bugün
yenile
    1. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Benim ve lise arkadaşlarımın hayatında fena sayılmayacak ölçüde büyük bir yer kaplamış olan ve bizim için komik, eğlenceli, dertsiz tasasız zamanları hatırlatan efsane online mejerlik oyunudur kendileri. Orta son ve lise 1 hatta lise 2 yıllarında oyun anlamında hayatımın en zevkli geyiklerini ortaya çıkarmış bir oyundu bu. Başlığı açılmamış olmasına çok şaşırmadım. Bu oyun zaten çok popülerleşemedi, bazen sadece biz oynuyoruz galiba diye düşünmeye başladık ki sonra da eski formatı bozup bambaşka bir şeye dönüştürdüler. Bilmeyenler için, gerçek zamanlı online menejerlik oyunuydu bu. Ben hiç football manager tarzı oyunlar oynamadım. Osm liglerinden çok sıkıldım zaten. Çünkü her sezon her şey sıfırlanıyordu. Oysa bu oyun bambaşka bir futbol dünyasında, uydurulmuş isimlerle oluşan gerçek bir fantezi futbol ligiydi. Beni de yakalayan kısmı sanırım buydu. Benzerleri muhakkak vardır pek bilmiyorum ben. Oyunun en ilginç 2 özelliği vardı benim için. Bir kere gerçekten maçlarını hafta sonları 90 dakika oynuyordun. Öyle her gün 10 dakikalık maçlar yapıp hızlıca ilerlemen mümkün değildi. Hafta içi turnuva ya da dostluk maçları yapabiliyorduk ama sadece 1 maç. Hafta sonu da lig maçı oluyordu. Koskoca 1 yıl boyunca oyuna devam etsen 3 sezona tekabül ediyordu yanlış hatırlamıyorsam. Ligler bildiğin 18 hafta sürüyordu ama lig bitince oyuncuların hepsi birer yaş büyüyorlardı. Diğer özelliği ise takımındaki oyuncular aslında olmayan oyunculardı. Oyunda Messi, ronaldo falan yoktu ama Fikret Gürsoy, Hürriyet Selvili, Selman Aydoslu isimlerinde yeni futbolcular vardı ve sadece sende vardı. Sanal bir futbol dünyası yani. Ben ortaokulda internet kafede travian, seafight falan takılırken yan masada bir abinin full yazılardan oluşan bir şeyle uğraştığını fark etmiştim. Oyunda maçlar bile yazılı canlı anlatımla izlenebiliyordu. Sıfır aksiyon. Tamamen istatistik üzerine kurulu bir oyun. Sonra kafede çaktırmadan ismini öğrenip bu dünyaya girdim. Tek başıma oynuyordum fena bir deneyim değildi. Zaten çok vaktini de almıyordu. Haftada 3-4 defa oyuna yarım saat girmen yetiyordu oyuna devam etmeye. Öyle sosyal hayatını felç eden bir oyun değildi. Zaten en iyi özelliği de bence buydu. Oyuncular arasında haksız rekabet oluşmuyordu. Tamamen istatistik ve taktik üzerine ilerlemeyi sağlayan şey oyunda fazladan zaman geçirenlerin çok büyük avantajlar elde etmesini engellemiş olmasıydı. 1 hafta boyunca maç bile yokken ne yapılabilir ki bu oyunda? Biz çok şey yapıyorduk. Liseye başladığımız ilk hafta kimse kimseyi pek tanımıyor haliyle. Tam olarak ısınamamış kimse birbirine. Sınıf arkadaşlarımdan yurtdışında büyümüş sessiz ve futbol hastası bir çocuğun bu oyunu oynadığını öğrendim ben de. Kullanıcı adını öğrenip oyunda mesaj attım ve goaunited maceramız başladı. Birden bütün sınıfın erkeklerinin aynı anda oynadığı bir oyuna dönüştü bu oyun. Temelde hiçbir aksiyonu olmayan bir oyun olmasına rağmen o yaşlarda sıra arkadaşlarınla oynadığın ortak bir mücadeleye dönüştü. 8-10 lig vardı. 