antik mısır'da krallara verilen isim-unvan. bunların en bilindiği tabi ki
hz. musa ile aynı döneme denk gelendir. ki o firavun, aslında tanrı'ya inanan ve o'nun varlığını kabul eden biridir. şöyle ki; hz. musa peygamberliğini ilan edip çevresine epey bir inanan çektiğinde firavun ile dalaşmaya başlar. yetmez, peygamberliğine o kadar güvenir ki, firavun'un, "sen peygamber değilsin, öyle olsan bu
nil nehri hep aşağı akar ama bak yarın göreceksin, ben bu nehri yukarı akıtacağım" cümlesine salisesinde, "akıt da görelim" der. gece olur. firavun sabaha kadar allah'a dua eder. ve ertesi gün gelir. nehir yukarı akar. musa olan bitene anlam veremez. çünkü bu hem eşyanın tabiatına hem de kendi peygamberliğine aykırıdır. allah musa'ya belirtir, "ey musa, sen sabaha kadar peygamberliğine güvenip uyudun, firavun ise dua etti. sırf onu mahçup etmeyeyim" diye.
demek ki neymiş, firavunlar en temelde tanrı'yı bilmeyen veya o'na inanmayanlar değil, çıkarı için bilmemezlikten gelenlermiş. yerine göre ise o'na sonsuz bir inançla yakarıp dua eden. ki yanlış anımsamıyorsam bu olaydan sonra yine de inanmaz firavun. yani, kalben bilir ama dilde asla inanmaz. kibri buna engel olur. ki inanmış olsa bile artık bildiği için inanmış olacaktı allah'a. oysa inanç öyle bir şey değil. kalpten gelmeli. birebir görerek veya tecrübe ederek değil. hele o durum insanın tamamen lehineyse başka bir boyuta geçiyor inanç.
bu arada, tarihin hemen hemen her devrinde insanlar da aslında bilir; kimin firavun, kiminse musa olduğunu.
(bkz: sen haklısın musa ama karnımızı firavun doyuruyor)