bob odenkirk'in başrolunu oynadığı film.
normalde böyle sebepsiz vurdulu kırdılı, aşırı şiddet içeren filmleri sevmem.
john wick'i sevmedim mesela. fazla erkek filmi geliyor bana. ama bu filmi nedense sevdim. başrolden ötürüdür belki.
amma en büyük sebebi bence, başrolün filmin başındaki ezik tavırlarıydı. yani bu adamdan bunu beklememek. hani öbüründe, karizmatik başrol tabii aynen abi en büyük sensin, en süper sensin diyosun ama bunda daha bi keşfedici buldum karakteri.
tabii şu klişe olmasaydı iyiydi. evine hırsız giriyo, oğlunu dövüyo, karısına silah doğrultuyo, yeminliyim diye sessiz kalıyo, ama kızının kedili bilekliği bardağı taşıran son damla oluyo. ooo! olamaz böyle bişi! keşke bu kısmı daha iyi bağlasalardı.
herhalde john wick yapımıyla aynı. bob odenkirk muhteşem oynamış. bu kadar karizmatik bi adam olduğunu bilmiyordum.
filmin özetini yapıyorum. şiddeti gerektiği zaman bir enstrüman gibi kullanmak.
anafikri ise, ah çok hoşuma gitti nedense, ailesi ya da vatanı için, o da bi nevi aile, savaşmaya giden erkekler ve savaşan erkeklerini bekleyen kadınlarrr.
fazla edebiyatvari oldu. ama öyle. bu dnalarımıza kodlanmış bi gerçek.
erkeklerin içindeki şu şiddet arzusu çok ilgimi çekiyor. bu bahsettiğim tek taraflı sadece birine zarar vermeli şiddet değil ama. hani böyle kendi ağzı burnu da kırılacak, karşıdaki de aynı şekilde olacak. bütün ruhlarını verip dövüşecekler. bazen esaslı dayak istiyor bunların canları.
bu yapımın artık şu alüminyum folyolu rus düşmanlar klişesinden kurtulması gerek orası ayrı da. filmde en çok hoşuma giden detay şu oldu.
sonda bir elinde sanat eseri tablo, çünkü sanattan anlayan bir yanı da var, şiddete arzulu ama aynı zamanda güzelliğe de tutkun bir adam, bir elinde yavru kedi, onu beslemesi, çünkü aynı zamanda içinde müthiş bir şefkat var ayrıntısı aşşşıırı hoşuma gitti. orda ben bi düştüm yalan yok ahahahh!
bir de
christopher llyod'u görünce çok sevindim.
güzeldi ya. ben beğendim.