bugün
yenile
    1. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      namı diğer fethullah gülen cemaati. öyle akp döneminde güçlenmediler ha, sakın unutmayın bunu. benim bildiğim, 90'lı yılların ilk başlarından beri varlar. devlet yönetiminde etkin olduk ilk yıllar bülent ecevit'in son dönemine tekabül eder. karaoğlan'dır kendilerini ilk üst kademelere yerleştiren. turgut özal veya süleyman demirel değil. ayrıca; (#740263)
      0yanlış bilgi, fetö bir örgüttür ve nurcu denilen kısımla alakaları yoktur. ilk başlarda nurcu olarak tarikatlanmışlardır ama bunu yapma sebepleri tamamen mürit toplama amaçlıdır. zamanla "fethullahçular" olarak ayrılmışlardır - turk beylerbeyi 23.07.2016 00:47:41 |#2775215
      0o dönemlerde nurcuydular. - madridli bela 23.07.2016 00:50:32 |#2942192
    2. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      nur cemaati ile fetönün bir alakası kesinlikle yoktur. fetöcüler kendini öyle nitelendirir.
    3. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      fethullah gülen cemaati değildir. said nursinin yazımlarından hareket ederler. okuyucuları yazıcıları vs bi çok kolu var, fethullah demek doğru değil.
    4. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      feto ile hic bir alakası yoktur. böyle yanlış bir bilgi olmasının sebebi tamamen fetocuların öyle davranmasından dolayıdır. zamanında hür adam vb tipte filmler yapmaları belki de bu yanlış anlaşılmayı daha da büyütüp algı haline getirmiştir. nur cemaati risale okur, kur an okur. fetocular döküman okur. nur cemaatinin bir araya gelip allah icin sohbet etmek dısında hicbir örgütlenmesi yoktur. iki cemaati de direkt olarak bildiğim için yanlış anlaşılmayı düzeltmek istedim
    5. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Nurcu, Süleymancı... ocu bucu demek bence toplumda ayrışmalara sebep veriyor. Böyle tabirler kullanmak beni her ne kadar rahatsız etse de bahsederken cümle içinde kullanmış olarak buluyorum kendimi. Şimdiye dek dini öğrenmek için hiçbir cemaatin içinde bulunmadım, bunun sebebi ailemin herhangi bir cemaate yakınlığının olmaması olabilir tabii ama bana cemaatlerin birleştirmekten ziyada isminin yanına getirdiği Nurcu, süleymancı gibi sıfatlar ile ayrıştırdığını düşünüyorum. Bu nedenle, neden dini öğrenmek için kendilerine bir isim veren bir oluşum içerisinde oluyor insanlar bunu hep merak etmişimdir. Öğrenim kredisi alacakken birden fazla kişiye danıştım, kredi sayılır mı diye. Süleymancı bir hoca bankada yabancı ortak var haram olmaz dedi. Mahmut efendi cemaati haram olabilir, kuşkulu uzak dur alma dediler. Her ikisi de dini öğretiyor ama kendi aralarında dışardan bakıldığında fiziksel içlerine girildiğinde ise görüş olarak farklılıklar var. İslam ve Kuran-ı Kerim tek ise neden bu farklılıklar var..? Bilmiyorum ben hep bu tür şeylerden korktum, Kuran’ın öğretilmesi çok çok güzel bir şey ama işin içine siyasetin girdiği durumlar beni aşırı korkutuyor bu yüzden hep mesafeli oluyorum. İçinde olan kişilerde bu korku olmuyor mu..?? Kimseyi kötülemek için yazmadım bunu, kimseyle tartışmak da istemem ama merak ediyorum gerçekten böyle oluşumlara ne kadar gerek var? (Gerekliliğini sorgulayacak bir kişi değilim, haddime de değil belki ama bana enteresan geliyor)
    6. -9
      +
      -entiri.verilen_downvote
      1-2 . Risale-i Nur, Kur'an'ın ve bazı hadislerin çok harika tefsiridir. Ama bu mübarek tefsiri okuyanlar anlama noktasında veya hizmet ölçüleri hususunda farklı düşününce farklı hizmet grupları ortaya çıkmıştır. Özde bir olduktan sonra, bu tarz farklılığı bir renklilik olarak görmek mümkün. Çünkü bu şekilde çok farklı mizaç sahipleri bu hizmet bünyesinde yer alabilmektedir. Herkes kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket edip diğerlerine ilişmezse, bunda bir problem olmadığı gibi rahmet olduğunu bile söyleyebiliriz. Nasıl ki bir ağaç tek kökü var, ama bir çok dala ayrılıyor ve buna rağmen meyve veriyorsa... Bir babanın beş evladı olsa nasıl ki ilerde beraber olmaları sıkıntı, ayrı durmaları rahmet oluyorsa, yine bir savaşa gidildiği vakit tankçı, topçu, uçak, gemi vs ile gitmek gerekiyorsa... Çünkü savaşı kazanmak için topyekün saldırmak gerek. Aynen öyle de Nur talebelerinden teşekkül eden her bir cemaat bir misyonu üzerine almış; kimisi okuyor, kimisi yazıyor, kimisi radyo ile kimisi de tv.ve internetle hizmet etmeye çalışıyor. Bunların tümü bir vücudun azaları gibi büyük, cesim bir gücü meydana getiriyor. Bu şekilde hayatın her safhasında gerek sefahet ve ahlaksızlıkla, gerekse dinsizlik vs ile mücadele ediliyor. Evet, görünüşte Nur cemaatlerinde bir ayrılık var. Ama bu ayrılıkta gayrılık yok. Çünkü hedef bir, maksad aynı. Ama hizmet metodunda küçük bazı farklılıklar olabilir. Bunu da insanların mizacının farklılığına yorumlamak gerek. Bu şekilde farklı mizaçlar, farklı cemaatlerde istihdam edilebilmektedir. Bu meyanda şu hususlara dikkat lazımdır: 1. Müsbet hareket. 