Efendiler, kardeşler, dostlar ve düşmanlar, yurttaşlarım, yoldaşlarım ve yolumu kesecek olanlar, vatanperverler ve vatan hainleri, yolcular, yolda kalmışlar ve hiç yola çıkamamış olanlar, dünyalılar, eski ve yeni tanrılar...
Merhaba!
Gelin birazcık muhabbet edelim son kez. Ne yazacağımı bilmiyorum, ne kadar sürer bilmiyorum, gelişine cümleler kuruyorum ama ne yazmayacağımı sanırım artık biliyorum.
Yaklaşık 1-1,5 ay önce buraya bir entry girmeye karar verdim. Sözlükte uzun entryleriyle nam salmış olan birisi olarak yazdığım en uzun yazıyı paylaşacağım burada demiştim.
Sonra bitiremedim ben o yazıyı. Öyle ciddi ciddi başından sonuna birilerinin okuyacağını pek düşünmedim, hala düşünmüyorum. Ama yine de sanırım bu hissin gazıyla biraz fazla özel şeyler yazmışım. Anonim de olsam başkalarının okuyup şahit olması ihtimaline tahammül edemeyeceğim şeyler yazdığımı fark ettim, riske atamadım ve yarıda bıraktım.
O yazıyı burada paylaşmayacağım. Ama o metnin bazı kısımları anlatmak istediğim birçok şeyi bir çırpıda aktarıp hislerime tercüman oluyordu.
Mesela şu şekilde başlıyordu;
---
spoiler ---
Bu bir; “ne öldüm ne öldürdüm, ne oldum ne ondum” fikrine ve derdine sahip bir veda yazısıdır.
Teknik olarak benim, “devriksekiz” profiline vedamdır.
Birazdan burada bir cinayet işlenecek.
Bir gün herkes hayatında bir sefer kaybolacak, bir gün herkes birileri tarafından unutulacak ve neyse ki hepimiz sonunda öleceğiz.
Bu yüzden vedalar şu an burada yaptığım kadar önemsenecek şeyler değil esasen. Önemli olan karşılaşmalardır.
Ola ki herhangi bir vasıta ile karşı karşıya geldiğim birileri “ya hu buralarda devriksekiz diye biri vardı noldu ona, yaşamaya çabalıyor mu hala?” diye aklına eserse onu bulsun diye şimdilik sahipsiz ve sahiplenilmeyi bekleyen bir iç dökme ve son defa öpüşme maksadıyla yazıyorum bu metni.
Ve tabii ki şimdiye kadar nerede ve nereye yazarsam yazayım bastığım her harfte olduğu gibi kendimle yüzleşme şerhiyle…
Elbette yine çok uzun olacak,
elbette yine çok az kişi okuyabilecek,
elbette yine bizi, bu yazının içindeki serüvende hiç hesaba katmadığımız şeyler bekliyor olacak,
elbette yine aralarda çaktırmadan birilerine selam çakıp birilerine küfürler edilecek,
ve elbette üstüne bugünün tarihi atılmış benden, birkaç yırtılmış eskitilmiş parçalar içerecek.
Ne kasıntı bir giriş oldu ya. Biraz heyecanlıyım sanırım. Umarım devamı böyle olmaz.
Buraya gerçekten çok fazla şey yazmak/sığdırmak istiyorum.
Uzun uzun yazılar yazarak, çok konuşarak, anlaşılmak için her şeyi en uzun şekliyle anlatarak yaşama direnen birisi olarak uzun yazılarıyla nam salmış bulundum. Bu unvanın hakkını verip sözlükteki en uzun entrymi yazmayı planlıyorum.
Klişe ritüelleri iyi niyetinize ve affınıza sığınarak aşağılarda bir yerlerde hızlıca geçmeyi planlıyorum.
Burayı yeterince sevmemiş olsaydım bu kadar uzun süre aktif olamazdım. Her şeye rağmen sevilmesi gerekenleri gerçekten seviyor, tanıdığım ya da en azından okuduğum acayip insanlarla karşılaşmış olmaktan mutluluk duyuyor ve kazandığım insanları hayatımın sonuna kadar en azından kalbimin bir köşesinde taşıyacağımı umuyorum.
Burada yazılanların yıllarca kalmasını istiyorum. Entrylerin çoğunun yedeği yok bende. Biraz daha yaşlanınca gelip kontrol etmek de isterim. Benim yokluğumda buralara birileri umarım hep sahip çıkar. Düşündüğünüzden daha değerli bir oluşum burası. Bir sürü “iyi ki” var burada.
Ama aslında ben buradaki sanal profilimin yanaklarından öpüp özgürlüğüne kavuşturmak için yazıyorum bu metni. Herkese serbest ama yine, ben okuyayım diye yazıyorum.
Yuvarlak bir salonun ortasına koyulmuş iki sandalye düşünün birisinde bu satırları yazan organik hücrelere sahip gerçek dünyada yer kaplayan giderek çürüyen ben oturuyorum, karşıma da uzun süre boyunca burada sanal bir yaşam verdiğim devriksekiz personasını oturtuyorum. Ortalığı çok kirletmeden biraz konuşalım isterim son kez. Bilet kesmiyoruz ama sessinizi çıkarmadan tribünlerde oturmak serbest.
