t: şairin "ak karanlık" olarak nitelediği doğa olayı. aynı zamanda istanbul'u fahişeye benzeterek kötüleyen
tevfik fikret şiiri.
fikret'in 1902'de yazdığı bu şiir, yaşadığı döneme tuttuğu ışıkla paha biçilmezdir. zira kendisi bu şiiri yazdıktan birkaç yıl sonra aşiyan'da bir tepede -halktan uzakta- yaşamaya başlar. bunu da servet-i fünun'da istisnasız tüm düşünürlere gösterilen toplum/otorite baskısının tetiklediği aşikardır.
tavsiye: istanbul'da yaşayan ya da yolu istanbul'a düşen herkes, bence mutlaka
aşiyan müzesi'ni ziyaret etmeli. ben lisede arkadaşlarımla gitmiştim, açık ara tanıklık ettiğim en lezzetli müzeydi. ve evin inanılmaz bir boğaz manzarası var. tepeye çıkarken biraz zorlanabilirsiniz ama o manzara için her şeye değer.. bana göre açık ara istanbul'un en iyi üç manzarasından biri. (şimdi bunu söyledim diye de sırf instagram'a fotoğraf atmak için aşiyan'ı sömürmeyin.. ki muhtemelen bu tayfa dönüşte sol taraflarında bulunan bihter ziyagil'in mezarını da ziyaret eder hdjadhajsh)
.
edit:
(#2306346)
.
velhasıl; kendisine yaşatılan buhranı, istanbul'a kustuğunu düşünüyorum. daha sonradan bunu yaptığına pişman olmuş mudur bilinmez. gerçi
han-ı yağma gibi gibi şiirleriyle de isyan ederek içini dökmüş. ama irili ufaklı hiçbir yakarışı onu dindirmeye yetmemiş demek ki. adama paspasla adam öldürtmüşsünüz be!
"hep ikiyüzlülük, kıskançlık kiri, çıkarcılık kiri;
yalnız bu... ve yalnız bunun yükselme umudu.
milyonlar barındırdığın cesetler arasından
kaç alın vardır çıkacak temiz ve parlak?"
not: ilk spoiler şiirin ta kendisiyken, ikinci spoiler şiirin sadeleştirilmiş halidir;
---
spoiler - 1 ---
sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,
bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,
lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
ey sahn-ı mezâlim…evet, ey sahne-i garrâ,
ey sahne-i zî-şâ'şaa-i hâile-pîrâ!
ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı
şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı;
ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret
perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet;
ey marmara'nın mâi der-âguuşu içinde
ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
ey köhne bizans, ey koca fertût-ı müsahhir,
ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.
te'sîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet
bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!
hep levs-i riyâ, dalgalanır zerrelerinde,
bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.
hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu';
yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu'.
milyonla barındırdığın ecsâd arasından
kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?
örtün, evet, ey hâile... örtün, evet, ey şehr;
örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..
ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
kaatil kuleler, kal'alı zindanlı saraylar;
ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma'bed;
ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,
mâzîleri âtîlere nakletmeye me'mûr;
ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafile-i sûr;
ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârat;
ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer
te'mîn edebilmiş nice bin sâil-i sâbir;
"geçmişlere rahmet!" diyen elvâh-ı mekaabir;
ey türbeler, ey herbiri pür-velvele bir yâd
iykâz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
ey ma'reke-i tîn ü gubâr eski sokaklar;
ey her açılan rahnesi bir vak'a sayıklar
vîrâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;
ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş,
yıllarca zamandan beri, tütmek ne…unutmuş;
ey mi'delerin zehr-i tekâzâsı önünde
her zilleti bel'eyleyen efvâh-ı kadîde;
ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve mün'im
bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ü âkim;
her ni'meti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı
gökten dilenen züll-i tevekkül ki.. mürâyi!
ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtâz
insanda şu nankörlüğü tel'in eden âvâz;
ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrîn;
ey nâtıka-ı acz ü elem, nazra-i nefrîn;
ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra: nâmus;
ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs;
ey havf-i müsellâh, ki hasârâtına râci'
öksüz, dul ağızlardaki her şevke-i tâli';
ey şahsa masûniyyet ü hürriyyete makrûn
bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kaanûn;
ey va'd-i muhâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,
ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak;
ey savlet-i evhâm ile bî-tâb-ı tahassüs
vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs;
ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;
ey gayret-i milliye ki mebgûz u muhakkar;
ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsî;
ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî;
ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye me'lûf;
eşrâf ü tevâbi', koca bir unsûr-ı ma'rûf;
ey re's-i fürûberde, ki akpak, fakat iğrenç;
ey taze kadın, ey onu ta'kîbe koşan genç;
ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber;
ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler,
hele sizler...
örtün, evet, ey hâile… örtün, evet, ey şehr;
örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...
---
spoiler - 1 ---
sadeleştirilmiş hali;
---
spoiler - 2 ---
sarmış yine ufuklarını bir inatçı duman,
bir ak karanlıktır gittikçe artan.
baskısı altında silinmiş gibi cisimler,
bir tozlu yoğunluktan oluşmuş tüm resimler;
bir tozlu ve ürkünç yoğunluk ki bakışlar
dikkatle giremez derinliğine, korkar!
ama sana lâyık bu derin, karanlık örtü,
lâyık bu örtünme sana, ey zulümler mülkü!
ey zulümler alanı... evet, ey parlak sahne,
ey faciayı bezeyen şatafatlı sahne!
ey şatafatın, gösterişin beşiği, mezarı;
doğunun eski, çekici kraliçesi;
ey kanlı sevgileri tiksinip titremeden
zevke düşkün göğsünde besleyip büyüten;
marmara'nın mavi kucağı içinde
ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı kitle;
ey köhne bizans, ey koca bunak büyücü,
ey bin kocadan kalan el değmemiş dul,
güzelliğinde henüz tazeliğin büyüsü var,
hâlâ titrer üstüne gözleyen bakışlar.
dışardan, uzaktan açılan gözlere süzgün,
mavi gözlerinle ne şirin görünürsün!
şirin, ama en kirli kadınlar gibi:
dökülen gözyaşlarının duygusuz hepsine.
kurulurken daha, bir hainlik eli
yapına lânetin ağulu suyunu katmış sanki!
hep ikiyüzlülüğün kiri dalgalanır zerrelerinde,
bir parçacık temizlik bulamazsın içlerinde.
hep ikiyüzlülük, kıskançlık kiri, çıkarcılık kiri;
yalnız bu... ve yalnız bunun yükselme umudu.
milyonlar barındırdığın cesetler arasından
kaç alın vardır çıkacak temiz ve parlak?
örtün, evet, ey facia… örtün, evet, ey kent;
örtün ve sonsuzca uyu, ey dünya orospusu!..
ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
katil kuleler, haleli, zindanlı saraylar;
ey anıların sağlam mezarı, ulu tapınak;
ey kibirli sütunlar, bağlanmış birer dev gibi,
geçmişleri geleceklere iletmekle görevli;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi;
ey kubbeler, ey şanlı dua, dilek yapıları;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler;
ey çatısı çökük medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgesinde birer yer
sağlayabilmiş binlerce sabırlı dilenci;
geçmişlere rahmet! yazılı mezar taşları;
ey türbeler, ey her biri gürültülü bir anıyı
uyandırarak sessiz soluksuz yatan atalar;
ey çamurla tozun savaştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir olayı sayıklayan
yıkıntılar, ey it kopuğun pusuya yattığı yerler,
ey kapkara damlarıyla ayakta duran
birer yas simgesi gibi sessiz, yıkık evler;
ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa yuva
olan kaygılı ocaklar ki acılarla somurtmuş,
yıllardan beri tütmek nedir... unutmuş,
ey aç midelerin insanı sıkıştıran ağusuyla
her alçaklığı yutan kurumuş ağızlar;
ey doğanın bağışıyla en hazır ve nimetli
bir yaradılışa kavuşmuşken aç, tembel ve kısır,
her nimeti, her bağışı, tüm kurtuluş yollarını
gökten dilenen, katlanıp alçalan... ikiyüzlü!