2. Gıybet ve dedikodudan kaçınmak. 3. "En güzel benim mesleğimdir." demek. Yoksa "Yalnız hak benim dediğimdir.", dememek... Risale-i Nur eserlerini okuyan, dinleyen ve yazanlara Nur talebesi denmesi yönünden, bu cemaatlerin tüm mensupları inşaallah bu çatının altındadırlar. Hiç bir insan kusursuz değildir. Kusursuz olmayan insanlarda meydana gelen bir cemaatın da kusursuz olması beklenmemeli. İslamiyet kusursuz bir dindir. Fakat Müslüman kusurlu olabilmektedir. Hatta sahabeler döneminde ortaya çıkan fitne ve fesatlara nazar edildiğinde görülmektedir ki, kusursuz bir dinin en samimi takipçileri arasında bile çok kusurlar ortaya çıkabilmektedir. Değil ayrı düşünüp ayrı hareket etmek, birbirleriyle savaşmışlar ve Peygamber torunlarını bile katletmişler. Ve bunu da din namına yapmışlar. Hz Osman’ı ve Hz. Ali’yi katleden insanlar bile kendilerini daha iyi Müslüman görüyor ve yaptıkları bu elim cinayetleri din namına yaptıklarını düşünüyorlardı. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, kusurun İslamiyet'te değil bazı arızalarla İslamiyet'e ait kusursuzluğu temsil edemeyen Müslümanlarda olduğudur. Buradan hareketle Nur talebeleri, Nur Risalelerinde sık sık vurgulanan birlik ve beraberlik, uhuvvet ve muhabbet vurgularına rağmen ve müsbet hareket düsturuna rağmen beşeriyet muktezası olarak, Nur Risalelerinin ruhuna taban tabana zıt menfî, hissî ve rekabetkarane davranışlarda bulunabiliyorlar. Bu da farklı hizmet gruplarına ayrılmaya neden olabilmektedir. Fakat şurası da şükre medar bir durumdur ki, Nur talebeleri arasında böyle bir farklılık var ve gereken uhuvvet ve ittihatta yoksa da önemli bir sürtüşme ve didişme yoktur. Bu bir anlamda Peygamberimiz (asv) buyurduğu gibi “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” vurgusu içinde değerlendirilebilecek bir durumdur. Çünkü her grup kendi yolunda gitmekte ve birbiriyle uğraşmamaktadır. Bütün Nur talebelerinin kendilerini görevli saydıkları iman hizmeti için farklı hizmet tarzları geliştirmekte ve her insan farklı fıtratta olduğundan herkes kendi yapısına uygun bir hizmet modeli için de yer alıp ortak gayeye hizmet etmektedir. Bunu şöyle bir benzetme ile anlatacak olursak. Nur talebeleri birbirleri ile yeterli iletişimi olmayan birbirinden bağımsız birlikler gibi, fakat hepsi aynı düşman cephesine ateş etmekte olduğundan bir çeşit vahdete de sahipler. Tüm Nur talebeleri imansızlık cephesine top yekün hücum halindedir. Fakat Risale-i Nur şiddetle uhuvvet ve muhabbete vurgu yaptığından Nurlar okundukça gerçek anlamda birlik ve bir beraberlik de tahakkuk edecektir inşallah. Bunun da çok yerlerde emareleri görünmektedir. 3.Sorunun Cevabı: BEDİÜZZAMAN VE NUR TALEBELERİYLE, PARALEL YAPI (FETÖ) ARASINDAKİ DERİN FARKLAR GAYE VE MAKSAT: Bediüzzaman ve hakiki Nur Talebeleri, Risale-i Nur ve hizmet-i imaniye ve Kurâniyelerini asla dünyevi uhrevî fayda ve menfaatleri için kullanmadılar, belli bir hedefe ulaşmak için basamak yapmadılar. Fakat önceleri Risale-i Nur’la meydana çıkan, kendini dinî bir cemaat gibi gösteren hain yapı, Risale-i Nur’daki kudsî kuvvetten faydalanmış ve onu basamak yaparak hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. 17-25 Aralık 2013 paralel darbe girişimleri ve 15 Temmuz 2016 terörist darbe girişimi göstermiştir ki, bunlar cemaat değil terör örgütüdür, bunlarla doğrudan bağı olanlar da bu gün terörist durumundadır. - Risale-i Nur ve hizmet-i imaniye ve Kurâniyenin rıza-yı İlâhiden başka hiçbir hedefe alet edilemeyeceği hususunda Bediüzzaman Hazretleri neler söylüyor? “Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate muhtaçtırlar ki, kâinatta hiçbir şeye alet ve tâbi ve basamak olamaz ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlûp edemez bir tarzda iman hakikatlerini ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalâletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin.” “İşte bu nokta içindir ki, dahilî ve haricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tâbi olmuyor -tâ avâm-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın ve doğrudan doğruya hayat-ı bâkiyeden başka hiçbir şeye alet olmadığından, fevkalâde kuvveti ve hakikati, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale eylesin.