bugün
yenile

    asosyal itiraf

    10
    +
    -entiri.verilen_downvote
    buraya normal hayatımda insanlara kendim hakkımda söylerken endişe duyduğum şeyleri yazıyorum. gerçekten okunması gerekmiyor bunların. salak salak bakma öyle. aslında günlüğüme yazıyorum ama direkt oraya yazınca kendi kendime konuşuyormuş hissi korkutuyor beni. hala sağlıklı bir insan olduğuma inanmam için birilerine yazma ihtiyacı duyuyorum sadece. aslında unutulacak şeyler yazıyorum. konu bütünlüğü yok gibi gelir ama bir bütünlük sağlamaya çaba gösterdiğim. bazı şeyleri gerçek sosyal hayatımda temas kurduğum insanlara anlattığım zaman insanlar bazen yanlış anlayabiliyor. bu yanlış anlamalar da ikili ilişkilerde bana hem olumlu hem de olumsuz bir dönüt olarak geri gelebiliyor. insanlar çoğu zaman yanlış anlarlar zaten. hayatın doğal akışı bu. birileri birilerine kendini anlatmak için uğraşır, birileri birilerini gerçekten anlamak için çaba gösterir ama çoğu zaman bu iletişim "yanlış" bir iletişimdir. yanlış anlaşılırız. çünkü yanlış anlatırız. "konuşma dili" dediğimiz şey son derece basit bir iletişimi sağlamak adına işlevselleşmiştir. ama yazının icadıyla birlikte insanlar aklından geçirdiği şeyleri çok daha sofistike hale getirmenin bir yolunu buldular. tehlike çanları bizim için o zaman çalmaya başladı. bilinç okyanusunun derinlerinden bir şeyleri bir define avcısı gibi özenle çekip çıkardıktan sonra sonsuzluğa nakşedebildiğimizi fark ettiğimizde başladı her şey. nihayetinde insan karmaşık bir bilinç/zihin durumuna evrilmiş ama konuşma dili binlerce yıl önceki yavanlığında kalakalmış ya da insan zihninin hızına yetişememiştir. neyse bu sebepten geldim buraya. durduk yere başım dönmeye başladı. salak salak aynaya kitlenir oldum ve kendi kendime "sanırım pek iyi durumda değilim gibi. bir şeyler yapmalıyım" diyerek oturdum klavyenin başına. neyse terapiye geldim yani. sen uzan biraz şöyle. takıl, gelirim birazdan ben. ergenlik enteresan bir süreç. insanın birden kendisini tanımaya çalışma telaşıyla aptallaşmaya başladığı garip bir süreç. hem fizyolojik hem de psikolojik açıdan sallantıları içinde barındıran bir dönem. sık sık söylüyorum bunu, ben ergenliğin psikolojik sarsıntılarını fizyolojik belirtilerinden çok önce hissetmeye başlamıştım. bu pek yararlı bir şey mi hiç bilemedim hiçbir zaman ama daha çocuk denilecek yaşlarımda bile kafamda apır sapır kurgular ve fanteziler barındırıyordum. bu fantezi sözcüğüne erotik anlamlar yüklemeye gerek yok. bunlar tamamen duygu içerikli psikolojik fantezilerdi. insanın kişiliğinin oluşumunda çocukluğun ne kadar önemli olduğunu, çok eski bir zamana dair küçük bir anımı hatırladığımda fark etmiştim. psikanalitik yaklaşımcılar haklı olabilirdi belki de. o 8-9 yaşlarında yaptığım bir şeyin temel mantalitesinin bugün neredeyse hayatımın merkezini oluşturuyor olmasına şimdilerde hiç akıl sır erdiremiyorum. kehanet gibi geliyor bana. neyse o konuyu pek açmak istemiyorum şimdi. yunanistan'da kehanet tapınağı olarak da bilinen bir tapınak var. delphi tapınağı. girişinde latince "nosce te ipsum" yazıyor(muş). "kendini bil!" demek. antik yunan felsefesinden tutun da doğu mistisizmine kadar epey yaygın bir öğretidir bu: "kendini bil!" 20. yüzyılda da epey çok tutmuştur bu öğreti. spiritüal mistiklerden, hümanist felsefecilere kadar kendini bil öğretisi birey olmanın erdemiyle ilişkilendirilip çok pazarlanmıştır. esasen mistisizmle de hümanizmle de hiç işim olmaz. yer yer nefret de ederim ama yine de bu "kendini bil" öğretisini önemsemişimdir her zaman. ergenlik dediğimiz şeyin en temel özelliği de "kendini bilmeye