz niye evlendiniz? hem de iki kez? - başka ne yapacaksın bu toplumda! "niye pasaportun var" diye de sorun o zaman. kimse bırakmıyor ki çıkayım dışarı! * + türkiye’de büyük patlamayı 'masumiyet'le yaptınız sanırım. biliyor muydunuz böyle efsanevi bir sahne çıkacağını? - hayır ama o tiradı çok sevmiştim. filmin senaryosu yokken o tirat vardı. aklında hiçbir şey yokken zeki bir gece oturmuş, yazmış. sonra o tirat üzerine senaryoyu oluşturmuş. + nasıl çektiniz bu sahneyi? - "necessity is the mother of invention" (gereklilik icadın anasıdır) diye bir ingiliz atasözü vardır. şaryo kullanacağız, zemin eğimli, engebeli bir arazi, titriyor. güneş batıyor, gün gidiyor. "haluk, koyuyorum kamerayı, anlat" dedi zeki. kamerayı koydu ve anlattım, o kadar. tek plan. + bir kerede! - evet. "ışık gidiyor, hadi abi". kuramadık, titriyor, saatlerce uğraştık olmuyor. yoksa şaryo 360 derece dönecek, güven'in (kıraç) yanından geçecek, arkadaki sağır kız gözükecek. saatlerce planlandı. ama şartlar izlediğiniz gibi olmasını gerektirdi. bu sahne öyle oldu işte. * + gelelim 'kış uykusu'na... nuri bilge ceylan'la altın palmiye kazandınız. insanın hayatı nasıl değişiyor bu ödülle? - benim değişmedi ama eminim nuri bilge'nin ya da yapımcının değişmiştir. ben oynamakla ilgileniyorum, oyuncu olmaya çalışıyorum. + altın palmiye çok önemli değil yani? - umurumda değil. ödül, eyvallah... çok teşekkür ederim, sağ olun. izleyenlerin teveccühü, eksik olmasınlar. ben yoluma devam ediyorum. + sinemanın iki dev yönetmeniyle çalıştınız. nuri bilge ceylan ve zeki demirkubuz'la... - nuri bilge çok iyi bir yönetmen! onu hemen söylemeliyim. oyuncudan çok iyi anlıyor, algıları açık. neyi, nasıl anlatması gerektiğini biliyor. bir kelime, bir hareket daha lazım diye saatlerce konuşuyoruz. ipek halı işler gibi ince ince... + zeki demirkubuz’un tarzı nasıl? - zeki de çok iyidir. masumiyet'i çok iyi çekti. bazı yönetmenler görüntüyle fazla ilgilendiği için, 'mana'ya vakit bulamayabilir. ama resmin içinde ne oluyor? anlattığı masala önem verenler daha başarılı. + övmek için söylemiyorum, dünya çapında tek yıldızımız sizsiniz. bu londra'da aldığınız eğitimle mi ilgili? yoksa şans mı? - kafanızdaki hedefleriniz, planlarınız yaratıyor şansı. istanbul'da oturup devlet tiyatrosu'nda memur olsaydım beni ingiltere'den kim arardı ki? + okuduğunuz okul 'london academy of music and dramatic art', ingiltere’nin en iyilerinden. oyunculukta eğitim ne kadar önemli? - çok önemli ama oyunculuk eğitimi olması şart değil. psikoloji, felsefe okuyup tiyatro kollarında başlarsanız daha iyi bir oyuncu olursunuz. oyunculuk bir beceridir. yapa yapa kendimize öğretiriz. + felsefe, psikoloji derinlik mi katıyor? - sınırlar genişliyor, yelpaze açılıyor. diğer tecrübeler size değer katar. + ya yetenek? - yetenek, merak dürtüsüyle sevdiğin bir şeyin ısrarla üzerine gitmek, yapmaya çalışmak, sürekli yeniden denemek, başarırız olup tekrar denemektir. her resim yapan ressam değildir. + yetenek mi tutku mu bu? - yetenek yoksa tutku da olmaz. "ben oyuncu olmak istiyorum" diye gelen genç arkadaşlara ilk sorduğum soru şu: "bu gece yatağına yat ve düşün: oyunculuk dışında bir şey yaparak eşit derecede mutlu olabilir misin? cevabın evetse sakın oyuncu olma." bu kadar basit. * + arada yurt dışına gidip sonra türkiye'ye dönen futbolcular gibisiniz. - geçen ay hollywood'da bir film çektim ama şahsiyet'teki agah beni daha çok heyecanlandırdı. dönüp çekimlere başlamayı dört gözle bekledim. + hollywood filmlerinde biraz oryantalizm kurbanı olmuşsunuz. ortadoğulu gerilla, mafya gibi stereotipler... bu rahatsız ediyor mu sizi? - hayır, hepsi benim için birer deneyim. bağımsız hollywood sineması farklı olabilirdi. ama çok büyük bir endüstri. potansiyel seyircisi 7 milyar. bir filme 200 milyon dolar harcayabiliyorlar, çünkü 1 milyar dolar kazanabileceklerini düşünüyorlar. + dev hollywood yapımı 'ben-hur'da rol aldınız. uçurum var mı arada? - onlar da aynı kamerayı, ışığı kullanıyor. fark; insana ayrılan zaman ve tanınan şans. para... küçük bütçeli denilen bir filmde bile tir'lar, karavanlar, koşuşturanlar... standart çok önemli. * + hayatınız nasıl geçiyor? - haftanın sekiz güne çıkması için dilekçe vermeyi düşünüyorum. dört gün setteyim, üç gün tiyatrodayım. ama çalışmazsam sıkılırım zaten. + sabah erken mi kalkarsınız? - hayır. erken saatleri hiç sevmem, gece adamıyım. beni sabaha kadar çalıştır ama sabah dokunma. adımı bile hatırlamam. + kafa dinlemek için ne yaparsınız? ne bileyim, eve gidince bir kadeh şarap içer, netflix'i açar mısınız? - çay demlerim. şarabı arkadaşlarla içerim, tek başıma içmeyi sevmem. çiftliğe giderim, ormana