bugün
yenile
    1. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      murat menteş'in korkma ben varım adlı kitabında geçen mektuplar, okurken hep "ulan bu benim aklıma nasıl gelmez" hissi uyandırmıştır. 1. mektup: alevleri görmezden gelerek yangını söndüremeyiz şebnem, susamlı akide şekerim, saraya sızmış lunapark balerinim; ilk hamleyi suçlular yapar. yani ben. paso ilklere imza atıyorum. insan otuz yıl yaşayınca, dünyanın üç günlük olduğunu anlamaya başlıyor. bir yandan da peccatophobia'ya [günah işleme korkusu] kapılıyorum galiba. anlamı, ağırlığı olan her şey otomatikman senin safına geçiyor şebnem. saçma ve boşuna olan ne varsa benim yöreme birikiyor. uygarlık bize milyon çeşit yasakla sağlanmış bir düzen hediye etti. sanırım, en temel dertlerimizin, varlığımızın özünü teşkil eden trajedinin yatıştırması konusunda kimseye güvenmemeyi öğrendik. eğer bir hedefin yoksa, kulağın rahat olur. kaybedecek bir şeyin yoksa, kaybolmak seni bozmaz. yenileceğinden eminsen, rakibini ciddiye alman gerekmez. şu anda tomaso albinoni'nin [1671-1750] adagio'sunu dinliyorum. notalar daima harflerden daha anlamlı, daha etkileyicidir. melodiler, kelimelere beş çeker. sekoya ağacının kabuğu ateş geçirmezmiş: sekoya ormanında yangınlar, ağaçların içinde olup bitermiş. şebnem, alevleri görmezden gelerek yangını söndüremeyiz. şebnem uzaya baharın gelmesi, seni bulmama bağlı. şebnem kalbimden senin kalbine balyozla bin pencere açayım. şebnem her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım. şebnem seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana. şebnem ne çok melek var yüzünde, tebessümün için binlercesi çalışıyor olmalı. 18. ve 19. yüzyıllarda, ingiltere'deki şapka fabrikalarında çalışan insanların yüzde 10'u delirerek ölmüş: keçe işlemekte kullanılan cıvanın yan etkileri... şebnem, üzerinde şapkalar yüzen bir cıva nehrine ayaklarımı sarkıtmış vaziyetteyim! şebnem niye böyle? aşkın, patlayan bir okyanusun tozları gibi saçılıyor. şebnem bulutlara kement atayım, ne kadar istersen onca yağmur ayarlayayım. şebnem kediler geliyor apartman boşluğuna, doğrudan bana miyavlıyor-lar, sanki senden bahsediyorlar, dikkatle bakıyorum. şebnem zarflar açıyorum, faturalar çıkıyor içinden. sanki senden bir haber gelecek, senin el yazın, imzan olacak.. öyle saçma, küçücük, tülbent boncuğu gibi umutlar pıt pıt içimde beliriyor. şebnem uçaklar geçiyor. uçakları sanki sen kullanıyorsun. her şeyde sana dair bir ipucu, bir işaret seziyorum. hayat çok tuhaf şebnem: paraşüt, uçaktan yüz yıl önce, 1783’te icat edilmiş. şebnem içimde, kum saatindeki toz şeker gibi senin sevgin birikiyor. milletçe öteden, varlığın başımı döndürüyor. tessenjitsu adlı japon dövüş tekniği, sadece yelpaze kullanarak adam öldürmeye dayalıymış. zerafetin aksesuarı, cinayetin aracı olabiliyor. şebnem her zorluğun içindeki kolaylığı, kara üzümün iri çekirdekleri gibi bulup çıkarabiliriz. dilim uyuştu şebnem, parmaklarım yazmaktan oksitlendi. laf uzadıkça anlam geriler. sözlerde o acı yalan tadı belirir. şebnem imparatorluk gibisin, dünyayı özelleştiriyorsun. kalbim jelatini yoyo gibi zıplamaya başlıyor sesini işitince. cehennemde teçhizatsız kalakalmış itfaiyeci gibiyim. tamam abartmayayım, tozutmayayım, uslu çocuk olayım. irmik helvasının üzerinde uçan kelebek gibi toz olayım. beni kınama yeter ki, huylarımı değiştiririm. bir robot kadar iffetli, güvercin kadar ılımlı olurum. şebnem ballanmış ilkbahar gibisin. leylaklarla dolu bir akvaryum, akasyalardan süzülen ikindi ışığından yapılmış gibisin. iğde yumuşaklığı, iğde esansı, iğde reformistliği var sende. üzerinde nar, kiraz, mandalina ve zeytinler yetişen bir ağacın mucizesini üstlenmişsin. benim payıma paylaşılamayan şeyler düştü galiba? beni mahveden hatalarım hangileriydi, emin