---
spoiler ---
*
Biraz kendimle fazla yüzleşip birilerinin okuyabileceğini unutarak kendimi fazla kaptırmışım. :)
Ama niyetim hala aynı. Gidiyorum ben. Hesabı silmeyeceğim. Hiçbir zaman iyi bir sözlük okuyucusu olamadım ama ne yapıyor acaba diye merak edeceğim yazarlar hala var. Uzun bir süre sonra da olsa, arada eskiden buralar dutluktu diye aranızda gezinebilirim. Ha bir de burada 5 yıldır yazdıklarım da kişisel geçmişime ciddi notlar düştüğüm bir arşiv niteliği taşıyor artık, hem eskiden kimmişim ona bakmaya hem de bazı yazıları belki kullanırım diye hesabı açık tutacağım. Ama yine de kesin bir şekilde devriksekiz profilini Bu gece kapatıyorum.
Farkında olduğum ve olmadığım bir sürü insanla iyi kötü bir şeyler paylaşmış ve temas kurmuşuz. Söylemezseniz çok içinizde kalacak bir şeyler varsa eğer bugün içinde söylemek isterseniz Dm'den okurum. Böyle de duygusal bir topum şu an.
Bu yazıdan ötürü devriksekiz personasını gereğinden fazla önemsediğim düşünülebilir. Bilmiyorum belki de haklısınızdır. Bazen bana da öyleymiş gibi geliyor.
Ama esas önemsediğim şey yaşadığım son 5-6 yıl aslında. Gençliğimin ikinci döneminin tamamı yani.
Bu sözlüğe üye oluşum ve burada sık sık bir şeyler yazmış olmam önemsiz, sadece hoş bir tesadüf ama o günlerden bugünlere çok şey değişti, bazı şeyler hiç değişmedi ve her şey eskisinden daha can sıkıcı oldu. Ama her ne olursa olsun 5 yılda çok şey oldu, bazı şeyler hiç olmadı.
Herkesin hayatı kendine göredir ve yine kendine göre özeldir elbette. Ben de kendime göre, kendime kadar hayatımı önemsemeye çalışıyorum. Ergenlik dönemimi ilk gençlik yıllarım olarak niteliyorum. Bütünüyle rota aradığım ve bastığım zemini bulamadığım yıllar.
20'li yaşlarımın ilk yarısını ise gençliğin en önemli virajlarından olduğunu düşünüyorum. İnsanın kendi içinde ve çevresinde yeni bir anlam dünyası yaratmaya bir ucundan başladığı yıllar.
Benim esas önemsediğim bu virajdı. Bu virajda devriksekiz de öyle veya böyle yer kaplıyordu ve ben tam olarak bunu önemsiyorum.
Artık son gençlik çağıma adım attığımı biliyorum. Bundan sonra da yine hiçbir şey eskisi gibi olmayacak onu biliyorum. Devriksekiz'le vedalaşmam burada olanın burada kalmasını istediğimdendir. Muhtemelen ellerim daha çok kirlenecek bundan sonra.
Sürekli söylediğim bir şey var; bu yaşıma geleceğimi hiç ummadım, bu yaşıma kadar geldim, bu yaşlara kadar gelmeyi hiç istemedim.
Devriksekiz’i önemsiyorum ama göründüğü kadar ve göründüğü şekliyle değil.
Tam aksine; geçen 5 yılda öylesine yazılmış olması gereken ama esasen tam da öyle olamamış olan iki bin yedi yüz altmış sekiz adet entry’e sığdırdığım anlamlar bütününe, ona atfettiğim onlarca soru işaretine son bir bakış atıp trajikomik haline karşı bir hayıflanma olarak bakabiliriz.
Devriksekiz personası büyük bir sefalet örneği çünkü. Buradaki acıklı tabloyu bu şekilde kapatmak istiyorum.
Bunu sessiz sedasız yapmak yerine kişisel tarihime not düşmek istiyorum.
Şayet buraya yazdığım son yazı bu olmasaydı, son yazımın, bir yıl önce “tebrikler bir karış daha büyümüşsün” mottosuyla yazdığım şu yazı olmasını isterdim:
(#2332004)
O yazıyı yazarken tam da bugünleri düşünerek yazmıştım. Aslına bakarsan o yazı tam da bugünlere gönderilmiş bir mektuptu. Zaman bariyeri bazen böyle sert ve acımasız sarkmalar yapabiliyor. Alıştık.
Çok takip edemesem de bu küçük ama sempatik platformda birçok insanın hayatından kesitlere şahit olduk. Birileri gözümüzde büyüdü, birileri küçüldü, birileri aşık oldu, birileri acı çekti, kimileri kariyer basamaklarını tırmandı kimileri hayatında önemli eşikler geçti. Hepsine şahit olduk.
Bu da kayda geçsin; ben burada şimdiye kadar hep çocuk kalmak istedim.
Burası ve nickname'im gerçek hayatımdan izole tuttuğum oyun alanımdı. Oyun hamurumdu.