1. lig 1 tane 2. lig 2 tane 3 lig 4 tane diye katlanarak gruplara ayrılıyordu sanrım. Gruplar daha fazla da olabilir. Hepimiz yakın liglerin farklı gruplarındaydık. Biz de kendi aramızda turnuva düzenledik. Premium alıp turnuva düzenlemek yerine kendi kuramızı kendimiz çekip belirlenen fikstüre göre hafta içi dostluk maçları yapıyorduk. Hayatımın en güzel geyikleri arasında olabilir o 2 sene. :D O sıra sadece oyunda olan arkadaşlarımızın olduğu bir goalunited facebook grubu kurduk. Takımların bütün istatistikleri orada paylaşılıyordu. Bir arkadaşımız hepimize takım logoları yaptı. Premium pakette olan birçok şeyi biz kendimiz o grupta yapmaya başladık. Uzun uzun tartışmalar, basın açıklamaları, yeni antrenman taktikleri, futbolcuların özel hayat spekülasyonları, turnuvalar ve turnuva kazananına verilecek ödülün kararlaştırılması bu grupta oldu. Hafta sonu internet kafeye gidip takım istatistiklerimizin, futbolcu kartlarımızın, seyirci ortalamamızın, rakip takım istatistiklerinin çıktısını alıp ders aralarında uzun uzun kalem kağıt analiz kasıyorduk. En alt liglerden başlayıp 2. - 3. liglere kadar çıktık hepimiz. Alt yapıdan 18-20 yaşında bir futbolcuyu çıkartıp antrenmanlarla haftalarca yetiştiriyordun. 3 yıl oynasan aynı oyuncu 10 yaş falan büyüyordu. Kendi ellerinle büyüttüğün iyi bir topçuyu kaptan yapıyordun. Duygusal bir bağ kuruyordun. Oyuna atıyorum 9. ligde başlarken tesadüfen çok yetenekli genç bir futbolcuyu çıkardıysan onu yıldız yapıp takımın bütün omurgasını ona göre kurguluyorduk. Genç çömez olarak bahsettiğimiz bir topçuyu 28 yaşında süper star bir kaptan olarak yetiştirmek paha biçilemez bir zevkti hepimiz için. Bazı gençleri satıp büyük paralar kazanıyorduk devasa statlar inşa ediyorduk. Hafta sonları yazılardan oluşan 90 dakikalık maçları takip edip gaza geliyorduk. Futbolcular pazarda açık artırma usulünce satılıyordu ama çok adil bir sistemi vardı. Hiçbir futbolcuyu öldü parasına alamıyorduk. vs. Burada önemli bir detay var: Zaman. Zaman hiçbirimiz için önemli değildi. 6. ligden 5. lige yükselebilmek demek 18 hafta boyunca takımı yönetmek demek ve zaten buradaki eğlence ve tatmin duygusunu sağlayan şey her şeyin çok yavaş ve sindire sindire gerçekleşiyor olmasıydı. Maçta yazıyla bize anlatılan bir golün sahibi futbolcu bizim için sadece bir isimden ibaret değildi. Çok fazlasıydı. Muhtemelen paf takımdan beridir haftalarca istatistiklerini takip ettiğimiz, emek emek, adım adım bir yere getirdiğimiz "kıymetli" bir metaydı o son dakika kafayı vuran çocuk. Her şey hayal gücümüze ve kendi aramızdaki geyiğin niteliğine bağlıydı ve biz çok eğleniyorduk. Derken ortaya çocuklukla ilk gençlik çağları arasına sıkışmış hoş anılar kaldı geriye. Facebook grubundaki tatlı paylaşımlar kaldı. Eminim çok daha efsane paylaşımlar da vardır ama hızlıca bulduklarımdan birkaç tane ekleyeyim buraya: 1 : Hürriyet oyuna başladığımda default olarak bana gelen ve uzun sezonlar kaptanlık eden hırs küpü bir canavardı. Sonra emekli oldu o. Hürriyet'i hatırlattı dediğim Fikret benim göz bebeğimdi. Belki de tüm oyunun en değerli stoperlerinin arasındaydı. Öyle olmasa bile benim için kıymetliydi işte. Onun kaptan olduğu takım 3. lig grupları arasında en değerli takımlar listesine girmişti oyunun global listesinde. Ve ben onu kendi paf takımımdan 17 yaşında çıkarmıştım. Hiçbir zaman satmayı düşünmedim. Bizim sınıftaki en değerli futbolcu Fikret'ti. 2 : Bazen şımartıyordular beni. 3 : iki arkadaşımın takımları arasındaki transfer anlaşmasının haberi. Çok sık görülen bir transfer deneyimi değildi ve haber değeri vardı bunun. 