olamıyorum. gerçek bela, devrim niteliğindeki bahtsızlık, büyük noksan neydi hayatımdaki? bunlar ve benzeri belirsizlikler insanı sersemletiyor. yanlış anlamaların mikrodalga fırınında ısıtılmış ve çabucak bayatlayan umut kırıntılarıyla besleniyorum. zehirlenmeye bile yetmeyecek porsiyonlarla. çölde seraplar gören bir şempanze gibiyim. tımarhanede esir edilmiş felçli bir dilsiz kadar gerginim. pekala.. ciddiye alınmak için mızıkçılığa başvurma taktiğini kenara bırakayım. sonuçları nedenlerin önüne almayayım. methiyeden şantaja geçmeyeyim. vahşetim teröre dönüşmesin. papatyaları harf olarak kullanayım. çağın gerisinde kalmayayım. ilk romanı 1007 yılında murasaki shikibu adlı japon soylusu bir kadın yazmış; kitabın adı genji'nin hikayesi. romancılar bin senedir çalışıyor; bin yıla kalmaz seni anlatabilecek seviyeye ulaşırlar. insanı cazibe hareket ettirir, mucize de durdurur. sözlerim sana karmaşık mı geliyor? birinin beni anlaması için yanımda elli yıl geçirmesi gerek şebnem. keşke, içimizdeki bitki örtüsünü çürümeye terk etmek zorunda olmasak. kendimizi emanet edebileceğimiz kişiyi bulana kadar canımız çıkmasa. benzer şeyler arasında fark gözetme lüksüne sahip değiliz. o kadar zekisin ki şebnem, benim kurnazlığım senin dehanın yanında sağır bir devede kulak. belki dileklerim gerçekleşmese de iyi bir insan olurum? sanırım cehenneme gerçekten uğrayacağım, fakat cennete yakın bir bölgesine. şişko bir şeytanın, çelimsiz bir meleği göğsümün kafesinde patakladığını hissediyorum.. dişlerini, çillerini tek tek öpüyorum. müntekim gıcırbey
    2. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      2. mektup: aşktan kaçış varsa bile kurtuluş yoktur. şebnem, çizgi film kuzusu, tütsülenmiş bir bahçede saklambaç oynuyor gibiyiz. sensiz bütün tabancalar, fincanlar, odalar boş; sokakların hepsi ıssız, hiçbir gezegende bana hayat yok. şebnem, her şeyde senden bir anı aksediyor, senin masumiyet kanıtı parmak izlerinle dolu sanki dünya. gelgelelim masumiyet, yaşam belirtilerinin azlığı demektir şebnem. bu gidişle yokluğunun gürültüsünden sağır olacağım. eline sihirbaz değneği geçmiş kör gibi. arabalar etrafımda keskin frenler yaparak duruyorlar. beynime sıcak asfalt dökülmüş gibi, hasretin katranı kafatasımdan gövdeme damlıyor. şebnem seninleyken içimi padişah gururu kaplıyordu. gözlerine bakınca, kanımda gıcır gıcır hançerler, kılıçlar yüzüyordu. senin kadife geometrin başımı döndürüyordu. bir yandan da karşında kendimi mağaranın girişindeki kütük gibi hissediyordum. şimdi uzaya fırlatılan mekikte kilitli kalmış sinekten beterim. şebnem, istanbul, türkiye, dünya, galaksi, uzay senin olduğun yerde başlıyordu; neredesin? sensiz, yolunu kaybetmiş görünmez adam gibiyim. aptallığın otobanından dehanın patikasına mı varacağım? inşallah o yol, iki kişinin yan yana yürüyebileceği kadar geniştir! kafamın içinde kocaman bir ağaç ve küçücük bir maymun var. daldan dala zıplıyor, onu evcilleştiremiyorum. bütün şarkılarda senden bahsediliyormuş, onu fark ettim. ezelden beri o nazlanan senmişsin. saray çatılarında senin için düello yapılmış.. her insan bazen gökte yabancı bir cisim görür de gözlerine inanmaz ya, yanındakine “benim gördüğümü sen de görüyor musun?” diye sorar. ben de seninleyken gözlerime inanamıyordum. kulaklarıma inanamıyordum. vücudumdaki hiçbir hücreye inanamıyordum. kimseye soramıyordum da “benim gördüğümü sen de görüyor musun?” diye.. seni unutma fikri bile, sana kavuşma umuduna bağlanıyor içimde senden kaçış varsa bile kurtuluş yok şebnem. artık, su olsam sana doğru akarım, uçak olsam sana doğru uçarım, erik olsam sana doğru yuvarlanırım.. bizi ancak aynı banyoda yıkanmak paklar şebnem. yüreğin derinliklerinden yükselen sesler, kulakta sapıkça bir şey gibi tınlıyor farkındayım. öpüyorum gözkapaklarını, dizkapaklarını, kalp kapakçıklarını. müntekim gıcırbey
