bugün
yenile

    kayıt zamanı şimdi...

    1
    +
    -entiri.verilen_downvote
    bölüm - 14 sevgi ve fırat ‘’günaydın sevgilim…’’ derken gözlerini tam olarak açmadan baktığında fırat’ın dirseğini yatağa, başını eline yaslamış bir şeklide yarı doğrulmuş kendisine baktığını gördü sevgi. ‘’ne zamandır beni izliyorsun?’’ diyerek gülümseyerek sorduğu anda fırat üzerine eğilip gülümseyen dudaklarından öptü yavaşça. bir gül yaprağını okşarcasına, koparmaktan ürkerek. ‘’biraz önce uyandım.’’ sevgi, kollarını fırat’ın boynuna dolayıp kendi üzerine doğru çektiğinde hala gözlerini tam olarak açamıyordu. açmaktan vazgeçip dudaklarını fırat’ın dudaklarının arasına bıraktı. parmaklarını saçlarının arasında gezdirmeye başlarken, fırat’ın kollarının onu sarmasına izin verdi. bir olmak, aynı bedende iki ruh gibi, iki farklı ama birbirini tamamlayan. bazen eksilten, bazen yoran, bazen kaçmak istediği, çokça sığındığı. dudaklarını fırat’ın dudaklarını hissettikçe karnındaki dün geceden kalma ateş körükleniyordu. hafifçe araladı bacaklarını. daha çok hissetmek istiyordu. bu bir sevişme isteği değildi. asla var olmayacağına inandığı bir ütopyayı yaşamak gibiydi. hiçbir zaman karamsar, her şeyden şikayet edenlerden olmamıştı. bazen hayal kırıklıkları canını sıksa da bir yolunu bulur, ayağa kalkardı. ama fırat’la birlikte olmak, o’nu sevmek, o’nun sevgisini hissetmek… gerçek olamayacak kadar güzeldi. neden insanlar en güzelini, en iyisini sadece hayal ederler? neden yaşadıklarını kabul etmezler? bir an için yaşadıklarını hissetseler bile, nasıl olsa bitecek ya da bu kadar güzelse büyük bir felaketin habercisidir diye evhamlara kapılıp, o anı kirletirler? hayır, böyle yapmayacaktı. şu an, kollarında sevdiği adam, sevdiği adamın kollarında, sıcaklığı, kokusu, tadı… fırat’ın dudaklarını biraz daha sıkı sardı dudaklarıyla. karnındaki alevler kasıklarına doğru yayılıyordu. saçları arasındaki parmakları önce ensesine sonra sırtına doğru inerken, odanın diğer ucundaki masanın üzerinde duran telefonun sesiyle gerçek dünyaya geri döndüler ikisi aynı anda… ‘’sevgilin seni arıyor olmalı!’’ diyerek gülümsedi sevgi. fırat’ın patronu hakan için hep böyle der, hatta kıskandığını söylerdi şakayla karışık. ‘’bırak, biraz daha arasın…’’ diyerek dudaklarını sevgi’nin dudaklarından önce çenesine sonra boynuna doğru indirdi fırat, defalarca öperek. sevgi’nin önce kafası karışsa da öpüşlere karşı koyamadı. karşılık vermeden kendini az önce hissettiği huzurun kollarına teslim etti. telefon birkaç defa daha çaldıktan sonra sustu. sustuğunun farkına, yeniden çalmaya başladığında vardılar. fırat’ın dudakları göğüslerinin arasındaydı hala gözleri kapalıyken. ‘’önemli bir şey olabilir…’’ diyerek zorlukla fısıldadı sevgi, yutkunuyordu, bedeni alev alev yanarken. ‘’senden daha önemli bir şey olamaz…’’ dedi fırat. dudaklarını sevgi’nin bedeninden ayırmadan. sevgi fırat’ın söylediğini anlaması birkaç saniye sürdü. hem hoşuna gitmiş hem kafası karışmıştı. hakan için sevgilin demesinin en büyük nedeni ne zaman fırat’ı arasa nerede olurlarsa olsunlar, ne yaparlarsa yapsınlar mutlaka konuşurlardı. ‘’şimdi neden?’’ diye soramadı. ama bu merak duygusu bedenindeki ateşin çekilmesine neden oldu. fırat hala öpmeye devam ederken yüzünü avuçlarının arasına alıp kaldırdı. gözlerinin içine bakarak, ‘’neden cevap vermiyorsun?’’ diye sordu. fırat da anladı meraklandığını. bir şey söylemeden dudaklarından öpüp doğrulup yataktan çıktı. masanın yanına ilerlerken sevgi yatakta yan dönüp onu izledi. fırat telefonunu eline alıp bir süre ekranına baktıktan sonra kapatıp yanına geri geldi. ‘’önemli değil demiştim sana.’’ diyerek yeniden öpmeye başladı sevgi’yi. ‘’kimmiş arayan?’’ ‘’i̇ş yerinden, sekreterim aramış.’’ fırat ellerini sevgi’nin çıplak bedeninde gezdirmeye başlamıştı bile. ‘’neden arayıp sormuyorsun ne olduğunu? bu arada saat kaç olmuş?’’ ‘’sanırım on bir’e geliyor dikkat etmedim.’’ dedi fırat umursamaz bir tavırla. ‘’ on bir mi!’’ ‘’ama beni bugün saat on’da resim kursum vardı! offf yaa nasıl bu kadar çok uyudum. dur bir dakika, neden saatin alarmı çalmadı. otomatik olarak hatırlatma ayarlıydı?’’ ‘’çaldı, ama uyanma diye ben kapattım.’’ fırat’ın bu rahat ve umursamaz tavrı sinirlerini bozmaya başlamıştı. omuzlarından tutup bedeninden uzaklaştırdı yüzünü. ‘’ kapattın mı? ama neden? bir saniye, sen neden işe gitmedin? ‘’ iyice kafası karışmıştı sevgi’nin. fırat’ın tavırlarına bir anlam veremiyor, veremedikçe daha çok meraklanıyordu. fırat o’nun bu durumuna daha fazla katlanamayarak doğrulup oturdu yatakta. ‘’hakan’la konuştum bir süre tatil yapmaya karar verdim.’’ ‘’nasıl yani? ne tatili? bugünlerde işleriniz çok yoğundu. hatta önemli bir iş yüzünden beni ektin sinema salonunda. şimdi tatile çıktığını mı söylüyorsun?’’ ‘’ af edersin tatlım. bu tatile çıkmadan önce son işi de halletmek istedim. o yüzden gelemedim yanına. hem bir süre daha çok birlikte olabiliriz. i̇stersen bir yerlere gideriz ne dersin?’’ ‘’fırat, tanıştığımızdan beri senin hayatının büyük kısmı işinden oluşuyordu. senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. çoğu zaman beni bu yüzden ihmal ettin, bak bunu şikayet olarak söylemiyorum yanlış anlama ama şu an biraz tuhaf davranmıyor musun sence de?’’ ‘’sevgilim, evet söylediklerinde haklısın ama yorulduğumu ve bunaldığımı hissettim. hakan’la da konuyu konuştum. o da bir süre tatil yapmamı, kafamı toplamamı söyledi. bana da mantıklı geldi. hepsi bu yani.’’ sevgi aldığı bu cevaptan tatmin olmamıştı ama daha fazla üstelemedi. ‘’peki, sen öyle diyorsan. benim şimdi kalkıp kursa gitmem gerekiyor.’’ diyerek çıktı yataktan. sevgi yataktan kalkınca fırat uzandı yerine. sevgi’nin kokusu, sıcaklığı çarşaflara sinmişti. yüzünü yaslayıp derin derin nefes alıp içine çekti. sevgi giyinirken gözü fırat’a takılınca duraksadı. ‘’ne yapıyorsun?’’ ‘’aklıma kazıyorum varlığını…’’ ‘’bu sabah pek romantiğiz sanırım.’’ derken gülümsedi sevgi. giyinmeye devam etti. ‘’kursa gitme, sahile inip bir kayık kiralayalım. açılalım balık tutalım olmaz mı?’’ ‘’kayık? balık tutmak?’’ ‘’fırat, sevgilim sen iyi misin?’’ ‘’evet.’’ derken hala yüzü yataktaydı fırat’ın. ‘’bugüne kadar hiç böyle bir şey yapmadık, bırak bunu düşünmedik bile. şimdi, neyse tamam sormuyorum.’’ ‘’film nasıldı?’’ ne filmi? diye soracakken zor tuttu kendini. fırat’ın konudan konuya atlaması bir an başını döndürdü. ‘’güzeldi…’ diyebildi sadece. ‘’güzeldi? güzeldi diyebileceğin bir filmin çıkmasını bunca zaman bekledin öyle mi?’’ gülümsemeye başlamıştı fırat alaycı bir şekilde. bozulduğunu belli etmeden, ‘’detaylarını merak etseydiniz gelirdiniz bey efendi!’’ ne zaman fırat’a kızsa ya da bozulsa söylediğine ‘bey efendi’ demekten kendini alıkoyamazdı. yine koyamadı. fırat daha da neşelendi. seviyordu sevgi’nin kızgın halini. kıyamadığını biliyordu kendisine, aynı zamanda öfkeleniyor, hırçınlaşıyor, ne yapacağını bilemez halini izlemekten büyük zevk alıyordu. biraz daha üstüne gitmeye karar verdi. ‘’hanım efendi için film bizden önemli olmalı ki, bensiz izlemeyi tercih etmiş!’’ ‘’yoksa biz de bilirdik detayları, bir gün bekleyemez miydin?’’ ‘’bekleyemezdim bey efendi!’’ sevgi tam da fırat’ın istediği gibi daha çok sinirlenmiş, sert hareketlerle pantolonunu giymeye çalışırken ayağı paçasına takılınca düşmemek için dengesini zor sağladı. bu sakarlığı daha çok canını sıktı. oysa ne güzel uyanmıştı… sevgi’nin hırçınlığını izledikçe daha çok gülümseye başladı fırat. ama bir an düşecek gibi olunca yataktan ani bir hareketle doğrulup ellerini uzattı tutmak ister gibi. ‘’gerek yok! başımın çaresine bakarım. bey efendinin rahatı bozulmasın!’’ fırat sakince ellerini geri çekip uzandı tekrar yatağa. sevgi üzerine bir tişört giydikten sonra resim malzemelerinin olduğu çantayı eline alıp içindekileri kontrol ettikten sonra fırat’a dönüp, ‘’size iyi günler bey efendi! merak ederseniz diye söylüyorum, ben kursta olacağım. sonra da belki birkaç eğlence mekanına gider takılırım.’’ ‘’i̇yi eğlenceler efendim…’’ diyerek gülümserken fırat, sevgi arkasını dönüp çıktı odadan, sonra evden… evin dış kapısının çarpma sesiyle birlikte hangisi daha önce gitmişti anlayamadı fırat. yataktaki sıcaklık mı, birkaç saniye öncesine kadar odanın içini dolduran baharın ilk ışıkları mı? kokusu hala yanındaydı ama sanki içine çektikçe azalıyor gibiydi. canı sıkıldı. odaya çöken sessizlik korkunç bir gürültüye dönüyordu sanki. kafasının içinde düşen çığın çıkardığı sesleri bastırmak için sevgi’nin söylediklerini içinden tekrar etti. çok mu kızdırmıştı o’nu, çok mu üzerine gitmişti. o an fırlayıp yataktan peşinden gidip ona yetişmeyi, her şeyi anlatmayı, kalan zamanını onunla birlikte dolu dolu yaşamayı istediğini söylemek geçti aklından. yeni bir savaş peydahlandı birden. ‘’söyleyeceksin de ne olacak sanki? nasıl yıkacaksın o’nu? nasıl canı yanacak? o zaman ne yapacaksın? oturup ağlayacak mısınız? kalan zamanınızı ağlayarak mı geçineceksiniz? gerçeği bildikten sonra