bakarım, tavukları beslerim. + çiftliğiniz mi var? - evet, şehre bir saat mesafede. ördeklerim, tavuklarım, ineğim ve bir yavrusu var. kuşlarım, güvercinlerim, kumrularım var. doğayı seviyorum, muhteşem bir mucize. + tatile nereye gidersiniz? londra'yı özlüyor musunuz? - londra tatil değil ki, ikinci evim. orada da yaşıyorum. yazın kızım denizini sevdiği için bodrum’a gidiyoruz. + en sevdiğiniz filmler? - 'paramparça aşklar köpekler', 'gözleri tamamen kapalı', 'baba' filmlerini ve charlie chaplin'in dehasını severim. türkiye'den sorarsanız onur ünlü’nün 'sen aydınlatırsın geceyi' filmini... görmediyseniz mutlaka izleyin. + sokakta rahat yürüyebiliyor musunuz? - hayır. gözlük, şapka, kadın kıyafetine bile girsen tanırlar! şöhret vesaire hep yolculukta başınıza gelen şeyler, hedeflenecek şeyler değil. mesleğin yan etkileri. * + türkiye'de oyunculara da, oyuncu olmak isteyenlere de, kimi beğeniyorsun diye sorulduğunda haluk bilginer diyorlar. ne farkınız var diğerlerinden? - ben bu oyunculuk yolculuğunda son 32 yıldır, yolculuğun hiç bitmeyeceğini bilen bir adam olduğum için, öyle bir şey seziyorlar. ben sürekli öğrenci kalmayı becerebildim. + hayatınızda sanatınızı yapmaktan başka bir şey düşünmez misiniz? - düşünmez olur muyum? ben her şeyi yapıyorum. oyunculuk yapan birinin dünyada olan her şeyle ilgilenmesi gerekir. o merak olmazsa, zaten oyuncu olamazsınız. + izmirlisiniz. nasıl bir çocuktunuz? - mutlu bir ailede, mutlu bir çocukluk geçirdim. üç kardeşiz. ben ortadaki çocuğum. ağabeyim ve kız kardeşim var. lise sona kadar izmir'deydim. 1971'den sonra ankara, londra ve istanbul. ailem hala izmir'de yaşıyor. izmir benim çocukluğumda, çok güzel bir şehirdi. ama şimdi gidiyorum, çok moralim bozuluyor, çirkinleşti izmir. üç şey olmak istemiştim liseye kadar. kimya mühendisi, doktor ve oyuncu. şimdi düşünüyorum bu üçünün ne alakası var. alakası yokmuş gibi görünüyor. fakat hepsinin kökünde yatan şey merak. ben doktor olsaydım, kanserin tedavisini bulmak için çalışacaktım. ben çocukluğumda masal kitabı değil ansiklopedi okurdum. en sevdiğim oyuncağım mikroskobumdu. parmağımı iğneyle delerdim, kana bakardım. + nasıl bir erkek olarak tanımlıyorsunuz kendinizi? - ben insan olmaya çalışıyorum. tesadüfen erkek olarak gelmişim dünyaya ama. + bir kadın da katlanamayacağınız şeyler nelerdir? - bir erkeğin yanında kendini aptal zannetmesi. asla aptal değiller çünkü. onların zeki ve yetenekli olduklarını görmem lazım. mesela yetenek çok tahrik edici, çok seksüel bir şeydir. + kıskanç mısınız? - vardır mutlaka. birlikte yaşamak söz konusu ise, senden başkası ile bir şeylerin paylaşıldığını düşünürsen, kıskanırsın. + ilişki için soruyorum. gerçi her şeyde böyle ya, problemsiz olan her şey aslında problemlidir, muhakkak biter. - tabii. çelişki iyi bir şeydir. ilişkiyi sağlam tutar, sağlıklı tutar. sen onu beğeniyorsun, ben de beğeniyorum. sen onu yapmak istiyorsun ben de bunu, sen böyle. sen bana hayran, ben sana. gel cama tırman. böyle ilişki olmaz ki. + evli bir arkadaşımın tavsiyesi; bazı konularda da yüz göz olunmaması gerekiyormuş. bazı şeyleri de saklı tutacakmışsın. - bu güzel bir şey. gizem, ufacık da olsa, hala keşfedilmemiş bir yanın kalması cazip ve ayakta tutar ilişkiyi. mesela magazinsel yıldızlarımız. özel hayatlarını kameraların önünde yaşadıklarından, benim için hiç ilginç değiller mesela. hiç merak etmiyorum hiçbir şeylerini. ne yaptıkları işleri, ne çektikleri filmleri, ne söyledikleri şarkıları, hiçbir şeylerini merak etmiyorum. yaşamamaları gereken şeyleri de benim gözümün önünde yaşıyorlar. bana ne? + baba olmak istemediniz mi? tabii zuhal hanım'ın bir kızı var ama siz istemediniz mi? - ben hazıra kondum. ceren altı yaşındaydı, bir kızım oldu. çok da iyi geçiniyoruz kızımla. sadece biyolojik babası değilim o kadar. tabii ki isterdim kendi çocuğum olsun. ama olmadı. olmayınca da bunun üstüne gidip dert etmekte çok da fayda olmadığını düşünüyorum. dönem, zaman doğru değildi. bir şeyler doğru değildi, olamadı. ve sonra da tren kaçtı. artık vakit geçti. şimdi bunun muhasebesini yapıp peşinden ağlamanın çok da faydası olmadığını düşünüyorum. + türkiye'de nelerin karşısındasınız? - sabaha kadar vaktimiz var mı? çok şeylerin. türkiye'de eğitim, sağlık, adalet, kültür bir skandaldır. bu saydığım dört şey olmazsa olmaz ayaklarıdır bir toplumun. sağlık sistemimize bakın utanç verici. eğitim sistemimize bakın bir skandal, utanç verici. mahkemelerin haline bakın, içler acısı. nasıl dağıtılıyor adalet. kültür bakanlığı'nın bütçesi nedir biliyor musunuz? binde beş. bunun farkına varamamış toplumlarda bir şeylerin iyi olmasını nasıl bekleyebiliriz ki? bu başlıklar altında sabaha kadar konuşabiliriz. * "… 'babam öldü ama hâlâ sahneye çıkarım' yavşaklığına asla inanmam. önce insandır önemli olan, oyun değil. ben babam ölürse sahneye filan çıkmam, kıçımı yesin herkes.." ".. bir mesleği kutsallaştırmak çabası nedendir acep?.. bir marangoz övünmüş müdür hiç? babam öldüğünde atölyeye gidip, iki masa bir büfe zımparaladım, diye. bir aşçı böbürlenmiş midir? anamı kaybettikten sonra mutfağa girip bir tepsi baklava açtım, diye. oyuncu niye aynı durumu kullanarak farklı bir algı yaymak isteğindedir dersiniz?.." * "birinci oyun, 100'üncü oyun gibi değil. 