çalışmanın" başlamasıdır. ergen zihni denilince aklıma bu çaba gelir sadece. kendini bilme/tanıma uğraşı. şimdilerde sosyal medyada da sık sık dile getirilen bir durum ya da goygoy var. türk erkeklerinin ergenlikten çıkma süresi 30 yaşına dayandı diye. heh işte. bu konunun uzmanları da bu tespitte böyle mi düşünüyor, doğru bir tespit mi bilemem ama doğruysa bile benim ergenlik tanımıma çok yakışıyor kendileri. ergenlik dediğimiz şey eğer kendini keşfetme/tanıma uğraşıysa eğer evet yaşanılan bu lanet çağda o şeyin süresi uzuyordur muhtemelen. bu çok normal. çünkü yaşadığımız çağ eskisi kadar, hatta çok çok eskisi kadar statik değil. çok hızlı değişiyor. zamanı 50 yıl öncesine geri sarın bakalım. ya da isterseniz 50 bin yıl öncesine sarın. inanın pek önemli değil ne kadar geriye saracağınız. 50 yıl önce yaygın ortalamadaki bir erkekten beklenilen şey çok basitti. temel bir kavram olarak dikkat çekmek gerekirse askerliğini bitirmek mesela. kız istememe merasimlerinde öncelikli sorulardan bir tanesinin gelenekselleşmiş bir şekilde askerlik durumu olması bu durumu onaylıyor. yani 20 yaş, erkeğin kendini tamamlama yaşıydı. askere gitmek de bunun nişanıydı. benzer durumlar tabii ki kadınlar için de geçerli dallandırmaya gerek yok. anlaşılmıştır. (umarım yani) 20 yaşına kadar insanın kendini tanıma çabaları tamamlanıyor ya da en azından insana yetiyordu. 20 yaşından sonra "ben" dediği şey ile geri kalan hayatını idame ettirmek hem fiziksel hem ruhsal açıdan yeterli oluyordu. kurcalamak, orasıyla burasıyla oynamak aktüel hayatta pek akıl karı bir iş değildi. çünkü önündeki zaman aralığı için elde ettiği "benliği" ona yetiyor da artıyordu bile. çağ statik sayılabilirdi muhtemelen. şimdi öyle değil işte. 15 yıl önce msn'e de fantezi-arabesk müzikler dinleyerek erotik sohbetler yapmaya kendini adayan bir genç şimdilerde instagram ikonu olmak için sanal bir profil "inşa" etmeye çalışarak geçiriyordu zamanını en basitinden. örnekler çoğaltılabilir 5-10 yıl önce keşfettiği kendisi, bugün kendisine elbette yetmiyordu. çağ sürekli revize etme çağıydı. benim aktüel çağa yönelik en büyük şaşkınlıklarımdan bir tanesi insanların bu kendini revize etme temposuna ayak uydurmaya çalışırken ruhsal anlamda nasıl bu kadar sağlıklı kalabildikleridir doğrusu. çürüme ya da olgunlaşma... fark etmiyor. nihayet bir sürekli ilerleme söz konusuydu ve insanlar bu duruma şaşıramayacak kadar yoğun bir tempoda ayak uyduruyorlardı. en açık görüşlü insanlardan en bağnazına kadar çok geniş bir insan popülasyonu dansa ayak uydurmayı bir şekilde kıvırıyordu gerçekten. böyle bir ortamda kendini bilme arayışı hiçbir zaman bitmez tabii ki. o yüzden ergenlikten çıkma, yani kendini tamamlama yaşı da sürekli ileriye taşınacaktır. zamanın ruhu bunu istiyor çünkü. insanın kendi benliğinden yeni şeyler çıkartması, parçalanıp parçalanıp tekrar inşa olunmasının sonu yoktur. sonu getiren şey kendinin çevreye yetebiliyor olmasıdır. bu yetebilme hissi gerçekleşmeden tamamlanmış olma hissi de bitmeyecektir. çağ, bu denli hızlı -insan ömrünü içerecek zaman aralığında bile çok değişken- olduğu sürece de kimse tamamlanmış gibi hissetmeyecek ve bu kendini tanıma uğraşı kısır bir döngüde ölene kadar devam edecektir. kimi insanlar bu devinimi heyecanlı ve hatta eğlenceli bulabilir. böyle tanıdığım insanlar var ve gıpta ile bakıyorum kendilerine. 