    3. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      3. mektup: kalbin darmadağın olunca, kafan da karışır şebnem, italyan kahvesine batırılmış irlanda çöreğim; çöpten metal kutular toplayan zombi gibiyim. şebnem peynirsiz labirentte dönüp duran fare gibiyim. şebnem beynim bulaşık teline döndü. sana olan duygularımı mesafe, boşluk, bildiğin hiçlik mayalıyor. bazı konuları açıklığa kavuşturmak için çenemi tutmam ve birtakım sonuçlar elde etmek için de hiçbir şey yapmamam gerekirdi. asmaların başında nöbet tutmak, üzümlerin olgunlaşmasını sağlamıyor. saatin akrebinden hız beklememeliyim. tüm umudumu hayırlara vesile olan aksaklıklar, 12'den vuran yanlış anlamalar ve sorunları halleden hatalara bağladım. dünyada sahtelik kadar gelişim gösteren başka bir şey yok. o yüzden, paradokslarla haşır neşir olmadan hayatımıza canlılık katamıyoruz şebnem. imkansıza yatırım yapmadan kazanamayız. kaybetmedikçe zenginleşemeyiz. dirilmek için kendimizden başlayarak her şeyi yok etmemiz gerek. vücut bulması için can attığımız şeyi inkar etmek, yok saymak, reddetmek zorundayız. doğru, ancak yalanların sürekli desteği sayesinde ayakta durabiliyor. kederliysen güleçliği, sevinçliysen somurtuşu kalkan olarak kullanmalısın. dostluğa rekabet ve imha; aşka kurallar ve prosedürler eşlik ediyor. insanın ayna karşısında yaşadığı türden önemsiz bir belirsizlik ile satıcılıktan uzak karmaşa dinmiyor. sen de benim aklıma uysan, kalbime uysan, belki bu tuhaflıktan büyük heyecanlar çıkarabilirdik. ben riskleri yönetemiyorum şebnem. afeti kontrol edemiyorum, krize söz geçiremiyorum. sürprizlerin üzücülük arz etmesi sürpriz olmuyor. bana öyle geliyor ki, bizlerde olgunluk alametleri gibi yansıyan şeyler, tecrübelerimizdeki alelade acılıktan ileri geliyor. delidoluluğun uzantıları gibi algılanabilecek davranışlarımızın da doğallığı su götürür. geçerlilik kazanmış riya sisteminin kusursuz işleyişi, ilişkilerimize garantiler getiriyor. güvenliği kilitlerde buluyoruz şebnem. emniyet ile itimat aynı şey artık. ve birine itimat edecek kadar kendine güvenmenin manası yok. aşk hiçbir çağda güvenli bir heyecan olmadı. fakat aşk ın bizi manasızlığa kelepçelemesini, aşağılayıcı bir üslupla imha etmesini göze alamıyoruz. insan kendi aptallığının büyüklüğüyle yüzleşince kahrolmaktan kaçınamıyor. artık iltifatlar, ikramlar, nazik teklifler en büyük tehditlere dönüşüyor. peygamberin mirası tebessüm, riyanın kırmızı alarmı haline geldi. dostluğumuz, arkadaşlığımız, tanışıklığımız, tümüyle eğlenceli olmak zorunda. her türlüsü ürkütücü olan içtenlik başgösterdiği anda, şakaların opak muşambasına bürünüyoruz. birbirimizi oyalamak, kibarlığın yegane yolu oldu. saptırılmış ve bir yönetmeliğe uyarlanmış saygının gereği olarak cıvıtmak.. ne kader ama. kral, en büyük soytarı olmak zorunda. insanlar, yakınlaşmanın yolunu kendilerine acındırmakta ya da muhataplarının kafasına demirle vurmakta arıyorlar çoğu zaman. bir de benim gibi, dokunaklı genellemeler yapanlar var. şimdi bunları söylüyorum ya, sabah dünyaya, insanlara inanıyor olarak uyanacağım. nefertiti'yi [üst kat komşumun kedisi] ve yavrularını görünce, beni bekleyen birtakım vazifeler, insanlık görevleri olduğu fikrine kapılacağım. hayatın ölümden, aşk ın her ikisinden de büyük olduğuna inanacağım. ve bu saçmalığı doğuran şartlar, seni benim için dünyanın en değerli insanı kılıyor. keşke başka ihtimaller de olsaydı, gerçek hatalar yapabilseydim hiç değilse.. cehennem, biliyorsun, tüm sorulara aynı cevabın verildiği, azabın kurumsallaştığı, eziyetin otomatikleştiği yerdir. ya çok derin acıların ya çok büyük hedeflerin var ya da çok inatçısın şebnem. bunların hepsi ya da herhangi ikisi de