100'üncü oyunun daha iyi olması lâzım. daha iyi değilse kötü oynanıyordur zaten. eğer ikisi de aynıysa o oyuna gitmeyin. gelişmesi gerekiyordur. oyunun da kendi yaşamı var; insan, dil ve kültür gibi. o da değişiyor, gelişiyor ve daha güzel oluyor; tabii bunu başarabiliyorsa." "özellikle gala yapılıyorsa o ilk oyun kötü olur. sizin de bahsettiğiniz gibi ben hayatımda hiç gala yapmadım, sevmem de. çünkü galaya seyirciler kerhen gelir. "şimdi ayıp olmasın, gidelim" derler. fakat tiyatro denilen şeye bence isteyerek, kendini talep ederek gitmelisiniz. dolayısıyla bazı arkadaşlarım bana “oyun başlamış, hiç davet etmedin’’ şeklinde sitemde bulunurlar. güzel arkadaşım sen bana söyle, ben seni seve seve davet ederim. fakat sana zorla “gel benim oyunumu seyret’’ diyemem. o zaman sen haluk’a ayıp olmasın diye geleceksin." * + peki, türkiye’deki tiyatro izleyicisini nasıl yorumluyorsunuz? bir yandan her oyun kapalı gişe oynuyor, diğer yandan oyuncular tiyatro izlenmiyor isyanında. - çok doğru. türkiye'de tiyatro izleyicisi var mı acaba? size şöyle bir örnek vereyim; ingiltere'yle nüfusumuz aynı. oradaki tiyatro seyircisi, futbol seyircisinden fazla. ki dikkat edin, futbolun beşiği diyebileceğimiz bir ülkeden söz ediyoruz. fakat ingiltere'de tiyatro hayatın parçası. türkiye'de tiyatro kelimesi nüfusun yüzde 80'inde bir çağrışım yapmaz. bu rakamı ben söylemiyorum bu arada, türkiye istatistik kurumu'nun verisi bu. yüzde 14'ü "evet, televizyona benzer bir şey ama canlı galiba" diyor ve hayatında tiyatroya hiç gitmemiş. sadece yüzde 6'sı ise hayatında en az bir kere tiyatroya gitmiş. şimdi türkiye'de yılda 2 milyon bilet satılıyorsa, bizim 2 milyon seyircimiz var demek değil bu. maksimum 500 bin seyircimiz var ve onlar da o yıl dört oyun izlemiş. onun için de türkiye'de tiyatronun tırnağımız kadar değeri yok. + aslında dizilerde rol alan oyuncuların çoğu tiyatroda da oynuyor. hayranları için onları canlı görmek büyük fırsat. bu yönden rakamın daha fazla olması gerekmez mi? - işte bunu talep etmek için istek, bilgi, kültür ve para lazım. asgariyle yaşayan birine "neden tiyatroya gitmiyorsun?’’ denilirse o adam bu soruyu soran kişiyi döver. böyle bir sorunun sorulması ayıptır. tabii gitmeyecek, ancak boğazını doyurmaya çalışıyor. ancak bütün bu insani ihtiyaçlar giderildikten sonra siz "bu gece kendimize bir iyilik yapalım ve tiyatroya, sinemaya, konsere veya sergiye gidelim"diyebilirsiniz. kimsenin böyle bir isteği yok. herkes betonlarda yaşamayı tercih ediyor. + avm'ler yaşam mabedine dönüştü zaten. - evet, hepsi dolu. halbuki bahar geldi, hava çok güzel; çimenlere uzanabilirsin. işte bu bir ihtiyaç meselesi. demek ki ihtiyaç duymuyor. sadece yüzde 6'sı tiyatroya ihtiyaç duymuş. daha çok para kazanıyor olmamız zenginleştiğimiz anlamına gelmez. herkes para kazanır. fakat harcamak önemli. harcamak için kültür, görgü ve birikim lâzım. kültür de parayla satın alınmıyor maalesef. kişi başına düşen milli gelir 10 bin dolar oldu diye sevinmenin alemi yok. sergiye veya tiyatroya giden nüfus artmış mı, yılda kaç kitap basılıyor ve satılıyor; bunlara bakacağız. zenginlik odur. oyundaki tom'un da çok parası var ama zengin mi; değil! (tiyatronun neden ihtiyaç olduğuna dair şunu; (#2129875) ve para konusunda şunu da; (#2138139) şuraya iliştireyim. o değil de bu gibi adamlarla paralel şeyler düşünmüş olduğumu görmeyi seviyorum be. böyle durumlar daha çok düşünmeye teşvik ediyor.) * "teknik diye bir şey yok. bazı oyuncular böyle saçma sapan şeyler söylerlerse inanmayın lütfen." + teknik değil de, şimdilerde oyunculuğun matematiği olduğunu çok sık duyuyorum. - yok öyle bir şey. lütfen benim için "hadi bana anlat şu matematiği de bakalım anlayabilecek miyim?" deyin. insanlar hiçbir anlama gelmeyen cümleler kurmayı çok seviyor. fakat anlat dediğinizde çalışmadıkları yerden olduğu için cevap veremiyorlar. ben 45 yıldır bu işi yapıyorum ama tekniğin ne olduğunu bilmiyorum. oyunculuk bir beceridir ve bunu da kendi kendimize kazanırız. yaparak kendimize öğretiriz oyunculuğu. bisiklete