beni en çok etkileyen şairlerden.
(en az -ümit yaşar oğuzcan'ın oğlu- vedat kadar radikal kararlarının arkasında durması yüzünden kendisinden bu kadar etkilendim sanırım.)
ayrıntı:
(#2069581)
t: 1975 doğumlu akademisyen ve şair.
2002 yılında eskişehir anadolu üniversitesi hukuk fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalıştığı dönemde, odasının kapısına kendini kemeriyle asarak intihar etmiştir. peki, "aslında bütün mesele neydi?" demeden önce, kendisinden biraz bahsetmek icap eder;
1993'e kadar doğduğu kent olan kayseri'de okumuş, ilk defa, ankara'da hukuk okumak için büyüdüğü şehirden ayrılmıştır. lisans eğitimini tamamladıktan sonra, -ölümünden iki gün önce- yüksek lisans programını da başarıyla tamamlayarak gayet güzel bir kariyer başlangıcı yapmış.
edebi yanına gelirsek; ilk şiiri 1995 yılında
insancıl dergisinde yayımlanmış. akabinde de çeşitli dergilerde şiirleri ve eleştiri yazılarıyla kendine yer edinmiş. 1995 yılında kar-ya (bilimsel ve kültürel araştırma ve yayıncılık kooperatifi) aracılığıyla çıkarılan
sanat eylemi adlı derginin kurucularından biri olmuş. bu süreçte de göz ardı edilmemiş, yaptıklarıyla ön plana çıkmış.
misalen; 1999'da
varlık dergisi'nin yaptığı "yaşar nabi nayır gençlik ödülleri" kapsamında şiiriyle ödül almış. bir yıl sonra da "arkadaş zekai özger şiir ödülü" yarışmasında, jüri özel ödülü'nü
şubatta saklambaç isimli çalışmasıyla kazanmış.
aramızdan ayrılışından üç ay sonra da,
mayıs yayınları tarafından
şubatta saklambaç yayınlanmış. şairin ilk ve tek kitabıdır. lakin kitabının basıldığını görememiştir..
baştaki "aslında tüm mesele neydi?" sorusuna gelince.. ben susayım,
haydar ergülen anlatsın;
---
spoiler - 1 ---
geçen yazdan önceki yaz: 'o yaz': hem haziran, hem tren, hem bahçe, hem gül (anne), hem usta (baba), hem eskişehir. her şey, şair seyhan erözçelik'in günün, gecenin muhtelif saatlerinde telefondan dinlettiği muhtelif şarkılardan birindeki gibidir. şarkı demek az gelir, şiir demek de öyle,
gençlikse yaşamak için iyi bir mevsim olsa da, anlamak için nice sonbaharları, kışları bekleyecektir.
'o yaz'lar çünkü gençken anlaşılmaz, hafiften gazel dökmeye başladığımız güz ve kış yaşlarını bekler,
yitip gideni anlamanın da bir lezzeti vardır. teselli diyelim bu kederin lezzetine. seyhan'ın dinlettiği hepimizin yitirdiğidir, 'o yaz'ları kim yitirirse yitirsin, zerrin özer'in sesiyle,
kaybettiklerimizin hiç olmazsa bir parçası geri gelecektir, onun adına da ister keder diyelim, ister yazsama (yurtsamadan mülhem), sanki gençliğimizin, ideallerimizin, duygularımızın o 'büyük ve muzaffer mağlubiyeti'ne yakılmış bir ağıt gibi, ne tuhaf, bizi hüzünlendirmek yerine sevindirecektir.