olabilir. bazı şeylerin anlamı ortaya çıktığında, o şeylerin kendileri çoktan yitmiş oluyor şebnem. biz aslında kaybettiklerimiziz. kendisi kaybolunca anlamı parlayan şeylerle kuşatılmış durumdayız. bu anlam birikintisi, aslında hayatla ilgisi kesilmiş olduğu için anlamsızlığa matuf. görüyorsun ya, tüm sözlerim, zavallılığa dönüşmüş bir samimiyetten geriye kalan ve ağıt izlenimi uyandıran gevelemelerden ibaret. aslında tüm insanlığı ilgilendiren bunca belirsizlik içinde yalan da önce ihtişamını, sonra da görülebilirliğini kaybetti. doğrunun önemi kalmayınca, yalanı ancak kendine söyleyebilirsin. kendini bulabilirsen tabii. şebnem çok saçmaladım, bağışla. insanın kalbi darmadağın olunca, kafası da karışıyor. mümkünse, söylediklerimi unuturken beni aklından çıkarma. huşuyla öpüyorum. müntekim gıcırbey
    4. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      İçinden ara ara kopya çektiğim ve bu mektuplar gibi bir mektup asla alamayacağım diye kıskandıran mektuplardır. Karşılıklı aşk yaşarken okumak başka güzel, platonik aşk yaşarken ise ayrı güzeldir. Açıp açıp okunulası. Yine kıskandım Şebnem'i.
    5. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      aylar önce bir arkadaşım ilk mektubu "bunu sen mi yazdın tam senin kalemin" diye gönderdiğinde keşfettim. ben de yazarım, yazarım da bunlar şaheser. kendi mektuplarımı da dijitale çekince paylaşırım muhakkak ama eksik parçaları halledelim istedim. mektup 4 şebnem; ceylanların, kuğuların sınıf arkadaşı, cıvıltılı cimcime, bal şelalesi. şövalye olsaydım, senin şehrine hücum etseydim, dudaklarını görünce kılıcımı düşürür, atımdan düşerdim. hiçbir zaferin erişemeyeceği tatta bir yenilgi olurdu. ellerin... boğumları kudretten zarafet şaheseri yüzükler gibi. insan kıyamaz dokunmaya. avuçların desenli kurabiyelere benziyor. öpsem, ağzımda şeker tadı bırakacak, kesin. parmaklarının ucunda tırnakların küçük deniz kabukları gibi parlıyor şebnem... rüyanda başrolde değilsen kabus görüyorsun demektir. bir kerecik buluşalım, yeniden hayatımın başrolünde olayım. kalbimden mezarlık dumanları yükselse de ziyanı yok. şebnem, bak hasretten bütün günahlarım döküldü. hacdan yeni gelmiş gibi hafifledim. şebnem, uçsuz bucaksız bir çayırda buluşalım. başını dizlerime koy. sevincimden çimlere kırağı düşürürüm. senden sinyal beklemek, dünya dışı uzayda yaşam belirtileri aramak gibi; acayip sancılı. insan, nelere katlanmak zorunda kalacağını önceden kestiremiyor. göze aldığımız risklerden, tehlikelerden çok daha fazlası çıkıyor karşımıza. bakışların, cennetin eşiğinde sorulan bilmeceler gibiydi şebnem. artık hayatımın normale dönmesi imkansız. şebnem, sen saklanınca ağaçların içi boşaldı, kuşlar iskelete döndü, deniz pıhtılaştı, gökyüzü felç oldu, bulutlar kireç bağladı, asfaltlar eriyor, minareler yamuldu; istanbul, haşlanmış lahana gibi kendini saldı. şebnem, seni manyaklar gibi özledim. iç içe geçmiş kafeslerin ortasında gibiyim. şebnem, adın dilimin ortasına yuva yapmış guguk kuşu gibi, ne zaman ağzımı açsam uçuveriyor. hasretin gecenin mimarisi oldu, temeli, sütunları, kubbesi. seni sevmek, göğüs kafesimde bir gökdelen jeneratörü taşımakla aynı şey şebnem. şebnem senin için buffalolar kurban edeyim, yağmur ormanlarını yakayım tabiatla kanlı bıçaklı olayım. şebnem tornavidayla dağlara oyuklar, mağaralar açayım. çölü avuç avuç başka yere taşıyayım. şebnem bir öpücük ver, sonra yurdun dört bir yanına örülü demir ağları söküp trenleri karadan yürüteyim. türk kızılay'ına kan vereyim. oradan da altı nokta körler derneği'ne gideyim. körlere sesleneyim ''arkadaşlar, dünyanın kepazeliğini görmediğiniz için evet şanslısınız. fakat şebnem'in güzelliğini görebilmek için ölüp cennete gitmeniz gerekecek. sıkın dişinizi.'' öpüyorum gülüşünün bütün kıyılarını...