binmek veya ıslık çalmak gibidir. oyuncu denen yaratık, insanı ilgilendiren her şeyi merak etmek zorunda. böyle bir şeyin tekniği nasıl olabilir? buradan duyuruyorum herkese; o ablalar ağabeyler veya genç arkadaşlar gelip teknik diye yumurtladıkları şeyi bana bir öğretsinler. ben cahilim bu konuda, bilmiyorum. + peki, oyuncunun en güzel gözlem malzemesi nedir? - çocukları seyredin. benim öğretmenim onlar. evcilik veya kovboyculuk oynarken ne yaptıklarına bakın. çünkü onların tek amacı oynamak ve keyif almak. siz bunu yapar ve oynama arzusuyla oynarsanız hata yapma ihtimaliniz yok. tam da bu nedenden ötürü burası oyun atölyesi. oyunu en saf haliyle alıp bir şeyler yapmak için kurduk burayı. * "türkiye'de ne yazık ki genelde gri alanları unutuyoruz. ya siyah ya da beyaz düşünüyoruz. biri haksızsa, diğeri mutlaka haklıdır. hayır efendim! belki ikisi de haksız ya da haklı. biz birini haklı bulduğumuz zaman karşısındakini haksız diye yaftalamayı seviyoruz. öbür türlüsü daha fazla düşünmemizi, irdelememizi ve merak etmemizi gerektiriyor. kolaycıyız, düşünmeyi bilmiyoruz. çünkü bize düşünmek öğretilmiyor, ezberlemek öğretiliyor. eğitim sisteminden başlıyor zaten sakatlık. ezberle, sınavdan iyi not al. eee, ne biliyorsun? hiçbir şey." + bu sistem kendimize dönmemizi de engellemiyor mu biraz? - kesinlikle! kategorize etmek çok kolay. düşünmeye vakit yok. para kazanacağız, bina yapacağız, ağaçları keseceğiz; çok meşgulüz. ülkemizi, yaşadığımız yeri çirkinleştirmekle ve sularımızı kirletip tüketmekle meşgulüz. ben çocukken anneannemin seferihisar'daki evinin önünden bir dere akardı ve o dere tertemizdi. biz oradan su içerdik, etrafında çakmak taşları vardı. aradan yıllar geçti ve anneannem rahmetli olduktan sonra oraya tekrar gittim. lağım akıyordu bu sefer. yaklaşık 10 yıl sonrasında yine gittim ve evet, bu sefer dere tamamıyla yoktu. çünkü suyun yolunu kesmişler. + hep deriz ya baş rolünde olduğum hayatı oynuyorum. senaryo yazmada başarısızız galiba, kötü sonlar yazıyoruz. - maalesef. fakat zavallı insanoğlu şunu unutuyor; doğa senden çok daha güçlü, bilgili ve bilinçli. o dere oradan akıyorsa 10 bin yıldır varlığını sürdürüyordu. sen o dereyi kuruttuğun zaman yarın öbür gün çok daha büyük yağmurlar yağdığında orası taşacak ve sen o suların altında öleceksin. sonra da allah'ın takdiri diyeceksin. allah'ın takdiri değil, senin geri zekalılığın. sen belediye olarak oraya imar izni verdiğin için bir kere hainsin. orada oturan da düşüncesiz, oturmayacaksın. doğayı inatla anlamıyoruz. üstelik nüfusumuzun çoğu da doğada yaşıyor. fakat köylere bakıyorsunuz artık insanlar oralara da apartman yapıyorlar ve ben üzüntümden kahroluyorum. köy orası yahu! ev ve bahçe yapsana, orada tavuk besleyip domatesini, biberini eksene… hasta mısın? apartman denilen saçmalık, şehirlere insanlar yığıldığı ve yer bulamadıkları için üst üste dizilen kutular gibi uydurulmuş bir şey. + peki, bu durum daha ne kadar kötüye gidebilir? - inanın öngöremiyorum. maalesef paramızı harcayacak kültüre, gustoya sahip değiliz. bir de şimdilerde televizyonda bir kamu spotu dönüyor: "tarım arazilerine lütfen inşaat yapmayın". efendim? ben istesem yapabiliyor muyum ki? bize imar iznini sen veriyorsun. imar izni olmayan yerleri de gidip yık benim adıma. bana bunu deme, dalga mı geçiyorsun benimle? + sizce körü körüne bağlandığımız kişisel inanç ve ideolojilerimiz mi bizi buna sürüklüyor? - inanç dediğimiz şey çok tehlikeli. çünkü inançta sorgu yok. herkes bilime emanet olsun (gülüyor). + tarihteki acı olayların nedeni de bu tehlike değil miydi? - ben size bir hikâye anlatayım. aynı zamanda çok sevdiğim bir abim olan feyyaz fergar vardır. kendisi 85 yaşında hayatını kaybetti. yıllarca ingiltere'de bbc türkçe bölümünün başındaydı. feyyaz kayacan adıyla türkiye'de şiir kitapları yayınlandı. kendisi 19 yaşındayken öğrenimine paris'te devam etmek için ilk kez türkiye'yi terk ediyor. babası da haydarpaşa tren istasyonu’na onu uğurlamaya gelmiş. "güle güle oğlum, allah zihin açıklığı versin" diyor. tren de o sırada hareket ediyor; "oğlum sana bir şey söyleyeceğiz. biz ermeniyiz oğlum". feyyaz abi ermeni olduğunu ilk defa o zaman öğreniyor. önce uzun yıllar fransa'da yaşadı sonra da londra'ya geçti. 