ey köpeklerin sesi, ey konuşma onuruna kavuşmuş
insandaki şu nankörlüğü lânetleyen bağırış;
ey yararsız gözyaşı, ey ağulu gülüş,
ey güçsüzlük ve acınma sözü, hınçlı bakış;
ey efsanelerin çukuruna düşen anı: namus;
ey yükselme kapısına çıkan yol: ayak öpme.
ey silahlanmış korku, kötülüğün yüzünden
öksüz, dul ağızların yakınması talihten;
ey kişiye dokunmayan ve özgürlüğe yakın
bir soluk alma hakkı veren yasa efsanesi;
ey boş vaat, ey sonu gelmeyen kuyruklu yalan,
ey mahkemelerden durmadan sürülen hak;
ey kuruntu ve kuşkuyla duygusunu yitiren,
vicdanlara kadar uzanan meraklı kulak;
ey dinlenme korkusuyla kilitlenmiş ağızlar,
ey tiksinilen, aşağılanan ulusal çabalar;
ey kılıç ve kalem, ey iki siyasal mahkûm;
ey erdem ve utancın payı, ey unutulan yüz;
ey korku yüküyle iki büklüm gezmeye alışmış
kodamanlarla kuyrukları, koca, ünlü toplam;
ey önüne eğilmiş baş, alnı pak, ama iğrenç;
ey taze kadın, ey onun ardından koşan genç;
ey ayrılık acısı çeken ana, ey küskün eşler,
ey kimsesiz, başıboş çocuklar... hele sizler,
hele sizler...
örtün, evet, ey facia... örtün, evet, ey kent;
örtün ve sonsuzca uyu, ey dünya orospusu!..
---
spoiler - 2 ---
ve dize akışına göre ilk spoiler'daki sözcüklerin anlamları;
âfâk: ufuklar
dûd: duman, sis
muannid: dik başlı, inatçı
dûd-ı muannid: inatçı sis
zulmet: karanlık
beyzâ: ak, çok beyaz
zulmet-i beyzâ: ak karanlık
peyâpey: birbiri arkasından, durmadan, gitgide
mütezâyid: artan, birikerek çoğalan, çoğalan
tazyik: basınç, sıkıştırma
eşbâh: cisimler, gövdeler, vücutlar
kesâfet: yoğunluk
ibâret: meydana gelen, oluşan
elvâh: levhalar, tablolar
heybetli: korku uyandıracak irilikte, korkunç, ulu
nazar: bakış
nüfûz eylemek: içine geçmek, içine işlemek
gavr: derinlik, dip
lâkin: ama
sürte: perde, örtü
muzlim: kara, karanlık, uğursuz
sürte-i muzlim: kara örtü, uğursuz örtü
tesettür: örtünme
sahn: alan, sahne
mezâlim: haksızlıklar, zulümler
sahn-ı mezâlim: haksızlıklar alanı, zulümler alanı
garrâ: ak, parlak, gösterişli aklık, gösterişli parlaklık
sahne-i garrâ: parlak sahne
zî-şa'şaa: gösterişli, parlak, süslü, şatafatlı, yaldızlı
hâile: facia, trajedi
pîrâ: donatan, süsleyen
hâile-pîrâ: facia süsleyen
sahne-i zî-şa'şaa-i hâile-pîrâ: facia süsleyen şatafatlı sahne
şa'şaa: gösteriş, parlaklık, şatafat
kevkebe: gösteriş
mehd: beşik
şark: doğu
ezelî: başlangıcı olmayan, çok eskiden beri, öncesiz
hâkime: ece, kadın hükümdar, kraliçe
câzibedâr: alımlı, cazibeli, çekici
hâkime-i câzibedâr: alımlı kraliçe, çekici ece
mahabbet: aşk, sevgi, sevme
bî-lerziş: titremeden, titreyişsiz