Ben uzun yıllardır iyi hissetme ihtiyacımdan ötürü yazılar yazdım. Hemen her şey hakkında bir şeyler karalamak iyi geliyor. Bunu ilk kez orta2'de fark etmiştim. Dünyadan gerçek anlamda soyutlanabildiğim nadir anlardan bunlar. Bazen öğrenmek, bazen isyan etmek, bazen de kayıt tutmak için... Yazdığım zaman hep iyi hissettim ama Allah var bu sözlüğe yazmak iyi hissetme ihtiyacımı en çok karşılayan yer oldu. Hakkını yemeyelim. Beni hafiflettiği çok olmuştur.
Kapalı devre yazdığın zaman, hiçbir yerde paylaşmadığın zaman ya da günlüğe yazdığın zaman insana etkileri farklı oluyor. Oralarda daha çıplak, daha kontrolsüz ve daha öz bir formata bürünüyorsunuz. Ama böyle kim olduğunu bilmediğin insanların okuyacağı ihtimaliyle yazdığınız zaman her ne kadar otosansürle dolu olsa da bunun insandaki karşılığı çok farklı oluyor.
Bana güzel eşlik edildi burada. Bu açıdan mutluyum.
Burası dışarıda yüksek sesle söylemekten çekindiğim ya da üşendiğim, aman ne gereği var dediğim şeylerden oluşan bir ikinci hayat deneyimi sağladı bana.
Biri illaki dinlesin, bir işe yarasın kelimelerim gayesi taşımadan boşluğa doğru canhıraş konuşmak tarif edemediğim bir tatmin sağladı bana.
Başka platformlarda ya da bilgisayarımda yazarken elde edemediğim bir konfor ortamını sağladığını itiraf etmeliyim.
İyi ya da kötü kusmak ve bu yolla bir nebze olsun kurtulmak istediğim ne varsa buraya çıkarmayı istedim ve inananın çok ama çok azını çıkartabildim. Hala illüzyonlar kuruyorum ve bu beni çok yoruyor.
Hem benim bazı yazdıklarım, söylediklerim, kararlarım ve ilkelerim hem de buradaki insanların bana karşı bakışı buradaki yazarlık deneyimimi yer yer şekillendirmeye kalktı.
Çok az zaman haricinde yine de yeterince saf bir ritüle çeviremedim buradaki yazarlık serüvenimi.
Olsun bu haliyle de sevdim bunu.
Burada çok az kişiyi tanıyorum. Bugüne kadar kendisinden istifade ettiğim herkese ayrı ayrı teşekkür ederim. Burada hepsinin ismini geçirmek isterdim ama gideniyle kalanıyla hepsini listeleyemem sanırım. Herhangi birini atlarsam da bu bana dert olur. Bu yazı bir şekilde onlara ulaşır diye umuyorum.
Çok güzel insanlar var hala ve bir kısmı buralardan geldi geçti gerçekten. Doğru dürüst hiçbir diyaloğumuz, muhabbetimiz olmayan ama çok iyi birer insan olduğuna yürekten inandığım yazarlar tanıdım burada. Onlara karşı hislerimi her zaman açıkça söyleyememiş olabilirim ama bence buna ihtiyaçları da yok zaten. Güzel insanlar güzelliklerinin hatırlatılmasına ihtiyaç duymazlar. Bu onların olağan halidir zaten. Hepsine saygı ve sevgilerimi gönderiyorum.
Bu sözlükten sanırım üç belki de dört arkadaş edindim. Onlar da sanıyorum kendilerini biliyorlardır. İsim verip rencide etmek istemem kendilerini. Bugüne kadar bana verdikleri omuzdan dolayı müteşekkirim. İyi ki vardınız, iyi ki varsınız.
Şimdi buraya kadar niye geldik? Ben niye yazıyorum bunları? Efendi gibi siktir olup gitmek neden bir seçenek değil?
Çünkü gaybı Allah bilir elbet ama ben yaşlanarak ölecek gibiyim. Eskiyerek, çürüyerek, kuruyarak ağır ağır ölme fikri canımı sıkıyor. Bir şeyler yapmazsam eğer Devriksekiz de aynı kaderi yaşayacak.
Dürüst olmak gerekirse kendimi bir türlü öldüremediğim için bu gece burada devriksekiz’i öldürüyorum!
Böylesi her zaman daha iyi.
Metaforum daha iyi anlaşılsın diye tam burada paylaşmaya çekindiğim asıl veda yazımdan bir alıntı girmem gerekiyor;
---
spoiler ---
Başka yazılarda da ara ara söylediğim gibi ben zaman zaman anlık bir katarsis ile hızla bir şeyler yazar sonra kendi yazdığım şeyleri tekrar okuyarak kendimden bile gizlediğim ufak ipuçlarını toplamaya çalışırım. Bu şekilde bir arınma ve içimde sakladığım şeylere daha yakından bakma deneyimi yakalamaya çalışırım.
Bir çeşit kendi kendimin hem danışanı hem de terapisti olurum.
Bir çeşit terapötik ilişkiyi kendi kendimle sağlamaya çalışıyorum. Bazen tedavi bazen de ruhuma daha yakından bakmaya çalışma amacım vardı. Evet, salakça.