30 yıl sonra korkarak türkiye'ye geldi. saçı uzundu, sırf sınır polislerine normal görünsün diye kestirdi. azınlıklar türkiye'de çok korkmuşlar. çünkü tarihimizde çok kara sayfalar var affedilemeyecek. varlık vergisi, 6-7 eylül… moda'daki rum, ermeni nüfusu bile tamamen kaybolmuş. bu semt o zaman çok daha zengindi. şimdi "affedersiniz ermeni dediler" diyor insanlar. "affedersiniz bana türk dediler" ya da "affedersiniz bana müslüman dediler" desek ne olacak? + sözü milliyetçilik devralır herhalde. - milliyetçilik ne kadar tehlikeli bir şey, değil mi? kendi katkınız olmayan herhangi bir şeyle gurur duymak... siz zaten burada doğmuşsunuz, ne var bunda gurur duyacak? yunanistan'da doğmuş olsaydınız "ne mutlu rumum!" diyeceksiniz. ne yaptın rum olmak için? sadece rum ana babadan doğdun ve kilisede vaftiz ettiler seni. somali veya suudi arabistan'da doğsaydın da aynı şekilde gurur duyacaktın. e, peki sen bu işin içinden nasıl çıkıyorsun kardeşim diye sorduğunda ne olacaktı? çalışmadığı yerden sorduğun için cevap veremeyecekti. + biz bu cevapsız sorular ve tehlikeli sulardan yakın zamanda rol aldığınız 'new blood' adlı diziye geçelim. - bbc dizisi, ben de iki bölüm rol aldım. haziran'da yayınlanacak. yakın zamanda yeniden londra'da olacağım bu sefer 'trendy' adlı filmde oynamak için. londra'da yaşayan fransız yönetmen louis lagayette yönetiyor. onun ardından iki haftalığına new york'a gideceğim. bir broadway müzikali söz konusu kesin olmamakla birlikte. program karışık şu an biraz. ben seviyorum bu yoğunluğu, boş kalmamayı (gülüyor). + peki, yıllarca özellikle londra'da yaşamış biri olarak türkiye ile ingiltere'yi televizyon yönünden karşılaştırdığınızda tablo nasıl? - ingiltere’de yaşadığım yıllarda sadece dört kanal vardı: bbc one, bbc two, itv ve channel 4. o sırada türkiye'de en az 30 kanal yayındaydı. sonra bizim digitürk'e benzeyen sky devreye girdiğinde yüzlerce kanal olmaya başladı. ve bu tablo karşısında bbc hâlâ kalitesini koruyor. bu kanal için yapılan filmler ve diziler tüm dünyaya satılabiliyor. bbc ülkenin kanalı olduğunu ve halkın parasıyla ayakta durduğunu bildiği için doğru düzgün, kalıcı işler yapıyor. bbc filmi veya dizisi denildiğinde herkes önce ceketini ilikliyor. fakat diğer kanalların amacı reyting ve reklam. bbc'de ise sıfır reklam vardır. peki, trt neden reklam alıyor? biri bana açıklasın, çok merak ediyorum. ben zaten vergilerimden trt'ye bir sürü para vermiyor muyum? neden özel kanallarla yarışıyorsun? senin niye reyting derdin var? sadece kaliteli iş yap ve sus. bırak reyting kim yaparsa yapsın. + bu reyting savaşına dâhil olan işlere bakma fırsatınız oluyor mu? - maalesef hayır. ben yıllardır kendi yaptığım işlere bile bakmadım. zaten uzun süredir yapmıyordum da. genellikle gece yarısından sonra televizyon izliyorum. kaçırdığım bir tartışma veya haber programı varsa ona bakıyorum. sonra herkesin söylediği gibi "ben sadece national geographic belgeseli izliyorum" değil de, nat geo wild, history channel ve diğer belgesel kanallarını dolaşıyorum veya müzik dinliyorum. yalnız yerli dizilere bakamadığımı gururla söylemiyorum. benim cehaletime verin. fakat izleyemiyorum. + aslında uzun zamandır türkiye'de dizi yapamadığınız için teklifler de çoktur. - evet geliyor ama yapamıyorum. burada değilim çünkü. türkiye'de dizi yaparım, çok da seviyorum. * + sizinle yapılan röportajlarda genelde dikkat ediyorum günlük hayattaki haluk bilginer kısmı boş kalıyor. aslında bilmiyoruz o anlamda sizi. güne nasıl başlarsınız, o gün nasıl geçer? ne tür müzik dinlersiniz? - günlük yaşıyorum. bir hafta sonra ne yapacağımı düşünmüyorum. bunu düşünürsem hiçbir şey yapamam. alkolikler böyle yaparmış galiba. son 30 yıldır içmese de "bugün içmeyeceğim" diye güne başlarlarmış. ben de öyleyim (gülüyor). doğayı çok seviyorum. balkon veya bahçem varsa çiçeklerim böceklerim, köpeklerim, kuşlarımla vakit geçiriyorum. şehri çok sevmiyorum. toprağı ve ona bağlı yaşayanları seviyorum. onlar sahici ve samimi, diğerleri değil. + peki, söz konusu kültür sanat olduğunda hangi yazarı okumaktan keyif alırsınız? - denemeleri çok severim. felsefi olan, bizim yaşadığımız ve bildiğimiz ama tam da çözemediğimiz şeyleri didikleyen kitapları, yazıları okumaktan keyif alıyorum. çok fazla senaryo ve oyun okuyorum. bu nedenle bazen "keşke vaktim olsa da roman okusam" diyorum. çünkü roman biraz lüks gibi geliyor bana artık. + peki, ya müzik? sanki ağırlıklı olarak caz ve klasik müzik dinliyormuşsunuz gibi geliyor. - hep türü severim ama söz konusu bu ikisi olduğunda cazdan ziyade klasik diyebilirim (gülüyor). güzel bestelenmiş ve ruhumu harekete geçiren her müzik bana uygun. türk müziği ve arabeski çok severim. tabii yerine göre ve ne olduğuna bağlı. klasiği sevdiğimi söyledim ama sevmediklerim de var. "çok gıygıy, şunu kapatın" dediğim de olur (gülüyor). mozart'a bayılırım, muazzam bir dahidir benim için. rock çok severim. queen ve pink floyd dinlerim. + sinemaya gelelim; son zamanlarda izlediğiniz filmlerden favoriniz hangisi? - 'room'; o anne ile oğul beni çok etkiledi. çok güzel bir film. özellikle takip ettiğim bir ülke sineması, yönetmen veya oyuncu yok. fakat türkiye'den mesela onur ünlü'nün filmlerini çok merak ederim. oynadım da, yakın zamanda vizyona girecek; 'kırık kalpler bankası'. onur'un 'sen aydınlatırsın geceyi' adlı filmini çok sevdim. muhteşem! bence bir başyapıttır. 