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 76) “Risale-i Nur dünya işlerine alet olamaz, dünya işlerine siper edilmez. Çünkü ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksatlar onunla kasten istenilmez. İstenilse, ihlâs kırılır, o ehemmiyetli ibadet şekli değişir. Yani, çocuklar gibi, döğüştükleri vakit Kur'ân'ı başına siper eder. Başına gelen zarar Kur'ân'a geldiği gibi, Risale-i Nur, böyle muannid hasımlara karşı siper istimal edilmemeli.” (Kastamonu Lâhikası, s. 249) 2. ŞAHS-I MÂNEVÎ: F. Gülen gurubunda ipler bir adamın elinde, bütün muvaffakiyetin sebebi olarak gösterilen yine bir adam, yüksek makamların sahibi vs. bütün tâbî ve takipçileri akıllarını onun cebine koymuşlar âdeta. Bediüzzaman Hazretleri ise kendi şahsını şiddetle çekerken sürekli şahs-ı mâneviyi, Risale-i Nur’u nazara veriyor; ezcümle - Risale-i Nur hizmet-i imaniyesi şahıs merkezli değil şahs-ı mânevî merkezlidir, kitap odaklıdır. Bu manayı açıklayabilir misiniz? “Şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur.” (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Yedinci Kısım) “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Hususan benim gibi bir biçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmayan zayıf omuzuna binler batman ağırlığı yüklense, altında ezilir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 11) “Bâki bir hakikat, fâni şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikate zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye mâruz ve müptelâ şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 73) 3. MÜSBET HAREKET: Dinî cemaat görünümündeki yapı, milletin paralarıyla kurulan Zaman Gazetesi, Samanyolu TV gibi müesseseleri milletin aleyhine tetikçi olarak kullandı, MİT Tırlarını durdurarak Türkiye’yi dünya kamuoyunda küçük düşürmeye çalıştı, devletin üst idarecilerinin telefonlarını dinlemeye aldı, 17-25 Aralık 2013 ihanetleri, 15 Temmuz 2016 hıyanetleri ile toplumu kaosa, iç savaşa kadar götürecek terörist faaliyetlere imza attı. Hâlbuki Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerine ısrarla ve şiddetle tavsiye ettiği değişmez prensibimiz, olmazsa olmaz düsturumuz, hizmet binasının kolonu mahiyetinde olan “müsbet hareket” dediğimiz mühim bir esas var ki, bu yapı buna yüzlerce defa ihanet etti. - Nedir bu müsbet hareket? “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” (Emirdağ Lâhikası-II, s.249) “... müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim.” “Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.” (bk. age.) “Ve cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, ‘Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenab-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.’" “Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, ‘Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakkın vazifesidir.’ deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur'ân'dan ders almışım.” “Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde mânevî tahribata karşı mânevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dahil ve hariçteki cihad-ı mâneviyedeki fark pek azîmdir.” (bk. age.) 4. SİYASET Risale-i Nur Talebelerinin en bilinen özelliklerin birinin siyasete karşı mesafeli durmaları, hatta şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçmalarıdır. Buna rağmen bu yapı (PDY / FETÖ) siyasete girmekle kalmadı, dizayn etmeye çalıştı, partilerin içini oyma girişimlerinde bulundu. - Biz Nur Talebelerinin siyasete bakış açısını izah eder misiniz? “Kur'ân-ı Hakîmin hizmeti, beni şiddetli bir surette siyaset âleminden men etti. Hatta düşünmesini de bana unutturdu.” (Mektubat, On Üçüncü Mektup, s. 53) “Yeni Said niçin bu kadar şiddetle siyasetten tecennüb ediyor?” “Elcevap: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebediyeye çalışmasını ve kazanmasını, meşkûk bir iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karışmayla feda etmemek için; hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatli olan hizmet-i iman ve Kur'ân için şiddetle siyasetten kaçıyor.” (Mektubat, On Altıncı Mektup, s. 69) “Bu zamanda, ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında, o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'ân-ı Hakîmin hizmeti, bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş.” (Kastamonu Lâhikası, s. 123) “...Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için, o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan, imana hizmet cihetini tercih ettim.” (Mektubat, On Altıncı Mektup, s. 70) “...Eğer yüz elimiz de olsa ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok.”(Lem’alar, On Altıncı Lem’a, s. 124) “Nur şakirtleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü iman, mâl-ı umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez...” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 189) 5. ASAYİŞ: Nur Talebeleri asayişin muhafızlarıdır, lâkin her nasılsa, aralarında geceyle gündüz gibi çok azim ve derin farklar olan, Nur talebeleriyle karıştırılan paralel yapı, Fetullahçı Terör Örgütü, asayişin dinamiti gibi. - Bediüzzaman Hazretleri asayiş hususunda neler söylüyor? “Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir...” (Emirdağ Lâhikası-II, s. 249) “Binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki bîçarelerin istirahatına ve onlardan belâların def’ine feda etmek için bana bir halet-i ruhiyeyi ihsan eylemiş ki; ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulundukları tahkirat ve ihanetlere karşı tahammüle karar vermişim. Bu milletin asayişine, hususan masum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve bîçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlarına ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 31) “Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acip zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lâzım ve zaruridir: Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tesbit ve tahkim ederek, âsâyişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise, bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur'un, yüz bin adamı vatan ve millete zararsız birer uzv-u nâfi haline getirmesidir.” (Şualar, On Dördüncü Şuâ, 354) “Emniyet müdürü hesabına beni konuşturan bir polise, 'Eğer bin müddeiumumî ve bin emniyet müdürü kadar bu memlekette emniyet-i umumiyeye hizmet etmemişsem -üç defa- Allah beni kahretsin.' dedim.” (Lem’alar, Yirmi Altıncı Lem’a, s. 314) 6. MEŞVERET: Nur Talebeleri, bir kişinin emir ve arzularına kayıtsız şartsız itaat etmek gibi insan fıtratına aykırı zelilâne bir sukuta asla düşmezler; Kur’an ve Sünnet mihengine göre, hikmet ve hakikatin terazisi gereğince, Risale-i Nur meslek ve meşrep esas ve kaidelerinin istikametinde alınan meşveret kararları mucibince hareket etmeyi kendilerine rehber edinmişlerdir. - Meşveretin ehemmiyetiyle alakalı açıklama yapabilir misiniz? “Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirtlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 233) “Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.” (Lem’alar, Yirmi Birinci Lem’a, s. 195) “Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir. ["Onların aralarındaki işleri, istişare iledir." (Şûrâ, 42/38)] âyet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor.” (Hutbe-i Şâmiye, Altıncı Kelime, s. 59) 7. METOD: Bediüzzaman ve Nur Talebelerinin hizmet-i imaniyeleri Risale-i Nur merkezlidir. Nurlar, iman hakikatlerinin müdellel ve ispatlı bir şekilde ayât-ı Kur’ân’iyenin tefsir edildiği hakaik-i imaniye, Risale-i Nur’un müdafaaları ve hizmet prensiplerinin izah edildiği lâhikalardan müteşekkildir. Malum grup, özellikle Risale-i Nur metod ve hizmet düsturlarını içine alan müdafaa ve lâhikaları yok sayacak derecede hareket etmiştir. - İçine düştükleri durumun sebeplerinden biri de bu (Risale-i Nurların müdafaa ve lahikalarını yok sayma) olabilir mi? “Risale-i Nur'un telifi ve neşriyle beraber bu lâhika mektuplarının zuhuru, devamı ve neşri, bizzat Muhterem Müellifi tarafından yapılması ve tensip edilmesi ve müteaddit mektuplarda da bu lâhikaların kıymetini ifade buyurmaları ve nazara vermeleri, herhalde bu lâhikaların ehemmiyetini tebarüze kâfidir.” “Evet, Risale-i Nur'un telifi, zuhuru ve neşriyle beraber hizmet-i Nuriyenin ve ders-i Kur'âniyenin tâliminde ve ifasında ve meslek-i Nuriyenin taallümünde ve uzun bir zamandaki hizmetin devamında vâki olacak binler ahval ve hücuma mâruz talebelerin, cereyanlar karşısında sebat, metanet ve ihlâsla hareketlerinde onlara yol gösterecek, hizmet-i Kur'âniyenin inkişafında suhulete medar olacak ikaz ve ihtarlara elbette ihtiyaç zarurîdir, kat'îdir, bedihîdir.” “İşte Hazret-i Üstad’ın bu gibi şüphe götürmez hakikatlere ve meselelere isabetle parmak basıp dikkati çekmesi, talebelerini ikazda bulunması, elbette bu hizmet-i kudsiyenin ehemmiyeti iktizasındandır.” (Barla Lâhikası, s. 6) 8. VATANI TERK ETMEMEK: Bediüzzaman Hazretleri yaşadığı onca olumsuzluğa, şiddetli zulümlere maruz kaldığı halde vatanını terk etmedi, tedavi-hastalık bahanesiyle Amerika’ya kaçmadı; bunla alakalı neler söylenebilir? “Biz, imanı kurtarmak ve Kur'ân'a hizmet için, Mekke'de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmaya Kur'ân'dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 194) 9. ŞERİAT MİHENGİ: Biz bir adamın sözlerinin ve hareketlerinin doğru olup olmadığını şeriat mihengine vurarak öğrenebiliriz. Bu