bugün
yenile

    kayıt zamanı şimdi...

    4
    +
    -entiri.verilen_downvote
    bölüm-2 dört ay önce ‘’bakın bir yanlışlık olabilir mi? en son ne zaman doktora gittiğimi bile hatırlamıyorum. yılda bir defa grip olurum, onu da yatmadan atlatırım. siz şimdi kalkmış en fazla altı ay ömrüm kaldığını söylüyorsunuz. şakamı bu?’’ şaşkınlık, üzüntü, kızgınlık arasında savrulup gittiğini hissediyordu. en çok da neleri yarım bırakacağını hesaplamaya çalışıyordu. karşısında beyaz önlüğü içinde ufak tefek adamın söyleyeceklerinin bir önemi yoktu artık. tek yaptığı cevaplarını önemsemediği sorular sorarak içine girdiği yeni duruma ayak uydurmak için zaman kazanmaktı. ‘’bahsettiğimiz bu hastalık son ana kadar kendisini gizleyebilir, birçok hasta herhangi bir sağlık sorunu hissetmediği ya da hissettiği rahatsızlıkları önemsemediği için teşhiste bulunmakta geç kalınır. yaptığımız detaylı kan testleri ve çekilen filmlerden anladığımız kadarıyla hayatınızı düzenli bir şekilde yaşarsanız en iyi ihtimalle bir yıl olabilir. düzenden kastımız içki ve sigarayı bırakacak, stresli ve sizi mutsuz eden ortamlardan uzak duracak, uyku ve yemek saatlerinize dikkat edecek ve sağlıklı gıdalar tüketeceksiniz. bununla birlikte gerekli tedavilere hemen başlayacacağız. yapılan araştırmalara ve elimizdeki bulgulara göre hayatta kalma şansınız yüzde onbeşten yüksek değil.’’ dedi beyaz önlüğünün içindeki ufak tefek adam. doktorluğa başladığından beri bu tarz konuşmaları defalarca yapmış ama hala alışamamıştı. mümkün olduğunca mekanik bir ses tonuyla, tüm acıma ve üzülme belirtilerinden yoksunmuş gibi davranması gerektiğini biliyordu. i̇nsanların öleceği tarihleri bilmesinin nasıl etkiler yaratacağı onlara ne düşündüreceğini araştırmış bu konuda bir çok makale okumuştu. ama hepsi teoride kalıyordu. kendini düşündü, bir gün biri karşısına geçip ‘şu kadar ömrünüz kaldı’ ne hissederdi. bu sorunun cevabını vermekten her zaman kaçınmıştı. hastasıyla empati kurmak istemiyordu. şimdi sadece her zaman bu gibi durumlarda sorulan soruları yeniden dinleyecek ve yeniden mümkün olduğunca sade ve basit bir şekilde cevaplar verecekti. ‘’matematiksel bir denklemden bahsediyorsunuz sanki. peki bu dediklerinizin hiçbirini yapmazsam neler olabilir?’’ ölürüm, öleceğim, yapsam da yapmasam da zaten her gün ölüme yaklaşmıyorum diye aklından geçirdi. saçmalıyordu, bunun farkındaydı ama vazgeçemiyordu. yıllardır iş hayatında en zor durumlarda soğukkanlılığını korumuş, zor kararlar almış, hata yapsa bile yüzleşmekten kaçmamıştı. peki şimdi? i̇çinde gittikçe büyüyen yangını hissediyordu. artık sakin kalmak istemiyor karşısındaki bu adamın yakasına sarılıp vurmak istiyordu. sakinleşene, içindeki yangın sönene kadar vurmak vurmak… hasta olmasının nedeni o adam değildi. bunu bilmek hiçbir işe yaramıyorken karşısında oturan adamın yeni cevabını bekledi. beyaz önlük içindeki ufak tefek adam önünde duran dosyanın kapağını açıp içinden bir sayfa çıkarırken, ‘’yani aynı şekilde hayatınıza devam ederseniz, en iyi ihtimalle altı ay yaşarsınız. son aylarınız oldukça ağrılı ve sorunlu geçebilir. eğer tedaviyi kabul etmezseniz hazırlayacağımız beyannemeyi imzalamanız gerekiyor.’’ i̇şte bu yüzden hastasıyla empati kurmaması, onu anlamaya çalışmaması gerekiyordu. ölüm haberi vermenin, hastasına öleceğini söylemekten daha kötü bir şey varsa o da buydu. saçma sapan gibi görünen ama gerekli prosedürler hakkında bilgilendirme yapmak. doktorun bu son söylediğini anlayabilmek için yutkundu. i̇çindeki tüm o karmaşık hisler yerini tek birine, öfkeye terk ederken, ‘’yani ölüm kararımı kendimin aldığını, sizin bir sorumluluğunuz olmadığını ispatlayacak bir belge?’’ ‘’lütfen bizi yanlış anlamayın bu tamamen yasal prosedürlerin gereği hazırlanmış bir belge. ve evet durumunuzun bahsettiğiniz gibi bir yönü de var, bu bir gerçek.’’ ‘’anlaşıldı, siz beyannameyi avukatıma gönderin, ben biraz düşünmek istiyorum izin verirseniz.’’ ‘’fırat bey, düşünebilirsiniz tabi ki ama siz karar verene kadar geçen her dakika aleyhinize işliyor. bunu unutmayın.’’ doktor parmaklarının arasında tuttuğu yeniden dosyanın içine yerleştirirken fırat çoktan ayağa kalkmış tek bir söz söylemeden kapıya doğru yürümeye başlamıştı. ............... hastanenin kapısından çıkar çıkmaz bir sigara yakmak için elini cebine attığında, sigara içilmez uyarılarının yazdığı afişleri gördü. en azından bahçenin dışına çıkıncaya kadar bekleyebilirdi. sigarayı dudaklarının arasına alıp, bahçeden çıkana kadar bekledi. şehrin en büyük ve en iyi hastanelerinden birinde en iyi doktorlar tarafından muayene edilmişti. yanlış teşhis olabilir miydi? olabilirdi tabi ki, insanlar her zaman hata yapar. yöneticilik hayatı boyunca hep insan hatalarının sonuçlarıyla uğraşmamış mıydı? i̇şinde ne kadar uzmanlaşmış olursa olsun, insan faktörü her zaman hata yapmaya elverişliydi. bu yüzden kimseye sonuna kadar güvenmiyordu kendisi dışında. yurt dışındaki hastanelerden birine gitmeyi düşündü. i̇şinden bir haftalığına tatil bahanesiyle izin alır, dünya çapında, bu hastalık konusunda ün salmış doktorlara muayene olur ve o zaman yeni bir plan yapabilirdi sonraki hayatı için... ‘neyi planlayacağım?’ diye sordu kendine. tüm hayatı boyunca gideceği okullar, alacağı eğitimler, kurslar, yapacağı işler hep bir planlamanın parçasıydı. ya bu hastalık? hangi planda yer alıyordu? i̇şyerinin bulunduğu dış yüzeyi camla kaplı gökdelenin önüne gelmişti. kapıda duran güvenlik görevlilerine selam verip içeri girdi. cebinde taşıdığı şirket kartını turnikelere okutup geçti. binanın diğer tarafına bakan en uçtaki asansörün düğmesine basıp beklemeye başladı. asansörün bir tarafı şehre bakıyordu. 22. katta bulunan ofisine çıkarken bulutların arasına yükseldiğini hissederdi. ‘öldüğüm zaman da böyle mi olacak?’ diye düşünüp keyiflendi bir ara. hayatı boyunca dini konularla hiç ilgilenmemiş, sadece dünyayı ve üzerindekileri önemsemişti. tanıdıkları arasından ölenler olduğu zaman bile bu duygulara hiç kapılmamıştı. başka bir duygusu var mıydı ki? hırs, öfke, nefret, şehvet dışında ne hissedebilmişti? son bir kaç ay dışında... bir kaç ay önce? planlarında değişiklik yapmaya, sevgi, aşk ve mutluluk gibi duyguların da içinde var olduğunu anlamaya o zaman mı başlamıştı? sevgi'yle tanıştığı günü anımsadı ineceği kata gelip asansör durduğunda. bir an için inmekten vazgeçip giriş katının düğmesine basıp bekledi. çelik gri renkli kapılar kapanıp asansör harekete geçti. az önce onu dünyadan uzaklaştıran asansör aynı hızla onu dünyaya geri getiriyordu. sevgi'nin de onun üzerindeki etkisi böyle miydi gerçekten? onu gerçek dünyadan alıp belki daha yavaş ama daha kararlı bir şekilde ütopik, insanların mutlu yaşayabileceği, rekabet içine girip kazanma hırsıyla birbirlerini kırmadan, yıpratmadan yaşadıkları başka bir dünyaya götürüyordu. asansör en alt kata geldiğinde kapısı yeniden açıldı, işte tam da burasıydı sevgi'nin ürkek bakışlarıyla karşılaştığı yer. fırat bir toplantıdan sonra arkadaşlarıyla dışarı çıkarken, sevgi başka bir toplantıya girmek için geliyordu. üzerinde teninin kıvrımlarını ve rengini belli edebilecek kadar ince beyaz gömleği, altında gri renkli dizlerinin üzerine ancak gelen dar eteği, özenle uğraşıldığı belli olan omuzlarının üzerinde düz siyah saçları ve koluyla göğüslerinin arasına sıkıştırdığı kalın dosyalarıyla tam da burada, bu mekanik dünyalar arası seyahati mümkün kılan bir nevi uzay mekiğinin kapısında ki, karşılaştıkları anda bir asansöre bu kadar anlam yüklenebileceğini bilmiyordu; daha sonra ki görüşmelerinin birinde sevgi anlatmıştı ona karşılaştıkları ilk yerin ne kadar özel olabileceğini... asansör kapısı biraz bekleyince kapanacaktı ki birisi elini kapının arasına uzatıp durdurdu. alt katında çalışan stajyerlerden biriydi. başıyla hafifçe selam verip yüzünü yine birazdan uzaklaşacağı şehre döndü. asansörün şehre bakan tarafı tamamen camla