50 yıl sonra da seyredilecektir. onur'un kafasını çok seviyorum. 'sen aydınlatırsın geceyi' filminde her karakterin insanüstü güçleri vardır. ama hiç kimse insani sıkıntılardan muaf değildir. adam ölemiyor mesela, derdi bu. biri duvarın içinden geçiyor ama sevdiği kıza yaklaşamıyor. sevdiği kız ise eşyaları hareket ettiriyor ama yine mutsuzlar, bir sıkıntıları var. nuri bilge ceylan ile de 'kış uykusu'nda büyük bir keyifle çalıştım. çok iyi bir deneyimdi benim için. senaryoyu da ortaya çıkan filmi de çok sevmiştim zaten. + nuri bilge ceylan deyince aklıma o muazzam aydın portresi geldi. bugüne kadar oynadığınız tüm karakterler şu an burada, karşınızda olsa hangisiyle ne hakkında konuşurdunuz? - siz aydın dediniz, ben de ondan devam edeyim. aydın'ı karşıma alıp "aydın sen çok haklısın, hiç üzülme kardeşim" derdim. 'kış uykusu', çok namuslu bir senaryoya sahiptir. çuvaldızı kendine batırmaktan kaçınmamış ve kimsenin tarafını tutmamıştır. aydın film bittikten sonra üzülebilir. üzülmesin, hepimiz öyleyiz. + peki, aralarından sizde özel yere sahip olan hangisi? - "hepsi benim evladım, ayıramam ki" saçmalığına girmeyeceğim ama her birini severek oynadım. tabii ki trafik kazaları olmuştur hayatımızda. ben de yaptım; keşke yapmasaydım ama sorumluluğunu da kabul ediyorum. oyuncunun da böyle olması gerekir. hitler'i oynarken bile onu sevmek zorundasınız. hitler'in haklı olduğunu düşünerek oynayacaksınız ki seyreden dehşete düşsün. öbür türlü "ben hitler'e biraz dışarından bakayım" dersiniz. e, dışarıdan bakacaksan da git evinden bak. alman'ın üstün ırk olduğunu ve yahudiler'in ölmesi gerektiğini düşün ve öyle oyna. o zaman ben senden nefret ederim. adam bir nazi kampında 1500 yahudi'yi öldürdükten sonra akşam evine giderek beethoven dinleyip ağlıyor. işte bunu göstermek çok daha sahici ve bir o kadar da korkunçtur. + 'downfall' filmi bu dediğinize harika bir örnek. bruno ganz tıpkı söylediğiniz gibi bir hitler portresi çizmişti. - bruno ganz; ne oyuncudur namussuz! (gülüyor). çok severim. hitler'i de şahane oynadı. işte, oyunculuk öyle bir şey. + peki, "karaktere hazırlanma" olgusuna inanıyor musunuz? - aaa, doğru söylediniz; bir de tabiri caizse öyle geyikler vardır. "rolüm için altı ay delilerle yaşadım" der. kardeşim aklını mı oynattın? senin gözlemin yok mu? size hemen bir örnek vereyim. yıllar önce oyun atölyesi’nde 'jeanne d'arc'ın öteki ölümü' adında bir oyun oynadık. ben de tanrıyı canlandırıyordum. sizce ön hazırlığımı nasıl yapmalıydım? "altı ay tanrıyla yaşadım" mı deseydim? senin yorumun önemli orada. ben hiç adam öldürmedim, katili nasıl oynayacağım? sıcak bir yaz günü, çok da yorgunsun ve hafif bir meltem esiyor. seni bir sivrisinek gelip rahatsız ediyor ve çat! katilsin, işte buyur oyna. + haluk bilginer denildiğinde anahtar kelimelerin başında zarafet gelir herhalde. hiç yönetmene bağırdığınız, sette sinirlendiğiniz anlar olmuyor mu? - benim derdim kendimle. yönetmen kendi işini yapıyor. fakat üslup diye bir şey var. onun ayarı kaçarsa o zaman anlaşamayız. ben kendime sürekli kavga ederim ve herkese de hararetle tavsiye ederim. bunu yapmasanız ilerleyemezsiniz. geçenlerde de söyledim; "ben kendimle çok barışığım" lafını anlayamam. niye barışıksın? kendinle kavga etmiyor musun hiç? öfke de bir enerjidir. cinayet de işletir, tiyatro salonu da yaptırır insana. ben öfkeyle yaptım oyun atölyesi'ni. çünkü türkiye'de tiyatro salonu yok. bu yönden öfkenin olumlu etkisi de olabiliyor. + o zaman sizdeki bu öfke hiç bitmesin. - (gülüyor). ben bu sayede kendimi aşmak istiyorum sürekli. o yüzden hatta geçmişe göre daha heyecanlıyım. fakat acı bir gerçeğin de farkındayım. en iyi oyunumu oynayamadan öleceğim bir gün. hiçbiri en iyisi olmayacak ki! ömür yetmez. âdem 350 yıl yaşamış zırvalıklarını boş verin. evren bazında düşünecek olursak 100 yıl bile o kadar kısa bir zaman ki insan ömründe. + son olarak sizden bir soru isteyeceğim. bugüne kadar yüzlerce soru yanıtladınız röportajlarda. kendinize bugün sorduğunuz, üzerine kafa yorduğunuz ama cevabını alamadığınız soru nedir? - kendimizi ne zaman tanıyacağız? tanıyamadan öleceğiz. cevabını da verdim şimdi (gülüyor). sizi tanımak çok kolay. daha doğrusu tanıdığımı sanacağım. mesela cansu uras denildiğinde "geldi, çok keyifli bir röportaj yaptık; tanıyorum kendisini" diyeceğim. yalan! tanıyorum kelimesi nedir? cismen gördüm ve bir daha yüzünü görürsem tanırım demektir. ben kendimi tanımıyorum, sizi nasıl tanıyacağım? gerçek anlamını çözebilmiş değiliz bu kelimenin. ve biz kendimizi çözemeden öleceğiz. * "biz çok analitik düşünmeyi bilen bir toplum değiliz açıkçası. biz ezberci bir toplumuz, ezberimizi bozmak bizim çok işimize gelmez. darmadağın oluruz. ezberin dışında herhangi bir şey sizi allak bullak eder. nerede olduğunuzu şaşırırsınız ve adapte olmanız çok zaman alır. padişahlıktan cumhuriyet'e geçişte adapte olmanın çok zor olduğu gibi. 91 yıldır adapte olamamışız. 