bugün
yenile

    okumak

    12
    +
    -entiri.verilen_downvote
    i̇nsana katkısı çoktur ya da azdır onu bilemem. i̇nsanın neyi nasıl okuduğuyla da alakalı bir durum bu. fakat bizler doğal olarak bize bir şeyler katsın diye bir şeyler okuruz. ama bu amaçla başladığımız için çoğu zaman bir şeyleri de kaçırıyoruz bence. okuma eylemine çok fiziki bir eylem olarak bakıyoruz. bir kitabı elimize aldığımız zaman ilişkiyi alabildiğine sınırlı tutuyoruz farkında olmadan. nesneye, ürüne, o an elimizde olan kitaba ya da bilgiye odaklanıyoruz. çünkü nihai hedefimiz o oluyor haliyle. sonrası belki ama öncesi kesinlikle aklımıza gelmiyor. oysa okumanın bunların yanında çok manevi bir tarafının da olduğuna inanıyorum ben. şöyle ki ben kitap okurken takıntılı derecede şu sorularla da boğuşuyorum: neden yazmış? nasıl yazmış? ne kadar yazmış? ne kadar okumuş da yazmış. yani okumanın manevi boyutu elindeki kitapla değil o kitabın eline geliş süreciyle alakalı. çünkü bir insan hayatında yüzlerce, binlerce kitap okuyabilir. bu sebepten 1 kitap, okunan onca kitap arasında çok büyük anlamlar ifade etmez. sana katkı oranı da çok sınırlıdır. okuma eyleminde bir şeyleri kaçırıyor olmamızın sebebi de bu zaten. senin için ifade ettiğinden çok daha büyüğü o kitap yazılırken ifade edildi. senin o kitabı okumak için gösterdiğin eforun çok daha büyüğünü birileri o kitabı yazarken harcadı. düşün dünyanın bir köşesinde, zamanın bir yerinde herifin birisi çıkıyor ve o güne dek kendisine kattığı neyi varsa bunları bir sistematiğe döküyor. o ana gelinceye kadar biriktirdiği tüm sermayesini bir kitaba harcayıp ortaya bir ürün çıkarıyor. uykusunu katıyor, uyanıklığını katıyor, acılarını katıyor, sevinçlerini katıyor. bilgi sermayesini katıyor, yaşanmışlıklarını katıyor ve bunları birilerine ulaştırmaya çalışıyor ve sen bunca çaba gerektiren sürecin ardından gelen son halkaya bir kitapçıda bir miktar para vererek bir anda sahip oluyorsun. adeta yılların birikimiyle kurulmuş sırlı bir şatonun en mahrem odalarına girmeye hak kazanıyorsun. bu aslına bakarsan çok özel bir duygu. fakat yine de başka bir dünya düzeninde son derece adice gözükebilecek kadar bıçak sırtı bir mesele gibi gelmiyor mu gerçekten? başka şartlarda belki... sanki teknoloji çok ilerlemiş de düzinelerce sofralık yemeğin kazanımını küçük bir hap haline getirmişler ve bir yudum su eşliğinde yutuverdiğin o hap ile düzinelerce sofra yemeğe sahip oluyormuşsun gibi. bu çok manevi bir durum değil mi sizce de? bir yazarın gecelerce kendine kattıklarını, defalarca yazıp yaktıklarını ve nihayetinde ikna olduğu son ürününü bir seferde hazmediveriyoruz. o kadar kolay harcamayın bazı değerli hazineleri. bu durum biraz acımasız gibi ama bir o kadar da manevi bir olay. i̇nsan bazen fark edemiyor. fark edince de hayrete kapılıyor. tam bu satırları yazarken aklıma ilk olarak oğuz atay geldi hemen. i̇lk sırada başka birisi de gelemezdi galiba. oğuz atay'ın romanlarından herhangi birini bile okusak hemen anlarız, oğuz atay'ın nasıl fışkıran bir deha örneği olduğunu. yıllar içerisinde nasıl bir muhteviyata sahip olduğunu anlamak için birkaç bölüm okumak bile yetecektir. oğuz atay'ın oğuz atay oluncaya kadar ne gibi delice süreçlerden geçtiğini anlamak gayet kolaydır. oğuz atay oldukça dertli, bu dünyaya karşı da son derece "kırgın" bir adam. bak burası çok önemli; "ne yapsak da nasıl yapsak bu dünyada" diye yana yakıla kırılacak kadar da naif bir adam. tutmuş romanlar yazmış işte... satır aralarında o kitapları yazan adamın kendisinin ne derece deli işi bir birikime sahip olduğunu anlamak işten bile değil. onun kısacık ömrüne sığdırdıklarına kaç ömür sığar tahayyül edebilmek kolay değil. oğuz atay gibilerine bu anlamda yetişmek keskin bir zeka ve güçlü bir cesaret gerektirir. sonra düşünüyorsun bu adam bu kitapları yazmış, son kitabını yazarken ömrünü yetirememiş. onlarca ömür sığdıracağımız ömrü kendisine bile yetememiş. eylembilim adındaki romanı yarım kalmış. yaa... okumak tam da böyle bir şey işte. okurken bu sancılı süreci de hatırlamak gerekiyor bazen. okuduğunun ne olduğu önemli değil. bu dünyada insandan çok "insan müsveddesi" vardır. okurken; dünyanın bir köşesinde, zamanın bir yerinde müsvedde olmayan bir "insan"ın kendi dünyasının en sancılı, en zorlu, en acıklı, en özel, en mahrem, en çıplak sokaklarında adımlar attığımızı hep hatırda tutmak gerek belki de... alıyorsun bir kitabı, içinde nesnenin ötesinde çok özel şeyler var. hem de en çiğ, en adice yazılmış şeyler için bile geçerli bir durum. bir nesneye değil, bir insanın yıllarca inşa ettiği benliğinin gizli odalarına bakıyorsun. bunun bu dünya üzerinde fiziki bir karşılığı yok. tamamen manevi bir tanım bu. "mahremiyetin kamulaştırılması" belki de sanatçı olmanın tanımı budur.
    0+ - solocunuz 19.04.2019 16:39:56 |#3094121
    ... diğer entiriler ...