kaplıydı. yükseldikçe yoldan geçen araçlar, insanlar, binanın biraz ilerisindeki simit satıcısı, daha ileride köşe başında çiçeklerini sergileyen satıcı, hepsi şekillerini kaybediyor renkler birbirine karışıp soyut yağlı boya bir tablo haline geliyordu. ofisine geldiğinde sekreteri onu ayakta bekliyordu. patronun o'nu aradığını ulaşamayınca biraz sinirlendiğinden bahsetti. o yokken arayan diğer firmaları anlatmaya başladığında sanki duymuyormuş gibi sekreterinin yüzüne bakıp gülümsedi ve odasına girdi. kadın dinlenmediğini hissedince sanki sesi düğmesine dokunulup hafifçe kısılan radyo gibi kısıldı ve sustu. fırat'ın arkasından baktı bir süre, anlam verememişti, vermek için biraz daha uzun süre baktı, kapı kapanana kadar. fırat, büyük deri koltuğunu pencerenin önüne kadar çekip bıraktı kendini üzerine. yapacağı o kadar çok iş vardı ve doktorlar haklıysa bir o kadar da az zamanı... o halde neden yapmalıydı ki o işleri? ‘neden yaşıyoruz, neden bu dünyadayız, ne yapıyoruz?’ sorularını bu güne kadar kendisine hiç sormamış olması ilk defa garip geldi. önce ailesinin sonra kendisinin yaptığı planlar sayesinde oldukça rahat ve konforlu bir hayat yaşamıştı. kazandığı maddi güç sayesinde her istediğini yapıyordu. evet, çok çalışıyordu, hala çalışıyordu ve ölene kadar çalışacaktı ama birçok insan hayatı boyunca yapılmayacakları yapmış, göremediklerini görmüştü. en sonunda sevgi'yle tanışmıştı ve ilk defa erken bir emeklilikle bu hayattan vazgeçme kararı almaya yaklaşmıştı. kaderin tuhaf bir ironisi gibiydi şu an yaşadığı. hayat onu kendinden emekli etmeye karar vermişti. ‘kader mi? bu güne kadar kaderin varlığına inanmayan, insanın kaderini şekillendirdiğini düşünen biri için ölüm fikri oldukça aydınlatıcı olabiliyormuş demek ki’ diye mırıldandı kendine. yine de yaptığı ya da yapmadığı hiçbir şeyden pişman değildi. belki de ölüm tarihini öğrenen birine göre o an fazla rahat olmasını buna borçluydu. zaten son bir kaç yıldır yaşadıkları önceki hayatının tekrarı gibiydi. her geçen gün hırsları ve doyumu azalıyordu. sevgi'yle tanışana kadar... sevgi... zorlukla yutkundu... onunla geçirebileceği o kadar az zamanının kalmış olması kötü hissettirdi. evet, daha önceden bir tercih yapma şansı olsaydı servetinin önemli bir kısmını kazanmak yerine o zamanı sevgi'yle geçirmeyi tercih ederdi. telefonunu eline alıp sevgilisini aramayı düşündü. gerçeği söylemeli miydi? sevdiğin birine şu tarihte ayrılacağız ve bir daha görüşmeyeceğiz, nasıl söylenir? 'sevgi, ben çok hastayım ve öleceğim....' aklından sevgi'nin bunu duyduktan sonra vereceği farklı tepkileri geçirmeye başladı. en sonunda yoruldu, her tepkinin ortak paydası korkunç bir hüzün ve acıyı beraberinde getirmesiydi. i̇şin daha kötü yanı, bunu ona ilk söylediği anda hissettireceği ve hissedeceği o korkunç acının, öleceği ana kadar sürekli taze kalacağı, o öldükten sonra sevgi'nin içindeki o acının katlanarak artacağıydı. yaşamak için değil de, sırf bu yüzden tedavi olmaya çalışabilirdi. sevdiği kadının o kadar üzülmesini engellemek için... doktorun söylediği aklına geldi, 'hayatta kalma şansınız yüzde onbeşten fazla değil...' o halde ne yapmalı? yöneticilik yaparken insanlarda fark ettiği bir durum vardı. çaresizlik nedeniyle yaşanan kötü olaylar, insanların kendi tercihlerinden kaynaklanan kötü olaylara göre daha fazla acı veriyordu. yani bir yerden sonra insan evet bu benim yaptığım bir hataydı deyip kendisini affediyor, ya da çektiği acının yaptığı bir hatanın bedeli olduğunu kabul ederek çektiği acıyı kabulleniyordu. ama kendi elinde olmayan başkalarından kaynaklanan faktörler nedeniyle başına gelen olumsuzluklarda, bunu yaşamayı hak edecek ne yaptım sorusunun cevabını bulamadığı için o acı hep taze kalıyordu. bulmuştu. belki bunu anladığında sevgi ondan nefret edecekti ama ondan ayrılınca çekeceği acının kaynağı ona duyduğu sevgiyse, bu nefret sevgi için bir kurtuluş olacaktı.
    ... diğer entiriler ...