FETÖ denilen yapıya baktığımızda bu manada elle tutulur bir yanı yok; tesettüre teferruat denilerek bir farzın hafife alınması, deşifre olmamak için namazın ima ile kılınması veya terk edilmesi, hatta içki bile içilebilmesi, faizli bankalardan kredi çekilmesi için insanların haram bataklığına sürüklenmeleri vs. yaptıkları elim hatalardan bazıları. - Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında ve Nurlarda şeriat-ı Kur’ân’iyenin içini boşaltmak, dinden lüzum olduğunda taviz vermek gibi bir durum, bir fetva var mı? “Rusun Başkumandanı kasten önünden üç defa geçtiği halde ayağa kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun idam tehdidine karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza için ona başını eğmeyen; İstanbul'u istilâ eden İngiliz Başkumandanına ve onun vasıtasıyla fetva verenlere karşı, İslâmiyet şerefi için, idam tehdidine beş para ehemmiyet vermeyen ve ‘Tükürün zâlimlerin o hayâsız yüzüne!’ cümlesiyle ve matbuat lisanıyla karşılayan; ve Mustafa Kemal'in elli mebus içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip, ‘Namaz kılmayan haindir.’ diyen; ve Divan-ı Harb-i Örfî'nin dehşetli suallerine karşı, ‘Şeriatın tek bir meselesine ruhumu feda etmeye hazırım.’ deyip dalkavukluk etmeyen; ve yirmi sekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur'âniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, kanunsuz denilse ki, ‘Sen Yahudi ve Hıristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ulemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz.’" denilse, elbette öyle herşeyini hakikat-i Kur'âniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, Cehenneme de atılsa, kat'iyen; yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek...” (Emirdağ Lâhikası-II, Haşiye, s.165) 10. SIDK: FETÖ denilen yapıda yalan, hile, aldatma, kumpas, şantaj gibi ne kadar alçak sıfatlar varsa mevcut; hâlbuki Nur Talebelerinin, Üstatlarından aldıkları dersle imanın ruhunun sıdk olduğunun şuuruyla yalana hileye revaç vermeyen, rağbet etmeyen istikametli bir hayat yaşamaya çalıştıklarını biliyoruz. - Bu meseleler Nurlarda nasıl ele alınıyor? “Bütün hayatımda ‘en menfaatli ve en iyi hile, hilesizlik olduğu’ düstur olduğundan, bütün müdafaatımda hak ve hakikat ve sıdk ve doğruluk esasını takip ettim.” (Tarihçe-i Hayat, Eskişehir Hayatı) “Sıdk, İslâmiyet'in üssü'l-esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyleyse, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla mânevî hastalıklarımızı tedâvi etmeliyiz.” (Hutbe-i Şâmiye) “Sıdk ve doğruluk İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni-i Zülcelâlin kudretine iftira etmektir.” (bk. age.) “Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. Urvetü'l-vuska sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir, doğruluktur. Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiş.” (bk. age.) “Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen, kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; Şark ve Garp kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Halbuki, gaddar siyaset ve zâlim propaganda birbirine karıştırmış, beşerin kemâlâtını da karıştırmış.” (bk. age.) 11. TEVAZU: Risale-i Nur meslek ve meşrebi, tevazu ve mahviyet üzerine kuruludur, hakikatte din de bunu emretmektedir; “Ben Allah’ın kölesiyim.” diyen bir Peygamber (asm)’in ümmetiyiz. Buna rağmen her vesileyle “Kâinat İmamı” diye takdim edilmeler, her perşembe Peygamber (asm) ile görüştüğü yönünde pohpoflamalar, mesele daha da ileri götürülerek Allah’ın bu zat hürmetine kâinatın ömrünü devam ettirdiği şeklinde hezeyanlar savurmalar, son derece gayr-ı fıtrî ve Risale-i Nur meslek ve meşrebiyle asla bağdaşmayan bir durum. - Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz? “İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür.” (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri: 93) “Meziyetin varsa, hafâ turabında kalsın; tâ neşv ü nema bulsun.” (Sözler, Lemeât) “Said, tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır; tâ ki Risaletü'n-Nur'u bulandırmasın, tesirini kırmasın.”(Kastamonu Lâhikası, s. 23) “Haddimden fazla fevkalade hüsn-ü zan ile müfritane ali makam vermek yerine, fevkalade sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lazımdır; onda terakki etmeliyiz.