matabaanın yasaklanması ile aynı kapıya çıkar. ki sistem bu yönden kusursuzdur. çünkü aynı şeyleri, çağlara göre dönüp dönüp topluma yedirir.
bu konuyla ilgili, yayımlanacak üçüncü kitabım yok'tan uzun bir bölüm ekleyeyim;
***
amirim bana işle ilgili bir şeyler sorarken, birden
edward norton gibi yerimden kalkıp kendimi karşıdaki cam vitrine gömmeyi düşünüyordum. Sonra, polisi arayıp amirimin beni darp ettiğini söyleyip şikayetçi olmayı.
ancak anında vazgeçmiştim. çünkü filmi izlemiş olabilirdi. gel gör kitabı okumadığından emindim. zira kanla ve acıyla yazılmış bir kitabın ne kadar tehlikeli olabileceğini kestirecek kadar hayatı temkinli yaşıyordu.
bölüm şefimin asla kitap okumadığını düşündüğümde birden irkilmiştim. yani, kitap okumanın insanı soyut yönden nereden alıp nereye götürdüğünü düşündüğümde. çünkü yaklaşık yarım asırdır her yerde ve her an, haftada en aşağı iki kitap okumuş, kendi zihnimde kaybolmuştum. bütün toplumsal adaletsizliklere ve sosyal eşitsizliklere bir çare arayıp yaşadığım hayatın gerçekleriyle uğraşmaktan bitap düştüğüm zamanlarda. böylesi daha az can yakıcıydı ama. kitap okumanın getirisi olarak da gerçek bir evrim yaşamaya başlamıştım. bu duruma 'geç aydınlanma' deniyordu. insanın kendi beyninde kaybolup çıkışı çok sonra bulmasından ötürü. tabii bu aydınlanmada ödenecek faturaların, aksatılmaması gereken kiraların ve yatırılacak taksitlerin payı da fazlasıyla vardı. zira insan sadece kitap okuyarak aydınlanmazdı. ve hiçbir zaman da aydınlanamamıştı. insan bazen parasızlık, bazen yalnızlık bazense umutsuzluk bataklığına saplanarak da gerçek bir dönüşüm yaşardı. yine de aydınlanmanın mihenk taşı, kitap okumaktı. çünkü körleşme adlı o muhteşem romanında
elias canetti kitap okuyarak insanın kendini gerçek hayattan soyutlamasının nedenini çok güzel açıklamıştı: “kişi, öteki insanlardan uzaklaştığı ölçüde hakikate yaklaşır. günlük yaşam, yalanlardan kurulu yüzeysel bir düzendir.”
ancak canetti'nin bilmediği bir şey vardı: okunan her kaliteli kitap sonunda insanın toplumla olan bağı biraz daha kopuyor ve aradaki uçurum, mezarda ya da tımarhanede bitecek gibi duruyordu. ki üzerinde yaşadığım ülkede, yani türkiye'de entelektüel ortalama o kadar düşüktü ki yirmi tane kaliteli kitap okuyan insan, kendini fildişinden yapılmış kulesinde yapayalnız buluyordu. neyse ki modern yüzyılda artık kitap okumaya da gerek yoktu. çünkü bir insanın kendi aydınlanmasını yaşaması için ne her ay belirli sayıda kitap alabilecek parası ne de onu okuyacak vakti vardı. yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında kitapların aşırı pahalı alması, ortaçağda matbaanın yasaklanmasıyla aynı kapıya çıkıyordu. zira her iki eylemde de amaç, insanları kitaplardan mahrum edip aydınlanmalarına engel olmaktı.