'o yaz': çığlık çığlığa bir fısıltıdır.
geçen yazdan önceki yaz 'o yaz'dı: bahçenin içinde şiir vardı. son yaz'la 'geçen çocuk' zafer ekin karabay'la treni beklemiştik, haziran bahçesinde. ben istanbul'a dönecektim, o şiire. 2-3 saat konuştuk, en çok şiirden, en çok sinemadan ve hayattan, yani geçmişimiz ve geleceğimizden, siyasetten. şiir, sinema, siyaset, eskişehir, ankara.
gençliğim var gibiydi karşımda. yaşlı bir çocuk olarak gençliğim, zafer'le birlikte bahçemize gelmişti yeniden. 'o yaz'ı atlattık, 'geçen yaz'ı da atlattık, ve zafer ekin son yaz'ın trenine bindi, eskişehir'den, 13 eylül 2002'de bütün yazlardan kendini uğurladı.
şubatta çıkacaktı kitabı 2 yıl önce, 'şubatta saklambaç', şubat sayılır ölümden sonra her şiir, her kitap. çıktı sonunda, ondan önce 'geçen çocuk'lardan nilgün marmara'nın 'daktiloya çekilmiş şiirler'i gibi, ilhami çiçek'in 'satranç dersleri' gibi ve kaan ince'nin 'gizdüşüm'ü gibi. 'geçen çocuk' zafer ekin karabay kitabını aramıza bırakıp gitti.
saklambaç var kitabın adında, kitap 'sakladığım', 'saklandığım' ve 'saklı' adlı üç bölümden oluşuyor ve şiirleri okuyunca anlaşılıyor hiçbir şeyi saklamadığı, her şeyi fazlasıyla anlattığı, açıkladığı:
'sonra kırık aynada görüyorum kırılmış / kalbimi ve herkesin kendi gölgesini giyindiği / bir mevsim oluyor güz, oysa üşürken / aynada kırılan sen ve kalbime biriken kar / topu çalınmış çocuk, soyunup gölgesinden / sarmalıdır herkes güzünü, yoksa bütün / aynalar bırakıp gider bir gün yüzünü.'
zafer ekin karabay bana gençliğimi bir hatırlattı, bir kaybettirdi. geçen çocuk, yaşlı çocuk, bu dünyaya ait değiliz hiçbirimiz, ama 'mavi' aşk, mavi yazı, mavi şiir için katlanılabilirdi belki. şimdi senin geç okuduğum 'üzüntü' şiirindeki gibiyim:
'adı kara'ydı dedemin. şarap içmezdi / ama anlardı karaüzümün hüznünden /... /evet, 'üzgün şarap olur karaüzümden' / ama üzülme sen.' demişsin. peki öyle istemişsin, üzülmem ben, yalnız kitabını okurken, seyhan arasın ve telefonda üç kez art arda zerrin özer'den '
(bkz: o yaz)'ı dinletsin isterim, nilgün'ün, ilhami'nin, kaan'ın, soysal'ın ve bütün 'geçen şair'lerin ve elbette senin yaşayacağın o yazlar için.
(şubatta saklambaç, zafer ekin karabay, mayıs yayınları'ndan çıktı. ilk kitabı zafer'in,
bu dünyaya 27 yıl katlanabilmiş bir şairin ancak fısıldayabildiği bir çığlık, lütfen okuyun, belki duyarsınız.)
29/01/2003
---
spoiler - 1 ---
bu sefer haydar abi de sussun,
can dündar anlatsın;
---
spoiler - 2 ---
bir süredir masamın üstünde tek sayfa bir mektup duruyor.
"şuna bir göz at" diye elime tutuşturulmuş bir mektup...
13 eylül 2002 tarihli... düzgün bir el yazısıyla yazılmış.
en üstte büyük harflerle "aslında bütün mesele neydi?" yazıyor:
"
hani, 'hayatın neresinden dönülse kardır' dizesi var ya nilgün'ün, canım benim, ben yaşamın neresinden döneceğimi çoktan belirlemiştim. nilgün marmara'nın 29 yaşında, s. plath'in şubat ayında intihar etmesi, benim de 29. yaşımın 29 şubatında intihar etmemi gerektirmezdi. ama madem ki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman bir tarih belirlemeliydim ve 29. yaşımın 29 şubatını seçtim. bu yüzden 'şubatta saklambaç'a bir yığın başka sırla birlikte intihar edeceğim tarihi de gizlemiştim. ne var ki, kitabımı bir türlü bastıramadım (o kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz). ama şimdi..."