40 yaşını çoktan devirmiş, entelektüel anlamda zihni açık ve hala koşmaktan, aramaktan keyif alan insanlar tanıyorum ve hepsinin bu keyifli temposuna selametler diliyorum! ergenlerde kendini bulmaya çalışırken birden çevresine karşı yabancılaşma ve farklılaşma dürtüsü baş gösterir. havalı gözükmek uğruna saçma sapan uğraşlara da girilebilir. bütün amaç "farklı" olduğunu hissetmeye çalışmaktır. herkes gibi olmak kimlik arayışında rahatsızlık uyandırır. bunlar gerçekten çok ama çok normal dürtülerdir. zaten bu memlekette ergen aşağılama diye bir şey var ki hiç anlamamışımdır. sanki kendisi o süreçlerden geçmemiş gibi kibirli yetişkinler. neyse bu farklılaşma dürtüsü ergenlik süreci uzadığı için toplumun geneline yayılıyor haliyle. toplum histerik bir çılgınlık içerisine sürükleniyor. herkes gibi olmak aşağılanıyor aşağılanmasına ki bu duygudan çok rahatsız olduğumu söyleyemem ama farklı olma kaygısının salt bir şekilde yüzeysel olarak ele alınıyor olması canımı sıkıyor. lise yıllarımda çoğunlukla yaşımdan küçük gösterirdim. o zamanlar hoşlanmasam da şimdilerde bu durumumla için için övünüyordum ben. geçenlerde beni tanıyan 2 arkadaşımın olduğumdan daha büyük gözüktüğümü son derece kendilerinden emin bir şekilde söylemesi kafama takıldı. bu nasıl olabilirdi? ben yaşımdan küçük göstermemle bilirdim kendimi. o kadar kafama taktım ki bunu yeni tanıştığım birkaç insana ilk olarak "kaç yaşımdan gösteriyorum" gibi komik bir soruyu sordum ısrarla. sonuçlar daha da kafa karıştırıcıydı. ilk defa karşılaştığım insanlar beni olduğumdan daha genç niteliyordu. :) bu yazıyı yazan etkilerden bir tanesi de bu oldu açıkçası. soru çok basitti; kaç gösteriyorum? yeterince olgunlaştım mı ben? yoksa hala toy muyum? çürüme ne zaman başlayacak? olgunlaşmadan çürüyecek olma ihtimalim hala var mı? psikoloğa gitmek hiç aklıma getirmediğim bir tüketim türüdür. inanmadığım için değil. yanlış belki ama bunu onur kırıcı bulduğum için reddettim bunu. hala ihtiyacım olduğunu düşünmem. ama bildiğim bir iki psikolojik tanı var. insan çelişkileri uzlaştırmasıyla ya da aynı bünyede eritebilmesiyle meşhur olmuş bir canlı türüdür. ben de tıpkı o 15 yaşında kendisiyle savaş halinde olan ergenler gibi bir takım psikolojik rahatsızlıklardan muzdaribim galiba. 1- narsist kişilik bozukluğu 2- dismorfofobi (kendini beğenmeme hastalığı) tabii bunlar tehlikeli boyutlara ulaşmış tanılar değil elbette. olsa bilirdim herhalde. öyle hissediyorum. ama yine de aynı bünyede bulunduklarının farkında olacak kadar ayığım duruma. nevrotik bozukluklar ve içsel çatışmalar modern çağımızın vebası olabilir. bunlarla yaşamayı bir şekilde öğreniyoruz herhalde ne bileyim. ama bu içsel çelişkiler sırf çelişkinin doğası gereği ilgimi çekiyor. aynı anda hem kendimden hoşnut hem de kendime karşı tatminsiz olma duygusu her şeye rağmen ilgi çekici geliyor bana. bazıları kibirli buluyor beni, ya da yaygın tanımıyla egoist. kimileri de pesimist. bugün cumartesi. o sistemin gönüllü işçilerinin kutsal tüketim günü. eğlence sektörünün altın yumurtlayan horozu. (evet horoz!) genelde haftada 2 kitap okumaya çalışırım ben. bir kitabı önce 5'e böler daha yoğun olan hafta içi bitirmeye çalışırım. ikinci kitabı da 2'ye böler hafta sonu okumaya çalışırım. ama kendime dair daha tutarlı bir genelleme yapacaksam eğer genelde yaptığım planların tutmadığı olurdu. bugün evden hiç çıkmadım mesela. (hayır asosyal bir ergen değilim. ya da sizlerin anladığı şekilde yalnız bir insan değilim) bütün çabalara rağmen güneşi görmek içimden gelmedi hiç. sigaramı bile başkasına aldırdım ama bu cumartesi sokağa adım atmak istemedim. saatlerdir kitap okuyorum. bir kitap bitti diğerine başladım. bugünlerde kitap okumak da -mış gibi yapılan eylemler arasına dahil oldu. o anlattığım süresi sarkmış ergen zihniyetinin cool olma aracı haline ha geldi ha gelecek. umurumda değil. farklı görünme telaşına düşmüşüm