Belki de profesyonel destek almalıydım. Yıllardır hep reddettim bunu. Doğru mu yaptım yanlış mı bilmiyorum, buna zaman karar verecek.
Bu son yazı da bir veda mektubundan ziyade son bir katarsistir. Karşımda birileri varmışçasına konuşmak daha iyi hissettiriyor evet, hepinizi seviyorum ancak benim hedefim sizler değilsiniz. Hiçbirinizle bir problemim yok. Hayatta hepinize başarılar dilerim. Fena sayılmayacak bir yolculuk oldu.
Devriksekiz’in var olmasına sebep olan bazı şeylerden ufak tefek bahsedip, ileriye dönük birtakım şeylerden bahsedip kendimi tartmak istiyorum.
Devriksekiz’i öldürmem karşılığında buna ulaşmak isterim.
Devriksekiz’in Twitter hesabında dört bin küsür tivit atılmış. Bunca tivitin arasından başa tutturduğum tivit şu;
“Zamanında hasbel kader karşı karşıya gelinmiş kimi metinler, şiirler, romanlar... İnsanın kendi yazgısıyla burun buruna geldiğini anımsaması ve kaskatı bir beden... Yaşamak belki güzel şey ama ne olursa olsun dar bir alanda ortaya dökülmüş tekrarlar ve fragmanlardan ötesi değil.”
Burada kuvvetle muhtemel insanlık tarihinde yüz binlerce kez tekrar edilmiş şeylerden bahsedeceğim. İnsan fizyolojisi bu evrende tanıdığım en karmaşık şey olabilir. Ama yine de ironik bir biçimde insan davranışları şaşılası derecede basit, sıradan ve tahmin edilebilir haldeler. Bu yüzden burada bir noktada hep bilindik ve alışıldık şeylerden bahsedeceğim. Tarih bunlar gibi niceleriyle dolu. Bunun farkındayım.
Özür dilerim ben buraya kadarını ilk kez yaşadım!
---
spoiler ---
Öff kendi yazdıklarımı okudukça bayağılaşmış narsizmimi fark ediyorum ve yanaklarım kızarıyor. Keşke bunun farkında olmamış olsam. :D
İlk ve orta gençlik yılları bir insanın hayatının en tehlikeli yılları olabilir gerçekten. Gençlik zaten başlı başına bir tehlikeyken bir de bunun başları daha bir acayip oluyor. (not:
(#3854869) )
Gençliğin size sunduğu illüzyon size müthiş bir özgüven kazandırıyor. Bileğinizdeki güce olan inancınız öyle kuvvetli oluyor ki bir an için dünyayı dize getirebileceğinize inanıyorsunuz. Bakın şaka yapmıyorum. Dönüp içinize yeterince yakından bakarsanız bu hisse hiçbir şeye inanmadığınız kadar inandığınızı hepiniz göreceksiniz. Ama inanmayın ona, külliyen yalan söylüyor.
İçinize işlemiş iblislerin ısrarla kafanıza girmesine izin vermeyin. Hoş ne desem boş, yaşanacak olan illaki yaşanıyor.
Gençliğin irrasyonelliği için bir örnek vermem gerek burada.
Giovanni Papini'nin "bitik adam" adında bir düşünsel otobiyografisi var. Kitap hakkında şöyle etraflıca kimseyle konuşamadım şimdiye kadar. Hazır yeri geldi bundan bahsedeyim biraz.
Gerçekten entelektüel yaşamın portresi adına dehşet bir otobiyografi. Bir adamın kendi ağzından, kendisini ve kafasının içini bu kadar çıplak bırakmasını dehşetle karşılamıştım. Aslında bu yazıyı ilk yazdığımda bitik adam'ın otobiyografisine rakip olacak çıplaklıkta yazmayı denemiştim. O 1920'de paylaşmış, ben yapamadım.
Neyse orada ilk gençlik döneminden hayatının son dönemlerine kadar yaşadığı düşünsel yolculuğu anlatırken çok acayip detaylarla karşılaşıyorsunuz.
10'lu yaşlarında kitapların gücüyle sarhoş olan toy bir çocukken "her şeyin kitabı"nı yazmaya çalışıyor Papini. Sıfırdan var olan her şey hakkında yazabileceğini zannediyor. Aylarca buna uğraşıyor. Spesifik bir konuda var olan ansiklopedi yerine evrende var olan her şey hakkında bir ansiklopedi. Gerçeğin katı doğasıyla yüzleşiyor ve sonunda vazgeçiyor.
Bu adam orada çocukmuş deyip geçmeyin ama bunu.
Çünkü aynı adam hayatının kalanında olanca hızıyla okumaya, öğrenmeye devam ediyor. Kendi düşünsel felsefesini inşa ederken nereye varıyor dersiniz? İşte burası çok eğlenceli.
Önce özgün bir felsefe oluşturmak istiyor ve "herkes titremeliydi yapıtımı okurken; hayatlarını, tüm iyilik ve kötülüğü, yeniden doğuş olmaksızın, her şeyin kendi tarafarından, ıssız gökyüzü altında yargılanacağı o 'hiddet günü'e doğru yapılan koşuyu son sahnede görmeliydiler. Ve bu korkunç gösterinin yarattığı dehşet yeni hayata, benim vadettiğim hayata duyulacak gereksinimin doğmasına vesile olacaktı" diyor.