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 76) “Ey fahre meftun, şöhrete müptelâ, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemtâ, sersem nefsim!” “Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu, bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var.” (Sözler, On Sekizinci Söz) 12. BEDDUA: Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur mesleğinin esaslarından birinin şefkat olduğunu ifade ediyor, bu da insanlığın kurtuluşu için fiilî-kavlî duayı ve bu istikamet üzere çalışmayı gerekli kılıyor. Lâkin malum yapının başındaki isim, beddua ve lanetleşme ile gündeme gelerek toplumu infiale sevk etti; hatta okullarda, dersanelerde beddua seansları yapıldı. - Risale-i Nur müellifi Hz. Üstadımızın hayatında beddua var mıydı? “Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.” (Tarihçe-i Hayat, Konuşan Yalnız Hakikattir) “Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar kat'î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: ‘Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.’" (Şualar, On Birinci Şuâ, s.197) “Mübarek taife-i nisâiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe olduğu gibi, fısk ve sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes'ut bir aile hayatını geçirmeye mahsus bir nevi mübarek mahlûkturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar! Allah, bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin. Âmin.” (Lem’alar, Yirmi Dördüncü Lem’a) 13. GİZLİLİK: Nur Talebeleri ve yaptıkları hizmetlerde asla gizlilik yoktur, her şey ayan beyan şekilde takip edilebilir. Lakin bu yapının etrafı yıllarca kalın duvarlarla örtülmeye çalışıldı... - Bu gizliliğin sebebi, içlerinde dine ve kanunlara aykırı örgütlenmeler olduğundan mıdır? “Öyle zâlimlerin kılıçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur'ânîye elbette tenezzül etmez. Ve milyonlarla mâsumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Hâlık-ı Kâinatın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur'ân'a farz ve vaciptir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 194) 4. Soru: Öncelikle şunu ifade edelim ki, Türk ve Kürt milletinin kader birliğini ve etle tırnak gibi olduğunu vurgular. Bu yüzden Üstad'ın eserlerinde Kürt milletini Türk milletinden ayrı ve bağımsız olarak düşünmek imkansızdır. Üstad'ın en kalabalık talebeleri ekserisi olarak Türklerdir. Üstad'a yardım edip sinelerini açan da yine Türk milletidir. Risale-i Nurlar Türkiye’nin hep batı illerinde yazılmıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki, Üstad'ın niyetinde ve eserlerinde asla ve kat’a milliyetçilik fikri yoktur. İkinci olarak, Kürtler ile ilgili bahsiler ekseri olarak Osmanlının son dönemlerinde yazılmış olan Sünuhat ve Münazarat adlı eserlerinde vardır ki, bu eserler Kürt aşiretleri bazı konularda aydınlatmak ve dinin mukadderatı ile ilgili sorularına cevap veriyor. Yani bu eserler Üstat ile Kürt aşiretleri arasında bir muhaveredir. Bu yüzden Kürtlerden bahsetmesi gayet doğaldır. Risale-i Nur'u inceleyen anlar ki, bu asırda en büyük ırkçılık karşıtı ve Müslümanların birliğini savunan ve Türk ve Kürt kardeşliğinin devamı için çözüm üreten yegane aydın ve alim Üstat'tır. Şayet Üstad'ın fikir ve çözümlerini Osmanlı uygulasa idi, belki halen güçlü ve adaleti dünyada hakim kılan bir devlet konumunda kalırdı. Üstat daima cumhuriyet, kardeşlik, barış ve demokrasiden yana tavır almıştır. Üstad'ın en büyük düşmanı zındıka, cehalet, ihtilaf, istibdat, ırkçılık gibi çağın vebası olan hastalıklardır. Ve bütün mesaisini bu hastalıkların tedavisine sarf etmiştir. Risale-i Nur'un yüzlerce yerinde Türk kelimesi geçerken, beş on yerinde Kürt kelimesinin geçmesi neden bir amaç olarak algılansın. Üstat hiçbir eserinde Kürtçülük yapmıyor ve yapmamış. Şu var ki, Üstad'ı din hususunda fikren çürütemeyen bir kısım mason örgütlenmeler, Türk gençlerini aldatmak için, "Said Kürttür, siz Türksünüz" diyerek menfi damarları uyandırmak istemişlerdir. Bunlar, zındıka şebekelerinin Üstat hakkında yalan ve tezviratından başka bir şey değildir. Bu yüzden kahraman Türk ve Kürt gençliği bu zındıka şebekelerinin yalan ve tezviratlarına aldanmamalıdır. Irkçılığa değil, saadet-i ebediyenin vesikası olan İslam’a sarılmalıyız.
      0Atatürk sorusu ? - ped bardak 10.07.2020 14:37:11 |#3826564
      0Ayrıca siyasetle işimiz yok cümlesini duygusallığina bağlıyorum emniyet içinde ciddi bir yapılanmaniz var ve fetöden açılan boşluklara siz ya da menzilciler yerleşiyor Sorduğum sorulara çok yuvarlak cevaplar vermişsin said Nursi'nin ne dediği çok önemli değil benim için mensuplarının ne yaptığı daha önemli şu an ki bu açıdan bakarsan fethulllah gülen de çıkıp ben bu devlete sızıyorum demiyor - ped bardak 10.07.2020 14:40:50 |#3826569
      0Entryi kitapçık olarak bassaydın keşke kanka - thegodmother 10.07.2020 14:53:59 |#3826589
    7. -1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Eskiden bağlantılarım vardı ama hiçbir zaman içinde bulunmadım.