91 yıldır güce tapıyoruz. biz gücü çok severiz. kendini güçlü gösteren herkese tapınırız. bizim babalarımız da öyledir çünkü. evde bir güç isteriz hep. baba sendromudur o. bir laf vardır çok severim: erkekler babaları öldükten sonra büyür." "25 yıldır türkiye'de tiyatro yapıyorum, ilk kez 'oyun atölyesi' kültür bakanlığı yardımını almadı. vermediler. gezi'yi desteklediğimiz için." * "isyan her zaman çok caziptir ama biz beceremeyiz." +neden? geçen sene gezi'de isyan edilmedi mi? - ahhh... keşke. o 90'lı gençliğin yaptığı türkiye'de bir milattır. bundan sonra kimse gezi'yi yok sayarak siyaset yapamaz. hiç kimse gezi'yi yok sayarak holding işlerini de yürütemez. + hem de 90 gençliğinden geldi, hiç beklemedikleri yerden değil mi? - hiç beklemedikleri, hiç çalışmadıkları yerden geldi. ve o kadar güzel oldu ki. 90 gençliğinin bu direnci ve isyanı benim gibi toplumdaki birçok insanı niye şaşırttı? çünkü biz mızmızlanmayı çok severiz ama hiçbir zaman isyan etmeyiz. kapalı kapılar ardında, kahvehanelerde ya da meyhanelerde dertleşiriz sürekli. ondan sonra unuturuz. isyan etmeyi öğretmek 90 gençliğine düştü, çok da iyi oldu. bizim çocuklarımız çok daha mutlu bir ülkede yaşayacaklar, ondan emin olun. yoksa umudumuzu kaybetmek için o kadar çok sebep var ki, sabaha kadar sayabilirim size. kendinizi yasaklamaya başlarsanız.. + ilk üçünü söyleyin. - demokrasi yokluğu en önemlisi. gelir dağılımındaki büyük eşitsizlik. demokrasi olmayınca bu da olmuyor. korku. demokrasi yok ve korku var. ve korkunun yarattığı otosansür. bu sansürlerin en tehlikelisi. biri size bir şeyi yasaklar ve siz onunla mücadele edersiniz. ama siz kendi kendinizi yasaklamaya başlarsanız o felaket. * + turnelerde sizin anadolu'da neredeyse gitmediğiniz şehir kalmıyor. bizim şehirde yaşadığımız buhranların nasıl bir karşılığı var oralarda? - yolsuzluk, rüşvet hiç kimsenin umurunda değil. tabii yönetenler de bunu bilerek davranıyor. çünkü türkiye'de herkes küçük bir işletme. adam 2000 tl'lik maaşıyla bir tane doblo almış. karısı çalışıp 1500 tl alıyor, oğlu çalışıp 1500 tl alıyor. yaklaşık 5000 tl giriyor eve. doblo'nun taksidi ödeniyor mu, ödeniyor. aman düzenim bozulmasın. "benden mi yedi" diyor. gelir dağılımının adaletsizliği üzerinden herkesi böyle bir küçük işletme gibi yaparsanız, bu insanları sarsmak, "isyan edin" demek çok zordur. "abi doblo'nun taksidi" der size. böyle bir korku. bu tüm dünyada yönetenlerin hep işine gelmiştir. mesela, aileyi çok savunurlar ve herkesin aile olmasını isterler. aile tehlikesizdir çünkü onlar için. aile işin içine girdiği zaman sorumluluk başlar. bunlar dünyanın tüm yönetenleri için son derece faydalıdır. din son derece faydalıdır. isyan etmekten alıkoyar bunlar sizi. biz mızmızlanmayı çok severiz ama hiçbir zaman isyan etmeyiz. isyan etmeyi öğretmek 90 gençliğine düştü, çok da iyi oldu. bizim çocuklarımız çok daha mutlu bir ülkede yaşayacaklar. + muhafazakâr yaşam tarzının ve oradan gücünü alan türde bir mahalle baskısının anadolu'da son dönemde daha da baskın olduğu yönündeki kanaate katılır mısınız? - anadolu'da neredeyse hiçbir yerde içkili lokanta yok. nerede buluyorsunuz alkolü biliyor musunuz? evlerde. yıllardır türkiye'de en çok içki nerede satılır biliyor musunuz? konya'da ve yozgat'ta. istatistiklere bakın. özelleştirilmeden evvel tekel'in hangi şehirlere ne gönderdiğine bakın. en çok porno film nerede satılıyordu diye sorun. yanıt yine konya ve yozgat. yıllardır bu böyle ve bunu herkes biliyor. bir şeyi bastırırsanız alttan fışkırır. tabii ki. soruyorsunuz "içki nerede içilir" diye. "yok abi öyle bir yer" diyor. e peki siz nerede içiyorsunuz? "evde içiyoruz abi" diyor. evde içiyor ama işletmesinde onu satmamayı kabul ediyor. tabii ki. aman neme lazım, işletme ruhsatımızı alırlar elimizden. kimse "sakın satma" demiyor. ama bu korkularla o bir anda satmaktan vazgeçiyor. işte bunlar çok tehlikeli. bütün bu konuştuğumuz şeyler otosansür adı altında toplanabilir ve en tehlikelisidir. ilerde çok kötü patlar çünkü. toplum tarihini incelediğimizde sebep-sonuç ilişkisinin böyle olduğunu bütün toplumlarda görürüz aslında. ilk biz değiliz. son da olmayacağız. * + yekta kopan yazısında anlattı; cannes'da filmi izledikten sonra gelip size "nuri bilge'nin bu yıl tek rakibi var, o da sensin" demiş. şöyle yorumlar da okudum: "iyi ki üç defa reddetmesine rağmen haluk bilginer rolü kabul etmiş yoksa altın palmiye'den olacaktık." - sağ olsunlar iltifat ediyorlar tabii. bu filmin palme d'or alması bence çok daha önemli. gerçekten böyle düşünüyorum. bu türkiye sineması için de çok önemli, türkiye'de sinema yapmaya başlayacak gençler için de çok önemli. 