İlk bakışta heyecanlı bir düşünür gibi görüyoruz bu adamı. Kendisinden eski var olan her şeyi yıkmak ve yeni gerçekliği kurmak istiyor sadece. Anlaşılabilir bir sanrı.
Ama sonra bu koca adam, hayatı boyunca bir insanın yapabileceği neredeyse bütün okumaları yapan manyak bir adam kitabın 177. sayfasına geldiğimizde ulaştığı son delüzyonu açık yüreklilikle itiraf ediyor.
28. bölümde "Tanrısallığın fethi" başlıklı bölümde çılgınlığının boyutlarını görüyoruz.
Metafiziksel bir yolculuğa çıkmaya karar veriyor.
Ciddi ciddi, tasını tarağını toplayıp tek başına bir dağa yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuk da öyle manevi bir arayış falan değil. Herif öyle bir noktaya gelmiş ki yeterince çabalayıp odaklanırsa tanrıyla, gerçek bir tanrıyla, yüzleşeceğini hatta tanrısallığı keşfederek dağdan bir tanrı olarak döneceğini düşünüyor. Burada hiçbir metafor yok. Gerçekten tanrı olmak için inzivaya çekiliyor.
Bu düşünsel irrasyonelliği her entelektüelden duyamazsınız arkadaşlar. Gençlik ateşi böyle bir şeydir. Bunu göstermek için aktardım bu kısmı.
İlgili bölüm şöyle bitiyor; "Yüreğimdeki çılgınca düşle, son bir defa denemek için tek başıma yola çıkmıştım. Dağdan ya bir Tanrı misali galip ve devasa bir halde inecek ya da bir daha asla dönmeyecektim. -Ama dönmüştüm..."
Tanrısallık arayışı bir trajediyle son bulmuş. Bunu bu kadar açık yüreklilikle anlatması bu yüzden garipsediğim bir durum zaten. Tanrılar sofrasında karnını doyurduğunu iddia eden ibni Arabi'lere, Hallac'lara, Mevlana'lara falan pek şaşmamak gerek. (Hemen şimdi "Kara Kitap" romanının en başa koyulan ana epigrafını açıp okuyun. İbni Arabi ile ilgili olan...)
Bitik Adam sonra dağdan inişini şöyle anlatıyor; "o; bir dönüş değil, bir kaçış, bir bozgun, bir sondu. Yaşantımın en güzel yıllarının tükendiğini, dünyadaki rolümün orada bittiğini hissetmiştim."
Bilmiyorum, bu yazıyı neden yazdığım birazcık anlaşılıyor mu. Tanrısallığın fethi olmasa da benim de bir yolculuğum oldu. Dağdan inip başka bir dağa tırmanmam gerekiyor, geçen 5 yılı kesip atmam gerekiyor.
*
Yine çok uzadı yazı aq. Bir çay koyup geliyorum.
*
Benim şimdiye kadarki hayatımda gerçek dünyayla temas eden ya da etmeyen, somut ya da soyut bazı yolculuklarım elbette oldu, oluyor. Bunları bazıları sıradan hayat gaileleri, iş, aşk, aile, kariyer, para vs. Bazıları da hayati gaileler...
Ama hepsinin en tepesinde en gerçek yolculuk tanrılara uzanan yolculuktur. Benim teolojik merakım ve arayışlarım muhtemelen hayatımın sonuna kadar son bulmayacak. Bundan pek şüphe etmiyorum. Çünkü hangi dünya görüşünden olursak olalım; insan hayatının en mühim konusu tanrıların ilgilendiği konulardır.
Ancak geç de olsa bunun yalnız bir yolculuk olduğunu sonra sonra fark ettim. Kimseyi kendi yoluma çağıramam, bunu istemiyorum.
Zaten tarihe baktığımızda da birçok insanın bu türden bir merakı ve arayışı olmuştur, olmak zorundadır. En Allah'sızı da en dindarı da teolojiyle ilgilenmek zorundadır.
Dostoyevski'ymiş, Darwin'miş, Niçe'ymiş, Platon'muş fark etmiyor.
Açıkçası bir entelektüel yolculuğumun olduğunun farkındayım. Bunu gizlemiyorum. Neden yaptığımı da biliyorum bunu. Açıkçası hayatımı katlanır kılan şeyler de bu tür maceralar zaten.
Ben hayatımın bir döneminde çok az kurmaca eser okudum sanırım. Hala bu konuda geniş bir eksikliğim var bence. Kurgu ile kurgu dışı metinleri dengeli bir şekilde yürütmeye başladığım dönem çok yeni sayılır. Ama yine de şimdi biraz düşününce beni çok etkileyen belki de hayatımın içine sıçan kitapları düşündüğüm zaman burada hep kurgu işler olduğunu fark ediyorum. Hikaye anlatma sanatının insanlık tarihi boyunca nasıl bu kadar güçlü bir alan olduğu sorusunun cevabı direkt benim zaten.
Tam şimdi durup bir sigara yaktım ve bu türden kitaplardan birkaçını hatırlamaya çalışıyorum.
