sesindeki eylül
çaresizliğimin türkçesini bulamıyorum
ne desem,
ne demesemle aynı kalıyor
susuyorum
suskunluğun kasım soğuğu
soluğum boğazımı acıtıyor
sesindeki eylülü ararken
ne söylesem
söylemesem mi'ye kurban ediliyor.
susuyorum.
tanrının bu durumlar için göndereceği bir şey yok muydu?
yokmuş.
sen susunca anlıyorum.
sıkılganlık tohumlarının filizlenip açılması için en uygun ortam buymuş!
iki kişinin sessizliğiyle,
'öyle işte'lerle geçiştirilen zaman dilimleri...
sesindeki eylül
çok koşmuşum da yetişmek için,
yetişmişim hatta
görmüş hatta otobüsün sürücüsü
durmadan gitmiş gibi
bırakıp beni otobüs durağında
geç kalmışım yaşamam gerekenlere
istemediklerime maruz bırakılmışım gibi
şimdi kim ısıtacak ellerimi
ceplerim de olmasa...
sesindeki aralık
ne uzun
geceleri
koynunda uyuduklarım aklımı kemiriyor
sensiz geçenlerin telafisi olur mu?
sabahlara kadar sevişsek...
mesela her şeyi defalarca tekrar etsek
defalarca öpsem omuzlarından
defalarca uyandırsam seni sabahlarında
defalarca gitsek demir kiliseye
defalarca sen yine utansan
her fotoğrafını çektiğimde
güzel çıkmamışım desen
ben daha güzelini görmemişken üstelik
tamam desem
yeniden çekelim
bu güneşte ne tembel
girmiş bulutların koynuna
ayrılmak bilmiyor
ışığını esirgiyor yüzünden...
saatlerce yürüsek
acıksak sonra
midye dolma daha çok var
eve dönsek sonra
öpsem boynundan
arayı kapatsak işte
yaşayamadıklarımızla...
sesindeki şubat
sussan olmuyor
konuşsan
öyle üşüyorum ki...