bî-lerziş-i nefret: nefretle titremeden
perverde eden: besleyen, büyüten
sîne: göğüs
meshûf: susamış
sefâhet: aşırı derecede eğlence ve zevk düşkünlüğü
sîne-i meshûf-ı sefâhet: zevk ve eğlence düşkünü göğüs
mâi: mavi, su renginde
der-âguuş: kucakta, kucağında
tûde: küme, öbek, yığın
zinde: canlı, diri
tûde-i zinde: canlı yığın
fertût: bunak, çok yaşlı, kocamış
müsahhir: büyüleyen, büyücü, sihir yapan
fertût-ı müsahhir: büyücü kocakarı
bîve: dul
bâkir: el değmemiş, erden
bîve-i dul: el değmemiş dul
hüsn: güzellik
sihr: büyü, sihir
hüveydâ: açık, belli, ortada
enzâr: bakışlar
temâşâ: bakıp seyretme, izleme
enzâr-ı temâşâ: seyreden bakışlar
hâriç: dış, dışarı, dışında
çeşmân: gözler
kebûd: gök rengi, mavi
çeşmân-ı kebûd: mavi gözler
mûnis: cana yakın, sıcak kanlı, uysal
girye: ağlama, dökülen gözyaşı
bî-his: duygusuz, hissiz
te'sis olunurken: kurulurken
dest: el
hıyânet: güveni kötüye kullanma, hainlik, ihanet
dest-i hıyânet: hainlik eli
bünyân: yapı
zehr: zehir
zehr-âbe: acı su, kötü su, zehir gibi su
lânet: kargıma, kargış
zehr-âbe-i lânet: zehir gibi kargış suyu
levs: kir, pislik
riyâ: iki yüzlülük
levs-i riyâ: iki yüzlülük kiri
zerre: çok küçük parça, parçacık
safvet: arılık, saflık, temizlik
zerre-i safvet: temizlik zerresi
hased: kıskançlık
levs-i hased: kıskançlık kiri
teneffu': çıkarcılık, faydalanma, fayda sağlama
levs-i teneffu': çıkarcılık kiri
tereffu': terfi, yükselme
ümmîd-i tereffu': yükselme umudu
ecsâd: cesetler, cisimler, gövdeler
nâsiye: alın, cephe
pâk: temiz
ü: ve
dirahşan: parıldayan, parıltılı, parlak
şehr: kent, şehir
müebbed: sonsuza kadar, sonsuzca
fâcire: erkeğe düşkün kadın, günah işleyen kadın, kötü kadın
dehr: çağ, dünya, evren
fâcire-i dehr: dünya orospusu, evrensel orospu
debdebe: görkemli gürültülü patırtılı gösteriş
tantana: gürültülü parıltılı şatafatlı gösteriş
kal'a: kale
dahme: mezar, türbe
mersûs: dayanıklı, direngen, sağlam
havâtır: anılar, hatıralar
dahme-i mersûs-ı havâtır: anıların sağlam mezarı
ma'bed: tapınak
gırre: yok yere övünen, gafil, gereksiz gurura kapılan, övüngen
dîv: cin, dev, ifrit, şeytan, kötülüğü temsil eden varlık
mukayyed: bağlanmış, bağlı
mâzî: geçmiş
âtî: gelecek
nakletmek: anlatmak, bir başkasına anlatmak
me'mûr: görevlendirilmiş, görevli
sûr: sur, kentleri çeviren yüksek duvarlar
kafile-i sûr: sur kafilesi, sur silsilesi
mebânî: binalar, yapılar
münâcât: tanrı'ya dua etme, yakarma
mebânî-i münâcât: tanrı'ya yakarma yapıları, tapınaklar
mahmil: sepetli yüklük, sepetli eyer, yük taşıyan, yüklü armağan
ezkâr: sözler, yinelenen yakarılar