İlk aklıma gelenler -biri hariç hepsi kurmaca- şunlar;
Tutunamayanlar, Başkaldıran insan, Bulantı, Amok Koşucusu, Martin Eden, Körleşme, Huzursuzluğun Kitabı, Huzursuzluğun Kitabı, Huzursuzluğun Kitabı...
Bu son maddede takılı kaldım. Aklıma başka bir şey gelmesini engelliyor. Eminim başka şeyler de vardır ama bu kitap hepsinin önüne set çekti şu an. Neyse artık. Muhteşem bir kitap. Keşke siz de okusanız.
Tutunamayanlar bütünüyle anlaşılabilecek bir roman değil bence. Ama asgari düzeyde bile anlaşıldığını düşünmüyorum.
Hem de en kelli felli edebiyat profesörleri bile bu romanı kıçından anlıyor gibi geliyor bana bazen. Belki de ben kıçımdan anlıyorumdur bilmiyorum. Bir seferliğine mahsus o romanı; Oğuz Atay'ın kendi içindeki ışığın ölümüne tuttuğu yas olarak okuyun nolur.
Selim Işık'a; Turgut'un yani Selim'den sonra geriye kalan Oğuz Atay'ın gözünden yakılmış bir ağıttır Tutunamayanlar.
Ben bu yakarışa çok içerledim. Kendi sonumu görür gibi oldum. Okurun roman karakterleriyle kendini özdeşleştirmesi hastalıklı ve sağlıksız bir tutumdur. Siktir et. Biz şuraya bakalım bi;
---
spoiler ---
Benim bütün işim oyundu, bunu biliyorsun Turgut. Hayatım, ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu. Sen evlendin ve oyunu bozdun.
Bütün hayatımca nasıl oynayabilirdim? Sen de dayanabildin mi? Sen de ürkütücü bir gerçekle bozdun bu oyunu.
Herkesin belirli bir işle uğraştığı bu kocaman dünyada yalnız başına ordan oraya sürüklendin canım kardeşim benim.
(...)
Başka türlü bir yaşantın olabilirdi Selim. Seni istemeyenlerin dışında bir düzen kurabilirdin.
---
spoiler ---
Mübalağaya gerek yok. Tam burada boğazıma öküz oturuyor benim.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde meşhur bir alıntı vardır hani. Ben de çok severim;
"Her ne olursa olsun mazim bugünkü vaziyetimden bana bütün bir mesele gibi geliyor. Ne ondan kurtulabiliyorum, ne ondan kurtulabiliyorum, ne de tamamiyle onun emrinde olabiliyorum."
Herkesin kaderi geleceği değil geçmişidir aslında. Yaşadığımız her şey ileriye gittikçe mihenk taşı olduğunu daha çok hissettirir. Bu meseleyi çok deşmek istemiyorum. Önceki yazımda çok deşmişim zaten. Gerek yoktu.
Eğer yeterince geriye gidersek başıma gelen her şeyi tek bir şeye indirgeyebilirim. Bu çok fazla kolaya kaçmak olurdu. Kendimi temize çıkartacak değilim.
Şimdi artık bazı yapılacaklar listem var. Kafamdaki bulutu dağıtmam lazım. Mesela şu okulu bitirmem lazım artık. Tus'a hazırlanmam falan gerekiyor. Can sıkıcı konular.
Ben birkaç sene önce okulu bırakıyordum biliyor musunuz? Çünkü mütemadiyen aklı bir karış havada ve hiçbir şeyi yeterince ciddiye almayan bir insanım. Ciddi ciddi okulu bırakmanın eşiğine geldim. 2 yakın arkadaşımı yanıma alıp Eskişehir'e götürdüm. Eskişehir önemli bir şehir benim için. Bir kafede saatlerce kafa patlattık buna. :D O masadan psikyatri uzmanlığı karşılığında bir şeylere tahammül edebileceğim fikrine inanarak kalktım. O gün onlar orada olmasaydı her şey bugünkünden yine bambaşka olacaktı. İyi dostlar biriktirdim.
Zor bir hayatım yok. Ukalalığım, lakayitliğim, uçarılığım ve ayran gönüllü olmam ve bunların üstüne cahil cesaretim ve dengeye kavuşamamış kafam her seferinde hayatımı zorlaştırıyor sadece. Bazen çok bencil oluyorum bazen çok diğerkam. İkisi de sağlıklı değil.
Önümdeki iki senede bir şeyleri yoluna koymam gerekiyor. Tus için bir şehir efsanesi vardır. 6 yılda değil son 6 ayda kazanılır diye. Buna yürekten inanıyorum. Zekadan, bilgiden, beceriden bağımsız bunları aşan bir hantallığı var o sınavın. Bence bu hantallık beni yıldıracak. Bilmiyorum.
Son zamanlarda kendimi çok yalnızlaştırdım. Şu sıralar hayatım insanlardan arındırılmış bir şekilde boktan yiyecekler, boktan kahve ve çaylar ve bol sigara dumanı eşliğinde bir üçgen üzerinde devam ediyor. İnanılmaz kısır bir döngü içerisinde yaşamaya çalışıyorum.
