Mustafa Kemal Atatürk'e ait bir söz.
Bu sözün hikayesini Ahmet Gürel-Atatürk'ten Gençliğe Unutulmaz Anılar adlı eserinde şöyle anlatır:
---
spoiler ---
Ne var ki 10 yıl süren bir savaş sonucunda Anadolu yıkıntı dönmüş, halkı ve doğal kaynakları sömürülmüş, insanları cahil bırakılmıştı. Elbete bitkin ve yorgun bir ülkede savaşı kazanmış olmak yetmeyecekti,ülkeyi kalkındırmak ve ilerletmek gerekiyordu.
Bu, düşmanı savaş alanında yenmekten de önemliydi. Üstelik yatırım yapacak para yokken,
Osmanlı'nın borçları da ödeniyordu. Bu da yetmezmiş gibi
dünya ekonomik bunalımı çıkageldi. Bunalım bir şeyler üreterek satmaya çabalayanları da yiyip bitiricekti. İşte bu koşullar altında kıvranan halkının sıkıntılarını doğrudan dinlemek için Gazi yurt gezisine çıktı. Yol boyunca dura dura, halkı dinleye dinleye 6 Mart 1930 günü Isparta üzerinden Antalya'ya ulaştı. Gazi kaldığı evin bir odasına Hasan Rıza Soyak'la çekilerek kapıyor kapatır ve bir koltuğa yığılır. Çok
yorgun ve
sinirlidir. Elleri titreyerek sigarasını yakar ve şöyle konuşur:
“
Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikâyet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde. Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; maateessüf memleketin hakiki durumu bu işte! Bunda bizim günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hale düşmüş. Memurlanmız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın. Büyük istidatlara mâlik olan zavallı halkımız ise, kendisine mukaddes akideler şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış."
---
spoiler ---
Maateessüf: Üzülerek söylüyorum, ne yazık ki.
İstidat: Yetenek.
Akide: Şüphesizce inanılan şey, inanç.
Atatürk'ün bu sözlerini,
Hasan Rıza Soyak Atatürk'ten Anılar adlı kitabının 405 ve 406. sayfalarında anlatmaktadır.