mahmil-i ezkârı: sözlerini taşıyan, yakarılarını yineleyip duyuran
minârât: minareler
sakf: çatı, dam
medrese: din eğitimi verilen okul
zıll: gölge
zıll-ı siyâh: kara gölge
te'mîn etmek: elde etmek, sağlamak
sâil: dilenci, dilenen
sâbir: sabreden, sabırlı
sâil-i sâbir: sabırlı dilenci
rahmet: tanrı'dan bağışlama, esirgeme dileme
mekaabir: mezar taşları
elvah-ı mekaabir: mezar taşları tabloları, mezar yazıtları
pür-velvele: gürültü patırtı dolu, şamata dolu, şamatalı
yâd: anma, anı, anış
iykâz etmek: aklına getirmek, uyandırmak
sâmit: konuşmayan, sessiz, suskun
sâkin: durgun
ecdâd: atalar, dedeler
ma'reke: cenk yeri, savaş alanı, savaşılan yer
tîn: balçık, çamur
gubâr: toz
ma'reke-i tîn ü gubâr: çamur ve tozun savaş alanı
rahne: bozulan, bozuk yer, gedik, yıkık
vak'a: olay
vîrâne: yıkık yapı kalıntısı, yıkıntı
mekmen: pusu kurulan yer, pusu yeri
hâb: ölüm, uyku, son uyku
eşirrâ: kötüler, it kopuk sürüsü
mekmen- i pür-hâb-ı eşirrâ: uykulu it kopuğun pusu yeri
ber-pâ: ayakta, ayakta duran, yıkılmamış
mâtem-i ber-pâ: yıkılmamış yas
temsîl etmek: örneği olmak, simgelemek
âsûde: huzurlu, rahat, sessiz
fersûde: eskimiş, yıpranmış
mesâkin: konutlar, meskenler
mavtın: oturulan, yaşamın sürdürüldüğü yer, vatan
gam-dîde: gamlı, kaygılı, tasalı
merâret: acılık, tatsızlık
mi'de: mide
tekâza: çekişme, çıkışma, kakma, sıkıştırma, takaza
zehr-i tekâzâ: sıkıştırmanın zehri
zillet: alçaklık, aşağılık, aşağılık davranışlar
bel'eyleyen: içine alan, yutan
efvâh: ağızlar
kadîd: bir deri bir kemik kalmış, kurumuş, sıska, sıskası çıkmış
efvâh-ı kadîde: kurumuş ağızlar
fazl: bağış, kerem
fazl-ı tabîat: doğanın bağışı, doğanın bağışladığı
âmâde: hazır
mün'im: bakıp besleyen, nimet veren, yediren içiren
fıtrat: yaradılış
makrûn: kavuşmuş, ulaşmış
âtıl: devinimsiz, duran, tembel
âkim: dölü olmayan, kısır, verimsiz
ni'met: tanrı'nın sunduğu yiyecek, içecek; yaşam için gerekli şeyler
esbâb: nedenler, sebepler
rehâ: kurtuluş
esbâb-ı rehâ: kurtuluş nedenleri
züll: alçalma, düşkünlük, horluk
tevekkül: işi tanrı'ya bırakıp yazgıya katlanma
züll-i tevekkül: yazgıya katlanma düşkünlüğü
mürâyi: iki yüzlü
savt: ses, ün
kilâb: köpekler
savt-ı kilâb: köpeklerin sesi
şeref: onur
nutk: insanoğlunun konuşma, söz söyleme yetisi
şeref-i nutk: konuşma onuru
mümtâz: seçkin, başkalarına göre üstün tutulmuş
tel'in eden: lanetleyen, kargıyan, kargışlayan
âvâz: bağırtı, çığlıkça, yüksek ses
girye-i bî-fâide: yararsız gözyaşı, boş yere akıtılan gözyaşı
hande: gülme, gülüş
zehrîn: acı, zehir gibi
hande-i zehrîn: acı gülüş, zehir gibi gülüş