20 yaşındaki bir genç nuri bilge'nin hayatına bakacak. koza diye bir kısa filmle başlamış, bak şimdi ne olmuş. bunlar çok güzel örnekler. eskiden olimpiyatlara katılan sporcular bahane diye "e tesis yok bizde" derdi. e tesis mi vardı da nuri bilge ceylan, 'mayıs sıkıntısı'nı çekti tek kamerayla. ekibin tamamı beş kişi. 'demek ki olabiliyormuş'un ispatı bu. siz de yapın, siz de yapabilirsiniz. direnin, inandığınız şeyi yapmaya devam edin. bu sadece sinema yapacak gençler için değil, herhangi bir şey yapmak isteyen gençler için de çok güzel bir örnek. + türkiye'deki kültür piyasasıyla ilgili ne söylersiniz? devletten herhangi bir beklentiniz var mı? - hiçbir beklentim olmadığı gibi, gölge etmesinler başka ihsan istemem. ben 25 yıldır türkiye'de tiyatro yapıyorum, ilk kez 'oyun atölyesi' kültür bakanlığı yardımını almadı. vermediler. + neden? - gezi'yi desteklediğimiz için. bu kadar basit ve net. onlar da biliyor böyle olduğunu, ben de biliyorum. ama '9. madde diyorlar'. güya turne yapılmadığı içinmiş bilmem ne. turnenin allah'ını yapıyorum, benim kadar turne yapan yok. yalan dolan. bize vermediler, genco erkal'a vermediler, ankara sanat'a vermediler. onların vereceği paraya ihtiyacımız olduğu için değil. ama davayı açtık, hiç değilse davayı kazanmış olalım diye. yoksa verdikleri en yüksek rakam geçen yıl 70 bin tl'ydi. benim bir yıllık gazete ilanım bile değil o. ama bu sembolik miktarı bile bizden esirgeyip daha önce hiç tiyatro yapmamış bir kuruluşa iki ayrı destek vermek... + kim onlar? - hiçbir fikrim yok! iki ayrı oyuna destek veriyorlar ama tek şirket hepsi. hakikaten adlarını bile bilmiyorum. ankara'da bir tiyatro. + türkiye'de kültür sanatla nasıl bir ilişkimiz var bizim? - bizim kültürle olan ilişkimiz nesne ilişkisi. bu saçmalıkları atlatmış, özgürleşmiş ve demokrasiyle yaşayan ülkelerde bu ilişki ihtiyaç. sanatla ve kültürle olan ilişki kendini daha iyi hissetme ve doyum sağlama için. bizdeyse direkt nesne ilişkisi. şuradan bir örnek vereyim: "tanıdın mı amcayı bak" diyor çocuğuna. e amca orada, sen ilk önce bir "merhaba" desene. yok, çocuğuyla konuşuyor siz orada masasınız. "bir fotoğraf çekinebilir miyiz?" çektirme ifadesine ne olduysa, türkçe de bozulmuş! çekindikten sonra da yüzünüze bile bakmadan gidiyor. bir nesne var artık elinde: bir ünlüyle fotoğraf. ne olacak o fotoğraf? yarın çöpe atılacak ondan eminim. ilişki bu. eğlence. bizim kültür sanat diye tarif ettiğimiz şeylerin yüzde 99'u eğlence endüstrisi. hâlâ ergeniz biz. çünkü neden? bizim babamız ölmedi hâlâ da ondan. hâlâ yaşıyor. içimizde! 91 yıldır adapte olamamışız. 91 yıldır güce tapıyoruz. biz gücü çok severiz. kendini güçlü gösteren herkese tapınırız. bizim babalarımız da öyledir çünkü de ondan. evde bir güç isteriz hep. baba sendromudur o. bir laf vardır çok severim; erkekler babaları öldükten sonra büyür. + kim o baba? - ooooh ohoho... oto-sansürlettirmeyin beni. türkiye'nin babası. 90 yıldır bir tane. + yani, içimizdeki atatürk'ü mü öldürmemiz lazım? - atatürk'ü öldürmeyeceğiz. atatürk'ü olduğu gibi anlamaya çalıştığımız zaman onu daha iyi analiz edebileceğiz. atatürk'ü insan olarak anlayabileceğiz. ikon olmaktan çıkarıp, insan olarak anlamak gerekiyor. 90 yıldır sadece tapınmakla meşgulüz. + ak parti döneminde de böyle mi devam etti sizce? - e etmek zorunda çünkü aykırı olur tersi. statükoyu bozarsanız iktidara da gelemezsiniz. status quo! bunu sadece atatürk diye de geçiştiremeyiz. bu, tamamıyla bir algı ve yaşama hali. yaşama tutunma hali. başka türlü tutunamıyoruz, bize hep bir baba lazım. babasız olmuyor. biz babalarımızı öldüremedik. --- spoiler ---
    5hocam naptın bunu kim okuyacak gözünü seveyim :) - kıpçak bey 08.09.2018 16:08:53 |#3735330
    2değindiği konulara teker teker entry girmeye kalksam, sol kanadı bir gün boyunca işgal ederim.. yorum katmadan, birinci ağızdan topluca paylaşıyorum işte :d - louis froziel 08.09.2018 16:10:35 |#3735329
    2eline sağlık, keyifle okudum :) - forgiven 08.09.2018 16:37:58 |#3735327
    butun yorumlari goster (4)
    ... diğer entiriler ...