    6. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      5. ve son mektup şebnem, ipek fiyongu gülüşlü, kiraz sarkacı bakışlı, sıcak leylak şurubu sesli yarim; sensiz bu defolu evrende, kıt sonsuzluğun cefasını çekemiyorum. rodin'in bücürük heykeli gibi gece gündüz seni düşünüyorum. gezegenimizde hayat olduğunun en büyük kanıtı sendin şebnem... bulutlar üstümden kesekler halinde geçiyor, toz toprak ve kumlar dökerek... yağmur yerine çöl yağıyor. allah beyaz rengi daha iyi tanıyalım diye mi yarattı seni? içinde kemik biçiminde nur çubukları mı var şebnem? yüzündeki ışık nereden geliyor? gözlerindeki ayet derinliğini hayrına tefsir etsen ya. şebnem... ayak parmaklarının aralarına papatyalar kondurayım yeter. şebnem galiba kendimizi tam olarak tanıyamadığımız için hayat ilginçliğini koruyor. giderek beigbeder'in romanlarındaki karakterlere benziyorum; fiyakalı ve aptal, enerjik ve dengesiz, samimi ve hoyrat... allah insanın mayasına ne katmışsa , bazı şeyleri asla ifade edemeyiz. bunu bilmek ya da sezmek bizi 'inanmaya' yöneltir. kuran'da ''allah kalplerde olanı bilir'' yazıyor. çoğu kimse bu ayeti şöyle anlıyor; ''allah sizin gizlediklerinizi biliyor.'' bence ayetin asıl anlamı şu; ''kalbinizde olup da hiç kimseye anlatmayı başaramadığınız, dile getirilmesi imkansız bir şey var ya, işte allah onu biliyor, üzülmeyin.'' nitekim başka bir ayette de ''allah'tan daha iyi dost mu bulacaksınız?'' deniliyor. deli, dostunu bulamayan kimsedir. yalnızlık, deliliğin hammaddesidir. bir muhatap bulunca, deliliğin çemberinden çıkarız. mesela kendimi mum sanıyor olsaydım ve biri de elektrikler kesilince beni yaksaydı, delilikten yırtardım. yine de insan istiyor ki, bir kişiyle olsun bu 'kalpteki sır' daha doğrusu 'kalbin sırrı' konusunda anlaşabilsin. birisi ''evet'' desin, ''seni anlıyorum. aynı dert bende de var.'' şebnem bu akşam seni o ıskarta haydutla el ele, dudak dudağa gördüm. üç günlük dünyanın üçüncü günündeyim, dilime ilik açıldı, düğme dikildi, deli raporumun fotokopisi kulağıma zımbalandı sanki. şebnem kaderin uçurumlu virajında nasibim ile kısmetim çarpışıp havaya uçtu. iki üzüm gibi birbirinize dikkatle bakıyordunuz. güzelliğin her şeyi gölgede bırakmıştı yine. ilahi bir ışık oyunu gibiydin. şebnem, o adam gönül işleri bakanlığı heyeti'ni katletti. benim aşkımı tedavülden kaldırmak, kendi saltanatına start verebilmek için yirmi iki kişiyi bir anda öldürdü. kimbilir sana ne yalanlar söylüyor şebnem. beni ve arkadaşımı beyzbol sopalarıyla dövdürdü. inan seni başkasıyla gördükten sonra, dayağı hissetmedim bile. şebnem, maktulleri diriltemem belki fakat katillerin neşesini kaçırabilirim. şebnem seninle hayatlarımızı birleştirecektik. sevinçten hintçe şarkılar söyleyecektik. o insan kasabı aşkımızı gaspetti... şebnem, bu ameliyat sırasında cerrahın ölmesine benziyor. şebnem; haberin olsun, hayati tehlike'nin o kaygan sırıtışını yakacağım...