ilk okuyuşumda burada durdum. devam etmeye korktum.
sonra merakım yendi korkumu...
okudum:
*
"
ama şimdi yaşamımın bu ayrım noktasında hiçbir yerde huzur bulamadığıma göre bu tarihi bekleyecek gücüm de kalmadı. hem zebercet de belirlediği tarihten önce intihar etmemiş miydi? (kim bilir belki kendimle barışabilseydim...)
yerleşik yabancı'ydım her yere metin abi...
sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaşabilmek için.
daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama?
tüm arkadaşlarımı ve sevgilim meral’i çok seviyorum.
beni affedin."
*
mektubu ileten arkadaştan öğrendim sonrasını...
"şair - yazar - akademisyen zafer ekin karabay o mektubu yazdığı gün, eskişehir'de intihar etti."
neden peki?
"aslında bütün mesele neydi?"
"
şiir hem yitiş, hem kurtuluştur" diyen bir şair, niye 29'unda kemerine asar kendini?..
"yaşamdan daha büyük olma isteği mi? 30 yaş kırgınlığı mı?
mağrur bir an mı?"
hayır!
mesele (mayakovski'den kaan ince'ye, van gogh'dan nilgün marmara'ya, jack london'dan, hemingway'e kadar) bütün sanatçıların, vicdan sahiplerinin, hayatı sevenlerin meselesi:
ozanın, başkalarının acısı pahasına elde edilen mutluluğu kabullenememesi...
alaattin topçu'nun deyişiyle "
hayatın ağırlığı karşısında insanın hafifliğini", "n'apalım, dünya böyle" diye geçiştirememesi...
sokaktaki tevekkülle baş edememesi... sokaktakilerden olmayıp, onları dönüştürmeye de gücünün yetmemesi...
ve "kendiyle barışıp" haksızlığa alışarak yok olmaktansa, intihar ederek var olmayı tercih etmesi...
nilgün marmara da "ey, iki adımlık yerküre/ senin bütün arka bahçelerini gördüm ben" deyip gitmedi mi?
*
"son mektup"un üzerinde bir not var:
"bunu kül'de yayınlarsanız sevinirim" deyip muzipçe soruyor:
"nasıl sevineceksem?"
sonra da bu talepteki tutunma çabasına dikkat çekiyor, parantez içinde:
"bu da hâlâ yaşamak istediğimi mi gösteriyor nedir?"
son kitabını göremeden ölmüş bir ozanın son mektubunu yayımlatma isteği... vahşeti yüreğinde hisseden "yabancı"nın dayanılmaz bozgunu...
"kaçış değil onlarınki, reddediş", biliyorum.
ama yine de "bu reddiyenin başka yolları olmalı" diyorum.
bunca haksızlığı ve bizim onca haksızlığa alışmışlığımızı böyle yumruk gibi yüzümüze vurmadan, canına kıymadan...
bizi şiirsiz, şairsiz koymadan...
hayatla başa çıkmanın ozanca bir yolu olmalı...
çünkü karabay'ın dediği gibi;
"yolculuğa çıkmışlar için hem limansa şiir, hem de gemi..."
o gemiyi en son şair terk etmeli...
milliyet gazetesi, 5/10/2002
---
spoiler - 2 ---
algınıza bir tutam şiirlerinden çalmak gerekirse;
"(kimine aşktır yaşamdır kimine, ama nisan
bir isyandır senin sessizliğinde.)