4 : Mengü.. Çok uzun yıllar takıma abilik de etmesini bildi. Kendisinden beklenmeyen bir golcülük performansı göstererek bütün istatistikleri tersine çevirebilme yeteneği vardı. Kağıt üzerinde bu derece zayıf olmasına rağmen bütün olasılıkları tersine çevirdi. Çok üst düzey liglerde bile takımımızı sırtlamasını bilmişti. Takım adına yaptığım en verimli transfer hamlesiydi. Her sezon kendisine biraz daha şaşırıyorduk. 5 : Sınıfta bu oyunun fitilini beraber ateşlediğimiz arkadaşımın bir oyuncusu taşkınlığıyla magazine konu olmuş. Arkadaşım Muaz başarılı bir menejerdi. Başarısını takımın geleceği için acı da olsa doğru ve keskin kararlar almasını bilmesine borçlu olmuştur. Beslediği kediler adına "honey sk" isminde bir takımı satın alıp kardeş takım ilan etmiştir. hayvan sevgisinin ne derece büyük olduğunu kanıtlıyordu bu olay. 6 : Ve son. Takım olarak gerçekten 1. Ligteki takımlara kafa tutmak istiyorsak esaslı bir ekonomi oluşturmamız lazımdı. Bunun gereğince köklü bir revizyona gidip biraz sabır ve biraz vizyonla güçlü bir kalkınma planı yapmıştık. Bu oyunda değerli olan şeyler; sabır, vizyon, para ve öngörüydü. idealist hamlelerle uzun vadede büyük başarılara imza attık. Anlık heveslere tamah etmedik ve günün sonunda sınıfın en değerli takımlarından birine sahip olmasını bilmiştik. Goalunited benim çocukluk ve ilk gençlik çağları arasında kalan o kısacık güzel günlerimin eğlenceli anekdotlarından bir tanesini oluşturuyor. Başlığı boş görünce kayıtsız kalamadım. Sonra ne mi oldu? Artık eskisi kadar zamanımızın olmadığını düşündük. Dahası hayal gücü, mizah, ironi, oyunculuk, geyik gibi meziyetlerimiz de epey deforme oldu. Hepimiz büyüdük. Bu tür spekülatif fantezilere hiçbirimiz vakit ayırabilecek hayatlara savrulamadık. Hiçbirimiz birbirimizden kopmadık ama o günlerdeki günü gününe yaşayan çocuklardan da kimse kalmadı elbette. Akan zaman acımasız bir törpüye dönüştü hepimiz için. Şimdi düşündüm de Ben Fikret Gürsoy'un varlığıyla edindiğim hazzı o zamanlardan sonra kaç kere edinmişimdir acaba? Arkadaşlarımla bu sikko oyun aracılığıyla kurduğum bağı, iletişimi, geyiği, fanteziyi o zamanlardan sonra ne zaman tekrar yakalamışımdır ki? Baya kötü hikaye. Bu dünyaya geldiğimizde hepimizin eline son derece lezzetli kallavi bir yemek veriyorlar. Dumanı üstünde, kokusu sarhoş edecek ölçüde. Başlarda çok aç olduğumuz için ne çatal ne bıçak ne tabak ihtiyacı duymadan elle girişiyoruz yemeğe. Sonra büyüdükçe bunun yanlış hatta eksik olduğuna inanıyoruz. Bütün zamanımız boyunca yemek yemek için iyi bir sofra düzeni, elegan bir sunum hazırlamakla uğraşıyoruz. Pahalı masa örtüleri, şamdanlar, rahat koltuklar, doğru dizilmiş gümüş çatal bıçak setleri, tütsüler, yemek takımları... Her şey eksiksiz ve nizami olsun diye uğraşıyoruz. Ama yaşam dediğimiz şey eni konu bir yemektir sadece. Etrafını ne şekilde süslersen süsle. Hatırlamakta fayda var; yemek soğudukça bir şeye benzemiyor.