zihnimden geçenler bunlar, elimin altında halledilmeyi bekleyen onlarca dosya, önümde ise facebook hesabım açıkken amirim tepemde dikilmeye devam ediyor ve ben, gif adı verilen dört saniyelik bir kedi videosuna ağzımı açmadan gülerken içimden: “belki de tüm teknolojik gelişmeler bunun içindi” diyordum. “otorite ve sermaye sahiplerinin, insanları kitap okumanın tehlikesinden kurtarıp bir dünya manasız görüntü sayesinde de algılarıyla oynayarak zihinlerini meşgul etmek için. çünkü matbaa sayesinde basılıp çoğaltılan kitaplardaki karşıt fikirlerin ortaçağ avrupası'nda kilisenin tüm dogmalarını nasıl yerle bir ettiğini herkes çok iyi biliyor ve bir kitabın herhangi bir hayatı nasıl değiştirebileceğini herkes hatırlıyordu.” tekrar, “bu yüzden” diyordum. “hangi kitabın hangi hayatı avucuna alıp, vargücüyle sıkıp bıraktıktan sonra ortaya ne çıkaracağını hiç kimse kestiremediğinden modern yüzyılda yazının yerini tamamen görsellik aldı. filmler, diziler, videolar, hareketli resimler, klipler, şunlar, bunlar... belki de hepsi ama hepsi insanların kitap okumaması ve okuyup da kendi aydınlanmalarını yaşamaması içindi. zira diri diri yakıldıkları halde devrimleri ateşlemekten vazgeçmeyen insanların çoğu okumuştu. okul değil. kitap. Bu yüzden, ta 2500 yıl önce gerçekleşen akıl ile hurafenin kavgasında cehalet ve aptallık galip gelip bilinçli bir şekilde
iskenderiye kütüphanesi yakılmış, modern yüzyılda ise ilk vahyi 'oku' olan din, dünyaya bağnazlığın, ahmaklığın ve vandallığın en aktif kolu olarak sunulmuştu!”
ben uyanmaya başlıyordum. uykusuzluk yüzünden gözlerim kan çanağı ve gerçekle yalanı birbirinden ayırt edemeyip sagopa kajmer'in muhteşem şarkısı
ahmak ıslatan'da söylediği cümleleri içimden yinelerken: “uykumdan uyanmam zaman aldı, uyandım. uykusuzluk başladı aniden.”
sagopa kajmer haklıydı. çünkü insan hep bir öğrenme çabası içerisinde olmalıydı. insan sevmeyi, sevgiyi, saygıyı, nefreti, kötülüğü... her şeyi ama her şeyi küt diye değil, yavaş yavaş ve üstüne koya koya öğrenmeliydi. öğrenme serüveni bittiği an ise ilk ölümü gerçekleşiyordu. yani, evrim sadece yerde sürünürken iki ayak üzerinde durmaya geçmek değil, insanın insan olmayı ve kendini tanıması demekti. her anlamda!
ben uyanmaya başlıyordum. insanın aydınlanması, değişmesi veya adı her neyse artık, onu kanlı canlı yaşarken. çevremdeki veya hayatımdaki hiçbir insanı uyandırmaya cesaretim yokken. çünkü zihinsel uyanış, gerçek olanıyla aynıydı. ve kişi, en derin uykusundan uyandırdığı bedenin uyku mahmurluğuyla kendisine saldırma riskini göze almalıydı.
ben hiçbir şeyi risk edecek durumda olmadığımdan tek başıma uyanmaya başlıyordum. ancak bu zorlu bir süreçti. zira insan belli bir yaşa gelip ruhunu ve bedenini inciten binlerce şey yaşadıktan sonra kendi dahil, her şeyin en temelde zerre önemi olmadığını anlıyordu. anlamak neyse de, kabul ediyordu. işte o kabul ediş çok kötü ve kişi o an kendiyle öyle bir yüzleşiyordu ki, tüm insanlık üzerine çöküp evrendeki tüm nesneler de gırtlağına yapışsa, o kadar çok nefessiz ve rahatsız hissedemezdi. çünkü bir insanın gerçek anlamda değişmesi, kendini bin parçaya ayırdıktan sonra fazlalıkları en uzağa fırlatıp elde kalanlarla yeni bir şekil vermeye çalışmasıyla başlıyordu. ancak sonrasında ortaya çıkan şey, kolay kolay hiç kimseyi memnun etmiyordu. kişinin kendisi dahil!
ben uyanmaya başlıyordum. uyanmanın uykusuzluğa neden olup bilginin tahrip edici gücünü
martin eden gibi hiç öngöremezken. zira okuduğum her yeni kitapta uykularım iyice bölünüyor, öğrendiğim her yeni bilgide ise zihnim paramparça oluyordu. Bu durumun vehametini ise ben dahil, hiç kimse bilmiyordu.
***