adını yasak metinlerde buluyorum
bir devrin silsilesinde adını ve namını
bazen mistik bir güç gibi misyonerler gizliyor
bazen bir kitap gibi entellektüeller ve işçiler
adını yasak metinlerde buluyorum
bir başka devrin kafesinde yasak ve yaslı
gizleniyorum bir düş gibi kaçarak gerçekten
gizlendikçe küçülüyorum ve katılıyorum yasına
adına düşler kurmalıyım ve ülkeler
şiirler yazmalıyım adına"
*
"ekim uğrun uğrun büyür nisanla ve belki de
her sonbahar bir ilkbaharla
edebiyatın harabe yollarında tanığı oldum
takdis edilen bir hayata biatın
ama petersburg leningrad'ı doğurmadan
kronstadt'ta burkuldu saltanatım
şimdi taze yenilgiler bekletiyorum
pirüpak yenilgiler, bayat yengiler peşinde
bir ozanı yanlış dizelerle sorguluyorum
ve şimdi herkesi kendi çarmıhında geriyorum
ey ülkeler mimarı. ülkeler ve imgeler mimarı
potemkin'de gölgemi görüyorum, gölgeni görüyorum"
*
"çekip gitmeli artık arkada bir şey bırakmadan.
yeni serüvenlere girmeli insan, nisan nisyan olmadan
gitmenin bütün adresleri değişiyor
intihar ediyor paranoid tanrıları evrenin
ve değişiyor kalmanın bütün tarifleri
kuramları takvimleri değişiyor eylemin
ve ben saklıyorum bir giz gibi bu serüveni
duldalarında tarumar düşlerim
saklıyorum bir aşk gibi pusarık geleceğine
henüz yoğrulmamış bu toy derdimin
çünkü benim düşlerim, benim yüzyıllık düşlerim
yüzyılın başında eylemindi senin"
*
"kentin baskısı kaldı bize
ve ışıkları trafiğin ya da kazası
oysa biz hep bir düş kazasında
yitirdik arkadaşlarımızı
karşıdan karşıya geçerken
eli bırakılan çocuklardık
o insan kalabalığındaki
son gülümsemesiydi annemizin
sonra hangi tarafa geçsek karşıda kaldık!"
*
"ezginin kederini dinledim
daktilonun sesini
anımsadım düş kırgını seni
anı yitti
gece
bıraktı çalar saate sessizliğini
masaya
kitaplara
biraz önce giden sesinin yokluğuna
bir hüzün ele verdi seni
gözlerinde görünüp yitiveren
ve özlemini bırakıp gitti
yastığındaki yüzün
serinliğinden başka bir şey
giymedim oysa yağmurun
durdum sokakta
sakınımlı ve ıslak
saçların dokundu çıplak omuzlarıma
anımsadım büyücünün kristal küreye baktığı gibi
bilyeme bakarken çocukluğumu
ve beni sakladı gece
saydam karanlığında duldasının
üşüdüm seninle ansızın
penceredeki pusun
parmak uçlarımı ayırdığı yerde
kimsem yoktu
çizgilerinden başka
bileğimdeki vaz geçilmiş intiharın
sokaktaki ıslak tenimi duyumsadım
ve ararken yakalandım
kayıp otobüsünde
kendi resmime"
*
"toprağa değen su dokununca anlatır
elinde kalan mektubu, durula
gözlerini sakındığın yarına
çiçek sandığın kadar açacaktır
sorma mektubun huyu böyle, yoksa
kim benzetir harfleri, toprağa deyen suya
ben benzetiyorum işte, bir de elini
dokununca mektubun ruhuma"
*
"işlemez yalan ve talan aşkların hükmü
çünkü aslolan gitmek değil, kalmaktır
çünkü aşk
dinmez bir yağmur
ve yasa dinlemez bir halktır.
bu yüzden sen de
aşklarını da saçların gibi geriye sal
ve benimle kal
çünkü
en acımasız yanıdır tarihin
imge soykırımında bir şiir emekçisinin ölümü.
ve senin hüzünle örtüşen yüzün
kaldırıp düşler sokağına çıkma yasağını
dinle kalbimin gürültüsünü
-ne dize gelirim
ne dizesiz bir yere-"
*
ve dahası için;
(bkz: şubatta saklambaç)