    8. -3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      5.SORU: Bediüzzaman ve Mustafa Kemal, aynı dönemi idrak etmiş, bir çok siyasi ve içtimai hadiselere birlikte tanık olmuş ve hatta bu hadiselerin şekillenmesinde birer aktör olarak bilfiil yer almış iki önemli tarihi şahsiyettirler. Bu iki şahsiyet arasındaki, doğrudan ilişki daha çok milli mücadele savaşı sonrasına rastlamaktadır. Yunanlılar, vatan topraklarından atılmış ve yeni siyasi oluşumun ilk adımları olarak TBMM açılmıştır. Mustafa Kemal, İstanbul'da bulunan ve halk nezdinde büyük bir nüfuza sahip olan Bediüzzamanı Ankara'ya davet eder. Bu teklifler üzerine Bedüzzaman Ankra'ya gelir. Ankara tren garında bir çok milletvekili tarafından karşılanır. Bediüzzaman ile Mustafa Kemal arasında, ciddi bir diyalog gerçekleşir. İlk dönem milletvekillerinden olan Hüseyin AKSU, "Son Şahitler Bediüzzaman’ı Anlatıyor" isimli eserin IV.cildinde yaşadığı bir hatırayı şöyle aktarır: "Mecliste Mustafa Kemal ile Bediüzzaman uzun uzun görüşüp konuştular. Mustafa Kemal, kendisinden yardım istedi. 'Siz İstanbul’u ahval-i dünyayı biliyorsunuz, birlikte şu memleketi kurtaralım. Bizim gayemizin ne olduğu sizce malûmdur Hocam!' demişti. Konuşmada diğer mebus (milletvekili) arkadaşlar da bulunmuşlardı." "Mustafa Kemal muvaffak olmak için kendisinden dua istedi. Bediüzzaman ise, 'Memlekete hizmet edenlerin duasını Allahü Teâlâ kabul eder. Vatan için çalışanların say ü mesaisini Allah boşa çıkarmaz. Biz de duamızı yaparız.' demişti…" "Bir gün yine Mecliste oturmuş bir sohbet toplantısı yapıyorduk. Orada Mustafa Kemal Paşa ve Bediüzzaman da vardı. Mustafa Kemal: 'Hocam bizim gayemizi biliyor musun? Nedir acaba?' Bediüzzaman cevaben: “ 'Biliyorum. Bu vatanı kurtarıp, düşmanı bu topraktan atmaktır. Bir binayı yaparken adalet üzerine kurmalıdır. Siz böyle bir adalet ve temel üzerine kurduktan sonra, Allah sizi muvaffak eder.' dedi." Bediüzzaman, bu arada Mecliste bir konuşma yapar. Milli Mücadele'deki başarılarından dolayı, başta Mustafa Kemal olmak üzere emeği geçen bütün milletvekillerini kutlar. Ancak bazı uyarıları ve tavsiyleleri de olur. O konuşmanın bir kısmını buraya alıyoruz: * Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeâir-i İslâmiyeyi iltizamla olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler. * Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlâhiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Madem ki Kur'ân'ı, Allah'ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız. Kur'ân'ın en sarih ve en kat'î emri olan "salât" gibi ferâizi imtisal etmeniz lâzımdır -ta onun feyzi, böyle harika suretinde üstünüzde tevâli ve devam etsin. * Bu millet-i İslâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ, umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: "Acaba namaz kılıyor mu?" derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beytüşşebab aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: "Sebep nedir?" Dediler ki: "Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?" Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıyâ idiler *Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebâen gider, veya muvakkat, sathî kalır. *Sizin bu İstiklâl Harbindeki muzafferiyetinizi ve âli hizmetinizi takdir eden ve sizi can ü dilden seven cumhur-u mü'minîndir. Ve bilhassa tabaka-i avâmdır ki, sağlam Müslümanlardır. Sizi ciddî sever ve sizi tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evâmir-i Kur'âniyeyi imtisalle onlara ittisal ve istinad etmeniz, maslahat-ı İslâm namına zarurîdir. Yoksa, İslâmiyetten tecerrüt eden, bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu frenk mukallitleri avâm-ı Müslimîne tercih etmek maslahat-ı İslâma münâfi olduğundan, âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdat edecek. * Bâhusus bu güruh-u mücâhidin ve bu yüksek meclisin ef'âli taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibâdı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmâı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delâili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddî iş görülmez." Bediüzzamanın yaptğığı bu konuşmadan Mustafa Kemal, ziyadesiyle rahatsız olur. Zira Bediüzzaman, konuşmasında, Milli Mücadele'deki başarıları milletin iman ve inancına bağlamaktadır. O yüzden ne olursa olsun, milletin din ile bağlarının kuvvetlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Hususen namaz ibadetine vurgu yapmaktadır. Bir gün divan-ı riyasette, elli-altmış mebus içinde, karşılıklı fikir teatisinde, M. Kemal Paşa, "Sizin gibi kahraman bir hoca bize lazımdır. Sizi, yüksek fıkirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz." der. Bu söz üzerine, Bediüzzaman, birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak, "Paşa, Paşa! İslamiyet'te, îmandan sonra en yüksek hakîkat namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduddur."der. Fakat Paşa tarziye verir, ilişemez. Bediüzzaman, Mustafa Kemal için, askeri ve siyasi bir deha tabirini kullanır. Ancak, islam dinine olan lakaydlığından dolayı da kendisini şiddetle tenkit eder. İşte bu fikir ayrılıkları sebebiyle Bediüzzaman, istediği zemini bulamaz ve milletvekillerinin ısrarlarına rağmen Ankara'dan ayrılır. Bediüzzamanın bu mesajları ve nüfuzu, yetkilileri rahatsız eder ve endişelendirir. Bediüzzamanı kayıt altına almak için tedbirler alınır. Bu tedbirler gereği Bediüzzaman için sonu gelmeyen bir sürgün hayatı başlar. Bu hayatın içinde tek bir renk vardır; ızdırap, çile, hapis, zindan, mahkeme, zehirlenme ve nihayet mezarında dahi rahat bırakılmamak...