algısına birilerinin düşeceğini bile bile yazdım bunu. yine de bugünlerde kafama takılan küçük bir anekdot aktarayım ben. yeni insanlar tanımaktan hala hoşlanıyorum tüm yoruculuğuna rağmen. hayatıma herkesi dahil etmesem de içinden geçip gitmelerine izin veriyorum bir çoğunun. beni tanıyan insanlardan bazıları için şöyle bir süreç tekrarı söz konusu olabiliyormuş yeni fark ettim: sıradan->kibirli->egoist->cana yakın/sevecen->sırdaş->danışılacak kişi-> sevilecek hem de çok sevilecek kişi-> ve nihayet uzak durulacak kişi her zaman olmuyor ama bu döngüye tutulan insanlar var gerçekten ve tekrar ediyor olmasının yanında aynı döngüde çelişik durumların da olması ilgimi çekiyor. bir paragraf yukarıda bahsettiğim çelişkili durumların aynı bünyede eritilmesiyle alakalı sanırım. yani tahminim bu yönde elbisemin hangi köşesinden yırttıklarıyla alakalı bir durum. sonunda ya sonuna kadar soyuyorlar beni ya da pes ediyorlar. bu yazıyı yazmadan hemen önce durduk yere başım döndü yine. okumayı bıraktım biraz. bir türlü geçmedi. kronik bir rahatsızlığımın olmadığını biliyorum. gittim biraz yüzüme su çarptım. aynaya baktım biraz. aynı anda hem genç hem yaşlı göründüğümü hissettim tekrardan. saçlarımdaki birkaç ak tel ışıktan yansıyıp gözüme çarpıyordu. kır saçlı olmanın yer yer karizmatik olabileceğini bile düşündüm. eski bir kıssa vardır hani hz. ömer'e atfedilir. saçlarına ilk ak düştüğü gün, kendisine her gün ölümü hatırlatması için tuttuğu adamın işine son verir, bu aklar bana ölümü hatırlatıyor diye. bana ağarmış saç teli kimi zaman olgunlaşmayı kimi zaman çürümeyi hatırlatır mesela. o an aynaya baktığımda hangi seçeneğin olası olduğu konusunda ikilemde kaldım ki bu ikilem korkuttu beni. aynı anda yaşlandığımı da hissettim, yaş aldığımı da. olgunlaşıyor muydum acaba? bazı kitap kapatma bölümlerini geçmedim mi hala? tamamladık mı bir şeyleri yarım mı yoksa? başım hızla dönmeye devam etti. sanki mayhoş bir uyuşturucunun etkisi yavaş yavaş baş gösterir gibiydi. baş dönmesi o kadar belirsizdi ki düşüp bayılma ihtimalimi bile düşünmek zorunda kaldım. aynaya uzun uzun baktım. sakallarım uzamıştı. bir dönem var, ne çok uzun ne çok kısa olduğu bir uzama dönemi. o dönemler sakallarımı beğenmiyordum. çok bakımsız gelirdi. aynaya daha yakından baktım. uzun uzun inceledim kendimi. saçım sakalım, hatta sık sık gülmekten oluşan göz kırışıklıklarım aynı anda milyonlarca olası anlamı içerdi birden. kaç gösteriyordum? yeterince olgunlaştım mı? yoksa hala toy muyum? çürüme ne zaman başlayacak? olgunlaşmadan çürüyecek olma ihtimalim hala var mı? gözlerime baktığımda ne okunuyor? nefret mi, sevgi mi, korku mu, iğrenme mi, hayranlık mı? tüm bu silüet sahte mi yoksa gerçek mi? daha ne kadar yol görünüyor? boş ver bunları. eğer yapabilirsen tabii. insan kendini bilmeden yaşayamaz, insan kendini bilecek kadar da yaşayamaz. bu yazı da son derece post modern bir deneme oldu zaten. kapatalım yavaştan. içimden geldi porphyre eglantine'nin "hiçliğin türküsü" adından bir şiiri ile bitireyim bu yazıyı ki bir bütünselliği ve önermesi olsun değil mi ama? koca bir çölde sonsuz bir kum denizinde, arıyorum yitik yolu arıyorum bulamadığım yolu. bir orada, bir burada bütün yönlerde ruhum bulamıyor aradığını. bu korkunç boşlukta bu sonsuz boşlukta, her yanım kum alabildiğine parlak, boğucu kumlar uzanıyor çevrenin sonuna değin sonra bir ses duyuyorum tatlı, gür ve kahredici diyor ki bana: "yitik bir ruh sanıyorsun kendini sen! bir ruh sanıyorsun kendini yanılıyorsun. bir ruh değilsin gerçekte yitmiş gitmiş de değilsin bir hiçsin yalnızca yoksun sen." 25.11.2018
    ... diğer entiriler ...