Son günlerde bir tane lüksüm var: Çok daralınca telefonu sessize alıp neyse bir bölüm lost izleyeyim diyorum. hayata bak amk.
Ha burada son bir şeyden daha bahsetmek istiyorum. Bu kısım benim için biraz kasıntı bir bölüm olacak.
21. yüzyıldayız. Enformasyon çağındayız. Etraf insandan ve insana dair bir sürü boktan şeyden geçilmiyor. Bolluk çağındayız. Herkesin her şeyi yapma cüretinde bulunmasından utanmadığı bir arsızlık çağındayız.
Ben de bu çağın gereklerine uyarak arka arkaya anlamlı cümle kurabilen her insan gibi bir kitap yazma fikrine kapıldım. Son 1 yıldır hayatımda yeni bir kanal açtım. Yaşamımdan arta kalan, bulabildiğim en küçük boşlukta bile yazmayı denediğim bir kitapla yatıp kalkıyorum.
Kitap yazan ve yazdığı şeyleri kıymetli bulan herkese büyük öfke duyuyoruz. Bu öfkeyi anlıyorum. Çünkü yazı yazma fikri baştan ayağa kanlı canlı bir megalomanidir. Yazı yazmak bir kibir ve narsizim şölenidir. İnsanların ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz, kimsede olmayan ve vakit harcanması gereken değerli şeyler ürettiğinizi düşündüğünüz bir eylemdir. Megaloman olmadan kitap yazılmıyor. Yazı yazan herkese bu gözle baksanız başınız ağrımaz emin olun.
Ama bunun için özür dilemeyeceğim. Çünkü kendimi vazgeçirmek için çok çabaladım. İnanın denedim ama başaramadım.
Her gün biraz daha kapıldım bu arzu nesnesine.
Bir kitap yazmak ciddi yalnızlık gerektiriyor. Zaten yeterince mizantrop bir insan değilmişim gibi bir de bu çıktı başıma iyice yalnızlaştırdım kendimi. Reel hayatımdan birkaç arkadaşım ve ilginçtir bu sözlükten de 2 yazar arkadaş bu kasvetli yolda zaman zaman bana biraz nefes oluyorlar. Allah razı olsun valla. Tek başıma altından kalkamazdım. Hoş hala kalkacağım meçhul ama bunu düşünmemeye çalışıyorum.
Kitabın ismini burada vermekten çekinmiyorum. Çünkü birileri gerçekten bir yerlerde basmak isterse ismi bu olmayacak.
Muhtemelen de kimse basmayacak bence. Bu gayri resmi adı: Yeni Tanrılar.
Bu kitap üzerinde çalışırken bir de ikinci bir kitap fikri çıktı. O da Eski Tanrılar.
Birbiriyle doğrudan bir bağlantısı olmayan iki kitap. 30 yaşımdan önce yeni tanrılar'ı; 40'ımdan önce de Eski Tanrılar'ı bitirmiş olmayı diliyorum.
Bir tanesi hümanizm eleştirisi diğeri alternatif bir yaradılış mitolojisi şeklinde olan bu iki kitap, eski ve yeni tanrılar fikri beni heyecanlandırıyor. Son zamanlarda bunlarla avunuyorum açıkçası. :D
Evi resmen küçük bir laboratuvara çevirdim. Bir oda yazı laboratuvarı diğeri de Tus odası oldu. Yaklaşık 2 yıllık hayat planım bu iki oda ve mutfak şeklinde oluşan üçgenden ibaret. :D
Arada da yürüyüşe falan çıkıyorum işte.
Bu böyle nereye kadar gider bilmiyorum. Ailem de arkadaşlarım da zaman zaman sağlığımdan endişe ediyorlar ama pek belli etmemeye çalışıyorlar. alksdjlaksd
Ablamın asla anlayamayacağı bir yaşam biçimi bu. O hala neden üstüme başıma doğru düzgün bir şeyler almadığımı anlamakla meşgul. :D Öbürü zaten kariyer ve birtakım parasal planlar üzerinden beni darlıyor. İkisi de tamamen iyi niyetlerinden yapıyorlar bunu. Birbirimizle savaşmıyoruz, anlayamadığımız şeylere saygı duyuyoruz daha çok. Bu yaşam biçimi bence de boktan bu arada, evet. Ama tercihlerimizin her zaman çok rasyonel olmasını beklememeliyiz zaten.
Ha bir de babam ve annem var. Onlardan burada bahsetmeyeceğim. Çünkü onlar bu yazının tonuna uymayan insanlar. Ne kadar kaçarsam kaçayım ben günün sonunda hep o eve döneceğim. Sahip olduğum tek eve.
Babamla olan ilişkimizi ve onun hikayesini hiçbir zaman anlatamayacakmışım gibi geliyor. Aramızda onun çok da anladığını düşünmediğim çok özel bir ilişkimiz var.
Bakalım bir gün babamın hikayesini de yazacağım bir yerlere. Şimdilik pek hazır hissetmiyorum.