      0Yani frenklerin serpuşunu taktırdı cumlesi bizzat Atatürk'e mı söyleniyor ve o kısım komple Atatürk için mi yuvarlak ve cevaplar veriyorsun hala o çok sert bir bölüm - ped bardak 10.07.2020 14:53:48 |#3826588
      0Rivayette var ki, “Âhirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında 'Hâzâ kâfir' yazılmış bulunur.” 1 Allahu a’lem bissavab, bunun te’vili şudur ki: O Süfyan, kendi başına frenklerin serpuşunu koyup herkese de giydirir. Fakat cebir ve kanunla tâmim ettiğinden, o serpuş dahi secdeye gittiği için, inşaallah ihtida eder; daha herkes -yalnız istemeyerek- onu giymekle kâfir olmaz. 5.Şua'da geçiyor bu kısım 1908 yılında yazılmış. Frenk serpuşu 1925'te giyiliyor. - hsynbrtylmz 10.07.2020 15:03:44 |#3826607
      0Aynı bölümde çok iyi bir siyasi ve savaş dehası olduğunu da yazıyor kim o zaman bu bahsi geçen şahıs - ped bardak 10.07.2020 15:05:46 |#3826609
    9. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      az kalsın kavga ediyordum kendileri ile. üyeleriyle hiç istemeden aynı ortama dahil oldum. risale-i nur okumaya karar verdiler. onlar okurken ben dinlemeyip, bi köşede peçete katladığım için kendini alfa zanneden ince bıyıklı bir göt bana üstünlük taslamaya çalıştı ve lütfen dinleyelim dedi. ben sallamayınca lütfen dinleyelim, böyle olmaz ama çok ayıp dedi bana hitap ederek. direkt bana. şöyle bir döndüm, en psikopat bakışımla, "siz kimi, ne yapmaya zorluyorsunuz? hangi sıfatla?" dedim ve geri bastı. adam olmayı böyle öğretirler.
    10. -7
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Nur cemaati neden Risale-i Nurları önde tutuyor? Oysaki en başta Kur'an'dan âyetlerin ve Peygamber Efendimiz'den hadislerin olması gerekmez mi? Birinci Nokta: Kur’an ve hadisleri bu zamanda en iyi ve en istikametli anlatan bir tefsir olmasından dolayıdır. İkinci Nokta: Araç amaca götürdüğü için önemsenip kıymet atfedilir. Burada Risale-i Nurlar bir araç olup, Kur’an ve hadisler ise amaçtır. Araçlar amaçlar için sevilir. Bazı ham düşünceli insanlar bu inceliği göremediği için, araca atfedilen değeri amaçtan üstün tutuyor, vehmine vardırıyor. Üçüncü Nokta: Risale-i Nurlar Kur’an’ın bu zaman şartlarına göre yazılmış vehbi ve manevi bir tefsiridir. Eski zamanda uzun ve zorlu bir yolla elde edilen manevi ve ilmi neticeyi, Risale-i Nurlar Kur’an’ın bereketi ile kısa ve kolayca verdiği için, Nur talebeleri Risale-i Nur'a ayrı bir değer veriyorlar. Yoksa -haşa- Risale-i Nurları Kur’an ve hadislerden üstün tutmak dalalet ve küfür olur. Risale-i Nurlar kendi başına kıymetli değildir, değer ve kıymetini Kur’an’a güzel bir tefsir ve vesile olmasına borçludur. Yani Risale-i Nurlar Kur’an’a şeffaf bir aynadır. Ona bakan, Kur’an’ın güzelliklerine ve meziyetlerine intikal eder. Bu sebeple çok hürmet ediliyor. Risale-i Nurlar bu asrın hastalıklarına Kur’an eczanesinden şifalı ve tesirli ilaçları takdim eden bir eczacı gibidir. Asrın bütün sorunlarını iyi tahlil edip güzel bir reçete sunabilen bir Kur’an tefsiridir. Çok insanlar manevi hastalıklarını bu ilaçlarla tedavi ediyor. Elbette böyle bir eczacıya ilgisiz kalmak düşünülemez. Risale-i Nurlar en derin ve dağınık imani konuları temsil ve kıyas yolu ile toplayıp, anlaşılır hale getirerek, en avamın da istifadesine takdim ediyor. Böylece eskide havassa mahsus imani konular en cahil ve avam insanların idrakine uyarlanmış oluyor. Elbette böyle bir tefsir insanlar nazarında geçer akçe olacaktır. Risale-i Nurlar müspet hareket etmeyi ve insanlara şefkatli yaklaşmayı kendine önemli iki prensip olarak kabul etmiştir. Bu sebeple İslam ve iman hakikatleri Risale-i Nur talebelerinin elinde daha parlak ve kuvvetli duruyor. İtici değil çekici, dağıtan değil, toplayan bir meziyeti vardır. Mutlak ve masum ölçü Kur’an ve sünnettir. Şayet Risale-i Nurlarda Kur’an ve sünnete zıt bir fikir ya da hatalı bir bakış açısı varsa, delilleri ile ortaya konulur, gereken değerlendirme ondan sonra yapılır; yoksa ihtimal ve imkan üzerine bir değerlendirme yapmak ilmi açıdan bir değer taşımaz.
      1Risale-i nur tefsirini ve Said Nursi’yi eleştirmek haddime değil. Fakat bir medresede sadece bu kaynakların okutulması ve işlenmesini asla kabul etmiyorum. Bunu yapan kurumların da şucu bucu olup en iyisi bizim okuduğumuzdur demesi ümmeti ayrıştırıyor. Farkındalığı az olanların da risale-i nur dan uzaklaşmasına veya önyargılı olmalarına sebep oluyorlar - milenyummilena 10.07.2020 16:11:19 |#3826651