nâtıka: insanoğlunun düşünüp söyleme yetisi, düzgün konuşma; dirayetli, dokunaklı düzgün söz söyleme, doğru düzgün sözler
acz: güçsüzlük, zor durumda olma
nâtıka-i acz ü elem: güçsüzlük ve elem bildiren sözler
nazra: bakış
nefrîn: kargıyan, lanet okuyan
nazra-i nefrîn: kargıyan bakış, lanetleyen bakış
cevf: iç, içine yönelen, oyuk, oyulmuş
esâtîr: efsaneler, mitolojik masallar
cevf-i esâtîre: efsanelerin içine
kıble: zor durumda kalınınca başvurulan kapı, müslümanların namazda yöneldiği yan
ikbâl: baht açıklığı, yüksek onura ulaşma durumu
kıble-i ikbâl: yükselme kapısı
reh: yol
pâ-bûs: ayak öpme, ayak öpen
reh-i pâ-bûs: ayak öpme yolu
havf: korku, ürkü
müsellâh: silah kuşanmış, silahlı
havf-1 müsellâh: silahlı korku
hasârât: hasarlar, zararlar
râci': -den dolayı, ilgili, o yüzden
şekve: şikayet, yakınma
tâli': kısmet, talih
şekve-i tâli': talihten yakınış, talihten yakınma
masûniyet: dokunulmazlık, korunma
makrûn: ulaşmış, yakın, yaklaşmış
hakk-ı teneffüs: soluk alma hakkı, yaşama hakkı
efsâne-i kanûn: yasa efsanesi, (şiirde, anayasa masalı)
va'd: söz, vaad
muhâl: olmayacak, olanaksız
vad'i muhâl: gerçekleşmeyecek vaad, olmayacak vaad, olmayacak söz
ebedî: sonsuza dek sürecek
kizb: yalan
muhakkak: belli olmuş, gerçekliği araştırılmış, kesin
kizb-i muhakkak: bilinen yalan
mütemâdî: aralıksız, her zaman
savlet: saldırma
evhâm: kuruntular
savlet-i evhâm: kuruntuların saldırısı
bîtâb: bitkin, güçsüz kalma, halsizlik
tahassüs: duygulanma, etkilenme, içlenme
bî-tâb-ı tahassüs: duygulanmaktan bitkin
temdîd edilen: süresi uzatılan, uzatılmış
gûş: kulak
tecessüs: anlama merakı, gizlice öğrenmeye çalışma
bîm: korku
bîm-i tecessüs: dinlenme, gözlenme, izlenme korkusu
gayret-i milliye: ulusal çaba
mebgûz: nefret edilmiş
muhakkar: hakaret edilmiş, hakir görülen, hor görülmüş
seyf: kılıç
mahkûm-ı siyâsî: siyasal mahkum
behre: kısmet, nasip, pay, üleş
fazl: erdem, kerem, üstünlük
behre-i fazl ü edeb: erdem ve edebin payı
mensî: bellekten gitmiş, unutulmuş
çehre-i mensî: unutulmuş yüz
bâr: ağırlık, yük
hazer: çekinme, korku, sakınma
bâr-ı hazer: korku yükü
me'lûf: alışkın, alışmış, huy edinmiş
eşrâf: ileri gelenler
tevâbi': uşaklar, yardakçılar
unsur: öğe, bir bütünü oluşturan her bir parça
ma'rûf: herkesçe bilinen, ünlü
unsur-ı ma'rûf: ünlü parça, ünlü öbek
re's: baş
fürûberde: aşağı eğilmiş
re'si fürûberde: eğilmiş baş
ta'kîb: izleme
mâder: ana, anne
hicranzede: ayrılık acısı çeken
mâder-i hicranzede: ayrılık acısı çeken ana
hemser: arkadaş, aynı kafada, eş, eşlik eden
muğber: dargın, gücenik, kırgın
hemser-i muğber: gücenik eş
âvâre: başı boş
hâile: facia
(bkz: the end)