tüketicilerinin hiçbiri gerçek kahve düşkünü insanlar değildir. maliyetsizdir; yoklukta gider ve en ulaşılabilir olduğundan tercih edilir.
nescafe'den soğuma evresini şöyle sıralayabilirim:
keyfi ya da mecburiyetten kahveye alışırsınız.
gerek kafeinden, gerekse içtiğiniz kahve markasının içeriğinden ötürü hem fizyolojik hem biyolojik değişime uğrarsınız.
"25 kuruşluk boyu var türlü türlü huyu var." diye hayıflanırsınız ve usulca, parça parça koparsınız:
*şekeri bırakmak.
birden bırakmak zordur, sizi kahveden soğutabilir ya da istikrarınızı baltalayıp şekerli içmeye yöneltebilir. yavaş yavaş, sindire sindire, hatta tiksine tiksine şekeri bıraktıktan sonra içtiğiniz her şekerli kahve size şerbet gibi gelecektir.
(bkz: ben şimdiye kadar kahve değil şeker içiyormuşum)
*süt tozunu azaltmak.
bu granül kahve ile süt tozunu ayrı ayrı ekleyenler için geçerli. içenler bilirler, eklediğiniz miktar ne olursa olsun kahvenin yüzeyinde tabaka gibi yağ bırakır. süt tozu denen şeytan icadının aslında krema tozu olduğunu buradan anlayabilirsiniz, diyetisyenlerin hiç önermediği bir şeydir de aynı zamanda. bu yüzden içtiğiniz şey süt değil, yapay bir toz olduğundan yine kahvenin tadını ağırlaştırdığını, bozduğunu anlayacaksınız.
(bkz: ben şimdiye kadar kahve değil krema içiyormuşum)
*kahveyi değiştirmek.
önce küçük
instant coffee diye de geçen dök karıştır tipi paketleri bir kenara atarsınız. sonra damak tadınıza göre kahve ve süt oranını ayarlarsınız, kendi ayarınızın dışına çıktığınızda yadırgadığınızı fark edeceksiniz.
(bkz: lan ben şimdiye kadar ne içiyormuşum)
bu şekilde yeni tatlar keşfetmek isteyecek ve işi
kahve makinesi ile renklendirmeye hevesleneceksiniz.
(bkz: şimdi ben bunu neden anlattım niçin anlattım nasıl anlattım)
özetle; her şeyde olduğu gibi kahvede de sahte besleniyoruz. halbuki değişmeye ve kontrol altına almaya en müsait şeylerden biri damak tadı.
değiştirin!