sana nasıl acıyarak bakacak? bakmaz! o asla bana acımaz, beni seviyor. i̇nsan sevdiği birine acıyarak bakmaz! nasıl bakacak peki? birkaç ay sonra öldüğünde, öleceğini bildiğinde, bilince, şimdi yanında nasıl davranmasını bekliyorsun? sus! yeter artık sus! tamam söylemiyorum yeter ki sus!!!’’ yatak çarşaflarını parmaklarının arasına alarak sımsıkı yüzüne yasladı. gözleri dolarken kokuyu daha derine çekiyordu. ne yapacaktı şimdi? tüm hayatını mükemmele yakın planlayarak ve gerçekleştirerek, her istediğine ulaşarak yaşayan büyük insan fırat korkmaz! ne yapacak şimdi? korkuyordu. daha önce tatmadığı bu duygu iliklerine kadar yayılıyordu kanıyla birlikte. titrediğini hissedince yorganı üzerine çekip büzüldü iyice. böyle mi bitecekti? bir hastane odasında, buz beyazı renkle boyanmış duvarların arasında, yatağına büzülüp ölecek miydi? parası vardı, en iyi doktorlara hastanelere gidip, her söylenileni yapardı. böylece hayatta kalabilirdi. ya yetmezse? ölmekten değil, sevgi’den ayrılma düşüncesinden korktuğunu hissetti. kafasının içinde ne kurarsa kursun hep onu yalnız ve yarı yolda bırakacağı sonucuna varıyordu ve bu sonucu değiştirecek kadar güçlü değildi. ne yapacaktı o olmadığında? bu evde nasıl yaşayacaktı? sabah uyandığında onu izlemediğimi bilerek gecesinde nasıl uyuyacaktı? canı sıkıldığında, morali bozulduğunda telefonunu eline alıp arayacağı ben olmadığında, o sıkıntıları, moral bozukluklarını ne kadar içinde taşıyacaktı? bazı akşamlar eve geldiğinde benim hazırladığım yemeklerin kokusunu kapıdan girince alamayacağını bildiğinde, bu eve nasıl girecekti? i̇lk karşılaştıkları o büyük binanın yanından her geçtiğinde, başını nasıl diğer tarafa çevirip anımsamamaya çalışacaktı. anımsayacaktı, bu eve her geldiğinde, o binanın yanından her geçtiğinde, yutkunamayacaktı. gözleri dolacak, başını başka tarafa çevirip, ağlayacaktı. bu yatağa her uzandığında, gözlerini her kapadığında, kalbi ağrıyacaktı. dolabındaki gömleklerime, pantolonlarıma dokunup, parfümümü sıkıp kendi üzerine, telefonuna bıraktığım, silmeye kıyamadığı sesli mesajlarımı defalarca dinleyip, birlikte okuduğumuz kitaplarda altını çizdiğim satırları defalarca okuyup, her sokağa çıktığında birlikte yürüdüğümüz yerlere defalarca gidip, beni içinde yaşatacaktı… beni yaşatmaya çalışırken, kendisi yaşamaktan vazgeçecekti. delireceğini hissetti. i̇şiyle ilgili onlarca çözümlenemez gibi görünen sorunu hallettiği halde, şimdi kendini bu kadar çaresiz hissetmesi, konu insanın kendi hayatı ve sevdiği olunca, nasıl böyle güçsüz ve savunmasız kalıyordu. yüzünü yasladığı çarşaf gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuştu. doğrulup derin bir nefes aldı. belki en iyi çözüm değildi ama aldığı karar elindeki tek çıkışıydı bu kapandan. zorlukla ayrıldı yataktan. üzerini giyinirken yapacaklarını aklından geçirdi. i̇nançlı biri değildi ama belki ilk defa dua etti, ilk defa yardım istedi, çoğu zaman aklına bile getirmediği tanrısından…
    ... diğer entiriler ...