Her erkek evlat babasıyla rekabete girmek için doğar derler. Ben babamla rekabete giremeyeceğimi düşündüm hep. Böyle bir eksikliğimin olduğunu düşündüm. Onu yenmek haber değeri taşımaz diyecek kadar küstahtım. Şu yaşıma geldim ve babamı hayatımın sonuna kadar yenemeyeceğimi ancak anlıyorum. Aşma ihtimalimin olmadığı kocaman bir dağ olduğunu ancak şimdi anlamak içime dokunuyor.
Neyse işte kimsenin sonuna kadar okumaya tahammül edemeyeceği kadar uzun yazdığımı düşünüp artık yavaştan bitirmek istiyorum. Bu benim bu profilde yaptığım son katarsisti. Sayfayı kapatıp aynaya bakmaya gideceğim.
Bu masadan yeni bir insan olarak kalkmam mümkün değil. Böyle bir beklentim yok. Ama sadece tek bir ihtimalin peşindeyim; masadan omzumda taşıdığım bazı yükleri kaldırıp kenara bırakmış olarak kalkmanın ihtimali kovalıyorum.
Rezalet bir yaşamdan arta kalanlar bunlar.
Hiçbir zaman kendimden razı olamayacak olmanın kabulüyle, devriksekiz'e yenilerek ama nihayetinde bir cinayet işlemiş olarak sizlere veda ediyorum.
Gerçek hayatta pek nasip olmuyor bu; bugüne kadar bana katlanmış olan herkesten önce özür diliyor sonra da teşekkür ediyorum.
Bana şans dileyin, dua edin, sonra da hiç şahit olmamış gibi her şeyi unutun.
Kendinize iyi bakın.
Sizleri sandığınızdan daha çok seviyorum. Muck!
Sağlıklı düşünemeyen, ciddi nevrozlar ve buhranlar içinde sürüklenen, akıl sağlığı ve ruh durumu tehlikede olan, intihara meyilli, gelişimini ve ergenliğini tamamlayamamış, narsist, megaloman, aşağılık kompleksine sahip, korkularla yaşayan, gerçeklerden kaçan, kurmaca ve oyun budalası, mizantrop bir kaçık olduğumu düşünmenizi istemezdim, ama düşünebilirsiniz. Artık her şey serbest. Bunların bir önemi yok.
Oğuz Atay ölü, Pessoa da öldü. Selim yok, Olric yok, Bernardo Soares yok, Bitik Adam yok, Başkaldıran insan yok.
Devriksekiz; hem kurmaca hem gerçek, hem yok hem ölü.
Uzun süren bir oyun ve cinayetle biten bir trajedi. Fail de benim maktül de.
Geriye benden ne kaldıysa artık, o.
---
spoiler ---
...
"Önüne çıkan her konuyla ilgilenirdi. Hepsine aynı güçle saldırır, ne yöne döneceğini bilmezdi. Onun ilgilendiği bütün meselelerde, onun kadar heyecanlı olduğumu, doğrusu, söyleyemeyeceğim. Fakat, Selim'le birlikte olduğum zamanlarda, onun heyecanına kapılmamazlık edemezdim.
Bu eve, heyecanı Selim getirirdi ve giderken de birlikte götürürdü. Tekrar geldiği zaman, yalnız yaşadığı saatlerin birikimiyle daha da ateşli görünür ve bizi, bıraktığı yerde bile bulamazdı. O zaman kızar, köpürür, hakaretler yağdırır, içimizin ölü olduğunu, artık heyecanlarını bizimle paylaşmayacağını bağırarak ilan ederdi.
Onun heyecanlarını izlemek de zordu: çünkü hızla yön değiştiriyordu. Bana, ilk tanıştığımızdan beri duyduğu saygıyı, böyle anlarda bütünüyle unutur, daha iyi birini bulsa, bizleri hemen bırakacağını ve bir kere bile dönüp arkasına bakmayacağını ileri sürerek beni tehdit ederdi.
Sonra birden durgunlaşır, belki benim de aslında bunu istediğimi, beni bırakmakla bana iyilik etmiş olacağını, zaten herkesin belirli bir süre sonra onu bıraktığını, aptalca telaşlarından herkesin usandığını üzgün bir sesle anlatırdı.
Bazı günlerde ise, hızını alamazsa, kapıyı vurup giderdi. Dışarı çıkınca hemen pişman olur, ama bunu itiraf etmek ona zor geldiği için günlerce uğramazdı. Döndüğü zaman anlattığına göre, arada geçen günlerde, bizim sokağa her gün birkaç kere uğrar, evin çevresinde dolaşır, içeri girmeye bir türlü cesaret edemezmiş. Ben de eski kavgamızı ona hatırlatmamaya çalışırdım. Yoksa, aynı meseleye dokunmaya kalkarsam, aynı kavgalar tekrarlanır ve kapı aynı sertlikle yüzüme çarpılırdı."
Acaba bu heyecanları hiç kıskanmadın mı Esat? Bu heyecanlara tam katılmadığına göre, bu kavgalarda göründüğün kadar soğukkanlı mıydın? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Bazı noktaları hep karanlıkta bıraktın giderken Selim.
Olur ya, belki bir gün tam senin gibi hissederim, senin heyecanların benim heyecanlarım olur: o zaman seni bütünüyle yaşarım, kim bilir?
...
---
spoiler ---