bugün
yenile

    kelebeğin rüyası

    7
    +
    -entiri.verilen_downvote
    yılmaz erdoğan'ın müthiş filmi. mert fırat, farah zeynep abdullah ve kıvanç tatlıtuğ bu filmde resmen devleşmiştir. yaklaşık 1 buçuk 2 yıldır en aşağı 500 film, 2000 bölüm de dizi izlemiş biri olarak beni çok çok çok acayip duygulara gark eden film oldu. hayranı olduğum the hobbit'e, the dark knight rises ya da life of pi'ye bile kısacık birerentry giren biri olarak bu filme upuzun bir entry giriyorsam nedeni basit; özünde hepsinden gerçek olması. en az filmdeki veremin kanının ve o güzel doğa manzaralarının gerçekliği kadar. fragmanını en fazla 3-5 kez izlediğim fakat iyi kötü izlenebilirliği olacağını bildiğim bu film beni büyülemişti. öylece izledim. hatta bu benim beyoğlu atlas sineması'ndaki ilk film deneyimimdi. sinemayı fena bulmadım açıkçası. filmin ilk yarısı bittiğinde, o kadar da içime sinmemişti film. beklentilerimin altında demiştim kendi kendime. ikinci yarı başladığında o kadar soğuk ve ölüm kokuyordu ki film, ürperiyordum olduğum yerde. yazmaya aşık iki güzel adamın hikayesi ekranda. "yazmasaydım çıldıracaktım diyen" o güzel adama inat ömürlerinin daha yirmili yaşlarında çıldırdıkları için yazan, ama gerçekten güzel yazan iki adamın hikayesi. adlarını kıyıdan köşeden duyup da kim olduklarını bilmediğimiz iki adam. film bitirip eve geliyordum. zihnimde ise o iki güzel adam. hayali arkadaşlarıma iki kişi daha eklendi diyordum sessizce; aylak adam'la başlayan hayali arkadaşlarım, turgut özben, selim ışık, cahit tomruk ve kosmos derken iki güzel adamı daha alıyordu yanlarına; rüştü onur, muzaffer tayyip uslu.. eve varıyorum. karnım aç. yoldayken yemek yemeyi unutmuşum. artık ne kadar içine çekmişse film beni, o güzel adamlar öksürdükçe nasıl benim avuçlarım kanla dolmuşa hemen kendimi o güzel adamlarla ilgili ne kadar çok bilgi bulabilirim diye paralıyorum. ilk önce şu dizeler düşüyor önüme; "payıma düşen toprak parçası senin de payına düşer. ayrılık gayrılık yok ölüm nefesinde nasıl olsa. amma henüz vakit erken daha gün karşı apartmanın balkonunda dur bakalım hele ben salata satayım şair leyla sokağında sen gene koş bez fabrikasındaki tezgahının başına. ölüm içimde ölüm dışımda ölüm talihsiz aşımda ölüm kuru başımda teselli benim gözyaşımda." sonra şu; "diyecekler ki arkamdan ben öldükten sonra o, yalnız şiir yazardı ve yağmurlu gecelerde elleri cebinde gezerdi yazık diyecek hatıra defterimi okuyan ne talihsiz adammış imanı gevremiş parasızlıktan." sonra bu; "önce öksürüverdim öksürüverdim hafiften derken ağzımdan kan geldi bir ikindi üstü durup dururken meseleyi o saat anladım anladım ama iş işten geçmiş ola şöyle bir etrafıma baktım, baktım ki yaşamak güzeldi hala mesela gökyüzü, maviydi alabildiğine insanlar dalıp gitmişti kendi alemine." gözlerim buğulanıyor. hüngür hüngür ağlıyorum. ölümün soğukluğu ve onu beklemek bu kadar acı olmamalıydı diyorum, hıçkırıklarımdan bulduğum boşluklarda. o öksürükleriniz, evet öksürükleriniz, keşke kustuğunuz kanla birlikte bana gelseydi de siz daha çok yaşasaydınız güzel adamlar. en nihayetinde imdadıma şu dizeler yetişiyor; "kapalı duran penceremden odama giren sabah güneşi günaydın diyor sandalyenin sırtında ceketim dün gece olup bitenleri unutmuş uzun etme diyor işte ve bir mırıltı kulağımın dibinde ben başlıyan günüm aydınlığı getirdim sana insanoğlu hadi kalksana peşinden lafa karışıyor pencere günaydın muzaffer bey sokaklar seni bekliyor -sokaklar seni bekliyormuş- günaydın." öyle işte.. http://www.youtube.com/…play=true;showoptions=false
    ... diğer entiriler ...